-
1.
+1birbenvarsendesendeniceri senin ota benzeyen yosun tutmuş yemyeşil züt kıllarını tüm liseliler biçsin üstüne parlak zütünü gibsin
-
2.
0ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele
ohaaa kürtler face sayfamiza saldirior beyler koşun acele - 3.
-
4.
0BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.)Tümünü Göster
Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anldıbına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
(Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.)Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FiKiR, iNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MiLLETi TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
BiRiNCi KISIM
Genel Esaslar
I. Devletin şekli
MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “istiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5. – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
VI. Egemenlik
MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
VII. Yasama yetkisi
MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
VIII. Yürütme yetkisi ve görevi
MADDE 8. – Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.
IX. Yargı yetkisi
MADDE 9. – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
X. Kanun önünde eşitlik
MADDE 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11. – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
iKiNCi KISIM
Temel Haklar ve Ödevler
BiRiNCi BÖLÜM
Genel Hükümler
I. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği
MADDE 12. – Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
MADDE 13. – (Değişik: 3.10.2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması
MADDE 14. – (Değişik: 3.10.2001-4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması
MADDE 15. – Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
(Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.)Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
V. Yabancıların durumu
MADDE 16. – Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
iKiNCi BÖLÜM
Kişinin Hakları ve Ödevleri
I. Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı
MADDE 17. – Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
(Değişik: 7.5.2004-5170/3 md.) Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.
II. Zorla çalıştırma yasağı
MADDE 18. – Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.
Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz. - 5.
-
6.
0birbenvarsendesendeniceri senin ota benzeyen yosun tutmuş yemyeşil züt kıllarını tüm liseliler biçsin üstüne parlak zütünü gibsin
- 7.
-
8.
0hepimiz liseli taklidi yapalım o zaman
-
9.
0-Aşağıya, bayım! Ne cesaretle, bayım!
Haines sordu:
-Bu kuleye kira ödüyor musunuz?
-On iki sterlin, dedi Buck Mulligan.
-Harbiye nazırlığına, diye ekledi Stephen omzunun üzerinden.
Haines kuleyi incelerken onlar da durdular. Sonunda Haines:
-Kışın buz kesilir herhalde, dedi. Martello mu diyorsunuz buraya?
-Billy Pitt yaptırmış bunları, diye karşılık verdi Buck Mulligan, Fransızlar denizden kuşatınca. Ama bizimki omphalos.
-Hamlet hakkında fikrin nedir? Diye Haines Stephen’a sordu.
-Yoo, yoo, diye haykırdı Buck Mulligan incinikli. Thomas Aquinas’ın da, kurdıbını dayandırdığı elli beş nedenin de üstesinden gelebilecek yetenekte değilim ben. Önce birkaç bardak bira yuvarlayana dek sabredin hele.
Stephen’a döndü, çuhaçiçeği rengindeki yeleğinin uçlarını özenle çekerken dedi ki:
-Üç bardaktan önce kıvıramazsın, Kinch, değil mi?
-Uzun zamandır bekliyor, dedi Stephen kayıtsızca, biraz daha beklesin.
-Beni meraklandırıyorsun, dedi Haines, cana yakın. Paradoks filan mı bu?
-Pöf! Dedi Buck Mulligan. Wilde da paradokslar da mazide kaldı. Çok basit bir şey bu. Adam, Hamlet’in torununun Shakespeare’ın büyükbabası olduğunu, kendisinin de kendi babasının hayaleti olduğunu cebirsel yolla kanıtlıyor.
-Ne? Dedi Haines, işaret parmağını Stephen’a doğru uzatarak. Kendisi mi?
Buck Mulligan havlusunu bir etol gibi boynuna doladı, gülmekten kırılarak Stephen’ın kulağına doğru eğildi ve dedi ki: -
10.
0Jorge Luis Borges: Kum KitabıTümünü Göster
Çizgi sonsuz sayıda noktadan oluşur; düzlem sonsuz sayıda çizgiden; oylum sonsuz sayıda düzlemden; yüksek oylum ise sonsuz sayıda oylumdan… Kesinlikle hayır,
bu, more geometrico değil, öykümü anlatmaya en iyi başlama yolu. Bugünlerde, her uydurma öykünün gerçek olduğunu öne sürmek adet oldu; benimki ama, gerçek.
Belgrano Sokağı'ndaki bir apartmanın dördüncü katında yalnız yaşıyorum. Birkaç ay önce bir akşam üstü, kapıma vurulduğunu dudum. Açtım, bir yabancı duruyordu eşikte. Uzun boylu bir adamdı, hatları belirsizdi. Belki de miyopluğumdan ötürü öyle gördüm. Gri takım elbisesi ve elinde de gri bir çanta vardı. Görünümü
dürüst bir yoksulluğu anımsatıyordu. Hemen yabancı olduğunu fark ettim. ilk bakışta yaşlı biri sanmıştım, sonradan seyrek, sarı saçlarının beni yanılttığını anladım, Kuzeyliler' inki gibi beyaza çalan bir sarıydı. Bir saatten uzun sürmeyen konuşmamız sırasında Orkneyli olduğunu öğrendim.
içeri aldım ve bir sandalye verdim. Konuşmadan önce bir süre bekledi. Bir çeşit kötümserlik yayılıyordu adamdan, bugün bende de olduğu gibi.
