1. 226.
    0
    gibtir et bu malları panpa devam et hızlı yaz ama
    ···
  2. 227.
    0
    aat 02:45 'de gemin'nin üst güvertesi ve ileri güverte su altındaydı ve ileri A güvertesi gezinti noktası ortalama yüzeyin 3m üstündeydi.
    esi 4 saatti, ancak Titanic için çok geçti. Titanic'in acil yardım çağrısını karadan iki nokta aldı. Bir tanesi Cape Race'deki radyo istasyonu diğeri ise New York'da Wanamaker mağazasının tepesinde bulunan Marconi telgraf istasyonu idi. Acil yardım çağrısından kısa bir süre sonra, bu çağrı gemiden gemiye, Halifax'dan New York'a oradan tüm ülkeye yayılmaya başladı. New York'da insanlar White Star Line'in önünü doldurmaya başladı.

    Titan.
    Mount Temple'in Kurtarma Denemesi

    Mount Temple ilk acil yardım cağrısını Titanic'e 79 km uzaklıkta iken saat 00:30'da aldı. Kaptan Moore gemi'nin yönünü hemen çevirip 11.5 knot azami hızla yola çıktı. Saat 04:30 civarlarında Titanic tarafından verilen koordinata ulaştığında ortada herhangi bir gemi veya benzeri birşey bulamadı. Sonradan ortaya çıkan gerçek ise Titanic'in vermiş olduğu pozisyon gerçek yerinden 12 km uzaklıktaydı. Eğer Titanic o anda doğru koordinatları vermiş olsa idi, Mount Temple muhtemelen RMS Carpathia'dan daha önce varacaktı
    Yakınlarda Duran, Cevap Vermeyen Ve Bilinmeyen Gemiler

    New York Herald'in Titanic felaketi ile ilgili ön sayfası

    Titanic köprüsünden, sancak tarafında bulunan bir gemi'nin ışıkları görünebiliyordu, gemi'nin Titanic'e olan ortalama uzaklıgı 16–24 km civarındaydı.Bu gemi ne radyo iletişimine ,nede her 15 dakikada bir fırlatılan roketlere cevap veriyordu. Bunun üzerine Boxhall ve levazım subayı George Rowe Titanic'deki lambalar ile karşı gemiye mors kodları göndermeye başladı ,ancak bu denemede sonuçsuz kaldı. Bu gemi ile ilgili yapılan soruşturmalarda S.S Mount Temple kaptanı Moore ve S.S Carpathia'nın kaptanı Rostron bagımsız olarak ayrı ayrı verdikleri ifadelerde gece karanlıgında bu vapurun ışıklarını gördüklerini ifade etmişlerdir. Ancak her iki kaptanında aynı geminin ışıklarını gördüklerine dair ortada bir kesinlikde bulunamamıştır. Buna ilaveten hem Rostron hemde Moore ek kanıt olarak gün agardıgında (15 Nisan 1912) iki diregi ve tek bacası olan bir vapuruda gördüklerini ifadelerinde belirtmişlerdir.Bu anılan gemi'nin çok sık olarak adı geçen ve mürettabatı soruşturmaya ugrayan S.S Californian olup olmadıgı çok tartışma konusu olmuştur. (S.S. Californian dört tane direge sahipti.) Çarpışma gecesi ,SS Californian buzdan dolayı ve gece oldugu için duruş yapmıştı ancak Titanic'e oldukça yakındı, vapurun telsiz sistemi, operator gece uyumaya gittiginden dolayı kapatılmıştı. Titanic'in telsiz sistemi (Marconi) daha önceki günlerde bir hasar görmüş ,Philips ve Bride bunu düzeltebilmek için tüm gün boyunca ugraşmışlardı. Bunun sonucu olarak geride gönderilmeyi bekleyen çok fazla sayıda mesaj birikmişti. Philips en yakındaki Halifax istasyonundan güçlü bir sinyal alınca mesajları göndermeye başlamıştı. Californian telsiz operatörü Cyril evans saat 23:00 'da yataga gitmeden önce Titanic'i yollarının üzerinde büyük buzdagları oldugu konusunda uyarmaya çalıştı ,fakat Cyril ,Jack Philips tarafından sürekli kesildi ve geri cevap olarak " Çeneni kapat ,şu anda çok meşgulum ve çalışıyorum " cevabını aldı.

    SS Californian vapuru.

    Felaket ile ilgili yapılan her iki soruşturmadada SS Californian ve kaptanı Stanley Lord yeterli yardımı yapmadıgı için hatalı bulunmuştur. Saat 22:10'da Californian, güneyden gelen bir gemi'nin ışıklarını farketmişti. Kaptan Lord ve üçüncü subay C.V Groves bunun bir yolcu gemisi oldugu konusunda mutabık olmuşlardır. Yukarıdada ifade edildigi gibi durmuş olan Californian, gelen gemiyi buz ile ilgili uyarmaya çalışmış ,ancak Titanic'in telsiz operatörü (Jack Philips)tarafından azarlanmıştı. Saat 23:50'de Grove gemi'nin ışıklarının yanıp söndügünü farketti ,sanki gemi durmuş veya tamamen kapatılmış gibiydi. Kaptan Lord'un emri ile saat 23:30 ve 01:00 arasında mors ışık kodları gönderildi ,ancak hiçbirine geri cevap alınamadı. Daha sonra yapılan soruşturmalarda ortaya çıkan gerçek ise ,Mors lambasının maximum mesafesinin 6 km olduğudur ,bu sebebden dolayı Titanic tarafından asla görülemedi. Kaptan Lord saat 23:30'da köşküne istirahat etmek için çekilmişti ,ikinci subay Stone görev başındaydı ve saat 01:15'de Lord'u gemi'nin (Titanic) bir tane roket fırlattıgına (bunu takiben dört tane daha fırlatılmıştır.) dair uyardı. Lord bu roketlerin bir şirket sembolu olup olmadigini bilmek istedi ,bu roketler tanımlama yapmak için kullanılan ve ışık saçan roketlerdi. Stone roketlerin tamdıbının beyaz olup olmadıgı ile ilgili olarak hiç bir fikrinin olmadıgını ifade etti. Titanic'in göndermiş oldugu acil yardım roketleri'nin renkleri farklı idi ,o zamanlardaki denizcilik yönetmeligini ekgiblerinden dolayı ,Kaptan Lord'un kafası kartıştı ve bu roketlerin acil durum roketi olup olmadıgını bilemedi. Kaptan Lord ekibine izlemeye devam etmelerini ve diger vapurlara Mors lambası ile sinyal göndermelerini emir etti ve tekrar yatagına çekildi. Saat 01:50'de üç roket daha görüldü ve Stone gemi'nin suyun içinde enterasan göründügünü not etti. Saat 02:15'de gemi'nin artık görünmedigi konusunda Kaptan Lord tekrar bilgilendirildi. Lord ışıkların herhangi bir renginin olup olmadıgını tekrar sordu ,cevaben hepsinin beyaz oldugu bilgisini aldı. Birinci subay George Stewart saat 05:30'da telsiz operatörü Cyril Evans'i uyandırdı ve gece boyunca roketlerin görüldügü konusunda onu bilgilendirdi ve bulabilecegi gemiler ile iletişim kurmasını istedi. Frankfurt gemisi Titanic telsiz operatörünün kayıp oldugu bilgisini verdi ,bu bilgi heme Lord'a aktarıldı ve Californian yardım için harekete geçti. Soruşturmalarda tesbit edilen ise Californian Titanic'e olan uzaklıgı 31 km civarındaydı. Kaptan Lord roketleri gördükten sonra telsiz operatörünü kaldırabilir ve yardım için hemen harekete geçebilirdi bu sayede yaşanan kayıplar daha az olabilirdi.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Okunmamış 15-06-2010 #4 (mesaj-linki)
    The Unique Bay-M
    The Unique - avatarı

