1. 1.
    -5
    .Çanakkale Savaşlarının henüz araştırılmayı bekleyen bir çok siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçek. Örneğin; bu savaşların bizde belki de hiç bilinmeyen bir diğer yönü, Çanakkalede bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte çarpıştıklarıdır.
    Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkalede siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır. Örneğin, The Age adlı Avusturalya gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır.
    Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: ... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç
    Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha bulunmaktadır. Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir. Ancak, Keskin nişancı Türk kadınları ve Türk kadın savaşçılarını anlatan diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek olduğu söylenebilir. Kısacası, Çanakkale Savaşlarının daha birçok yönü, genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı beklemektedir.

    Son Düzenleyen asla_asla_deme; 19-03-2009 @ 12:05.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 09-11-2005 #7 (mesaj-linki)
    Blue Blood Bayan-F
    Blue Blood - avatarı

    Çanakkale, Çanakkale Savaşı, Çanakkale Destanı, Çanakkale Zaferi
    ilk Türk Hemşiresi: SAFiYE HÜSEYiN (ELBi)

    Ahmet YURTTAKAL

    Dünyada modern anlamdaki hemşireliğin Kırım Savaşı (1854-56) sırasında, Florance Nightingale (1820-1910) ile başladığı kabul edilmektedir. Türkiye de; Üsküdar Selimiye Kışlası'nda dünyaca ünlü hemşire liderin verdiği hizmetlerle mesleğin doğuşuna tanıklık etmiştir.

    F. Nightingale rahibelerden ve sivil hastanelerdeki kişilerden seçilen 38 kişilik bir hemşire kafilesi ve malzeme ile 1854 Ekimi'nde istanbul’a gelmiş ve disiplinli çalışmaları neticesinde savaştan dönen yaralılar arasındaki ölüm oranını yüzde 42’den yüzde 2’ye düşürmüştür. F. Nightingale’in yaralı ve hastalara bilgi ve şefkatle bakması onun efsaneleşmesine neden olmuştur.

    Hemşirelik ve hastabakıcılığın ülkemizde nasıl başladığına kısaca değinecek olursak; hemşirelik, 1911 yılında Trablusgarp ve 1912 yılında Balkan Savaşları'nda yaralanan askerlerin büyük kayıplar vermesiyle ve bu askerlerin bakımı için duyulan gereksinimle başlamıştır.

    Kızılhaç'ın Washington Kongresi'ne katılan Dr. Besim Ömer Paşa ve Dr. Nihat Reşat Belger, hemşireliğin bir meslek olduğunu ve branşlara ayrıldığını gözlemişler; yurda dönüşlerinde, Besim Ömer Paşa Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ni (Kızılay) uyararak, ülkenin hemşirelik mesleğine olan gereksinimini dile getirmiş ve bir hemşire okulunun açılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir.

    Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bu öneri üzerine ilk defa istanbul’da Kadırga semtindeki hastanede 6 ay süreli gönüllü hasta bakıcı kursu açmış ve ilk dersi de Prof. Dr. Besim Ömer Akalın vermiştir. Balkan Savaşları ile birlikte Türk kadını hastanelerde çalışmaya başlamıştır.

    1913–1914 yıllarında üniversite konferans salonlarında tertiplenen kurslara çok sayıda öğrenci katılmış; bu öğrencilere hasta bakımı üzerine çeşitli bilgiler verilmiştir. Kursları bitiren Safiye Hüseyin (Elbi), Kerime Salahar, Münire ismail gibi Türk hanımları; Çanakkale ve Balkan Savaşlarında gönüllü hasta bakıcılığı yapmışlar ve büyük fedakârlıklar göstermişlerdir.

    1920 yılında, Amerikalılar tarafından, Amiral Bristol Özel Sağlık Meslek Lisesi açılmış ve öğretim süresi ortaokuldan sonra 2 yıl, 6 ay olarak belirlenmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk Hemşire Okulu 21 Şubat 1925 yılında açılan Kızılay Özel Hemşire Okuludur. Daha sonra açılan hemşirelik okulları ise şöyle sıralanabilir:

    1955 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

    1961 Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

    Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulu

    1977 Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

    1982 Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

    1985 GATA Hemşirelik Yüksek Okulu

    1992 Marmara Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

    1992 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    -5
    ÇANAKKALE MUHAREBELERiNDE BiNBAŞI HALiS ATAKSOR

    Binbaşı Halis Ataksor 1876 yılında Kütahya da doğmuş ve bütün ömrünü savaş meydanlarında geçirmiş mütevazı olduğu kadarda kahraman bir askerdir.

    1 Mart1312 tarihinde Harbiye mektebine girerek, Şubat 1314 tarihinde muvaffakiyet ile bitirmiş, önce Trablusgarp daha sonra katıldığı balkan harbinde bir gözüne isabet eden şarapnel parçası ile yaralanmış ve yine ayni harp’te ayağından yaralanmıştır.
    Bu zor savaş yıllarına müteakip 1915 yılında Sömürgeci, emperyal güçlerin

    Çanakkale boğazını geçip istanbul’u işgal etme emellerinden doğan Çanakkale muharebesine katılmıştır.

    Diğer bir anısında ise şöyle anlatmaktadır:

    - Yol boyunca top ve tüfek sesleri kulaklarımıza geldi durdu. Düşman
    ikinci taburumuzla boğuşuyordu. Arıburnuna sırta gelince birden Yüzbaşımız Halis Efendi ayağından yaralandı. Atından atladı, çok kızgındı. Hepimizi yere yatırıp süngü taktırdı. Düşman sırtı tırmanmış bize doğru geliyordu. Hemen ateş açtık, hani biraz daha gecikseydik bütün sırta düşman yerleşecekti. Aramızdaki mesafe gittikçe kapanıyordu. Halis Efendi süngü hücumu verdi. Allah Allah sesleri ile sırttaki düşmana saldırdık, birbirimize girdik.