" Kutsal kitaplar satıyorum, " dedi.
Bilgiçlik taslamaksızın yanıtladım:
" Bu evde birçok ingilizce incil var, birincisi bile, Jean Wiclif' inki. Ayrıca ipriano de Valera' nınki, Luther' inki, edebi açıdan en kötüsü ve Latince Vulgate' nin bir kopyası. Gördüğünüz gibi, tam da gereksinim duyduğum bir kitap değil incil. "
Kısa bir sessizlikten sonra karşılık verdi:
" Sattıklarım yalnızca incil değil. Belki de sizi ilgilendirecek olan kutsal bir kitap gösterebilirim. Bikaner sınırından satın aldım. "
Çantasını açıp, kitabı masanın üzerine koydu. Sekiz yapraklık, bez kaplı bir ciltti. Birçok elden geçtiğine kuşku yoktu. inceledim, alışılmamış ağırlığı beni şaşırttı. Arka kapağının üzerinde " Holy Writ " yazısını okudum, aşağıda da " Bombay ".
" On dokuzuncu yüzyıldan kalma sanırım, diye belirttim. "
" Bilmiyorum, hiçbir zaman öğrenemedim, " diye karşılık verdi.
Rastgele açtım. Tanımadığım bir elyazısıydı. Sayfalar oldukça yıpranmıştı, tipografisi kötüydü ve incil' de olduğu gibi iki sütun olarak basılmıştı. Metinler sıkışıktı ve bentler halinde düzenlenmişti. Sayfaların üst köşelerinde Arap sayıları yer alıyordu. Asıl ilgimi çeken, örneğin çift sayfalardan birinin 40514 numarasını, karşısındaki tek sayfanın ise 999 numarasını taşıması oldu. O sayfayı çevirdim; arkasındaki sekiz haneli bir sayıydı. Sözlüklerde olduğu gibi bir resimle süslüydü; bir çocuk elinden çıkmış gibi, mürekkep kalemiyle beceriksizce dizilmiş bir çapa resmi vardı.
işte o zaman yabancı bana:
" iyi bakın, bir daha asla göremeyeceksiniz, " dedi.
Bu noktayı işaretleyip kitabı kapattım. Hemen yeniden açtım ve boşuna çapa resmini aradım sayfa sayfa. Şaşkınlığımı gizlemek amacıyla:
" Kutsal Kitap'ın Hindu dilinde bir varyantı, değil mi, " diye sordum.
" Hayır! " diye yanıtladı.
Sonra bir sır vermek istermişcesine sesini alçaltıp:
" Bu cildi, " dedi, bir ova kasabasında bir avuç rupi ve bir incil karşılığında aldım. Sahibi okuma bilmiyordu. Kitapların Kitapları' nı muska zannediyordu. En alt kasttan biriydi; hastalığa bulaşmadan, gölgesinde yürümek bile olası değildi. Kitabın adının Kum Kitabı olduğunu söyledi, çünkü bu kitabın da, kumun da, ne başı var ne sonu.
Benden ilk sayfayı aramamı istedi.
Sol elimi kapağın üzerine koydum ve başparmağım işaret parmağıma bitişik kitabı açtım. Kendimi boş yere zorluyordum: Kapakla başparmağım arasında her zaman
birkaç yaprak kalıyordu. Kitaptan fışkırıyormuş gibiydiler.
" Şimdi sonuncuyu arayın. "
Denemelerim yeniden başarısızlığa uğradı. Artık kendi sesim olmayan bir sesle, dilim dolaşarak:
" Bu olanaksız, " diyebildim.
Yine alçak sesle, incil satıcısı bana:
" Bu olanaksız, ama gerçek. Bu kitabın sayfalarının sayısı tam olarak sonsuz. Hiçbiri ilk değil, hiçbiri sonuncu değil. Neden böyle keyfi bir biçimde numaralandığını bilmiyorum. Belki de sonsuz bir dizinin bileşenlerinin kesinlikle anlamsızca numaralandırılabileceği izlenimini uyandırmak için. " -
11.
0(bkz: inci sinema kulübü)
-
12.
0Sonra, sanki yüksek sesle düşünüyormuş gibi ekledi:Tümünü Göster
" Eğer uzay sonsuzsa, biz uzayın herhangi bir noktasındayız. Eğer zaman sonsuzsa, biz zamanın herhangi bir noktasındayız. "
Düşünceleri beni öfkelendirdi.
" Kuşkusuz bir dine inanıyorsunuz, değil mi? " diye sordum.
" Evet, Presbiteryen'im. Vicdanım rahat. iblisçe kitabına karşı Tanrı' nın Sözü' nü vererek yerliyi dolandırmadığımdan eminim. "
Kendini suçlu görmesi için bir neden olmadığı üzerine güven verdim ve bizim iklimlerimizden yalnızca geçmekte mi olduğunu sordum. Yakın zamanda ülkesine
dönmeyi düşündüğünü söyledi. iskoçyalı olduğunu ve Orkley Adaları' ndan geldiğini işte o zaman öğrendim. Ona, iskoçya' yı sevdiğimi ve Stevenson ile Hume' a
karşı gerçek bir tutkum olduğunu söyledim.
