/i/Swf

    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +1
    su hayırlı gecede muhabbet etmek ısterım degerlı kardeslerımle rabia
    ···
  1. 2.
    0
    bu gece niye hayırlı lan
    ···
  2. 3.
    +1
    s.a kardeşim, böyle bir başlık arıyordum tam da
    ···
  3. 4.
    0
    rabia varsa ben yokum
    ···
  4. 5.
    0
    gönül gözüyle gören kalp gözü her daim acık oalnlara yürekten merhaba
    ···
  5. 6.
    +1
    aleykum selam ve rahmetuullahi ve beraketuh ey dünya ve ahiret kardeşim!

    (selamı daha güzel şekilde cevaplayın, kuran-ı mecid)

    swh

    (müminin mümin kardeşine tebessümü sadakadır, hadisi şerif)
    ···
  6. 7.
    0
    aleyküm selam mübarek anlat biz dinliyoruz
    ···
  7. 8.
    0
    Gusül abdesim yok ey müminler,5 dakika bekleyin de aldıktan sonra hep beraber sohbet ederiz inşallah
    ···
  8. 9.
    0
    essalamü aleyküm panpa büyük kıyamet alametlerinden bahseder misin?
    ···
  9. 10.
    0
    aynen bende yeni asıldım beyler beni pas geçin
    ···
  10. 11.
    +2
    Hz. ALi bir Hristiyana misafir oldu.
    Adam üzüm getirdi.
    Hz. ALi üzümü yedi. Sonra üzümden yapılmış şarap
    getirdi.
    Hz. ALi buyurdu ki : Haramdır.
    Hristiyan dedi ki : Siz Müslümanlara şaşarım.
    Üzüm helal ,içki haram.
    Halbuki bu, bundan yapılıyor.
    Hz. ALi buyurdu ki : Eşin var mı.
    Dedi var.
    Kızın var mı.
    Dedi o da var.
    ikisi de gelsin buraya.
    Eşi ve Kızı gelince
    Hz. ALi buyurdu ki :Bu Kız bu Anneden dir, Ama
    görüyorsun ki ALLAH Annesini sana helal, Kızını ise
    haram kılmıştır.
    Hristiyan dedi ki : Şehadet ederim ki ALLAH birdir
    ve muhafazid O'nun Resulüdür ve Sen Onun
    HaLifesi sin.
    Elinden öpüp Müslümanlığını ilan etti..
    ···
  11. 12.
    0
    gusül abdesimi alıp geliyorum mübarekler
    ···
  12. 13.
    0
    allahın yanımda
    ···
  13. 14.
    +1
    Y
    ÜREK BURKAN BiR HiKAYE BiR KURBAN BAYRAMI GÜNÜ
    Yayımlanma tarihi 30 Ağustos 2014 | admin tarafından
    YÜREK BURKAN BiR HiKAYE BiR KURBAN BAYRAMI GÜNÜ
    guccukinek
    Ahmet;

    “–Anneciğim, Emre bize gelecek. Bu gece bizde kalacak” dedi.
    Emre’nin sevdiğini bildiğim türden bir kaç çeşit yemek yaptım. Görüşmeyeli bayağı bir boy atmış, kocaman delikanlı olmuştu. Biraz oturup hal hatır sorduktan sonra yemeğe geçtik. Emre, özene bezene hazırladığım yemeklere el sürmeyince, belli etmemeye çalışsam da bozuldum. Emre:

    “–Teyzeciğim et var ya, ondan yemiyorum” dedi.

    Bu söz beni daha da şaşırtmıştı. Çünkü ete olan düşkünlüğünü iyi biliyordum. Emre, bu davranışının altında bir şey aramamdan rahatsızlık duyarak,

    “-Anlatayım teyzeciğim” dedi.

    ilköğretim beşinci sınıfa gidiyordum o zamanlar. Biliyorsunuz Ayşe ablam da benden iki yaş büyük. ikimiz de çok başarılı sayılmayız, fakat hiç olmazsa liseyi bitirelim diye gayret ediyoruz. Bir işe girebilmek için bunun şart olduğuna inanıyoruz. Büyük hayallerimiz yok. Daha kötü günler gelmesin deyip halimize şükredenlerdeniz.