    Onun gerçek bir ismi daha vardı (kör Halis) Balkan harbinde ayağın-
    dan vurulduktan sonra gözüne isabet eden bir şarapnel parçasının
    Onda bıraktığı izin ismidir bu. Cesur bir askerdi. Fakat daima cesaret-
    tini tevazu ile gizler dururdu. Diğer bir hatıra sahibi "Tarih Konuşuyor"
    isimli mecmuada ona dair çıkan bir küçük hatırada, hatıra sahibi kendisinden şöyle bahseder.

    Top ve mermilerin göz açtırmayacak şekilde üzerimize geldiği bir sırada Halis beyin ayakda duruşu dikkatimi çekti, yanına yaklaşıp;

    - Kumandanım niçin hedef küçültmüyorsunuz, dediğimde, o askere metanet vermek için ayakda kalışını tevazu ifade eden şu sözlerle gizlemiştir.

    - Nasıl olsa kalkmayacak mıyız? Bu ağır gövde ile yatmak zor oluyor da onun için ayaktayım cevabı ile karşılık verdi demektedir.

    Binbaşı Halis beyin beklide en ilginç olabilecek yönüde, muharebe devam ederken tutmuş olduğu günlük dür. Halis bey bu kıymetli ve günümüze intikal eden günlüğünü top ve bombaların arasında kayıt etmiştir.
    Daha sonra bu kıymetli günlüğü, evladı Yılmaz Ataksor günümüz diline çevirerek ‘Çanakkale Raporu’ adı altında yayınlamıştır.
    Bundanda öte Halis beyin en fazla takdire şayan olan yönü ömrü muharebe meydanlarında geçmiş olmasına rağmen, Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca dillerine vakıf olmasıdır.

    Halis bey daha Arıburnu cephesinde Tabur komutanı olmadan önce Sedülbahir’de bölük kumandanı iken onun kumandası altındaki erlerden Gelibolu’nun Ilgadere köyünden 1299 doğumlu Halil oğlu Ahmet uzun Seddülbahirde geçen olayları anlatırken şöyle diyor:

    - Biz iskelede mevzilenmişken iskeleye bir düşman torpidosu yanaştı, içinden babalarının evindeymiş gibisine 20–30 kişi çıktı, meğer düşman askerleri arası sıra buraya çıkarmış, Bölük kumandanımız Halis efendi bize:

    - Buraya mevzilendiniz, vazifeniz hiç kimseyi karaya çıkartmamaktır. Eğer karaya bir tek düşman neferi çıkartırsanız, hepinizi vururum. Eğer bende size bir hile yaparsam sizde beni vurun dedi. Hani yüzbaşımız çok yaman adamdı doğrusu! demekdedir.

    Çanakkale muharebelerindeki Binbaşı Halis Bey e dönersek, Binbaşı Halis Çanakkale muharebesi sırasında 27. Alay 3.Tabur komutanı olarak bulunduğu sırada 25 Nisanda ilk çıkartma yapan düşman askerini taburunun başında ilk karşılayan askerdir.

    Seddülbahirde, arıburnunu cephesinde tabur komutanı iken, özellikle Edirne sırtında düşmanla olan karşılaşması ve hal tarzı;

    Özellikle sayısız fedakârlıklar ve kahramanlıklarla dolu olan muharebenin içinde bir ayrı sayfayı teşkil eder, şöyle ki; 27.alayın genç teğmenlerinden Mucip Kemal yeri Çanakkale ruhu nasıl doğdu ve Azerbaycan savaşları isimli kitabında Binbaşı Halis’in kahramanlığından övgüyle bahsetmektedir. Kitabında Arıburnunda bulunduğu sıralarda muharebenin tesiri bizim taraf içinde kendini göstermeye başladı. Mücadele bütün manasıyla dehşet ve ehemmiyet peydah ediyordu. Bu sırada tabur komutanımız Uşaklı Halis Bey geldi. Henüz yirmi yaşındaydım onun gelişi benim için imdat kuvveti oldu. Düşman vaziyetini tetkike başladı. Vaziyetin lehimize olduğuna dair bir kati olmadığını yüzünden okumak mümkündü. Bana durum muhakemesi yaptıktan ve emir verdikten sonra;

    - Düşman herhalde denize dökülecektir dedi.

    Gittikçe sararan yüzünden ve bakışlarından, kuvveti kaybolan gözlerinden bir mana çıkartmak istiyorum, fakat bunun için çok düşünmeye ve sebep aramaya lüzum kalmadı. Sol kolunun haki kumaşı yavaş, yavaş kızarıyor ve parmaklarının ucuna kandamlaları birikiyordu.

    - Yaralanmışsınız dedim.

    - Şimdi değil sizin bölüğe gelirken yolda oldu.

    Sıhhiye çavuşu diye bir defa seslendim. Beni susturdu ve hemen ilave etti.

    -“Asker yaralandığımı duymasın” dedi. Avcı hattında durumu tetkik etti. Bu tetkikin ne kadar sürdüğünü kestiremedim. Fakat komutanımın her dakika içinde yattığı yerde bile takatsizliğinin artmakta olduğunu hissettim. Bize karşı çok manalı ve büfen bakışları vardı. Anlıyorum ki yalnız bırakmak istemiyordu. Komutanımızı haddinden fazla tatmin ve temin etmeye çalıştık. Fedakâr komutanımız yavaş, yavaş müsterih olmaya ve bize ehemmiyet etmeye başladığını hissediyordum. Biraz sonra sesi toklaştı.