    02:00 - Dondurucu Okyanus Suyu ileri Bot Güvertesine Ulaşıyor

    Felaketin ilk anlarında yolcular sıcak odalarını bırakmak konusunda oldukça isteksiz davranmıştır ve Titanic'i daha güvenli bulmuştur. Bunun nedenleri ile ilgili yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gerçek ise gelen felaketin boyutunun yolcular tarafından çok iyi anlaşılamamasıdır. Gemi mürettabanın felaketin ilk anlarındaki tavırlarıda bu algıya önemli miktarda katkı saglamıştır.Çarpışmanın hemen arkasından kazanın boyutları tam olarak bilinemedigi ve daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuldugu için yolcular arasında panik havasına neden olabilecek ifadelerden kaçınılmıştır. Titanic araştırmacıları flika'ların ilk başlarda mevcut kapasitesinin çok altında gitmesinin ana sebeblerinden birisini buna baglamaktadır ,araştırmacılar ikinci neden olarak ise, flikaların saglamlıgı konusunda kafalarda oluşan şüphelerin oldugunu ifade etmişlerdir. Flikaların tam olarak doldurulması halinde batabilecegi düşünülmüş ,hatta birçok yolcunun gemiden atlayıp flikalara binebilecegi tahmin edilmiştir. Kaptan Smith aynı zamanda flikaların yarı doldurulup gonderilmesinide istemiştir ,bu sayede flikalar hemen geri dönüp su üzerinde kalanları kurtarabilecekti.Bir numaralı flika 40 kişi taşıyabiliyordu, ancak Titanic'den 12 kişi ile birlikte ayrıldı.Çıkarılan bir dedikoduya göre Sir Cosmo ve Lady Duff Gordon iki tayfa ve beş ateşciye rüşvet verdigi kendileri ile birlikte, üç tanede arkadaşını gemiden çıkartmasını istedigi iddia edilmiştir. Ancak bu söylenti daha sonra yanlış oldugu ispatlanmıştır. White Star Line'ın yönetici direktörlerinden J.Bruce Ismay portatif flika C ile gemiden ayrılmış ,hem American hemde Ingiliz soruşturmalarında bundan dolayı eleştirilmiştir. Diger yolculardan peder Thomas Byles ve Margaret Brown flikaların içindeki kadınlara ve çocuklara yardım etmişlerdir. Brown son olarak flikaya binmesi konusunda zorlanmış ve kurtulmuştur ,ancak Byles kurtulamamıştır. Zaman geçtikçe gemi'nin okyanusa dogru egimi artması ile birlikte insanlardaki endişede artmaya başlamıştı ,bazı flikalar daha fazla yolcu ile ayrılmaya başlamıştı. Flikaları doldurulur iken kadınlar ve çocuklar ilk olarak flikalara alınıyordu ,bu emir Kaptan Smith tarafından verilmişti.Ilk başta düşünülen kadınlar ve çocuklar doldurulacak ,yer kalırsa erkeklerde alınacaktı. Maalesef bazı heyecanlı subaylar erkeklerin flikalara binmesini engellemişti ,hatta erkekler için yer olmasına rağmen, silah bile kullanmaktan çekinmemişlerdir. Çok sık olarak anılan bir slogan ise birinci sınıftaki erkeklerin yaşam oranı üçüncü sınıftaki kadınlardan fazla oldugudur.Bu asla doğru degildir. Resmi kayıtlara göre kurtarılan üçüncü sınıf kadınların oranı birinci sınıf erkeklere göre sayıca çok üstündür. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek ise üçüncü sınıf'daki kadınların yarısından fazlası donmuş, birinci ve ikinci sınıftaki kadınların neredeyse tamamı kurtarılmıştır. Saat 02:05'de dondurucu okyanus suyu köprü altındaki trabzanlara ulaşmıştı ,taşınabilir A, ve B flikalarıda dahil olmak üzere ,bütün flikalar indirilmişti. Taşınabilir D flikası ise matafora'lardan indirilen son flikaydı. tüm flikalar içinde toplamdaki boş alan sayısı 466 olarak hesaplanmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 228.
    0
    bir varmış am yokmuşş
    ···
  4. 229.
    0
    02:05 - Pervaneler Ortaya Çıkıyor

