1. 105.
    0
    tabi taşşak geçiyolardı sen ne sandın yarragam
    ···
  2. 104.
    0
    prens neyapması gerektiğini birkaç hafta düşüne dururken talath'lılar karargah çevresine sıra sıra kışlalar kurmuş , kıyıya iskeleler dikmişti... prens bu durumu fe'ye danışmaya karar vererek onun yanına vardı ve krala anlattığı gibi bildirdi herşeyi.fe talath süvarilerine karşıttı ve kardeşine açık ve ciddi bir sesle seslendi."sevgili kardeşim , talath süvarileri olmadanda koruyabileceğimiz bir adayı onların kalabalığı ve kanunlarıyla yürütmek... "ağzından sadece bunlar çıkmıştı ama sonrasında elini kardeşinin sırtına koyan fe "kardeşim! onları bu adadan savmaksa arzuladığın... ozaman hamiyerimdeki askerler ve benliğim herzaman yanındadır... " fighuan bu sözler üzerine tahtdan çok ülkesine odaklanmıştı ve son kararından önce diyer kardeşine danışmaya karar verdi.
    şehrin icra kışlalarında bulmuştu fingon'u ve ona danışmak üzere olanları tek tek anlattı , bukez hiç bir yalan yoktu sözlerinde... fingon olayların bir tarafını zaten duymuştu önceden , sığ elçilerden nice haber gelmişti kulağına. fingon kardeşini hiddetle kınadı , "demek taht kavgamız adına halkını pis talath'lılara bırakmayı seçtin! sana , kardeşime artık güvencim olamaz!"demişti. ve kışladan uzaklaşarak karanlıkta kayboldu...
    prens ikinci yarasınıda almıştı bu olayla ilgili...
    ···
  3. 103.
    -1
    birgün kuzey limanlarında bir talath birliği demir attı ve komutan john eşliğinde koca bir birlik eski talath karargahına yerleşti , takrar tamirleri yaptı ve kraldan izinsiz talath adaya indi. bu haber kralın kulaklarına gelmişti , hiddet içinde kargılı asker birlikleriyle birlikte prens fighuan'ı talath süvarilerinin peşine göderdi. prens babasına ne yapması gerektiğini sorduğunda tek cevabı onları kovması olmuştu.feb asla sevmemişti talathlıları , onlar belaydı başına. geçen yıllarda yaşanan saygısızlıklar ve korsanların tağruzlarına karşılık feb yeni bir sayfa açmıştı hayata. bunun üzerine şehri terk etti prens ve kuzey yollarını izleyerek atını ırak ormanlardan geçirdi. peşindeki kargı birlikleri sıra sıra izledi prensi ve onun izinde doğu-batı arasındaki avşar yolundan geçti ve yol boyunca karşılaştıkları tekşey vahşi hayvanlar ve gizemli gezginler oldu.ama onlar at sürmeye devam ederek bir hafta içersinde sığ ovaları aşarak batı ormanlarına girdiler , ormandaki patikayı terkederek kuzey batıya tekrar at sürdüklerinde talath surları gözüküverdi ormanın dışında , ufukta. prens anlamsızca sur duvarlarına kadar geldi ve borusunu beyaz duvarların ardından üfledi. keskin gürültü uvarların arksına saklanmış karargaha öyle şiddetli gelmiştiki karargah şiddetle koca bir borazan üflettiler.
    ve bu cenk haberiydi , prens sinir içinde ordusunu peşine takarak surları dolandı ve kapıya geldi. atından inerek kapılara varıp o asil borusunu tekrar üfledi.ve onun peşi sıra kargılı askerlede çaldılar keçi boynuzu boruları... tellalların izinde prens karargaha seslendi "haksız ve izinsiz geldiğiniz topraklarınızı terketmenizi istiyoruz!!!". ve kapının arkasındaki gözcü kulelerinden talath'ın ak şapkasını giyen birkaç baş belirdi , rüzgarlı ama güneşli havada ağır kapı aralanarak içeriden bir elçi gönderildi. talath şapkasının altında iri bir vücuda sahipti , prense vararak "komutan john buraları terketmeyeceğini söylüyor! gidin ve bu toprakları rahat bırakın dedi!". prens duyduklarına şok olmuştu "bu topraklar talath ırzımın değil! bize aittir." demesiyle elçiye zaman bile bırakmadan ak kılıcını savurdu üzerine. elçi bir hamlede prensin ayak dibine yığılarak can vermişti. kargılı askerlerden sıra sıra yüksek bir nara koptu busefer. ama kapılar çabucak kapatıdı , gözcü kulesinden ateş açıldı. ateşe karşılık havada birkaç mırzak uçuşmuştu ama gerideki büyük at kişnemeleri ve düşenlerin ardında kalan toz bulutları vardı... bunun üzerine prens ve talath süvarileri sert bir savaşa tutuştular , ilk çarpışma karargahtan çıkıp hisara fırlıyan