    -“katiyen geri çekilmeyin size derhal takviye kuvvet göndereceğim” dedi. Bu emre müteakip bir erin yardımıyla yavaş, yavaş geriye doğru inmeye başladı. Diye hatıratında anlatıyor.

    Bu kıymetli Asker 8.8.1915 tarihi itibariyle Binbaşı rütbesiyle 27. alay komutanı Şefik beyin 19.Tümen komutanlığına tayini ile birlikde Şefik beyin yerine 27. Alay komutanı olarak savaşı tamamlıyor. Ancak Çanakkale muharebesi sonrası vatana hizmeti güney cephesinde devam ediyor ve Mardin-Urfa-Siverek ve Diyarbakır'da milli mücadeleye katılarak mıntıka müfettişi görevinde bulunuyor.

    Bu sırada tanıştığı Ziya Gökalp’ın Küçük mecmuasında makaleler yayınlıyor yayınladığı bu makaleler daha sonra ‘Diyarbakır tarihinde Komuk-eli’ adı altında kitaplaştırılıyor.( http://www.ataksor.org –Halis bey hakkında çıkan kitaplar)

    Bu değerli askerin vatana hizmet sevgisi emeklilik yıllarında da devam etmiş ve Uşak belediyesinde mühendis olarak hizmetlerine devam etmiştir.

    Belediyedeki hizmet yıllarında Uşak vilayetinin alt yapı hizmetlerinde çalışmıştır.
    Bu yıllarda gece geç saatlere kadar açıkta yol ve kanalizasyon inşaatlarında çalışmış ve bundan dolayı böbrek rahatsızlığı ve zatürree ye yakalanmıştır. Askeriyenin yardımıyla istanbul da tedavi edilip tekrar memleketine dönmüş ve gene aynı şekilde kanalizasyon, yollar, parklar yapmaya devam etmiştir ve yine hastalanmış parasız olması nedeniyle bu kez izmir valisinin yardımıyla tedavi ettirilmiş çok geçmeden bu kez 8.Ağustos.1933 de hayata gözlerini yummuştur.

    Bir de tarih notu: Cumhuriyet döneminin ilk asfaltı Halis bey tarafından Uşak da döktürülmüştür.

    Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Halis Bey, bu kısa sayılabilecek hayatı içerisinde bize şu eserleri bırakmıştır:

    1. Çanakkale Raporu (Çanakkale savaşı sırasında tuttuğu günlük)
    2. Diyarbakır tarihinde komuk eli (Ziya Gökalp’ın küçük mecmuada yayınladığı makaleler)
    3. La Commune de Paris (Paris komünü) (Tercüme)
    4. Heredot tarihi (Vefatıyla yarım kalmış tercüme)

    Kendisini bu şekilde anlattık dan sonra,bu ülkeyi kanının son damlasına kadar savunmuş, başta dahi komutan ,varlığımızın temeli aziz Mustafa Kemal Atatürk ü ve tüm silah arkadaşlarını , muharebeler esnasında şehit olmuş tüm askerlerimizi burada bir kez daha saygı ile anarken, varlığımızın nedeni bu kıymetli insanlara Allah dan rahmet diliyoruz !

    Unutulmaması gerekir ki; bu gün bu topraklarda özgürce yaşamamızın nedeni o güzel insanların bu kutsal toprakları Sömürgeci Emperyalistlere karşı savunmasında gizlidir!

    Saygılarımla….
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    -4
    Safiye Elbi Çanakkale Savaşı'nda

    Çanakkale Savaşı başladığında Safiye Hüseyin gönüllü hastabakıcı olarak yazılmış; Balkan Muharebelerinde de hastabakıcı olarak görev aldığı için Reşit Paşa Hastane gemisine baş hastabakıcısı olarak verilmişti.

    Çanakkale Savaşları başladığında birçok vapur hastane gemisine dönüştürülmüştü. Reşit Paşa da bu vapurlardandı. Hastane gemileri Akbaş veya Kilya iskelesinden yaralıları alıp istanbul hastanelerine, Hilal-i Ahmer ve Vatan hastanelerine yaralı sevk ediyorlardı.

    Reşit Paşa vapuru, Akbaş iskelesi'nde, gelen yaralılara ilk müdahalelerin yapılması için demirli vaziyette tutuluyordu. Gemiye sürekli yaralı taşınmakta, yüzlerce yaralı Mehmetçik deniz üzerinde günlerce acılar içinde kıvranmaktaydı. Gemi dolunca da bu alınan yaralılar Hilal-i Ahmer hastanelerine taşınmaktaydı. istanbul’dan dönerken asker ve mühimmat taşıma görevini de üstlenen Reşit Paşa vapuru, bu nedenle yaralı taşıma işlemini yaparken de birçok defa rahatsız edilmişti.

    Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, günlüğünde Reşit Paşa vapuru hakkında şöyle diyordu:

    "27 Nisan 1915

    Reşit Paşa vapuru istanbul’dan asker yüklü olarak geldi. Nara Burnu'nda durduğu sırada düşman ateşine maruz kalmış ve yanındaki Üsküdar vapuru beş dakika içinde batmıştır. Bir çarkçı ve iki er şehit olmuştur. Diğerlerinde hamdolsun bir zarar olmamıştır... ”

    Çanakkale Savaşları'nı Safiye Hüseyin şöyle anlatmıştı:

    "Evet savaşa da iştirak ettim Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Alman Kızılhaçı) ile bizim Hilal-i Ahmer Cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum. Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp istanbul’a getirecekti.