" Stevenson ve Robbie Burns demek istiyorsunuz, " diye düzeltti.
Bir yandan konuşurken, bir yandan da sonsuz kitabı karıştırmayı sürdürüyordum.
" Bu garip örneği British Museum' a armağan etmeye niyetiniz var mı? " diye ilgisiz görünmeye çalışarak sordum.
" Hayır, size sunuyorum, " diye yanıtladı ve yüksek bir fiyat söyledi.
Tüm içtenliğimle bu fiyatın olanaklarım içinde olmadığı yanıtını verdim ve düşünmeye başladım. Birkaç dakika içinde planımı kurmuştum.
" Size bir değiştokuş öneriyorum, " dedim. " Siz bu kitabı birkaç rupi ve Kutsal Kitab' ın bir örneğine karşı elde ettiniz; ben ise size yeni elime geçen emeklilik çekimi ve Wiclif' in gotik harflerle yazılmış incil' ini sunuyorum. Bana atalarımdan kaldı. "
" Siyah puntolu bir Wiclif, " diye mırıldandı.
Odama gidip, parayı ve kitabı getirdim. Sayfaları karıştırdı ve başlık sayfasını kitap sever bir coşkuyla inceledi.
" Anlaştık, " dedi.
Pazarlık etmemesi beni şaşırttı. Sonradan, kitabı bana satmaya kararlı olarak gelmiş olduğunu kavradım. Kağıt paraları saymadan cebine yerleştirdi.
Hindistan' dan, Orkney' den, bu adayı bir zamanlar yönetmiş olan Norveç Jarlları' ndan sözettik. Adam gittiğinde gece olmuştu. Bir daha görmedim, adını da bilmiyordum.
Kum Kitabı' nı, Wiclif' in incili' nden boşalan yere yerleştirmeyi tasarlıyordum, ama sonuç olarak takımı eksilmiş 1001 Gece Masalları' nın arkasına gizlemeye karar verdim.
Yattım, ama uyuyamadım. Sabahın dördüne doğru ışığı yaktım. Olanaksız kitabı yeniden elime alıp yapraklarını karıştırmaya başladım. Sayfalardan birinin üzerinde bir maske resmi gördüm. Yaprağın üstü bir numara taşıyordu, kaç olduğunu unuttum, ama 9. Kuvveti vardı.
Hazinemi kimseye göstermedim. Sahip olmanın mutluluğuna, çalınması korkusu ve gerçekten sonsuz olup olmadığı kuşkusu eklendi. Bu iki kaygı eski ürkekliğimi arttırdı. Birkaç dostum daha vardı; onları görmekten vazgeçtim. Kitabın tutsağı oldum, dışarıya neredeyse hiç çıkmamaya başladım. Büyüteçle yıpranmış kapağını ve sırtını inceledikten sonra herhangi bir hile olasılığı kalmamıştı. Küçük resimlerin iki bin sayfa arayla ortaya çıktığını saptadım. Hepsini alfabetik liste halinde, doldurmakta gecikmediğim bir deftere yazdım. Bu resim yalnızca bir kez kullanılmıştı, hiç tekrar etmiyordu. Geceleri, uykusuzluğumun izin verdiği kısa aralıklarda, düşümde kitabı gördüm.
Kitabın korkunç olduğunu anladığımda, yaz gelip geçmişti. Gözlerimle onu gören, parmaklarımla ellerimle ona dokunan benim de korkunç olduğumu kabullenmenin ne yararı olabilirdi? Kitabın bir karabasan nesnesi, gerçeği lekeleyen ve bozan utanmaz bir şey olduğunu hissettim.
Ateşi düşündüm, ama sonsuz bir kitabın yakılmasının da olmasından ve yeryüzünü dumanıyla boğabilmesinden ürktüm.
Bir yaprağı gizlemek için en iyi yerin orman olduğunu bir yerde okuduğumu anımsadım. Emekli olmadan önce, dokuz yüz bin kitabı içeren Arjantin Ulusal
Kütüphanesi' nde çalışıyordum; giriş kapısının yanında sarmal bir merdivenin, dergi ve haritaların saklandığı bodrum katına indiğini biliyorum. Kum Kitabı' nı nemli
raflardan birinde unutmak için, görevlilerin bir dikkatsizliğinden yararlandım. Koyduğum yüksekliğe ve kapıdan uzaklığına bakmamaya çalıştım.
Artık biraz yatıştım, ama Mexico Caddesi'nden geçmek bile istemiyorum.
Jorge Luis Borges -
13.
0@23 anamıza söv daha iyi
-
14.
0birbenvarsendesendeniceri dıbını inci gibsin
-
15.
0ey oğul am dediğin bir deridir iki ileri bir geridir adamı ikiyüzelli gıram eritir bin
-
16.
0
-
17.
0Martin Heidegger: Metafizik Nedir ?'denTümünü Göster
(Qu'est-ce que la Métaphysique?)
Hiçlik Olarak Varlık
Metafizik, sorguladığı varolanı, varolan olarak ve bütünüyle ele geçirmek için aşan sorudur. Hiçlik üzerine soru sorulduğunda, bu anlamda varolan bütünü içinde ele alındığı sürece aşılır.