talathlılarla oldu. prens ve ordusu bu birlikleri önlerine katarak kapıya kadar çok az hasarla geldiler. talath süvarileri düştüğü sırada kapılar prens'in ikinci bir boru öttürmesiyle açılıverdi. talath'lılar ellerinde arbalet baş baş bekliyolardı kapının ardında ve karargahın önünde. aralarından çıkan komutan ilkönce kılıçlı talath süvarilerine baktı ve sert bir nara attı. talath süvarileri sevinç içinde bağırıştılar. komutan tekrar prense ve askelerine döndüğünde."sevgili prens ve ülkemizin varisi fighuan. bırakında bize ait olan sınırları koruyalım , karşılığında bu karargahı evimiz yapalım... "dedi ama sözü daha bitmemişti , kıza bir nefes çekip uzunca soludu ve diz çökerek prens'e saygı sundu."prens'imizin gelecekte yapacağı taht yarışında kendisine tüm desteğini verdiğimizi bilsin... " prens birden heycanlanmış ve geleceğini düşünmüştü , kardeşleriyle taht için yarışması ve babasının gözünde layık bir kral gibi gözükmeliydi... bir an tereddüte girdi arkasındaki askerlere geri çekilmelerini tembihliyen bir işaret yaparak talath'ın cesetlerini ezerek geriye çekildi."komudan john! bu konuyu babama tekrar danışıcağım... "... ve atlar tekrar koşturdu boydan boya adayı ve tekrar geçildi avşar yolundan agun tepesine tüm yolları. batı ormanlarında bir elde pala bir elde kamçı koşturuldu , nice hayvana karşı kargılar çekildi sırtlardan. neyseki haftalar sonra varıldı şehre ve prens doğruca kralın huzuruna getirildi. sarayın gök hutbesinde saf bir odaydı burası karşıda koca bir taht ve üzürende iri yarı bir kral oturmaktaydı. prens diz çökerek krala kendi hislerini saklayarak olanları anlattı. konuşmalar ve olaylarda biraz yalan payı eklenmişti onun tarafından. kral bu sözleri "hmm! , hum.." makarasınyla dinledi ve prense "oğlum!"dedi."gönlün ne yeğlerse onu yap. belki yarınlarda yeni kral olursun ve o gün tecrübenle çıkarsın tahta... " ve prensi odasından savdı...
    Tümünü Göster
    ···
  4. 102.
    0
    hurinin babası sayfayı gibtin attın lan
    ···
  5. 101.
    -1
    sendo adasının kuzey geçitlerinde bir ülkeydi burası , pusulanın göstereceği her bölgeyi kusursuz bir mimariyle tasarlamışlardı. talath'ın pekte rast gelmediği geniş ve verimli olan bu adanın kralıysa feb ve oğullarıydı. prens fe , fighuan ve fingon...
    adanın kuş uçmaz kuytularından ortaya kadar uzayan han yolları doğuya doğru bir liman kıyısına bağlanır ve kuzey sahillerine kadar ulaşırdı bu limanlar. batıya doğru ormanlık arazılarle doluşmuştu , burada eski ve yıkıntı bir talath karargahı kurulmuştu. daha sonra kral feb bu karargahı yıktırarak talath süvarilerini adasından uzaklaştırmıştı. batının doğuya doğru uzandığı , ormanları keserek uzayan geniş bir patıka , avşar yolundan kuzeyin sığ yolcuklarına kadar kaplayan alanın ortasında ise şehir bulunurdu. zayıf surlarla çevrelense bile şık bir tasarıma evsahipliği yapan geniş sehirim içinde nice ev vardı. evlerin arasından gözcü kullerine doğru surlar kuruluydu ve surların doğduğun yerde dev saray vardı.feb ve karısı akshema bu sarayda yaşarlardı...
    ···
  6. 100.
    0
    @100 gibi tutmuş durumdayım
    ···
  7. 99.
    0
    huri tam bi trollsün dıbına koyim
    ···
  8. 98.
    0
    özet geçersen kaparsın şukunu
    ···
  9. 97.
    0
    sonra bekle bekle kızdan tık yok. okul adından falan facebookta bulmaya çalıştım yok ikisi de dedim vay amk kafa buldular heralde. hala da mesaj gelmedi. ama aklımdan çıkıyo lan binler. şimdi size bikaç sorum var. sizce nolmuştur lan? kız numarayı yanlış mı kaydetti? yanlış kıza yazıldım diye mi gibi tuttum? ya da baştandır taşşak mı geçiyolardı?
    ···
  10. 96.
    0
    sonra işte neyse abi gittik kampüsteyiz gözlerime inanamadım kanka tuğbanın baldırına kene yapışmış ben onu çıkardım işte kız öptü falan abi aslında önemli şeyler değil bunlar 2 tane tost aldık akşam halı saha maçı vardı onu konuştuk ya
    ···
  11. 95.
    0
    BENiM HiKAYEDE BiTi BEYLER DAHASINI YAZAMADIM
    ···
  12. 94.
    +1
    ak ülkeni̇n haberleri̇