    ….Vaziyet tehlikeli dediler… Ne vapuru olursa olsun… ister hastane vapuru ister Kızılay ister Salibiahmer, ingilizler --- tutuyorlar. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyordum… Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim.

    Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş Mevkii'nde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…"

    • **

    "Yaralıkları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık. Süvari müthiş bir haber verdi:

    - ingiliz uçağı...

    Mamafih zerre kadar korkmuyorduk. Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip (haç) vardı. Belli ki hastane vapuru… içimizden “dünyada bize ateş edemezler” diyorduk. Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu…

    Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk. Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık. Reşit Paşa ’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz.

    Yaralı gaziler vapurlara taşınırken…

    Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk.

    Bundan sonra düşman adet edinmişti. Ne zaman Reşit Paşa vapurunu görseler tepemize ingiliz işaretli bir tayyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk.

    Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. istanbul’a “Reşit Paşa vapuru battı” diye haberler gitmiş. istanbul’a döndük ki, herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, istanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten dönüş faslı vardır."

    En tesirli kelime: Su, su...

    "Bir gün bir ingiliz yaralısı bulduk, gemiye getirdik. Zavallı çiçek gibi bir delikanlıydı. Başından aldığı bir yara ile gözlerini kaybetmişti. Gözlerinin üstüne siyah uzun bir sargı sarmıştık. Ağzına damla damla su akıttık. Yaralıların sayıkladıkları en tesirli kelimelerden biri de budur. Su…

    Hiçbir ağır yaralının susuz ölmemesine son derce dikkat ederdik. Bir ingiliz yaralısının da ağzına su akıttık. Çok üzgündü, ingilizce mütemadiyen “öleceğim” diyor, arkasından nişanlısının ismini söylüyordu. Ölüm halinde bulunan adama son vazifemi düşündüm… Ve onun düşman askeri olduğunu bir an için aklıma getirmeyerek kendisini ingilizce, kendi ana dili ile teselli ettim:

    - Katiyen ölmeyeceksin, yaşayacaksın… Bütün bu korkulu günler geçecek. iyi olup memleketine gideceksin, nişanlına kavuşacaksın…

    Bu ingilizce teselli onun öyle hoşuna gitti ki, bir müddet sonra yüzünde müsterih, hatta memnun çizgiler peydahlandı ve öldü…

    Biz öleceğini bildiğimiz bütün umutsuz hastaları böyle teselli ederdik.

    Ölmeyeceksin daha çok yaşayacaksın diye diye kendilerini bazen buna inandırırdık. Adeta yaşayacaklarına inanmış oldukları halde ölürlerdi.

    Gördüğüm en müthiş yaralılar gözlerini kaybedenler. Bunların halleri pek feci oluyor. için için eriyorlar... Günden güne sönüyorlar.

    Gözlerinin yarası iyi olmak ihtimali bile olsa kendilerini kurtulamıyorlar… Ölüyorlar. Gözlerini kaybedenlerin hali kadar feci bir şey yoktur.

    Biz bu Reşit Paşa hastane gemisinin ne kahırlarını çektik. Bazen haftalarca savaş boylarında kalıyorduk. Hele bir keresinde aç kaldık, bite boğulduk. Kömürümüz bitti. Soğukta kaldık."

    Son sözleri: Anne !!!

    "Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm hemen hemen hepsi de aynı kelimeyi, bu sözü sayıklayarak, “Anne ” diyerek öldüler.

    Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı. Almanlar, Avustralyalılar, cepheden topladığımız ingiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız… Hepsi kendi dilleri ile ekseriya tek bir kelime sayıklardı,

    — Anne !... "

    Bir hastabakıcı arkadaşım...

    "Bir Alman doktor vardı. Genç karısı Avusturyalı iyi bir hastabakıcı kadın. Bir gün Reşit Paşa vapurunun üstüne gülle yağmuru yağarken:

    — Beni deniz tutuyor, dedi. Hastanede çalışmak istiyorum.

    Kendisini cepheden biraz gerideki hastaneye tayin ettirdi. Bu küçük bir cephe hastaneydi. Bir müddet sonra haber aldık ki, hastane büyük bir uçak bombardımanına tutulmuş, tahrip edilmişti. Arkadaşım bombaların altında can vermişti. Bizden de 8 şehit vardı.

    işte bu benim en acı hatırlarımdan biridir. Bu hastaneye ben de gitmek istemiştim. Hatta gönderiyorlardı da… Gitseydim muhakkak ki bugün bulunamayacaktım."

    Bekir Çavuş: Kumandanım emrinizi yapamadım!...

    "Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onun cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık.

    Ayağını kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk.

    O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım dışarıda bir ses:

    Çanakkale Menzil Hastanesi'ndeki Türk yarılaları...

    — Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu….

    Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:

    — Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?

    — Bekir Çavuş mu?

    — Evet.

    — Ne oldu peki?

    — Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.

    Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı.

    — Aman Bekir Çavuş dedim, Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?

    Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.

    — Aman dedi, Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım.. Tabii kalkacağım.

    Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu.

    Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:

    — Emri yapamadım, oldu.

    Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı."

    Safiye Hüseyin Anafartalar'da...
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    -3
    ViYANA KUŞATMASI
    Macaristan'ın Türkler tarafından fethi Avusturya ile Türkleri karşı karşıya getirdi. Mohaç Savaşı'ndan sonra Macaristan bir tampon bölge haline gelmişti. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımadı ve Budin'e girdi. Karşı sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Budin'i geri aldı. Savaşmayı göze alamayan Ferdinand ve Şarlken Avusturya'nın başkenti Viyana'ya kaçtılar ve Viyana kuşatıldı (26 Eylül 1529).