Böylece bu soru, metafizik bir soru olarak gerçekleşmektedir. Bu tür soruların iki özelliğini vermiştik. Bir taraftan,
her metafizik soru metafiziğin tamdıbını kucaklamaktadır. Diğer taraftan her metafizik soruda, soru soran her varoluş sorunun içindedir ve içine alınmıştır.
(... )
Metafizik, Hiçlik üzerine, eski çağlardan beri, çeşitli anlamlara gelebilen şu tez içinde kendini ifade eder; ex nihilo nihil fit: hiçbir şeyden hiç birşey oluşmaz. Bu tezin tartışılması içinde, Hiçliğin kendisi hiçbir zaman sorun haline gelmemesine rağmen bu tez, her defasında Hiçliğe yöneltilen bu dikkatle, varolanın hangi kavrdıbının bu tezi oluşturduğunu ve yönelttiğini belirtir.
Antik metafizik, Hiçliği, varolmayan yani biçimlenmiş ve bunun sonucu bir fikri, "görünen şeyi" sunan bir varolan olarak kendiliğinden biçimlenemeyen biçimden yoksun madde şeklinde kabul eder. Varolan, olduğu gibi kendini biçiminin içinde
sunan ve kendiliğinden biçimlenen biçimdir. Bu varlık görüşünün kökeni, meşruiyeti ve sınırları Hiçliğin kendisinden daha fazla tartışılmaz.
Buna karşılık Hristiyan doğmacılığı "ex nihilo nihil fit" tezinin gerçekliğini yadsır: Hiçliğin anldıbını anlakda, Tanrısalın dışında varolanın temel yokluğu olarak değiştirir: ex nihilo fit-ens creatum (hiçten çıkar-yaratılmış varlık).
Bu şekilde hiçlik gerçek varolanın, "summum ens"in (en yüce varlık), ens incretum (yaratılmamış varlık) olarak Tanrı'nın karşıt kavramı haline gelir. Burada da hiçliğin yorumu, varolanın temel görüşünün ne olduğunu gösterir.
Ama varolanın metafizik tartışması Hiçlik üzerine tartışma ile aynı düzeydedir. Varlık ve Hiçlik'in sorularının her ikisi de sorulamazlar. işte bu sebepten, Tanrı Hiçlik'ten yaratıyorsa, Hiçlik'le bir ilişki kurabilmelidir'in bu güçlüğünden bile kaygı duyulmaz. Oysa Tanrı Tanrı ise, "Mutlak"ın kendiliğinden her varlık ekgibliğini kendi dışında bıraktığı doğru Tanrı Hiçliği tanıyamaz.
Tarihin bu genel anımsatılması, bize Hiçliği asıl varolanın karşıt kavramı yani değillemesi olarak gösterir. Ama Hiçlik şu veya bu yolla bizim için sorun olduğunda bu zıtlık ilişkisinin gördüğü sadece daha açık bir tanım değildir; bu varolanın, varlığı üzerindeki gerçek metafizik sorunun ilk uyanışıdır. Hiçlik varolanın belirsiz bir karşıtı olarak kalmaz, bu varolanın varlığını birleştiren olarak açığa çıkar.
"O halde saf Varlık ve saf Hiçlik özdeştirler". Hegel'in bu tezi doğruluğunu sürdürmektedir. Varlık ve Hiçlik karşılıklı olarak, -Düşünce'nin Hegel'yen kavramı tarafından ele alındığı şekliyle-bu ikisinin belirsizlikleriyle ve doğrudanlıkları ile uyuştuğu için değil, Varlığın kendisinin özünde sonlu olduğundan ve sadece, Hiçliğin içinde, varolanın dışından doğan varoluşun aşkınlığı içinde ortaya çıkışından dolayı birleşirler.
Varlık olarak varlık üzerine sorunun Metafiziğin kavrayıcı sorusu olduğu doğru ise, Hiçlik sorusu, metafiziğin tamdıbını çerçeveleyen bir yapıdan çıkar. Aynı zamanda, Hiçlik sorusu, bizi değillemenin kökeni sorununa zorladığı kadarıyla,
yani temelinde, Metafizikte "mantık"ın haklı egemenliğini zütürdüğü kadarıyla Metafiziğin tümünü baştan başa geçer. -
18.
0Samuel Beckett: Hiç için Metinler'den XIITümünü Göster
-XII-
Varolduğum yer, gideceğim, anımsanacağım, düşleneceğim yer bir kış gecesiydi, önemi yok bunun, inanıyordum kendime, inanıyordum kendim olduğuma, hayır, gerek kalmadı buna, başkaları var ya, nerede, başkalarının dünyasında, uzun ölümlü yollar üzerinde, göğün altında, bir sese sahip, hayır, gerek kalmadı,
hareket edecek güç de kalmadı arada sırada, başkaları, sahici olanlar hareket ediyorlar ya ama yeryüzünde, yeni bir ölüm, yeni bir uyanış süresince, burada bir şeyler değişsin de, bir değişim olsun da, doğumlar daha uzak olsun diye, ölümler daha uzak olsun diye, ya da bu anı ve düşlerle dolu fısıltının içinde ve dışında yeniden yaşama dönülsün diye beklerken.