    Okyanus suyu ilerledikçe ,Titanic'in bronz pervaneleride su yüzünden yukarı dogru yükselmeye başlamıştı ,okyanus suyu ileri bot güvertesini yavaş yavaş dolduruyordu. Kaptan Smith Harold Bride ve Jack Phillips'i görevlerinden azil etmiştir. Bundan sonra Bride bitişigindeki yatakhaneden yedek parasını almaya gitmiş, ancak Phillips çalışmaya devam etmiştir. Bride döndügünde ,bir ateşçinin yavaşça ve gizlice Philips'in can yelegini çalmaya çalıştıgını fark etmiş ve ateşçiyi yakalamıştır.Tam o anda üçüde küçük odada boguşmaya başlamıştır, boğuşma esnasında Bride ateşçiyi belinden yakalamış ,Phillips 'de ateşçiye yumruk atmıştır.Her ikiside o anda suyun odaya girdigini görüp şapkalarını alıp çıkmışlardır. Bride taşınabilir B flikasına yardım etmiş ,Phillips ise kurtulma ümidi ile geminin arkasına dogru koşmuş ve gözden kaybolmuştur. Tam o sırada Atlantic’in buzlu sularının ulaştıgı sağ güvertenin açıgında ise iki flika yüzmekteydi. Taşınabilir flika B yukarıdan aşagıya inmiş ve A flikasının yarısı su ile dolmuştu. Kaptan Smith köprüde her zamanki pozisyonunda dikilmekteydi ,gemi batar iken kaptan ya dümenci odasında sıkışıp kalmıştı yada buzlu suların arasında yokolmuştu,bu konuda tam bir kesinlik ortaya konulamamıştır ,genel kabul köprüde hayatını kayıp ettigi yönündedir.Su ilerledikçe verdigi ilk önemli hasarlardan biri ilk bacanın devrilmesidir, baca devrilmesi ile birlikte sancak tarafında kalan köprü kanatlarını parçalamış ve su üzerinde bulunan birçok insanın ölümüne neden olmuştur ,bunların arasında zengin ve meşhurlardan Charles Williams ,Hugh McElroy ve muhtemelen John Jacob Astor IV ‘de vardı. Güvertede bulunan insanlar geminin arkasına doğru bagırıyorlardı veya bir umutla flikalara ulaşabilmek için suya atlıyorlardı, içeride ise durum daha vahimdi su camları kırmaya başlamış ve birinci sınıf merdivenleri yutmuştu. Peder Byles bu son kritik anlarda çevresindeki insanlar ile birlikte dua okumaktaydı,tam o esnada bronz pervaneler tamamen ortaya çıkmış ve gemi başaşagı egilmişti. Bu arada ikinci bacada yere yuvarlanmış, elektrik sistemide iflas etmiş ve ışıklar tamamen kapanıp gemi tamamen karanlıga bürünmüştü. Kısa bir süre sonra Titanic’in gövdesinin üzerindeki stres artmış ve son iki baca arasından ikiye bölünmüştür. Bölünmeden sonra baş taraf tamamen suyun altına gitmiş ,gemi’nin arka tarafı ise tek başına bir süre kaldıktan sonra yatay olarak saat 02:20 civarlarında okyanusun karanlık sularının gömülmüştür. Gemi tamamen battıktan sonra açıklardan bulunan 18 flikanın sadece 2 tanesi geri dönüp insanları kurtarmaya çalışmıştır. Bunlardan biri olan 4 numaralı flika batış yerine oldukça yakın idi ve bu sayede suda bulunan dört kişiyi daha kurtarmıştır ,kurtarılanlardan ikisi daha sonra ölmüştür. Aşagı yukarı bir saat sonra 14 numaralı flika enkaz alanına tekrar geri gitmiş ve dondurucu su üzerinde bulunan dört kişiyi daha kurtarmıştır. Geride kalan diger flikalarında bir müddet sonra kurtarma işlemine katıldıgına dair dair ifadeler de bulunmaktadır ,ayrıca su üzerinden kalan insanların can havli ile flikalara doğru yüzerek tırmandıgı ve flika üzerindeki insanların ise flikanın batmasını engellemek için su üzerindeki kurbanlar ile mücadele ettigide kayıtlarda yer almaktadır. Batışın hemen sonra gemi derinlere doğru süzülüyordu ancak iki kısım birbirinden çok farklı idi. Arka taraf yüzeyden 609 m yükseklikte süzülmekteydi ve bir şekilde yavaşlayıp yavaşça iniş yaptı. Baş taraf ise okyanus suyuna şiddetli bir şekilde dalmış içeride sıkışmış hava büyük bir patlamaya neden olarak gövde üzerinde büyük bir yırtık’a neden olmuş ve zemine oturmuştur.

    Titanik Laneti

    Titanik'in dedikodulara yol açan numarasının tersten okunuşu"No Pope".

    Titanik'in sulara gömülmesi, hakkında ki "lanetli" söylentilerini de beraberinde geitrdi. Basın "Titanik Laneti",olayını hemen White Star Line'ın gemilerini vaftiz etmemeleriyle ilişkilendirdi.
    En çok tartışılanlardan biri ise, geminin inşaa edildiği şehir olan Kuzey irlanda'da ki Belfast'ın tarikatçı bir şehir olmasıydı. Buna işaret olarak, gemiye verilen "390904" numarasının suya yansımasında ki tersten okunuşnda "No Pope" (Papa Yok) ifadesi gösteriliyordu.Çünkü bu;aşırı protestan tarikatçıların Romalı katoliklere saldırmak ve onları provake etmek için kullandıkları bir slogandı.
    Tabii ki bu hikaye yalnızca bir şehir efsanesiydi. Aslında RMS Olympic ve Titanik'e yarda numarası olarak 400 ve 401 verilmişti. Hikayenin kaynağı büyük olasılıkla, geminin kömürlüğünde ki anti-katolik graffitiye karşı olan kömürcüler olarak tahmin ediliyor.Bu numarayı da gemide çalışmaya başladıklarında kendilerinin uydurduğu varsayılyor.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 230.
    0
    özet geçiyom lan binler :
    katil bahçevan.
    ···
  6. 231.
    0
    devam et lan sen ben takip ediyorum
    ···
  7. 232.
    0
    reserved
    ···
  8. 233.
    0
    @280 naber dayı ben kimim tahmin et yaz yaz okuyoruz gülceyle
    ···
  9. 234.
    0
    @282 mal adam isimlerin gerçek olmadığını söyledi zaten yanındaki mal kandırmış seni
    ···
  10. 235.
    0
    Altı Gün Savaşı (Arap-israil Savaşı)
    1960-1980 arası Orta Doğu gelişmelerinde, 1967 Arap-israil Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü, bu savaşta israil'in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-israil meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir.

    1948 Arap-israil Savaşı'nı Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-israil Savaşı ise ingiltere, Fransa ve israil'in Mısır'a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir. Ancak 1967 Arap-israil Savaşı ise, israil değil, Araplar istediği için çıkmıştır. Şu farkla ki, Savaşı çıkarmak isteyen Araplar, ilk saldırganlığı israil'in yapmasını istemişler ve bu da olmuştur.

    Ancak Araplar için, daha Savaşın ilk gününde bir hezimet oldu. Arapların 1967 Savaşı'nın çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç önemli neden rol oynamış görünmektedir:

    • Başkan Nasır'ın gerek 1948, gerek 1956 Savaşı'nın ve her iki savaştaki yenilginin intikdıbını almaya kararlı olması. Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi. Eğer israil'i yenecek olursa, intikdıbını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün Orta Doğu'da Mısır'a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.

    • 1956'dan beri Sovyet Rusya, Mısır ve Suriye'yi o kadar silahlandırmıştı ki, israil ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-israil Savaşı'nı Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.

    • Bu sırada Amerika'nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısıyla israil'in arkasında yer alamıyacağı düşüncesi.

    Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-israil Savaşı'nın başlangıç gelişmelerini, 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-israil gerginliği teşkil eder. Çoğunluğu Ürdün'de bulunan ve diğer Arap ülkelerine de dağılmış bulunan Filistinlileri teşkilatlandırarak, bunları mücadeleye sevketmek için 1964 Mayısı'nda, Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs'te Birinci Filistin Kongresi toplandı ve burada Filistin Kurtuluş Örgütü kurularak bir de 33 Maddelik Filistin Milli Misakı kabul edildi.

    Bu Misak'a göre, ingiliz mandası altındaki Filistin toprakları, Filistinlilerin anavatanı ve 6'ıncı maddeye göre de, "Siyonist istilasından önce", yani 1917 Balfour Deklarasyonunu'ndan önce, Filistin topraklarında devamlı oturan Yahudiler de Filistinli sayılacaktı.

    Bunun dışında, 1947 ye kadar Filistin topraklarında yaşayan "Arap vatandaşları" ile, bu tarihten sonra, ister Filistin topraklarında, ister bu toprakların dışında doğmuş olsun, Filistinli babadan olanlar Filistinli sayılacaktı.