    Kış mevsimi yaklaştığı için 16 Ekim günü kuşatma kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmiş ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemiştir.

    Macaristan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Ferdinand, Kanûnî'ye bir elçi göndererek Macaristan'ın kendisine verilmesini istedi. Buna karşılık vergi vermeyi kabul ediyordu. Bu talebi karşısında olumsuz cevap alan Ferdinand Budin'i kuşattı.
    SEFERLER:
    MACARiSTAN SEFERi
    Kanûnî Sultan Süleyman, bunun üzerine Almanya seferine çıktı. Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi.

    Avusturya, yapılan bu savaşlar sonunda harap ve bitkin bir hale geldi. Bunun üzerine Ferdinand barış istedi. imzalanan istanbul Antlaşması ile Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan, hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabaları sonuçsuz kaldı (22 Temmuz 1533).

    Ferdinand'ın Macaristan üzerinde ki emellerinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Jan Zapolya ölmüş, yerine oğlu Sigismund geçmişti. Bundan istifade eden Ferdinand Budin'i kuşattı. Bunun üzerine 1540 yılında Kanûnî tekrardan Macaristan seferine çıktı ve çok güçlü bir orduyla birlikte Budin'e girdi. Sigismund'u Erdel Beyliği'ne atadı ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirdi. Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı.

    Avusturya'nın elinde sadece kuzey Macaristan kaldı. Kanûnî döneminin önemli siyasi olaylarından olan Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanûnî'nin ölümüne kadar devam etti.

    MALTA SEFERi
    Rodos'un fethinden sonra Malta'ya yerleştirilen Sen Jan şövalyeleri Osmanlı için bir tehlike oluşturuyordu.

    Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Yapılan kuşatma sırasında Turgut Reis şehit oldu. Malta alınamadı (1565).

    HiNT SEFERi
    Coğrafi keşiflerden sonra sömürge arayışları başlamış, Portekiz ve ispanya pek çok sömürge elde etmişlerdi. Portekizliler Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışıyorlardı.

    Ümit Burnu'nun bulunması, Osmanlıların baharat ticaretine de büyük darbe vurmuştu. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bu sebeplerden ötürü, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi ancak, Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması yüzünden bu seferlerden hiçbirisinde tam başarı sağlanamadı.

    1551 yılında düzenlenen ikinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında Piri Reis vardı. Türk denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı almış ve Portekiz donanmasını büyük bir bozguna uğratmıştı. Ancak, Portekizlilerin Basra Körfezi'ni kapatacaklarını düşünerek, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Piri Reis Mısır'da idam edilmiştir.

    Ancak yine de Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı kısımları Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girdi. Kızıldeniz yabancı güçlere kapatılarak Osmanlı egemenliği sağlandı.

    Fetihler / Zaferler:
    BELGRAD'IN FETHi
    Kanûnî Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen imparatorluğu (Almanya) idi. Almanya imparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı ikinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu.

    Fatih Sultan Mehmed, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda istanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi.

    Belgrad'ın fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk fethidir.

    Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a "Darü'l-cihad" denildi.

    RODOS'UN FETHi
    Avrupalılar Akdeniz'deki Rodos, Kıbrıs, Girit, Malta gibi adalara hakim olmuşlar, açık denizlerde keşifler yapmışlar ve denizlerde güçlerini arttırmışlardı. Kanûnî döneminde denizciliğe önem verildi ve büyük başarılar elde edildi.

    Kanûnî döneminde Rodos adası, Sen Jan şövalyelerinin elindeydi. Şövalyeler korsanlık yapıyor, Türk donanmasına zarar veriyorlardı. 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos fethedildi.

    CEZAYiR'iN KATILIŞI
    Cezayir 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Hızır Reis (Barbaros) tarafından ispanyollar'dan alınmıştı. 1518'de Barbaros, Cezayir'in hükümdarı olmuştu. Daha önce Yavuz bu iki denizcinin kendisinden yardım istemesi üzerine onlara iki kadırga ve levent vermişti.

    Kanûnî, Barbaros Hayreddin Paşa'yı istanbul'a çağırdı ve Kaptan-ı Deryalığa getirdi(1533). Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katıldı. Barbaros Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan adaları aldı.

    TRABLUSGARP'IN ALINIŞI
    Şarlken, Trablusgarb'ı aldıktan sonra buraya Sen Jan Şövalyeler'ini yerleştirmişti. Barbaros'un Preveze Deniz Zaferini kazanması ve Venediklilerin Osmanlılarla barış imzalamaları Şarlken ve Papa'yı kızdırmıştı. Hazırlanan Haçlı donanması Cezayir'e saldırdı ancak, Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı (1541).

    Barbaros'un yetiştirdiği Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldı. Ayrıca bu seferle Bingazi de Osmanlı ülkesine katıldı (1551).

    CERBE SAVAŞI
    Turgut Reis'in ispanyollar'ın elinde bulunan Cerbe adasını kuşatması üzerine, Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması ispanyollara yardıma geldi. Yapılan Cerbe Deniz Savaşında büyük bir zafer kazanıldı. Cerbe Osmanlılara geçti (1559)

    MOHAÇ SAVAŞI
    Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman, Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi.

    29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı.

    Macaristan, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.

    ZiGETVAR KALESi
    Anadolu'daki iç isyanlarla ve Doğu'da iran Devleti ile uğraşan Kanûnî Sultan Süleyman, 1566'da son seferine yine Macaristan üzerine çıktı.