Aysız, yıldızsız, ama aydınlık bir kış gecesi, görüyor bedenini, tüm önünü, önünün bir parçasını, ne aydınlatıyor bu olanaksız geceyi, bu olanaksız bedeni, onda anımsıyorum kendimi, sahici geceyi, sabahsız geceyi düşlüyorum, ve nasıl yarına çıkacağını, yarına nasıl katlanacağını, tanla birlikte yükselen güne; düne nasıl katlandıysa öyle katlanacak.
Ah biliyorum, ben değilim o, henüz değilim, eski bir savaşçı o, günlere ve gecelere alışık, ama unutuyor, beni düşünüyor, gerektiğinden çok düşünüyor, gün doğumuna daha çok var, belki de sonunda geldi güneşin bir daha doğmayacağı gün.
Söylediği bu işte, birazdan kendisinden ayrılacak sesiyle, belki bu gece; nasıl da aydınlık, diyor, nasıl geçireceğim yarınımı, dünümü nasıl geçirdimse, yarınımı da öyle geçireceğim, öf, işte bitti, sabaha daha çok var, kim konuşuyor benimle böyle, sanki yerini almışım gibi, yaşdıbına kastetmişim gibi kim yok sayıyor böyle beni, ah şu hiç kurtulamadığım utanç duygum engel oldu yaşamama, yaşamaktan duyduğum utanç engel oldu yaşamama, işte böyle, aynı saçmalıkları yineleyip duruyor, çenesi yüreğinde, kolları diz hizasında sallanıyor, gecenin içinde.
Beni onun içine, hala yaşayan onun içine, sürüklemeyi başaracaklar mı bakalım, benim anım ve düşüm bu, ama orada değil miyim uzun süredir, orada değil miydim oldum olası, bir zerre duyulan pişmanlık gibi; can çekişip duranın gizli tuttuğu gecem değil mi bu, duruşmadan kaçtığım davam değil mi bu; şuandan başlayarak ölene kadar varolabilmem için tek şansım elimdeki, peki böyle zırvalayan kim, öf, her yanda sesler, her yanda kulaklar var, biri konuşmaya ara vermeden, Kim konuşuyor, diyor, biri işitiyor, dilsiz biri, herkesten uzakta hiçbir şey anlamıyor, her yana dağılmış bedenler, eğilmişler, yerinde duruyorlar, umutlarımın yeşerdiği yerde, umutlarımın sıfırlandığı yerde, şu ilk gelenden farksız.
Kimse beklemeyecek, o da, ötekiler de beklemeyecek, kimse ben onun içinde yaşayayım diye, onunla birlikte öleyim diye beklemedi hiç, ama acele edin, tümü de ölüyor, Hadi çabuk ölelim, çabuk, o olmadan, yaşadığımız gibi, daha çok gecikmeden, yaşadıklarımız elimizden alınmadan, diyerek. Şimdi geldik ötekine, doğal bu, beni başarısızca üstlenmeye çalışarak, kendini başarısızca silmeye çalışarak saçmalayıp duran, şu son öteki konusunda, sayıdan da, kişilikten de yoksun, terk edilmiş varlığı ilgi odağımız olan öteki konusunda hiçbir şey söylenemez.
Bakın üçüne de güzel bire indirgendi, hem de hiçten farksız bir bire. Öyleyse, zamanı geldi, dememi bekliyorlar, yeryüzü bu işte, artık yitirmekte olduğum bana verilmiş olan beynim, yüreğim gibi organlarım, onları yitirir yitirmez bir başkasına ait olacak, çok teşekkür ederim;burada ona böylesine sıkı sözler ettirildiğini işitince, gülüyor, varolmayan bilgeliğin sessiz gülüşüyle, düşkünleşmeye başladınız, itiraf edin bunu, bigiblete binmeye başlayacaksınız sonunda.
Muhasebeciler korosu bu, tek bir kişiymişcesine söylüyorlar düşüncelerini, onlara katılacaklar var ayrıca, yeryüzündeki tüm insanlar bile yetmeyecek, milyarların bitiminde gereksinme duyuyorsunuz bir tanrıya, varlığına tanıklık edilmeyen her şeyin tanığına, her şeyin berbat olması nasıl da mutluluk verici, hiç bir şeyin hiçbir zaman olmaması, yaşamasız sözcüklerden başka varolan bir şeyin olmaması. -
19.
0Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden DüşünürkenTümünü Göster
Kültür endüstrisi terimi yanılmıyorsam ilk defa 1947'de, Amsterdam'da Horkheimer'la birlikte yayımladığımız Aydınlanmanın Diyalektiği'nde kullanıldı.
Müsveddelerde “kitle kültürü” terimini kullanmıştık. Fakat daha sonra, yandaşlarının işine gelecek yorumları dışarıda bırakmak amacıyla kitle kültürü yerine “kültür endüstrisi” terimini kullanmayı uygun bulduk; ne de olsa onun, kitlelerden kendiliğinden çıkan bir kültür sorunu olduğunu ortaya atabilirler, onu popüler sanatın çağdaş formu sayabilirlerdi ki bu ikincisinin kültür endüstrisinden kesin olarak ayırt edilmesi gerekir. Kültür endüstrisi eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirir.
Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve büyük ölçüde o tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm sektörlerde az çok bir plana göre üretilir. Tüm sektörler yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbirinin açıklarını kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluştururlar. Bunu olanaklı kılan sadece çağdaş teknik olanaklar değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel yoğunlaşmadır. Kültür endüstrisi kasıtlı olarak tüketicileri kendisine uydurur.
Binyıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat düzeylerini, her ikisinin de zararına bir araya gelmeye zorlar. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki spekülasyonlarla yok edilirken, düşük sanatın önemi de, (toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece) içinde barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni sınırlamalarla yok edilmektedir. Böylece, kültür endüstrisi yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve bilinçaltını yönlendiriyor olmasına rağmen, kitleler birincil değil, ikincil role düşerler ve hesaplanabilir nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici, kültür endüstrisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi hükmedici ya da özne değil, aksine nesnedir. Özellikle kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle iletişim araçları terimi, vurguyu nispeten zararsız bir alana kaydırmakta çok işe yaramıştır. Gerçekte ne öncelikle kitlelerle, ne de iletişim tekniklerinin gelişimiyle bir ilgisi vardır, aksine onları dolduran ruhla, sahiplerinin sesiyle ilişkilidir. Kültür endüstrisi kitlelerle ilişkisini kötüye kullanarak, verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya ve güçlendirmeye çalışır. Her ne kadar kültür endüstrisi kitlelere uyum sağlamadan varolamayacak olsa da, kitleler onun ölçütü değil ideolojisidir.
Brecht ve Suhrkamp'ın otuz yıl önce ifade ettiği gibi, endüstrinin kültürel malları, özgül içerikleri ve yapılarındaki uyuma göre değil, piyasada gerçekleşen değerlerine göre yönetilir. Tüm kültür endüstrisi pratiği, kâr güdüsünü dolaysız olarak kültürel formlara aktarır. Bu kültürel formlar piyasaya sürülen mallar olarak yaratıcılarının geçimini sağlamaya başladığından beri zaten bu niteliğe kısmen sahipti. Fakat o sırada kâr arayışı dolaylıydı, sanat eserinin bağımsız özünün ötesindeydi. Kültür endüstrisinde yeni olan, en tipik ürünlerindeki kesin ve iyi hesaplanmış faydanın dolaysız ve saklanmayan önceliğidir. Asla ve asla bütünüyle baskın çıkamayan ve daima çeşitli etkilerle biçimlenen sanat eserinin özerkliği, kültür endüstrisi tarafından, denetim mekanizmasının iradesi dahilinde ya da dışında, bilinçli bir biçimde ortadan kaldırılır. Bu anlamda denetim mekanizması sadece iktidarı ellerinde bulunduranları değil, verilen talimatları yerine getirenleri de kapsar. Ekonomik terimlerle konuşacak olursak, bu güruh ekonomik anlamda en gelişmiş ülkelerde sermaye için yeni olanakların arayışı içindedir.
Eski olanaklar, kültür endüstrisini her yerde hazır ve nazır bir fenomen olarak mümkün kılan yoğunlaşma sürecinin sonucunda gittikçe daha güvenilmez bir hale gelmiştir. Gerçek anlamda kültür, yalnızca kendisini insanlara uydurmakla kalmıyor, bunu yaparken aynı anda içinde yaşadıkları taşlaşmış ilişkilere bir karşı koyuşla onları onurlandırıyordu.
Oysa bugün, kültür bu taşlaşmış ilişkilerin içinde çözünmüş ve onlarla bütünleşmiş olduğundan, insanlık onurunu bir kez daha yitirmiştir; kültür endüstrisinin tipik kültürel varlıkları artık diğer niteliklerinin yanında mal niteliğini taşımaz, bütünüyle mala dönüşmüştür. Bu niceliksel değişim o kadar etkilidir ki yepyeni bir fenomen ortaya çıkarmıştır.
Sonuçta, kültür endüstrisinin, kökeninde yatan kâr güdüsü ideolojisini dört bir yana saçmasına bile gerek kalmamıştır. Bizzat kâr güdüsü onun ideolojisinin nesnesi haline gelmiş ve her koşulda yerine getirilmesi gereken, kültürel malların satılma zorunluluğundan bile bağımsızlaşmıştır.
Kültür endüstrisi birer birer şirketlerden ya da satılabilir nesnelerden bağımsız olarak halkla ilişkilere, kendi başına “itibar” üretimine yönelmiştir. Böylelikle ortaya de facto bir uzlaşma, tüm dünya için üretilen reklamlar çıkmış ve kültür endüstrisinin her ürünü kendi kendisinin reklamı haline gelmiştir.
Yine de, edebiyatın bir mala dönüşme sürecine damgasını vuran karakteristikler korunmaktadır. Her şeyden önce, kültür endüstrisinin bir ontolojisi, örneğin onyedinci yüzyıl sonu ve onsekizinci yüzyıl başı ticari ingiliz romanlarından kolayca çıkarılabilecek tutucu nitelikte temel kategorilerden oluşan bir yapısı vardır. Kültür endüstrisinde ilerleme olarak gösterilen, sürekli yeni diye yüceltilen her şey, başsız-sonsuz bir aynılığı gizlemektedir; bu bağlamda değişimler, kültüre ilk egemen olduğu günden beri kâr güdüsü ne kadar değiştiyse o kadar değişmiş olan bir iskeleti maskelemektedir. -
20.