    9'uncu madde, Filistin topraklarının kurtarılması için silahlı mücadeleyi öngörmekteydi. 15'inci madde, "Büyük Arap Vatanı"ndan siyonist, emperyalist istilanın kovulmasından ve Filistin'deki siyonist varlığının tasfiyesinden söz etmekteydi.

    19'uncu madde, Filistin'in 1947'deki taksimini ve israil Devleti'nin kurulmasını geçersiz sayıyordu. 21'inci madde, Filistin topraklarının tamamen kurtuluşu yerine geçecek her türlü çözümü reddediyordu.

    Kudüs Kongresi'nde, 9'uncu maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedayin denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan El-Fetih (Al-Fatah) teşkilatı kurulmaktaydı.

    1966 Şubatı'nda Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi'nin sol kanadı bir darbe yaparak, iktidarı ele geçirdi. Bu sol iktidar ile birlikte, Suriye-israil sınırında olayler çıkmaya başladığı gibi, bu yeni Baascılar, Başkan Nasır'ı israil'e karşı yumuşak davranmak ve Birleşmiş Milletler'in kanadının altına sığınmakla suçluyordu.

    1966 Ekimi'nden itibaren de Suriye topraklarından hareket eden El-Fetih fedayini, israil topraklarına saldırılara başladılar. israil, bu saldırıları Güvenlik Konseyi'ne şikayet ettiğinde, oradan Suriye aleyhine bir karar çıkarmak mümkün olmadı. Zira her kararı Sovyet Rusya veto etmekteydi. Bu ise Suriye'yi daha da tahrik etti.

    Suriye Başbakanı Ekim ayında "Biz israil'in güvenliğinin bekçisi değiliz" diyordu. Kasım ayında ise, Suriye ile Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu gelişmeler üzerine israil, fedayin saldırı ve akınlarına karşı, Kasım ayının ortalarından itibaren, "mislile mukabele" taktiğini tatbike başladı. Yani, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Bu suretle, bir yandan Suriye-israil, bir yandan da Ürdün-israil sınırlarında gerginlik her geçen gün biraz daha artmaya başladı.

    Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-israil sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile israil arasındaki hava muharebesinde israil uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler.

    7 Nisan olaysi, Suriye ve Araplar için haysiyet kırıcı olmuştu. Bilhassa düşürülen uçakların Sovyet yapısı olması, Sovyetler için de olaynin prestij kırıcı olmasına sebep oldu. Bundan dolayı Sovyetler, Suriye'yi daha silahlandırdıklarından başka, Suriye üzerindeki kontrollarını da arttırdılar. Öyle görünür ki, 7 Nisan'dan sonra meydana gelen en küçük bir olay, israil'e komşu Arap ülkelerinin israil ile münasebetlerinin gerginleşmesine, kendi çapından daha büyük katkıda bulunmuştur.

    Mayıs ayından itibaren Suriye'den israil topraklarına fedayin akınları daha da yoğunlaşmaya başladı. israil Başbakanı Levi Eshkol, 11 Mayıs'ta radyoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "israil hükümeti gayet iyi biliyor ki, teroristlerin merkezi Suriye'dir. Fakat biz prensibimizi tesbit ettik: Saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını, yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz"

    Eshkol'ün bu sözlerinden sanıldı ki, israil Suriye'ye karşı harekete geçmeye karar vermişti. Sonradan görüldü ki, israil'in seçtiği hedef Mısır'dır. Bu yanılgı dolayısıladır ki, Mısır Genelkurmay Başkanı 14 Mayıs'ta Şam'a giderek görüşmelerde bulundu. Bundan sonra olaylar hızla akmaya başladı.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 236.
    0
    yaz bende okuyorum
    ···
  12. 237.
    0
    16 Mayıs'ta Mısır Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. Esasen 14 Mayıs'tan itibaren Mısır kuvvetleri, 1956'dan beri Birleşmiş Milletler barış gücünün kontrolünde olan Sina'ya girmeye başlamıştı. Yine 16 Mayıs'ta Mısır, gerek Sina Yarımadası'nda ve Gazze'de bulunan ve gerek Akabe Körfezi'nin Kızıldeniz'e çıkış noktası olan Tiran Boğazı'ndaki Şarm el-Şeyh'deki Birleşmiş Milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. B.M. askerleri, 19 Mayıs'tan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini Mısır askerleri aldı.

    Bu olay, Arap-israil gerginliğinde önemli bir tırmanma teşkil etmekteydi. Mısır, bu hareketi ile iki cepheden israil'e karşı pozisyon alıyordu. Biri, Sina'yı tamamen kontrolü altına almak suretiyle, israil'e karşı doğrudan hareket imkânını kazanması ve arada B.M. Kuvvetleri'nin mevcut olmamasıydı. ikincisi ise, Şarm el-Şeyh'e askerini sokmakla, israil'in Kızıldeniz'e çıkışı olan Tiran Boğazı'nı kontrol altına alıyordu.

    Nasır, bununla da yetinmedi ve 22 Mayıs'ta Tiran Boğazı'nı israil gemilerine ve 24 Mayıs'ta da bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile, israil'e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.

    22 Mayıs'tan itibaren Tiran Boğazı'nın ve arkasından Akaba Körfezi'nin kapatılması, Orta Doğu'daki havayı birdenbire gerginleştirdi. Çünkü, israil Mısır'ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. Bu sebeple, 23 Mayıs'tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler.

    Vietnam Savaşı'nın Kongre'de uyandırdığı tepkiler dolayısıyla Başkan Johnson, israil meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. Onun için, Sovyet Rusya'nın da Orta Doğu'da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. Bu, Sovyetlerin de işine geldi. Çünkü 7 Nisan'daki hava muharebesinde Suriye'nin israil karşısında hiç bir şey yapamaması, Sovyetlerin Araplara olan güvenini sarsmıştı.

    Fakat Sovyetler, bir yandan da Arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. Bu sebeple, bir yandan Amerika israil'i, öte yandan da Sovyetler Suriye ve Mısır'ı yatıştırmaya çalıştılar. iki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs'ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de israil'i yoketmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi israil ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman israil ile değil, ingiltere ve Fransa ile savaşmıştık".

    Al Ahram Gazetesi'nin başyazarı muhafazid Heykel de, yine aynı gün, "Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini israil'e kabul ettirebileceklerdir" diyordu. Bu arada, Güvenlik Konseyi de 23 Mayıs'tan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. Fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.

    30 Mayıs'ta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya 4 Haziran'da Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır, bu katılım dolayısıyla yaptığı konuşmada, "1956 ihanetinin intikdıbını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, israil'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.

    Krizin başlangıcında Sovyetler, israil'in ilk önce Suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. Daha sonraları Başkan Nasır, israil'in Sina cephesinde harekete geçeceğini, ancak cepheden saldırmayıp, Gazze koridorundan girmesini beklemiştir. Halbuki bunların hiç biri olmadı. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı israil yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 7:30'dan itibaren havalanan israil uçakları, Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar.