    Depremden önce babam, inşaat kalfasıydı. Kimseye muhtaç değildik. Hatta babam yaptığı, kooperatif evlerinden bir de daireye girmişti. “Altı, yedi aya kalmaz, evimize taşınırız” diye hayaller kuruyorduk. Kaba inşaatı çoktan bitmiş, evin şekli ortaya çıkmıştı. Ben odamın duvarına asacağım süsler yaptım. Annem dantel masa örtüleri… Kaç kere bakmaya gitmiş, hayalimizde aldığımız eşyaların yerini kaç kere değiştirip durmuştuk. Derken 17 Ağustos’ta korkunç bir sallantıyla uyandık. Çok şükür ne bizde ne de yakın çevremizde bir şey yoktu. Boş arsaya tüm mahalle toplandık. Biraz korku kalmıştı yüreğimizde ama güle oynaya sabahladık. Elektriklerin gelmesi ile radyo ve televizyonlardaki korkunç gerçek, yüreklerimize çığ gibi düştü. Tüm ülkem gibi bu korkunç felaketin getirdiği yıkım ve kıyımla, harap olduk. Naklen izlediğimiz kurtarma çalışmalarında yaralılarla yaralandık, ölenlerle defalarca öldük. Elimizden gelen bir şey yoktu. Devlet baba, harıl harıl yaraları sarmaya çalışıyordu.

    Bizim evimiz yıkılmadı. Kimseye de bir zarar gelmedi. Farklı yaralandığımızın farkına, yaralarımız derinleştikçe vardık. Depremle birlikte inşaatlar durmuş, babam işsiz kalmıştı. Ekonomik krizle de ikiye katlandı yokluklarımız. Televizyonlarda gördüğüm kadarıyla, bazı insanlar hiç etkilenmemişti. Bar ve pavyonlarda zil zurna sarhoş oluncaya kadar içiyor, milyarlarca lira harcıyorlardı.

    Biz ev kirası elektrik, su ne kadar kısmaya, azaltmaya çalışsak olmuyor babamın arada bir bulduğu, tadilat işlerinden kazandığı, evi geçindirmeye yetmiyordu. Devir hesap devri deyip, telefonu kapattırdık. Ampulleri daha küçük taktık. Annem bir evde 120 milyona iş bulmuştu. Babamın da eline yaklaşık o kadar geçiyordu. Fakat Kasım ayından sonra babam bir tek işe gidemedi. Kış boyunca hiç iş çıkmadı. Ümitlenerek gidiyor, üzülerek geri dönüyordu. “Çoluk çocuğum gözümün önünde aç açık kalıyor, elimden bir şey gelmiyor, keşke ölsem” gibi kötü kötü laflar edip duruyordu. iş için çalmadığı kapı kalmamıştı.

    Ramazan bayrdıbına bir kaç gün kalmıştı. Şubat ayının bir Pazartesi günü babam, eve sevinçle geldi. Bir iş bulmuştu. Üstelik sigortalı. “Evraklarını tamamla gel” demişler. Sevinçle haber verip uçar gibi çıktı. “Bugün yetiştirmeliyim” diyordu.

    Bir kaç saat sonra karşı komşumuz telaşla içeri girdi. Yüzünde ürküten bir ifade vardı.

    “–Korkmayın ama babanız küçük bir kaza geçirmiş” dedi.

    Hastaneye gittiğimde babamın yüzü sapsarıydı. Kol ve bacağı alçıya alınmıştı. Kırmızı ışıkta süratle gelen bir araç çarpmıştı. Biz sağ oluşuna dua ederken babam, gözlerinden akan yaştan utanıyor gizlemeye çalışarak:

    “–Neden ölmedim, yükünüzü arttırdım” diyordu.

    Bir müddet sonra babam eve çıktı. Sobamız yanmıyordu, evimiz soğuktu. Babamın dişlerinin birbirini dövüşünü üzülerek seyrediyordum. Bir kaç komşu belediyeye telefon ederek bize kömür istemişler. Yok denilmiş. Önceden kayıt olmak gerekirmiş. Okulda da yardım dağıtılıyordu. Anneme:

    “–Ben de isteyeyim mi?” diye sordum. Annem:

    “–Sakın ha oğlum! Durumumuz belli; verirlerse kabul ederiz, sakın kimseden bir şey istemeyin” dedi.

    Başka zaman ben de gurur meselesi ederdim. Ama şimdi çok farklıydı. Yakıp etrafında toplanacağımız sobaya ihtiyacımız vardı. Babam buz gibi evde nasıl hasta yatardı?