    kısa zamanda hanselin baygın bedeni bulundu , uzun zaman kovuğa hiçbir örümcekte uğramamıstı.i̇ki büyücü hayatta kalan sayılı kurbanları ve hanse'li toplayarak çıktılar. diyer büyücünün bulduğu başka bir giriş çıkış mevcuttu , daha geniş salonlardan geçiyordu burası ve bunedenle dönüş için burayı kullandılar.su başına doğru iki büyücünün izinde yaralılar zütürüldü. çoğu baygında olsa bir kaçı halen ayakları üzerinde durabiliyordu.yol boyunca kısa kısa fısıldaştı bu iki büyücü , garip sorular soruldu ve tartışmalar iki kulak arasında yaşandı.ve tüm bunların izinde subaşının bulunması zor oldu , simyacı yolda eşyalarını geri toplama fırsatıda elde etmişti. yaralılar su başında yatırıldı , elegram'ın aydınlattığı alanda yaklaşık iki saat dinlendiler. sularını içtiler ve orada daha önce öldürülen örümceklerin zalim bedenlerini yaktılar. gerçekten korkunç bir koku yaymıştı cesetlerden tüten alev ama oarada bekleme mecburiyetleri vardı...

    "neden buradasın?"diye sordu simyacı.
    "haha! özel bir nedenim yok , elluim'e yol alıyorum."dedi büyücü
    "armor endeb'ten geliyorum , peki ya sen nereye gidiyorsun."dedi.
    "aydüşen... "dedi simyacı.

    gece ve sonraki geceler burada beklediler , birkaç yaralı(3 insan 1 elf ve 2 cüce) ve hansel artık iyileşmişti.ama diyerleri(12 kadar insan ve 3 goblin) örümceklerin zehirine ve uzun zamandır yaralarının şifa bulamaması sebebiyle yenig düşüp can verdiler. erzaklar bitme derecesindeydi , artık iki kişiye bile yetmeyen yemekler tam tdıbına sekiz aç boğazı doyurmak zorundaydı. mağranın diyer kapısına su başından ayrılarak yola çıktılar. uzun bir yoldu ve herkez aç kalmıştı , bir lokmadan azdı yedikleri...
    mağranın dipsiz çukurları uzun bir yol sonunda kendini ileriden parlayan ışık hüzmesiyle aydınlatıverdi.bu kurtuluşa ve huzura işaretti , mağradan ayrılmalarıyla birlikte yakın ormana çok kısa bir mesafeleri kalacaktı.
    sonuçta varacaklarını bildiklerinden dahada yavaşladılar , mağranın güvenli olduğuna inandırıyorlardı kendilerini. haklıydılar! ne bir trol nede bir goblin sürüsü burada yaşamaya gönül verirdi. çünkü onları afiyetle yiyecek sinsi eklembacaklar kol gezerdi burada ve hiç olmasa acıkmış bir ejderhanın lokmaları olmamaya gönüllüydüler...