    Mısır'a yapılan baskında, israil uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. Sina üzerinden değil. O kadar ki, israil uçakları Irak'a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı'nı bile bombardıman ettiler.

    5 Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve bir çok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. Sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı o gün 400'ü aşmış bulunuyordu.

    Havaların kontrolu artık israil'in elindeydi. Araplar, 5 Haziran günü 160 israil uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür. Havalardaki üstünlük, israil'in kara harekâtını da kolaylaştırmıştır. Bilhassa Sina Yarımadası'ndaki muharebelerde Mısır'ın zırhlı kuvvetleri, israil zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan israil uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. Bundan dolayı, israil kuvvetleri üç gün içinde bütün Sina'yı ele geçirip, 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı'nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantaro, ortada ismailiye ve güneyde de Port Tevfik'e ulaşmışlardır.

    Bu durumda Mısır'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran'da israil ile ateşkesi kabul ederek, israil kuvvetlerinin Kanal'ın diğer yakasına geçmesini önlemiştir.

    israil için 1967 Savaşı'nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri, gerçekten israil'i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır'dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir, israil kuvvetlerinin eline geçince, israil bütün Batı Şeria'yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de israil ile ateşkesi kabul etti.

    8 Haziran'dan itibaren Suriye cephesinde Golan Tepelerinde muharebeler şiddetlendi. Suriye, Golan Tepelerinden aşağıdaki israil yerleşim merkezlerini 1956'dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. Yani bu tepelerin, israil'in Suriye'ye karşı savunması bakımından stratejik bir önemi vardı. Suriyeliler de israil karşısında fazla dayanamadılar. israil kuvvetleri, Golan Tepelerini aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. israil kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam'dı.

    işte tam bu sırada, 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika'ya başvurarak, israil ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, "askeri harekât" da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada israil kuvvetleri, Şam'a 40 mil mesafedeki Kuneitra'ya girmiş bulunuyordu. Dolayısısıyla israil, Kuneitra'da durdu ve o gün saat 16:30'da da israil ile Suriye arasında ateşkes başladı. Altı Gün Savaşı böylece sona ermiş oluyordu.

    Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır, Sina'ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır, 600-800 tank kaybetmişti. 100'den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank israil'in eline geçmişti. Yine Mısır'ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina'da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi.

    Arapların bu silah kaybı, Sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolü altına alması ve Orta Doğu'da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.

    1967 zaferi ile israil, topraklarını dört misli daha genişletmiştir. Gazze ve bütün Sina Yarımadası israil'in eline geçtiği için israil, Süveyş Kanalı'na dayanmış ve güneyde de Şarm-el-Şeyh'i alarak Tiran Boğazı'nın kontrolüne sahip olmuştur. Yine Sina'nın kuzeydoğusundaki Gazze Bölgesi de israil'in eline geçmiştir.

    israil, Ürdün'den Şeria Nehri'nin batısındaki bütün toprakları alarak, Şeria Nehri, Ürdün ile israil arasında sınır olmuştur. Keza, Ürdün'ün elindeki Doğu Kudüs de israil'in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldan beri ilk defa olarak Yahudiler Kudüs'e tekrar sahip oluyorlardı. Osmanlı Devleti'nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal Kudüs'ü, Araplar, 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.

    israil, Golan Tepeleri denen ve Kuneitra'ya kadar uzayan Suriye topraklarını da işgal etmişlerdi. israil, bu toprakları elde etmekle, kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. Fakat, israil'in bu güvenliğine karşı da, Sovyetler bilhassa Mısır ve Suriye üzerindeki nüfuzunu daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar. Zira, 1967 Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak israil karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha önemlimi, Akdeniz'deki varlıklarını arttırdı.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 238.
    -1
    Altı Gün Savaşı’nda Suriye

    Altı Gün Savaşı (1967 Arap-israil Savaşı)
    Şubat 1966 darbesinden sonra rejimi Parti vasıtasıyla kontrol etmeyi tercih eden Salah Cedid, ordu üzerindeki nüfuzunu Baas askeri organizasyonundaki taraftarları aracılığı ile devam ettirmeye çalışıyordu. Esad ise, Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı mevkilerini aynı anda işgal etmesinin avantajlarını kullandı. Çabalarını ise sistemli bir şekilde ordudaki ve özellikle de rejimin gücünün odağı olarak gördüğü savaş birimleri üzerindeki kontrolünü genişletmeye yoğunlaştırdı. Yani Cedid, daha sivil bir nüfuz yöntemi benimserken, Esad ordudaki yandaşlarını arttırıyordu.
    1967 yılı Haziran ayı başlarında israil’le yapılan savaşta alınan yenilgi ve Suriye’nin en stratejik bölgelerinden biri olan Golan Tepeleri’nin kaybedilmesi, Suriye ve Mısır’daki radikal sosyalist rejimlere duyulan güveni tamamen yok etti. Bunun Suriye iç politikasına yansıması ılımlılara ve sağcı grupların eline önemli bir koz verme şeklinde olurken, bir diğer sonucu da Esad’ın otoritesini arttıran dönüm noktası haline gelmesidir. 1967 yenilgisinden beceriksiz sivilleri sorumlu tutan Esad, ordu içinde rakibi bulunmadığı için bir yandan kendi etnik grubuna bağlı kişileri etkin mevkilere getirirken, hükümete yönelik eleştirilerini de sıklaştırmaya başladı.
    Esad ile Cedid arasındaki tek ihtilaf savaşta alınan yenilgi değildi kuşkusuz. Cedid, israil karşısında çok sert ve militan politikalara başvurarak Filistin silahlı gruplarının (Saika, el-Fetih vb.) Suriye topraklarından Yahudilere yönelik saldırı yapmasına imkan verirken, Esad, bu tür davranışları israil gibi güçlü askeri yapıya sahip bir ülke karşısında Suriye’nin geleceğini tehlikeye atan macera olarak değerlendiriyordu. Bunun yanı sıra, Arap ülkeleri ile ilişkilerde Esad, Cedid’in dış politikasını fazla sert bularak, biraz daha pragmatist ve ılımlı bir tutum sergilenmesi gerektiğini düşünüyordu.
    1970 yılı Eylül ayında Ürdün ordusunun, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı gerillaların kaldığı kamplara yönelik başlattığı saldırı sırasında, Filistinlilere yardım için yaklaşık 200 Suriye tankı Ürdün’e gönderilmişti. Kara Eylül olayları olarak bilinen çatışmalarda Irak’ın da Ürdün Kralına yardım amacıyla gönderdiği 12 bin kişilik askeri güç, Suriye birlikleri ile çatışınca Rakip iki Baas yönetimi, kozlarını paylaşma imkanı buldu. Cedid’in Ürdün kralının devrilmesine yönelik politikasını ve Irak’la karşı karşıya gelmesini benimsemeyen Genelkurmay Başkanı Esad, çatışmalara müdahale edilmesine karşı çıkarak uçak göndermeyi reddetmiş ve Cedid’le ipleri iyice germişti.
    Ordunun tamamında gücü eline alan Hafız Esad’ın iki rakibi Başbakan Yusuf Zu’ayyin ile ibrahim Makhus tutuklanmış ve kendisine yakın adamları hükümette önemli görevlere getirilmişlerdi. Birkaç ay sonra Cedid’e direk meydana okuyacak hale gelen Hafız Esad, Baas Partisi’nin ordudaki faaliyetlerini askıya alarak, kendisine bağlı tankları Şam’da kilit noktalara yerleştirdi. 28 Eylül 1970 tarihinde Cemal Abdünnasır’ın ölümü, Esad’a göre Suriye’yi herhangi bir israil saldırısına karşı daha güç ortamlara sürükleyebilirdi. Kısa bir süre sonra, yeni Mısır Başkanı Enver Sedat, Libya ve Sudan ile birlikte bir Arap Federal Birliği kurma kararı aldı. Cedid’e karşın Esad, bu birliğe katılmaya oldukça hevesliydi. Böyle bir zeminde Esad, Cedid’in taraftarlarının bir kısmını evde göz hapsine alırken bir kısmını da görevlerinden uzaklaştırdı. Cedid’in askeri yandaşlarını da pasifize edip Baas’ın askeri kuruluşu olan Saika üzerinedeki kontrolü eline aldı.
    1970 yılı 12 Kasım tarihinde toplanan Baas kongresi, Esad’ı ikilik çıkarmakla suçlayıp, Cedid hükümetinin iç ve dış politikasının desteklenmesi kararını aldı. Toplantı ardından harekete geçen Cedid, onu ve yardımcısı Mustafa Talas’ı görevinden almaya kalkıştı. Bunun üzerine Esad son hamle için harekete geçerek, Cedid hükümeti ve Baas’ın tüm yöneticilerini tutuklatarak, yönetime el koydu.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 239.
    -1
    ..bilgi kaynakları.. ekşi sözlükuludağ sözlükgoogle
    inbox (8)
    çöplük
    olan biten
    temalar
    çevrimiçi
    1 saat 3 dak. oldu.