    ‘Şekersiz’ şeker bayramımız gelip de geçmişti bile. Şekere olan düşkünlüğüme rağmen, pek üzülmedim. Böyle küçük şeylerin üstesinden gelmeliydik. Üstelik ben erkektim. işte tüm zorluklara rağmen hava biraz daha ısınmış, babamın kolundaki, alçı alınmıştı. Bacağı hala alçıdaydı. işte kurban bayramı da gelmişti. içimden oniki daire var bizim apartmanda, birçoğu da kurban kesecek. Nasılsa bize de verirler; Annem sevdiğim et yemeklerinden pişirir, diyordum. Ben pencereden seyrederken, karşıdaki boş arsada, kurbanlar kesildi, yüzüldü, leğenler dolusu evlere taşındı. Her kapı çalışında, ‘kurban payı’ diye koştum. Her kapı açılışında, evlerde kavrulan etlerin mis kokuları evimizin içine kadar davetsiz yayıldı. Bir tek pay gelmedi.

    Babaannem köyden telefon açmıştı. Komşu evinden konuşurken, sesim ona iyi gitmemişti. Israr ve telaşla sordu: ‘Baban mı kötüleşti?’ diye.
    “–Yok” dedim. “Bize kurban payı vermediler.”

    Yaz aylarında babaanneme giderdik. Adına ‘Güccük’ dediği bir kara ineği, beş altı da tavuğu vardı. ‘Güccük-müccük ama sütü iyi” derdi. Sağarken ona türküler söylerdi. “Bu sene kısır, inşallah seneye kuzulayacak” diye ümit ederdi.

    “–Deden, ihtiyar nasıl dursun katıksız” derdi. Bir tas ayran içti mi başka bir şey istemezmiş.
    Bayramın üçüncü günüydü. Sabah erkenden kapı çalındı. Babaannemdi! Koşup karşıladık. Ağlayarak sarıldı bizlere. “Kuzularım, kuzularım” diyordu. Size çok et getirdim. Evinde ne varsa hemen hepsini kapıp gelmişti. Buzdolabını tıka basa etle doldurduk. Ablam acele acele doğradı. Etlerin pişerken çıkardığı cızırtılardan saldığı mis gibi kokular, iki gündür kabaran iştahımı daha da körüklüyordu. Ağzım sulanarak dolanıp durdum ocağın etrafında. Sofra beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Çatalı alıp batırdım. Üfürerek ağzıma alıyordum ki, babamın, babaanneme:
    “–Ah anam ahh! Neden kestin güccük ineği? Ağzınız kuruya kaldı” diyen sözleri çalındı kulağıma.

    Midemin kalkıp, başımın döndüğünü hissettim. Elimdeki çatalı bırakıp koşarak dışarı çıktım. Dedemin katığı, babaannemin umudu, türküler yakarak sağdığı Güccük, benim canım et istedi diye mi kesilmişti? Sofra kurulduğunda kolumdan çekip ısrarla oturttular. Yine batırdım çatalı isteksiz ve utanarak. Boğazıma bir şeyler tıkanıyordu. Gözümden yaşlar boşaldı. Ne oldu neyin var diye sordukları telaşlı sorularına

    “–Dişim çok ağrıyor, dişimmm…!” diye karşılık verdim.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    0
    Bir bilge tam trene biniyordu ki, ayakkabılarından birisi ayağından çıktı ve yere düştü. Aşağıya inip alması imkansızdı;
    Çünkü tren harekete geçmişti.

    Yanındaki arkadaşları ne yapacağını merak ediyorlardı.

    O gayet sakin bir biçimde, diğer ayağındaki ayakkabıyı çıkardı ve az önce düşürdüğü ayakkabıya yakın bir yere fırlattı.

    Talebelerinden birisi dayanamayıp sordu: "Neden böyle yaptınız?" gülümseyen bilgenin cevabı gayet basit ama hakikat yüklüydü:

    “Demiryolunun üzerinde ayakkabının tekini fakir birisi bulursa diğer tekini de bulup giyebilsin diye... "
    ···
  15. 16.
    0
    vAR MI BENiM SORULARI CEVAPLAYACAK MÜMiN?
    ···
  16. 17.
    0
    @16 Sor mumın kardesım
    ···
  17. 18.
    0
    ne gelecek soru merak ettim.
    ···
  18. 19.
    +1
    ateistsiz hava sahası diye geldim ama bitanesi damlar şimdi 'allah varsa afrikadakilerr niye öluyoooo' diye sorar amk.
    ···
  19. 20.
    0
    @14 naptın kardeşim ya.ibretlik hikayeymiş valla çok duygulandım
    ···