    Zigetvar kalesi kuşatıldı, ancak kuşatma devam ederken Kanûnî Sultan Süleyman vefat etti. Osmanlı Devleti'ni zaferden zafere taşıyan Kanûnî Sultan Süleyman'ın ölüm haberine rağmen kale fethedildi (7 Eylül 1566).
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    -3
    KANUNi SULTAN SÜLEYMAN
    1520 - 1566

    Babası : Yavuz Sultan Selim
    Annesi : Hafsa Hatun
    Doğumu : 27 Nisan 1495
    Ölümü : 6-7 Eylül 1566
    Saltanatı : 1520 - 1566
    Devlet Sınırları : 14.983.000 km2
    KANUNi SULTAN SÜLEYMAN
    HAYATI
    Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495 Pazartesi günü Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Hafsa Hatun Osmanlı ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.

    Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. ilk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için istanbul'a, dedesi Sultan ikinci Bayezid'in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.

    15 yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edildi (1509).

    Yavuz Sultan Selim'in 1512 de tahta geçmesi üzerine istanbul'a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında istanbul'da kalarak babasına vekalet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.

    Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. iş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Zigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında 71 yaşında vefat etti.

    Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman adaleti seven bir padişahtı. Mısır'dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır.

    Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, "Arslan öldü, yerine kuzu geçti" diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

    Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:

    "Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi,
    Olmaya devlet cihanda, bir nefes sihhat gibi.
    Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
    Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi".

    Erkek çocukları: ikinci Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa
    Kız Çocukları: Mihrimah Sultan, Raziye Sultan
    iÇ iSYANLAR
    Kanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı. Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Şam Valisi olarak atadığı Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı isyan bunlardan ilkidir.

    Amacı Memlük devletini yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının Ocak ayında Dulkadiroğulları'ndan Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam edildi.

    Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safevilerin desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun (1527) isyanlarıyla uğraştı. Çıkan tüm bu isyanlar Osmanlı kuvvetleri tarafından başarıyla bastırıldı.
    ŞARLKEN VE AVRUPA
    Alman imparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hakimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı.

    Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi.

    Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransua'yı kurtardı.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +2
    aq malları o kadar ugrastım okumayın şu muallaknin yalanlarını diye. gibti çocuğu koydu gibtirdi gitti işte
    ···
  7. 7.
    +2
    ilk kız arkıyla lise 2 de cıkmıs beyler muhtemelen hıkayede opustuklerını anlatıcak. dagılalım.agır abaza.
    ···
  8. 8.
    +2
    @678haklısın panpa ohhhppppp tut
    ···
  9. 9.
    +2
    dıbına koyim bide incide bilgi içeriği az diyolar
    şu başlıktaki bilgi hiç bi sözlükte yok lan bildiğin tarihi baştan yazdı kaba tüküren lama
    ···
  10. 10.
    -2
    burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
    ···
  11. 11.
    -1
    burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
    ···
  12. 12.
    -1
    ..bilgi kaynakları.. ekşi sözlükuludağ sözlükgoogle
    inbox (8)
    çöplük
    olan biten
    temalar
    çevrimiçi
    1 saat 3 dak. oldu.



    bak beyim, sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, her$eyin var. binlerce kişi çalı$ıyor emrinde. yakı$ır mı sana ekmekle oynamak? yakı$ır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kı$ta sokağa atmak, aç bırakmak. ama nasıl yakı$maz... ben bo$una konu$uyorum. sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalı$ıyorum.

    hıh... sen... büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi... sen mi büyüksün? hayır biz büyüğüz, biz. sen bizim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. gözümüzde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne oğluma, ne de gelinime hiç bir $ey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizleri. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?!

    dokunma artık aileme. dokunma bizlere. dokunma oğluma, gelinime... eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemi$ olan ben, hiç dü$ünmeden çeker vururum seni...

    anlıyor musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile...
    ···
  13. 13.
    -1
    Altı Gün Savaşı’nda Suriye