    bak beyim, sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, her$eyin var. binlerce kişi çalı$ıyor emrinde. yakı$ır mı sana ekmekle oynamak? yakı$ır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kı$ta sokağa atmak, aç bırakmak. ama nasıl yakı$maz... ben bo$una konu$uyorum. sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalı$ıyorum.

    hıh... sen... büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi... sen mi büyüksün? hayır biz büyüğüz, biz. sen bizim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. gözümüzde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne oğluma, ne de gelinime hiç bir $ey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizleri. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?!

    dokunma artık aileme. dokunma bizlere. dokunma oğluma, gelinime... eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemi$ olan ben, hiç dü$ünmeden çeker vururum seni...

    anlıyor musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile...
    ···
  15. 240.
    0
    1948den bu yana Arap ülkeleri ile israil arasında çıkan savaşların en önemlileri bu adla anılır.
    Birinci Arap-israil Savaşı (1948-49)
    Birleşmiş Milletler (BM) 1947'de, Filistin topraklarının israil Devleti ile Filistin Arap Devleti olarak ikiye bölünmesini öngören bir karar aldı. Ama Arap ülkeleri 1948'de kuru­lan israil Devleti'ni tanımadı. Mısır, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin'deki Arap­lar israil'e savaş açtı. israil, "10 gün saldırısı" adı verilen bir saldırıyla Arap ordularını geri püskürttü. Mısır ordusunu El-Ariş'e kadar geriletip Necef ve Celile kentlerini ele geçirdi. israil, BM kararıyla kendisine ayrılan Filistin topraklarını yüzde 40 daha genişletti. Mısır'ın anlaşma isteğini, Irak dışında kalan öbür ülkeler de benimseyince savaş sona erdi. 500 bin Filistinli Arap, Ürdün, Suriye ve Lüb­nan'a göç etmek zorunda kaldı. Böylece, top­raklan işgal edilen Filistinliler ile israil arasın­da süregelen savaşlar da başlamış oldu.

    ikinci Arap-israil Savaşı (1956)

    1956'da Mısır'ın devlet başkanı Cemal Ab-dünnasır, bir özel şirketin elinde bulunan Süveyş Kanah'nı millileştirdi. Bu kararla çı-karlan zedelenen Fransa ile ingiltere, israil'i de yanlanna alarak Mısır'a bir saldın planla­dılar. 29 Ekim 1956'da israil ordusu, Sina Yanmadası üzerinden Mısır'a saldırdı. ilk saldında bozguna uğrayan Mısır ordusu, Fransız ve ingiliz ordusunun da havadan ve denizden başlattığı saldınyla yenildi. BM Acil

    Üçüncü Arap-israil Savaşı ya da Altı Gün Savaşı (Haziran 1967)

    Mısır Devlet Başkanı Abdünnasır'ın SSCB ile yakınlık kurarak askeri ve siyasi alanda işbir­liği yapması batı ülkelerini kaygılandırıyordu. Bu arada Mısır, BM Acil Kuvveti'nin görevini Mısır ordusuna bırakmasını önerdi. BM bu öneriyi kabul edince Mısır ordusu Sina'ya yerleşti. Suriye de kendi sınırlanna asker yığdı. Bu gelişmeler olurken, israil de saldın-ya hazırlanmıştı. 5 Haziran 1967'de israil'in saldırısıyla başlayan ve altı gün süren savaş sırasında Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak savaş uçaklan, daha havalanmadan israil tarafın­dan yok edildi. israil büyük bir hızla kazandı­ğı savaşta Gazze, Sina, Şarm el-Şeyh ve Batı Şeria'yı işgal ettiği gibi, Suriye'nin Golan Tepeleri'ni de ele geçirdi. israil ordusu Suri­ye'nin başkenti Şam'a doğru harekete geçer­ken BM duruma müdahale etti ve BM'nin girişimiyle ateşkes ilan edildi. BM, 22 Kasım 1967'de aldığı 242 sayılı kararla israil'in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini, buna karşılık israil'in Arap devletlerince tanınma­sını ve Filistinli göçmenler sorununun uygun bir biçimde çözülmesini istedi.

    Dördüncü Arap-israil Savaşı ya da Yom Kippur Savaşı (Ekim 1973)

    BM'nin 242 sayılı kararı savaşan taraflarca uygulanmadı. israil aldığı topraklan işgal etmeyi sürdürdü, Arap ülkeleri de israil'i tanımadılar. 1970'te Mısır Devlet Başkanı Abdünnasır ölmüş, yerine Enver Sedat geç­mişti. Enver Sedat, ülke sınırlarını Altı Gün Savaşı öncesindeki durumuna getirmeyi ve israil'i tanıyarak barışı sağlamayı amaçlıyor­du. Bunun için de 242 sayılı BM karannın uygulanmasını sağlayacak bir girişimi gerekli görüyordu. Enver Sedat'a göre, sonuç ne olursa olsun, bu girişim israil ile savaştan geçiyordu. Mısır ve Suriye savaşa hazırlandı. 6 Ekim 1973'te, israilliler'in kutsal günü Yom Kippur'da Mısır ve Suriye'nin başlattığı saldı­rıyı Irak, Ürdün, Fas ve Cezayir de destekle­di. israil'i ise ABD destekliyordu. 24 Ekim' deki ateşkes kararına kadar süren savaşta, israil üstünlüğü ele geçirerek Arap ordulanna büyük kayıplar verdirdi.