    simyacı yolda ilerlerken "dediğin üzere armor endeb'den gelmişsin"dedi.
    "evet... "
    "orada ne işin vardı"
    "ak tepeden oraya geçtim , ve bu nedenle armor endeb'deydim."dedi.
    simyacı ak ülkenin lafını duyunca güzleri faltaşı gibi açıldı."haber taşırsın galiba"
    "evet."
    "söyle bakalım yedi kavmin bekçisi... elluim'e ne haberler taşırsın?"dedi simyacı.
    "pek birşey yok , onuncu tepede hala kükreyen bir güç var.."
    "onuncu tepe hakkında ne senin nede benim bir bilgim var."
    "bunu zaman gösterecek... "

    çıkınların taş suretlerinde uzunca ilerlediler , umduklarına göre akşama doğru yakın ormanın doğusuna varacak gibiydiler. yolda üç kez dinlenmişlerdi ve bu sürede yiyecekleri bitmiş , aceleyle doldurulmuş tulumbalarda su bitmişti. aslına bakılırsa yanlarında gelen 5 kişi hakkında bilgi vermem gerekiyor.2(hansel katıldığında 3 oluyordu) insan vardı kafilede , adları legon ve melagon'du onlarla gelen elfle birlikte dorkduk kreigh'e yol almaktaydılar ama ejderha çıkınlarında zorlu bir zaman geçirdiler. yaşlı bir ejderhanın kovaladığı zeminde örümceklerin tuzağına düşmüşlerdi. diyer cücelerden biri için bahsedecek olursak o armor endeb'deki sıradan bir demirci dükkanında çalışan biriydi. adı lefn'dir. örümceklere yakalanmadan önce elluimden getirdiği nice malzemesi vardı ama artık sadece yanında taşıdıklarıyla yetinebilirdi. öteki cüceden konu açılırsa o ejderhanın gazabından kaçabilmiş tekti. çünkü üç gün önce armor endeb'e düzenlenecek bir saldırı için gönderilen thoren cücelerinin ordusundaki bir askerdi. geceleyin ejderha çıkınlarından geçtiler , ejderhaların gazabına uğradıklarında sadece gollem kurtulmuş ancak oda pis örümceklerin avı oluvermişti... çünkü bambaşka bir kıtada yaşayan thoren cüceleri ile armor endeb insanları arasında büyük bir savaş süregelmekteydi. herneyse konuya dönelim...

    akşama doğru ufukta koyu renkli ağaçlar belirmişti , gölge dağın ardına çekilirken orman hayal meyal gözüküyordu...
    Tümünü Göster
    ···
  13. 93.
    0
    anlat aga heyecanlı oluyo
    ···
  14. 92.
    0
    simyacı herkez etrafa uçuştuğunda kılıcı elinden atarak alel acele örümcek ağlarını yırttı. bağzı kurbanlar(özellikle ork ve goblinler)için artık çok geçti. dayanıksız cesetleri yerlere patırtıyla düşüyordu ve çok seyrek kurtulanlar oluyordu.ama simyacı hayatta olanlara dahi onları örümcek ağlarından kurtarmak dışında yardım etmedi.bir bir hansel'i aramaktaydı o , çoğu kez hansel'in bulunduğu ağı boş geçti ve durmadan yanlış ağlara uğrayarak boşuna zaman harcadı.bu arada şimdiye kadar kurtardıkları arasında en sağlıklısııçıktı ortaya , ağrısı vardı ama sızlayıp dururken bilinci yerindeydi. simyacı onu farkeder farketmez araştırmasına ara verdi , konyağından şans eseri çıkan elegram otunu adamın ağzına tıktı.

    "ağzında beklet bunu , tükürüğüne karıştır... "dedi uzun bir tembihten sonra...

    ve tekrar iç başına dönerek araştırmaya koyuldu , yorgun , bitkin durumdaydı ve her an örümceklerin gelebileceğinden korkuyordu.i̇şte o anda mağradan ve yedi kat aşşağıdaki örümcek oyuklarından ışıklar süzdü. tavanda asılmış farkedilmeyen nice yarasa kaçıştı , karanlık yangın gibi kavruluverdi aniden.oyu kapısında ates simyacısına benzeya birisi bekliyordu , katbe kat yaşlı ama sakalsızdı , gri pelerine sarınmış ve cadı şapkasıyla duruyordu. ates simyacısı onu birkaç saniye süzdü ve sonrasında içine bir huzur doğuverdi. sanki kaybettiği bir yeteneği geri kazanmış gibi ellerini yükseltti , kadim lehcede birşeyler mırıldandı. karanlık bu sözcüklere diz çökmüş gibi kat be kat ışığı doğurdu , ateş huzmeleri dört bir yanı yumuşakca seğirtirken simyacı örümcek ağları içinde hansel'i aradı durdu. kovuk girişinde bekleyen adam yanına yaklaşırken ona gülümsüyordu.

