0
aha da bu, okuyan okur. uğraştım amk. yorumunuzu merak ettim gececi çükler.
beyaz fil'i ben sevmedim, beyaz fil'i kimse sevmedi.
büyük şehirlerin avantajlarını saymakla işe başlarsam, küçük şehrin dezavantajlarını sıralamış olurum. o yüzden küçük şehrin dezavantajlarından başlayıyorum. küçük şehrin dezavantajları şunlardır: küçük şehrin insanı büyüyemez.
cuma namazından çıktıktan sonra her seferinde aynı şeyi düşünüyorum. "allah yardımlarınızı kabul etsin" den sonra sesli bir şekilde "amin" diyen insanlar da benim gibi her seferinde pişman olup hiç bir dua'ya amin demezken; sadece dünyevi olan tek duaya mı amin diyor? onların ki de kibirden mi? bu sorunun cevabını hiç kimse bilmiyor. sanırım bu düşüncelerle yola çıktığım için günün geri kalanı simsiyahtı. her ne kadar hayatımın en tahlihsiz gününü yaşasam da aklımda kalan şeylerin neredeyse tamamı talihsiz günler olur benim. o yüzden o güne hayatımın en değerli günlerinden biri diyebilirim. silik bir geçmiş, siyah bir geleceğin habercisidir. siyah bir geçmişinse geleceği olmaz. siyah bir geçmişi olan her insan geçmişinde yaşar. bu günü yaşayamaz, aidiyet ona çok uzak olur. her anını günlerce geriden yaşar. kopuk..
onunla tanışma hikayemizi anlatacak değilim. sizin dinlemek istediğiniz çekilen acılar, ayrılık dönemindeki yaşanan diyaloglar zaten. hem merhabaların farklı kombinasyonlarını kim neden dinlemek istesin ki? şuradan gireyim: kendisi hakkında fikri olmayan insanlar, kendileri dışındaki her şeyi etraflıca düşünebilirler. sanırım onun da en sevdiğim yanı bu oldu zamanla. kendisinden kopuktu, bir kere bunu soracak olduğumda konuyu değiştirip reenkarnasyonun mantıklı kısımlarını izah etmişti bana. o, bundan korkacak biri değil ama reenkarnasyon konusunda başarılıydı. hala küçük şehir insanı olmasına yoruyorum kendisinden kaçmasını.
bu söylediklerim benim en büyük yalanlarımdan biri olabilir. hiç bir zaman kişilik analizlerine göre arkadaşlık eden, felsefe denen melankolik uğraşlara kafa yoran bi insan olmadım. kız arkadaşlarımı seçerken dahi karakter kelimesini aklımın ucundan bile geçirmedim ben. bir kadının bir erkeği etkileme sürecinde sahip olması gereken son şey oturmuş bir kişiliktir. bunu bilmek ve düşünmek kendime yaptığım en büyük iyilik oldu . hem ne demişti şah ve sultan'da ? sevgi beğenmenin devamı değil miydi? eğer göz beğendiyse gönül sevmez miydi?
onunla benim birlikte olduğumuz süre bu birlikteliği tüm bu saydıklarımdan ayrı yürüdü. ne o benim sakin ve geniş bi insan olmamla ilgileniyordu, ne de ben onun ölmüş annesinden kalan izleriyle. ne ben kapıcı çocuğu olsaydım o benimle birlikte olurdu, ne onun parlak deklanşörleri olmasaydı ben onunla olurdum. ikimiz de bunun farkındaydık; işin en keyifli tarafı da buydu.
on yaşında falandım sanırım, dedem winston pakedini çıkarır çıkarmaz heyecanlı bi sesle ona "aa, annem de bundan içiyor" demiştim. "yemediği bi o tak kalmıştı zaten" demişti bana. ama benim yediğim taklar bu kadar küçük olmadı. dünyanın en temiz insanından dünyanın en kirli yanıtlarını almakla içindeki tüm o boşluktan, tüm olmamışlıklardan soğumuştum. "ilişkimizden bahsettiği" bile olmuştu son zamanlarda. sanırım bu da onun en büyük hatası oldu.
beyaz fil'le ilgili hiç bir şey hatırlamıyorum. aklımda kalan tek şey beyaz fil'in küçük şehir insan yuvası olduğudur.
olmamış şehrin olmamış insanı, çok özeldin. mesai saatinde.