    Savaş daha da uzayabilirdi. Ama, 7 Ekim' de petrol üreten Arap ülkelerinin Avrupa ülkelerine ve ABD'ye verdikleri petrolü azal-tacaklannı açıklamalan BM'nin ateşkes kara­rı almasında etkirTöldû. 25 Ekim'de BM Barış Gücü savaş bölgesine yerleştirildi.
    18 Ocak 1974 ve 4 Eylül 1975'te israil ile Mısır arasında iki barış andaşması imzalan­dı. Antlaşma gereğince israil, "Sina'nın batısı­na çekilecek, buna karşılık Mısır Süveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki güçlerini azalta­caktı. israil 1975'te Suriye ile de anlaştı. Her iki ülke, ordularını BM Barış Gücü'nün oluş­turduğu tampon bölge dışına çıkarmayı ve sa­vaş tutsaklarını değiştirmeyi kabul etti.

    Bu antlaşmalara karşın, israil ile Filistinli­ler arasındaki savaş sona ermedi. 5 Haziran 1982'de israil Beyrut'u ve Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarının bulunduğu Güney Lüb­nan'ı bombaladı. 14 Haziran'da israil kuvvet­leri Beyrut'u kuşatmıştı. Filistinliler uzun süre direndiler. Ama sürekli israil bombardımanı karşısında, çokuluslu kuvvetlerin denetimin­de Beyrut'u terk ettiler. 14 Eylül'de israil birlikleri yeniden Beyrut'a girdi. Hıristiyan milislerin 16 Eylül'de iki Filistin mülteci kampında gerçekleştirdiği katliam bütün dünyada kınandı.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 241.
    0
    devam et lama hepsini okuyorum
    ···
  17. 242.
    0
    ilk Reklam Şirketi

    Resmi kayıtlara göre, bilinen en eski reklam şirketi, 1786 yılında, Londra'da kuruldu. Şir- ketin sahibi William Tayler , özellikle yerel ba sında sayısız ilan yayınlattı. ilk ilan metinleri, genellikle "duyuru" biçimindeydi . 1809 yılın- dan itibaren reklam ajansları, metinlerde vurucu sloganlara yöneldiler. Bu akımı ilk başlatan metin yazarı ise James White'ın reklam ajansında çalışan Charles Lamb oldu. Lamb'in yazdığı ilk orijinal reklam metninde, bir eşya piyangosunun tanıtımı yapılıyordu. 1880'lerden itibaren gazete ilanlarında, biçim olarak da yaratıcı zekânın ürünleri sergilenmeye başlandı. 1889'da ingiltere'de Thomas Smith, kurduğu reklam ajansını "yaratıcı metin ve mizanpaj kuruluşu " olarak tanımlıyordu . Amerika'da J. Ayer tarafından kurulan reklam ajansı, ilk metin yazarını 1892, ilk grafi- keri ise 1898 yılında kadrosuna aldı.

    Amiral Thomas Cochrane'den, Fransız halkına seslenen bazı bildirilerin dağıtılmasını istediler. Donanma Komutanlığı, söz konusu bildirilerin ingiliz kıyılarında avlanan Fransız balıkçılarına verilmesini ve kendilerinden bu bildirileri yurttaşlarına dağıtmalarının isten- mesini öneriyordu. ingiliz Cochrane ise, Fransız balıkçılarının, düşmanları tarafından ellerine zorla tutuşturulan kâğıtları, kendi yurttaşlarına ileteceklerine hiç inanmıyordu. Bu yüzden, teslim edilen emanetleri, Fransa'ya ulaştırmak için başka bir yöntem aramaya başladı. Daha önceki yıllarda, Kraliyet Donanması'ndan "Pallas" adlı geminin güvertesinde uçurduğu dev uçurtmalarla, tekne- nin hızını artırabilmek için bazı deneyler gerçekleştirmişti. Bu deneyler ona esin kaynağı oldu ve küçük uçurtmalar yaptırttı. Bildiriler, bu uçurtmaların kuyruklarına düğümlendi. Gemi, Fransız sahillerinde dolaşmaya başladı. Belirli aralıklarla, uçurtmaların ipleri bırakıldı ve böylece ingilizlerin bildirileri, Fransız sahillerine ulaşmış oldu.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et
    ···
  18. 243.
    0
    ilk Havadan ilaçlama

    Tarım ürünlerini zararlılardan korumak için ilk havadan ilaçlamayı 3 Ağustos 1921 günü Teğmen John B. Macready ABD'de, Ohio'nun Troy yöresinde gerçekleştirdi. Dünya yükseklik rekorunun da sahibi olan Teğmen Macready, Ohio Tarımsal Deneyler istasyonu adına, Curtiss JN6 tipi uçağıyla 24 dönümlük bir katalpa ormanını ilaçladı. Yerden yaklaşık 10 metre yüseklikte giden uçaktan bo- şaltılan 80 kilo toz kurşun arsenatla, 4 bin 815 ağaç ilaçlanmış oldu. Bu ilaçlama işlemi, bir dakikadan bile daha az sürmüştü.

    iki gün sonra, bu projenin fikir babası olan Ziraat Mühendisi C.R. Nellie, ağaçlar üzerinde bir inceleme yaptı ve katalpa ağaçlarına büyük ölçüde zarar veren böceklerden yalnızca yüzde birinin sağ kaldığını saptadı.

    Ticari amaçlı ilk tarımsal ilaçlama şirketi ise, ABD'nin Georgia eyaletinde C.E. Woolman tarafından 1925 yılında kuruldu. Daland Dustters inc. adlı bu şirket, Petrel türü tek uçağı ile boşalttığı kalsiyum arsenat sayesin- de, Georgia'daki pamuk tarlalarını büyük ölçüde zararlılardan kurtardı.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #3 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Kürtaja izin Veren ilk Ülke
    Kürtaja izin Veren ilk Ülke

    Sovyetler Birliği, kürtaja izin veren ilk ülkedir. Bu ülkede, 1920 yılında, çocuk aldırmak yasal olarak serbest bırakıldı. Ancak, tüm kadın doğum doktorlarına birer genelge gönderilerek, hastalarını, özellikle ilk hamilelikleriyse, ameliyattan vazgeçmeye ikna etmeye çalışmaları istendi. Ancak, hamilelik iki buçuk ayı geçmemişse, doktorun, hastanın arzusuna karşı çıkması olanaksızdı. Yani, son söz annedeydi. Kürtajın serbest bırakılması üzerine, Sovyetler Birliği'nde çocuk aldıran annelerin sayısı hızla arttı. 1934 yılında, yalnızca Rusya Sosyalist Cumhuriyeti'nde 700 bin kürtaj olayı kayıtlara geçti. Bu gelişmeden endişe duyar, yetkililer, 1936 yılında yasada yaptıkları bazı değişikliklerle, kürtaj için bazı koşullar getirdiler. Buna göre, bir annenin çocuğunu aldırabilmesi için, hamilelik nedeniyle yaşdıbının "ciddi bir tehlike" altında olması ya da bebeğin hastalıklı doğacağına ilişkin bazı belirtiler bulunması gerekiyordu. Bu koşullar, 1955 yılına kadar geçerliliğini korudu. O yıl, Kürtaj Yasası'nda bazı değişiklikler yapıldı. Bugün Sovyetler Birliği'nde, resmi kayıtlara geçen yıllık kürtaj sayısı. 6 milyon civarındadır.