    "kimi arıyorsun elmound?"
    "askerimi.."dedi somurtganca
    "hehe! seni görmeyeli nekadar zaman oldu hatırlamıyorum bile"
    "neden geldin , nasıl geldin?"
    "sorular şimdinin işi değildir."
    "şimdiden sonra karşılaşabileceğimi ummuyorum seninle."
    "hayır okadar erken dönmeyeceğim."
    "ozaman diyerlerine yardım ede dur."
    "hayır , böyle kolay işlere uzanmaz gücüm."dedi ve elini kaldırarak bir ışık huzmesini çaprazlamasına havaya çizdi.o anda neredeyse tüm örümcek ağları görülemeyecekkadar küçük parçalanarak kesilip toz bulutu oluvermşti. simyacı nedendir bilinmez hiç şaşıramıştı , çünkü sizin bilmediğiniz ama onun kesinlikle bildiği birşey vardı...
    Tümünü Göster
    ···
  15. 91.
    0
    bak dostum bu sana son ihtarımdır. ya buradan çeker gidersin ya da senin dıbını yedi düvele tokmaklattırırım. gibtir ol git lan. git. git ya. defol git. şimdi sinirden evreni gibicem. tamam sakinim.
    ···
  16. 90.
    0
    @87" gibicek bu am beyinliler beni " bu ne demek dıbına koyım hahaha
    ···
  17. 89.
    0
    ne zaman bitcek lan amk cevap ver uzun yaz amk bide
    ···
  18. 88.
    0
    simyacının gelmeside pek uzun sürmedi , çünkü depremin nedenini bulmuştu. geçen gece uçuruma asılı kalan ejderha aşşağı düşmüş gibi görünüyordu.bu nedenle kısa bir sarsıntı oldu... bunu öğrenipte geri döndüğündeyse karanlık subaşında nice örümcek cesedini buluverdi.i̇çine o anda korku ve endişelerin en zalimi düşüverdi. sonra örümcek leşlerinin tepesinde kalmış olan hansel'in kılıcını görüverdi.su başında bir süre dönüp dolandığı vakit ilk kibriti bitmişti.i̇kinci bir kibrit daha yaktı , sadece iki kibritleri kaldığını bilseydi inanın bana karanlıkta yürümeye boyun eğerdi... ve tüm mağrada uzun bir araştırma yapmaya başlamıştı simyacı.
    karanlığın içinde alev bile pek etkili olmadığından biraz zorlanması gerekecekti. mağranın oyuklu yolları bir süre sonra kendini daha dengesiz ve dar çukurlara bıraktı.bu oyuk yollar sayıca çoktu ve simyacı bile hangi yolun onu doğruya zütüreceğini bilemiyordu.her birini teker teker deneme kararı olarak rastgele birine girdi , gittikce daralan ve ikiden fazla cücenin üst üste koyulduğu taktirde asla geçemeyeceği ağır bir oyuğa dönüştü yol. simyacı ,hansel'in böyle biryere gelmeyeceği veya getirilemeyeceği kanısında olsada yoluna devam etti.bir süre emekleyerek idare etti ama daha da daralmıştı çukur , sürünmeye başladı. burada ağsasına ve keten bohçasına veda etmesi gerekmişti. daha ince bir halde ilerlerken mavi pelerini onca minik tümseğe takıldı ve bertaraf oldu. yaşlı adam daha fazlasını kaldıramayacak gibiydi , onlarca çukur denemesi gerekebilirdi ve bu duruma daha katlanamazdı.ama ona umut ve heves veren şey yine o tümseklere takılıpta örümcek ipliklerinin kopmuş olmasıdı.i̇htiyar bu iplikleri inceledi ve çok yoğun örüldüğüne karar verdi. tıpkı bir avlarının sarıp sarmalandığı yoğun ağlar gibiydi.ve bunun heycanıyla ihtiyar bir süre daha ilerledi , pelerini yırtıldı ve herzaman pelerinin içinde tuttuğu iksir çantasını geride bırakması gerekti. çünkü onlarda kalınlık vermeye başlamıştı. yola devam ederken içine giydiği keten zırh ortaya çıktı.ama bir zaman sonra kibritide sönüp gitti , artık sessiz oyukların karanlığına kalmıştı...