0Albert Camus: Sisyphos SöyleniTümünü Göster
Tanrılar Sisyphos'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkum etmişlerdi; Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı.
Homeros'a bakılırsa, Sisyphos ölümlülerin en bilgesi, en uyanığıydı. Başka bir söylentiye göre de haydutluğa eğilim gösteriyordu. Ben bunda bir çelişki görmüyorum. Ruhlar dünyasının yararsız işçisi olmasına yol açan nedenler konusunda kanılar farklı.
ilkin tanrıları biraz hafife alması başına kakılıyor. Onların gizlerini açığa vurmuştu. Jüpiter, Asope'un kızı Egine'yi kaçırır. Kızın babası bu kayboluşa şaşar, Sisyphos'a dert yanar. Bu kaçırmayı bilen Sisyphos, Korent kalesine su vermesi koşuluyla Asope'a bilgi vereceğini söyler. Suyu tanrıların öfkesine rağmen yeğ tutmuştur. Ruhlar ülkesinde bundan dolayı cezalandırılır. Homeros bize Sisyphos'un Ölüm'ü zincire vurduğunu da anlatır. Pluton ülkesini ıssız ve sessiz görmeye katlanamaz. Savaş tanrısını yollar, o da Ölüm'ü kendisini yenenin elinden kurtarır.
Sisyphos'un ölmek üzereyken, önlemsizlik edip karısının aşkını denemek istediği de söylenir. Cesedini alanın ortasına atmasını ister. Sisyphos kendisini ruhlar ülkesinde bulur ve burada insan aşkına öylesine karşıt olan bu söz dinlemeye kızar, karısını cezalandırmak üzere yeryüzüne dönmek için Pluton'dan izin alır. Ama bu Dünya'nın yüzünü yeniden görünce, suyu ve güneşi, sıcak taşları ve denizi tadınca, ruhlar ülkesinin karanlığına dönmek istemez artık. Çağırmalar, öfkeler, gözdağları, hepsi boşa gider. Daha birçok yıllar, körfezin eğrisi, pırıl pırıl deniz ve yeryüzünün gülümsemeleri karşısında yaşar. Tanrıların bir karar vermesi gerekmektedir. Mercure gelip pervasızın yakasına yapışır, sevinçlerinden kopararak zorla ruhlar ülkesine zütürür onu, burada kayası hazırdır.
Sisyphos'un absürt kahraman olduğu şimdiden anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar sıkıntısıyla da absürtdür. Tanrıları hor görmesi, ölüme kin duyması, yaşam tutkusu, tüm varlığı, hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu anlatılmaz işkenceye mal olur. Yeryüzünün tutkuları için ödenmesi gereken pahadır bu. Ruhlar ülkesindeki Sisyphos konusunda hiçbir şey söylenmez bize. Söylenenler imge gücümüzle canlandırılmak için yaratılmıştır. Burada yalnız kocaman taşı kaldırmak, yuvarlamak, yüz kez yeniden başlanan bir yokuşu tırmanmasını söylemek için gerilmiş bedenin tüm çabası görülür; kırışmış yüz, taşa bastırılmış yanak, balçık kaplı kitleyi yüklenen bir omzun, onu indiren bir ayağın desteği, kollarla yeniden toparlama, toprağa batmış iki elin tümüyle insansı güveni görülür. Göksüz uzamla, derinlikten yoksun zamanla ölçülen bu uzun çabanın en sonunda, amaca ulaşılmıştır. Sisyphos o zaman taşın birkaç saniyede bu aşağı dünyaya inişine bakar, yeniden tepelere doğru çıkarmak gerekecektir onu. Gene ovaya iner.
Sisyphos bu dönüş, bu duruş sırasında ilgilendirir beni. Böylesine taşlarla didinen bir yüz, taşın kendisidir şimdiden! Bu adamın ağır ama eşit adımlarla sonunu göremeyeceği sıkıntıya doğru inişi gözlerimin önüne geliyor. Bu saat, bir soluk alışı andıran, tıpkı yıkımı gibi şaşmaz bir biçimde geri gelen bu saat, bilincin saatidir. Tepelerden ayrıldığı, yavaş yavaş tanrıların inlerine doğru gömüldüğü saniyelerinin her birinde, yazgısının üstündedir. Kayasından daha güçlüdür.
Bu söylen 'trajik'se, kahraman bilinçli olduğu içindir. Gerçekten de, her adımda başarma umuduyla desteklenseydi, neden kederli olacaktı? Bugünün işçisi yaşdıbının tüm günlerinde aynı işlerde çalışır, bu yazgı da absürtlükte bundan aşağı kalmaz. Ama ancak bilinçli olduğu ender anlarda 'trajik'tir. Sisyphos, tanrıların paryası, güçsüz ve ayaklanmış Sisyphos, düşkün durumunun tüm enginliğini bilir: inişi sırasında bunu düşünür. Bunalımını oluşturan açık görüşlülük aynı zamanda yengisini de tüketir. Horgörünün aşamadığı yazgı yoktur.