    Altı Gün Savaşı (1967 Arap-israil Savaşı)
    Şubat 1966 darbesinden sonra rejimi Parti vasıtasıyla kontrol etmeyi tercih eden Salah Cedid, ordu üzerindeki nüfuzunu Baas askeri organizasyonundaki taraftarları aracılığı ile devam ettirmeye çalışıyordu. Esad ise, Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı mevkilerini aynı anda işgal etmesinin avantajlarını kullandı. Çabalarını ise sistemli bir şekilde ordudaki ve özellikle de rejimin gücünün odağı olarak gördüğü savaş birimleri üzerindeki kontrolünü genişletmeye yoğunlaştırdı. Yani Cedid, daha sivil bir nüfuz yöntemi benimserken, Esad ordudaki yandaşlarını arttırıyordu.
    1967 yılı Haziran ayı başlarında israil’le yapılan savaşta alınan yenilgi ve Suriye’nin en stratejik bölgelerinden biri olan Golan Tepeleri’nin kaybedilmesi, Suriye ve Mısır’daki radikal sosyalist rejimlere duyulan güveni tamamen yok etti. Bunun Suriye iç politikasına yansıması ılımlılara ve sağcı grupların eline önemli bir koz verme şeklinde olurken, bir diğer sonucu da Esad’ın otoritesini arttıran dönüm noktası haline gelmesidir. 1967 yenilgisinden beceriksiz sivilleri sorumlu tutan Esad, ordu içinde rakibi bulunmadığı için bir yandan kendi etnik grubuna bağlı kişileri etkin mevkilere getirirken, hükümete yönelik eleştirilerini de sıklaştırmaya başladı.
    Esad ile Cedid arasındaki tek ihtilaf savaşta alınan yenilgi değildi kuşkusuz. Cedid, israil karşısında çok sert ve militan politikalara başvurarak Filistin silahlı gruplarının (Saika, el-Fetih vb.) Suriye topraklarından Yahudilere yönelik saldırı yapmasına imkan verirken, Esad, bu tür davranışları israil gibi güçlü askeri yapıya sahip bir ülke karşısında Suriye’nin geleceğini tehlikeye atan macera olarak değerlendiriyordu. Bunun yanı sıra, Arap ülkeleri ile ilişkilerde Esad, Cedid’in dış politikasını fazla sert bularak, biraz daha pragmatist ve ılımlı bir tutum sergilenmesi gerektiğini düşünüyordu.
    1970 yılı Eylül ayında Ürdün ordusunun, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı gerillaların kaldığı kamplara yönelik başlattığı saldırı sırasında, Filistinlilere yardım için yaklaşık 200 Suriye tankı Ürdün’e gönderilmişti. Kara Eylül olayları olarak bilinen çatışmalarda Irak’ın da Ürdün Kralına yardım amacıyla gönderdiği 12 bin kişilik askeri güç, Suriye birlikleri ile çatışınca Rakip iki Baas yönetimi, kozlarını paylaşma imkanı buldu. Cedid’in Ürdün kralının devrilmesine yönelik politikasını ve Irak’la karşı karşıya gelmesini benimsemeyen Genelkurmay Başkanı Esad, çatışmalara müdahale edilmesine karşı çıkarak uçak göndermeyi reddetmiş ve Cedid’le ipleri iyice germişti.
    Ordunun tamamında gücü eline alan Hafız Esad’ın iki rakibi Başbakan Yusuf Zu’ayyin ile ibrahim Makhus tutuklanmış ve kendisine yakın adamları hükümette önemli görevlere getirilmişlerdi. Birkaç ay sonra Cedid’e direk meydana okuyacak hale gelen Hafız Esad, Baas Partisi’nin ordudaki faaliyetlerini askıya alarak, kendisine bağlı tankları Şam’da kilit noktalara yerleştirdi. 28 Eylül 1970 tarihinde Cemal Abdünnasır’ın ölümü, Esad’a göre Suriye’yi herhangi bir israil saldırısına karşı daha güç ortamlara sürükleyebilirdi. Kısa bir süre sonra, yeni Mısır Başkanı Enver Sedat, Libya ve Sudan ile birlikte bir Arap Federal Birliği kurma kararı aldı. Cedid’e karşın Esad, bu birliğe katılmaya oldukça hevesliydi. Böyle bir zeminde Esad, Cedid’in taraftarlarının bir kısmını evde göz hapsine alırken bir kısmını da görevlerinden uzaklaştırdı. Cedid’in askeri yandaşlarını da pasifize edip Baas’ın askeri kuruluşu olan Saika üzerinedeki kontrolü eline aldı.
    1970 yılı 12 Kasım tarihinde toplanan Baas kongresi, Esad’ı ikilik çıkarmakla suçlayıp, Cedid hükümetinin iç ve dış politikasının desteklenmesi kararını aldı. Toplantı ardından harekete geçen Cedid, onu ve yardımcısı Mustafa Talas’ı görevinden almaya kalkıştı. Bunun üzerine Esad son hamle için harekete geçerek, Cedid hükümeti ve Baas’ın tüm yöneticilerini tutuklatarak, yönetime el koydu.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    -1
    burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
    ···
  15. 15.
    +1
    boşaldım amk
    ···
  16. 16.
    +1
    aylin bahsettigi kadar güzel degil fotoda gülçe daha güzel
    ···
  17. 17.
    -1
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 18)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 19)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 20)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 21)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 22)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 23)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 24)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 25)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 26)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 27)
    (bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 28)
    ···
  18. 18.
    +1
    Kurtuluş Savaşı (istiklal Harbi), I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış
    Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa'da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. 1914'te başlayan savaş 1918 yılında sona ermiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Osmanlı imparatorluğu'nun savaşı kazanan devletlerce paylaşılmasına karşı Türk ulusunun
    Osmanlı Devleti, 13. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti. Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği mücadeledir.
    Savaş Öncesi Dönem
    Kurtuluş savaşı öncesi,
    Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, 1881 - 1938 yılları arasında yaşamış ulusal önder. 1881 yılında Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi 14-15. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleşti.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    1. Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar dayanır.

    Büyük
    Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa'da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. 1914'te başlayan savaş 1918 yılında sona ermiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Savaş'tan mağlup ayrılmış olan Osmanlı Devleti, galip devletler ile
    Savaş, geniş kişi toplulukları arasında meydana gelen, genel anlamıyla ileri derecede şiddet içeren olay, çarpışma, çatışmadır. Soğuk savaş gibi politika temelli savaşlar olsa da savaş kelimesi silahlı kitlesel muharebe olarak kullanılır.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalamıştı. Bu antlaşmanın 7. maddesi, galip devletlere istedikleri her yeri istedikleri zaman işgal etme hakkını tanıyordu. Böylelikle işgaller bu antlaşmanın arkasına sığınılarak yapılabilecekti.