    simyacı nice zorluğa dayanıpta ilerlediğinde oyuğun tekrar genişlemeye , en azından emekleyebilecek seviyeye geldiğini farketti.bu onudahada hızlandırdı...
    karanlık oyukta bir süre daha ilerlemesiyle birlikte oyuğun yüvarlak geniş bir bacada son bulduğunu gördü. burada mağra salonlarıyla buluştu , elbette büyük değidi burası ve hala oyukları kapsıyordu. elbete karanlıktı heryer , simyacı sizin bildiğinizden fazlasını bilemiyecekti.ve sonra minik mağra odalarında gezinmeye başladı.bir yerden sonra meşalelerle aydınlanmış daha düzgün odalarla buluştu. yanına bir meşale almayı akıl etmesi gerçekten iyi oldu , çünkü kısa zamanda tekrar karanlık odalara varmıştı. buralarda ilerlemek katbe kat zordu ve sonsuza kadar gidecek gibi bir görünüşü vardı...

    ama simyacı kısa zaman sonra daha yeni ipuçları bulmayı başarmıştı , oyukların kambur finallerinde açılan solgun dar patikalardan sonra örümcek ağlarıyla doluşmuş küçüklü büyüklü gedikleri gördü. buranın arkasına tek gidiş yine dar salonlardan geçiyor gibiydi , simyacı birkez daha katlandı bu tünellere ama sonuçtan memnun gibiydi. büyük ve geniş bir salon açılmıştı karşısına , tavanlardan aşşağı asılmış nice av burada bekletiliyordu içlerinden haa canlı olanlarıda vardı ve erümcek ipliğiyle sarmalanmış bu bedenler kıpırdaşıp duruyorlardı. simyacı bir süre hangisinin hansel olduğunu göz hesabı araştırdı.ama buracıkta çok , çok fazlası vardı.ama her birini kontrol etmeyede zaman yerecek gibi görünmüyordu , kısa zaman içinde halletmeliydi bu işi.bir süre mırıldanarak düşündü , simyacı çok sabırlıydı(gereğinden fazla) uzun süre böylece bekledikten sonra odaya doluşan birkaç örümcek onu fakediverdi.ve kovalamaya başladılar , doğal olarak simyacıda önlerinde kaçışıyordu... salonda bir süre devam eden kovolamaca simyacının gizlice başka bir odaya saklanmasıyla son bulmuştu.ama o nerden bilebiliirdiki kraliçe örümceğin odasına girdiğini ve arkasında iki trol büyüklüğünde bir örümceğin beklediğini? simyacı odanın gölge düşmüş kapısından örümcekleri bir süre gözledikten sonra huzurluca arkasını döndü , bir kaç adımdan sonra ancak farketti kraliçe örümceğin suretini...