Kimi günlerde dönüş böyle acı içinde geçiyorsa, sevinç içinde de geçebilir. Bu sözcük fazla değil. Gene Sisyphos'u kayasına dönerken getiriyorum gözlerimin önüne, acı başlangıçtaydı. Yeryüzünün görüntüleri usa fazla takıldığı zaman, insanın yüreğinde keder yükselir: kayanın yengisidir bu, kayanın ta kendisidir. Bunlar da bizim Gethsemani gecelerimizdir. Ama ezici gerçekler tanındılar mı yok olurlar. Böylece Oidipus da ilkin yazgıya bilmeden boyun eğer. Bildiği andan sonra, trajedyası başlar. Ama aynı anda, kör ve umutsuz durumda, kendisini dünyaya bağlayan tek elin bir genç kızın eli olduğunu anlar. Ölçüsüz bir söz çınlar o zaman: 'Bunca acı deneyimime karşın, ilerlemiş yaşım ve ruh büyüklüğüm her şeyin iyi olduğu yargısına zütürüyor beni.' Dostoyevski'nin Kirilov'u gibi Sofokles'in Oidipus'u da absürt yenginin formülünü verir böylece. ilkçağ bilgeliği çağdaş kahramanlıkla birleşir.
Bir mutluluk kitabı yazma isteğine kapılmadıkça, absürdü bulamaz insan. 'Daha neler! Böylesine dar yollardan mı..' Ama bir tek dünya var yalnızca. Mutluluk ve absürt aynı yeryüzünün iki oğlu. Birbirlerinden ayrılamazlar. Yanlışlık mutluluğun ille de absürdün bulunuşundan doğduğunu söylemek olur. 'Her şeyin iyi olduğu yargısına varıyorum,' der Oidipus, bu söz kutsaldır. insanın vahşi ve sinirli evreninde çınlar. Her şeyin tükenmediğini, tüketilmediğini öğretir. Bu dünyaya doyumsuzluğumuz ve yararsız acılardan hoşlanmamız yüzünden gelmiş bir tanrıyı kovar bu dünyadan. Yazgıyı bir insan işi yapar, insanlar arasında sonuçlandırılacak bir işe dönüştürür.
Sisyphos'un tüm sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir. Aynı biçimde, absürt insan da sıkıntısı üzerinde gözleme başladığı zaman, tüm putları susturur. Birdenbire sessizliğine bırakılmış evrende, yeryüzünün binlerce hafif, hayran sesi yükselir. Bilinçsiz ve gizli seslenişler, tüm yüzlerin çağrıları, bunlar işin kaçınılmaz ters yüzü ve yenginin pahasıdır. Gölgesiz güneş yoktur. Ve geceyi tanımak gerektir. Absürt insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık. Kişisel bir yazgı varsa, üstün alınyazısı yoktur, hiç değilse tek bir alınyazısı vardır, onu da kaçınılmaz bulur ve küçümser. Gerisine gelince, günlerini istediği gibi geçireceğini bilir. insanın kendi yaşdıbına yöneldiği bu yüce anda, Sisyphos, kayasına dönerken, kendisince yaratılan, belleğinin bakışı altında birleşen, hemen sonra da ölümüyle kapanan yazgısı olan bu bağımsız eylemler dizisini seyreder. Böylece, insansal olan her şeyin tümüyle insan kaynaklı olduğunu gösterir, görmek isteyen ve karanlığın sonu olmadığını bilen kördür, hep yürümektedir. Kaya hala yuvarlanır durur.
Sisyphos'u dağın eteğinde bırakıyorum! Kişi yükünü eninde sonunda bulur. Ama Sisyphos tanrıları yadsıyan ve kayaları kaldıran üstün sadıklığı öğretir. O da her şeyin iyi olduğu yargısına varır. Bundan böyle, efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür, ne de değersiz. Bu taşın ufacık parçalarının her biri, bu karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphos'u mutlu olarak tasarlamak gerekir.
-
hayvannseverkıız
-
ibretlik kayra editt
-
31spora sövesim gelmiyor aga artık
-
yaklaşık 260 bin tl kanzi
-
google a deutçland kasap mı yazdın
-
melek goz sentenza günlük mesai
-
andrew tate den nasyonel sosyalizm yorumu
-
bu davulu kim buldu ya
-
hayat artığı spor yapıyor
-
kontrolsüz öfke beni yalnızlaştırdı
-
sözlüğün bittini teyit için bugün noter gelicek
-
efso sac trasi amg
-
şu adama yazık
-
deyyusu kebir o kedi senin sorumsuzluğun yüzünden
-
idollerim sıralı liste
-
varmı bir sorun ben murat kurum
-
whatsapptan ppsi böyle olan bi kız mesaj atmış
-
yeni oyunum penis traşlatma oyunu
-
o sinsi sinsi eksi atan
-
bana yarım saat masaj yapana
-
kertip ile tertip gibişmiş ortaya
-
bu chia tohumu hani midede tokluk veriyordu
-
incici gibiyorum istanbulda
-
ağlayabilmek isterdim
-
keşke maxosman gibi olabilsem
-
köpek maması yiyip köpek kulübesinde yatarım
-
cuf cuf hocayıı izleyince gülmekten sıçacaksıniz
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 02 02 2025
-
memet ali erbilden tebessüm ettiren latife
-
10 yıldır protez taşak takıyorumm
- / 2