    Mediko-sosyal nedenlerle, kürtajı yasal hale getiren ilk ülke ise, izlanda'dır. 28 Ocak 1935 günü kabul edilen 38 sayılı yasaya göre, eğer doğum annenin bedensel ya da ruhsal sağlığı açısından ciddi tehlikeler taşıyorsa ve hamileliğin ilk 28. haftası geçilmemişse, çocuk alınabiliyor. Batı Avrupa'da, yine medikososyal nedenlerle kürtajı yasal hale getiren pek çok ülke, kendilerine izlanda'daki uygulamayı örnek almıştır.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #4 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Havadan Uçakla ilk Propaganda
    Havadan Uçakla ilk Propaganda

    Havadan, uçakla ilk propaganda, 1911-1912 yıllarında, Türk-italyan savaşı şırasında ger- çekleşti. italyan havacılık teşkilatı olan"Italian Servizi Aeroriautici", Libya üzerinde iken uçakla Tripolili Araplara seslenen, "Tripoli, 15 Ocak 1912" tarihli ve "Cavena" imzalı bildiriler attılar. Bu bildirilerde, teslim olan herkese bir "Napolyon altını" ile bir çuval buğday ya da arpa vaat ediliyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 244.
    0
    Savaşta Görev Yapan ilk Uçak

    Türk-italyan savaşı sırasında, Tripoli'deki italyan Hava Kuvvetleri'nin komutanı Binbaşı Piazza, 23 Ekim 1911 günü "Bleriot XI" türü uçağıyla, Aziziye'deki Türk birliklerinin üzerinde bir keşif uçuşu yaptı. Bu, bir savaşta uçak tarafından yerine getirilen ilk görev oldu.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #6 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Savaşta Yaralanan ilk Havacı
    Savaşta Yaralanan ilk Havacı

    31 Mart 1912 günü. Tobruk'taki Arap siperlerini bombalayan bir uçağın ikinci pilotu Yüzbaşı Montu, yerden açılan bir ateşle vuruldu. Teğmen Rossi kumandasındaki uçak, yerden 600 metre yükseklikteyken, dört kurşun yarası aldı ve bunlardan biri Yüzbaşı Montu'ya isabet etti.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #7 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Havadan ilk Askeri indirme
    Havadan ilk Askeri indirme

    Havadan ilk savaş operasyonları, italyan Ordusu’ndaki havacılık gönüllüleri tarafından yine 1911-1912 yılları arasında Türk-italyan savaşı sırasında, Libya üzerinde gerçekleştiril­di. Tripoli’ye gönderilen italyan hava birliğin­de (19 Kasım 1911), 10 subay, 29 er ve 9 uçak vardı (2 Bleriot, 2 Etrich, 2 Henri Farman ve 3 Nieuport). Bu birlik, daha sonra birkaç Deperdussin ve hava gemisi ile takviye edildi. italyanların Libya’daki hava kuvvetleri, kısa zamanda bir savaş uçağı taburu, bir hava ge­misi taburu (4 Mart 1912′de faaliyete geçti), bakım ve onarım için bir fabrika ve deneysel çalışmalar için bir laboratuvardan oluştu. Ha­vacı gönüllülerin görevleri ise, beş ana nok­tada odaklanıyordu. Havadan keşif, fotogrametri, topçulara hedef tayin etme, ha­vadan propaganda ve hava saldırılan. Görül­düğü gibi, bu birlik hava kuvvetlerinin günümüzdeki işlevlerinden yalnızca ikisini ye­rine getiremiyordu: Son derece hafif olan uçaklarla, asker ve cephane nakli mümkün de­ğildi ve havada başka uçaklarla savaş olanak­sızdı. Eğer o dönemde Türklerin de savaş uçaklan olsaydı, belki bu ikinci olasılık da ger­çekleşebilirdi.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #8 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    ilk Hava Saldırısı
    ilk Hava Saldırısı

    1 Kasım 1911 günü, Teğmen Giulio Gavotti, "Etrich" türü uçağıyla, Tripoli'den havalandıktan sonra, Ain Zara'daki Türk mevzilerinin üzerine, yaklaşık iki kiloluk "Citelli" tipi bir bomba attı. Mevzilerin üzerinde dolaşıp yaptığı tahribatı gördükten sonra, Tagiura üzerine yöneldi ve yanındaki üç bombayı da buraya fırlattı.

    Üç gün sonra, Ain Zara'ya düzenlenen ikinci bir hava saldırısı, Türklerin çok şiddetli protestolarına neden oldu. italya, Cenevre Konvansiyonu'na aykırı davranmakla suçlandı. Havadan yapılan bombardımanın tahrip gücü, yalnızca Türk ve italyan gazetelerinde değil, tüm dünya basınında günün konusu oldu.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #9 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    ilk Esir Pilot
    ilk Esir Pilot

    Libya'daki Türk-italyan savaşı sırasında, italyan Hava Kuvvetleri'nden ölen olmadı. Ancak, Teğmen Moizo, 11 Eylül 1912 günü Nieuport türü uçağıyla Aziziye yakınlarında zorunlu iniş yapınca , "savaş tarihinde esir olan ilk pilot" unvanını kazandı. Tripoli'ye ilk gelen pilotlardan biri olan Moizo, 11 aylık görev süresi içinde 82 hava saldırısıyla birlikte bir rekor kırmıştı.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #10 (mesaj-linki)
    NympH Bayan-F
    NympH - avatarı

    ilk Telsiz Telgraf
    ilk Telsiz Telgraf

    Irak Posta Direktörü Douglas Gumbley, ilk telsiz telgraf gönderen kişi olarak tarihe geçti. Gumbley, 1933 yılı Şubat ayında, buluşunu Londra'da kendi adına tescil ettirdi. Daha sonra telsiz telgraf, posta amacıyla 15 Temmuz 1933'ten itibaren Irak Postanesi'nde kullanılmaya başlandı.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 245.
    0
    lamanı gibeyim amcık bi gibtir git amk
    ···