    1. 1: ingiliz ve Fransız ortaklaşa işgal bölgesi

    2. 2: Yunan işgal bölgesi

    3. 3: italyan işgal bölgesi

    4. 4: Fransız işgal bölgesi

    5. 5: Ermeni işgal bölgesi

    6. 6: ingiliz işgal bölgesi

    Uluslararası
    Mondros Ateşkes Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile itilaf Devletleri arasında imzalanan savaşa son verme belgesidir. Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, Birleşik Krallık adasının Mondros Limanı'nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti'nin yıkımından sonra kurulan Türkiye'nin çerçevesini çizen ilk uluslararası belge olması açısından önemlidir.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Sevr Antlaşması
    Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra itilâf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan antlaşma. Bu antlaşması Yunanistan dışında hiçbir devlet tarafından onaylanmamış ve yürürlüğe girmemiştir. Bunun yerine itilaf Devletleri ile Osmanlı arasındaki savaş hali 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile sona ermiştir. Antlaşma adını, son müzakerelerin ve imza töreninin gerçekleştiği Paris'teki Sevr banliyösünden alır.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    10 Ağustos
    10 Ağustos Gregorian Takvimine göre yılın 222. günüdür. Sonraki sene için 143 (Artık yıllarda 144) gün var
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    1920 Osmanlı imparatorluğu'nun son uluslararası antlaşmasıdır. Sevr antlaşması ile
    1920 yılında meydana gelen olaylar, doğumlar ve ölümler.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Saray'da yaşıyan

    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Osmanlı Hanedanı ve hükümet,

    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Anadolu'nun ve istanbul'un işgaline kapıyı açmıştır.
    işgal Dönemi
    işgallere Tepki
    Anadolu kelimesi Yunanca güneşin doğduğu yer anldıbına gelen “Anatoli”dan doğmuştur. Romalılar, kendi topraklarına göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema Anadolia demişlerdir. Anadolu isminin bir bölge adı olması ise Selçukluların Anadoluya gelmesiyle başladı.
    ... Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    işgallere ilk tepki işgale uğrayan bölgelerde yaşayan halktan gelmişti.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +1
    Yan yana cinsel ilişki pozisyonu: Erkeğin üste olduğu pozisyonla çok benzer olup tek fark partnerler yan yanadır. Buradaki tek zorluk yüz yüze durumunda partnerlerden bir tanesi bacağını partnerin üstüne atması gerekiyor. Bu da zaman zaman krampla sonuçlanabiliyor. Kadın erkeğe sırtını verdiği durumda yavaş ve rahatlatıcı ilişki elde etmek mümkündür. Hatta bu pozisyonda uyumak bile mümkündür.

    Arkadan cinsel ilişki pozisyonu: Bu pozisyonda uygun bir pozisyon olup kadın dizinin üstünde durup erkek arkadan penisiyle vajinaya girer. Bazı insanlar bu pozisyondan nefret eder. Nedeni ise hem duygusallıktan yoksun hemde erkek egemenliğini vurgulayan bir pozisyon olması. Bazı erkeklerin bu pozisyondan hoşlanması ise özgürlüğün olması ve gücün kullanabilinmesinden kaynaklanır.

    Oturur vaziyette pozisyon: Yavaş bir ciks için uygulanmakla beraber özellikle ilk gece yani gerdek gecesi için uygundur. Erkek ya iskemlede oturur veya yerde bağdaş kurarak. Kadın erkeğin üstüne oturur. Yüz yüze veya sırt yüze bakarak da olabilir. Bu pozisyon birbirinizi okşamak birbirinize sarılmak ve yakın ten teması için idealdir.

    Ayakta cinsel ilişki pozisyonu: Bu pozisyon zor bir pozisyon olmakla beraber başarılı olmakda her baba yiğidin harcı değildir. Penisin vajinaya girebilmesi güç olabilir. Kadınlar genelde erkeklerden daha kısa boylu oldukları için kadının ya merdiven basamağında yada duvardan destek alması ile bu pozisyonda başarı elde edilebilinir. Diğer bir yöntemde kadın yüzünü yada duvara veya tutunabileceği herhangi bir şeye verir. Erkekde vajinaya arkadan girer. Bu pozisyon yüz yüze olan pozisyondan çok daha kolaydır.

    Kadının üstte olduğu pozisyon: En çok tavsiye edilen pozisyonlardan birdir ve uygulanması gereken en önemli pozisyondur. Çünkü ciksin hızı kadının kontrolü altındadır. Bu pozisyonda bir kaç varyasyon vardır. Kadın her iki diziyle erkeğin kalçasını sarar. Penisi içine aldıktan sonra ya dizlerinin üstünde cikse devam eder ya da bacaklarını uzatarak. Ayrıca erkeğin üstünde dimdik oturarakda ilişkiye devam edebilir.

    Erkeğin üstte olduğu pozisyon: En klagib pozisyon budur ve bütün erkekler pozisyonda başlar. Erkek üstte, kadın altta, yüz yüze. Günümüzde basında bu pozisyon olumsuz eleştirilere maruz kalmaktadır. Belki eski moda olduğundan belki de ataerkil olduğundan dolayı. Esasında bu pozisyon o kadar da kötü değildir.

    Kuvvet almak sevgilinizle yakın temasta olmak ve hamile kalmak isteyenler için bu pozisyon idealdir. Kadın iki bacağını yana doğru açabilir veya bacaklarını göğsüne doğru çekebilir. Bu her iki pozisyonda erkek kadının en hassas dış cinsel organına elle manipülasyon için erişemez ama ilk pozisyonda göğüslerine erişebilir.

    Birinci varyasyon: Kadın iskemlede veya alçak bir yatağın ucunda oturur, erkek dizlerinin üzerinde penisiyle vajinaya girebilir. ciks terapistleri her ne kadar bu pozisyonun klagib pozisyondan daha da zevk verici olduğunu iddia etseler de, çoğu insan bu pozisyonun yakın temas konusunda ekgib kaldığını düşünmektedir.

    ikinci varyasyon: Kadın karnının üstüne yatar ve erkek arkadan vajinaya girer. Çoğu kadın için bu pozisyon g noktasını uyarır. Ama penisin rahim boynuna çarpmasıda acı verebilir. Yüz yüze olamama dezavantajı olsa bile çoğu çiftin favori pozisyonu arasındadır.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    -1
    burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
    ···