    anı bir sıçrama ve korkunç bir his kapladı içini simyacının , minik odada kendisine yeni bir delik arayıp durdu ama odanın tek çıkışı geldiği salondan ibaretti. kraliçe yeşil salyalarının ardında koca ve diken gibi bacaklarıyla simyacının üzerine durmadan darbe indirdi.ama simyacı sıçrıya sıçrıya kaçıyor korku içinde sarsıntılardan meydana gelen taşlarla cebelleşiyordu. simyacı işte tamda burada gördü yaşlılığın etkilerini , yorgun düştü ve her adımda daha yavaşladı. kraliçe örümcekse onu peşinde öyle hızlıydıki bir yandan zehire bulanmış ağlar saçıyor ve diyer yandan ince baçaklarıyla dört bir yanı param parça ediyordu.son şans olarak geldiği kovuktan dışarı kaçtı simyacı , dışarıda altı gözle birden simyacıyı arayan örümceklerde böylelikle farkediverdi onu. simyacının kaçıcak yeri kalmamıştı artık , sarmalanıp duvara asılan inlerce avın arasına daldı. burada hansel'in kılıcını çekti , gerçekten yorgun du ve dahada yorulacaktı. sağdan doldan birkaç örümcek parladı gözünün önünde , simyacı ter içinde kılıcı kaldırarak yarım yamalak bir büyü okudu. arkasından nice çığlık duyuldu ve kılıcın ucundan büyük bir parlama doğdu. rüzgar darbeleri gibi bir sıyrıktan ileri gidemeyen binlerce darbe etrafa yayılıverdi. simyacının belden üstü çok fazla hasar aldı , etraftaki örümcekler kan fışkırta fışkırta sarhoş misali dört döndüler salonda. vede birkaç kurbanın üzerindeki ağlar deşilerek yırtıldı , çok tepindiler ve birkaçı larvalarından salya sümük fırlayarak yere düştüler. çoğu orktu bunların , ama nadirde olsa cüce , elf , insan vardı.ve inanırmısınız bilmem ama simyacının yakınlarında bir ağda ejderha yumurtası vardı.bu bücürlerin haylazlıklarında sınır yoktu vegidip nice av yakalamışlardı
    Tümünü Göster
    ···
  19. 87.
    0
    aklını gibeyim bin almadın değil mi kızın numarasını. utancını gibeyim senin.
    ···
  20. 86.
    -1
    yaklaşık 10 saat sonrasında iri gürültülere karşın uyandılar, subaşı titremekte ve durmadan su taşırmaktaydı. hafif bir deprem tiz ıslıklarla doğmuş ve nedensiz büyüyordu.i̇lk uyanan simyacı oldu , aceleyle hansel'i dürttü ve bir yandan incin eşyaları keten bohçaya sarmaya koyuldu. hansel yarım yamalak uyandı ve bir okadarda o heycanlandı. nerden doğduğu bilinmeyen rüzgar seferleri mağrada esmeye başladı.ve bir süre sonra herşey sustu , mağra yine karanlığa gömüldü.o dev sarsıntı tekrar sustu...

    hansel "ne oldu!"diye tepikledi simyacıyı
    simyacı ona yanıt olarak "bilmiyorum ama deprem arka taraftan , geldiğimiz yerden doğdu."dedi.
    "kötü yada iyi bizi tehlikeye sokabilirmi?"dedi korkan ve endişeli hansel.
    "görmeden , bilmeden yanıtlayamam.ama araştırmaya gitsem iyi olacak , buralar şimdilik güvenli... "dedi.
    "bende geleceğim!"diye araya katıldı hansel
    simyacı onu "hayır , sen burada kalacaksın.su başında olduğuna göre iki tulumbayıda yanıma alacağım.bu arada kav kutusundan iki kibrit daha ver bana."diyerek retteddi.
    "yinemi kibrit! çok az kaldı , yakında biticek."dedi ve kav kutusunu karıştırdı."tam 5 tane kalmış , ikisini sana veriyorum."dedi ve iki parça düzensiz kibriti simyacıya uzattı.

    kibritleri alan simyacı bunlardan biriyle tiz bir alev yaktı , kızıl rengini şu sözcüklerle turuncuya dönüştürdü:
    "senderas lakers! sana bağşedilmiş büyüyü unut ve bana kendi zatımdan bir parça ilet!"
    ama büyü bir süre renkten renge katıldı , ve tekrar kızıl ateşe dönüşüverdi. mağraya vurulmuş büyü belliki yüce bir irade tarafından yaratılmıştı.bu nedenle simyacı daha fazla uğraşmadan kızıl alevle karanlığa yürüdü. gölgeler kısa zamanda onun sildiği boşluğu boyadılar...

    hansel tek başına kalmıştı , bohçasından birkaç lokma peksimet atıştırdı ve su başına vararak o serin sudan içti. gözü uyandığından itibaren alışmıştı karanlığa , yinede herşey koyu ve solgun görünüyordu , en fazla 5 metre önünü ölçüp biçebilirdi. daha fazlası sadece göz yanılgısı veya hayellerden yaratılabilirdi.kav kutusundan bir kibritte o çıkardı , onu yakarak su başını tutan kayalıkların arasına sıkıştırmıştı.o alevin ışında yakacak bitkiler buldu(elegram).bunlarla ayrı bir ateş daha yaktı , bir süre boş boş bekledi...

    i̇şte o sırada birkaç uzun bacak mağranın içinde oynaştı , kara örümcekler pörtlek gözleriyle su başındaki alevleri gördüler. daha demin yaşanan deprem onları ürkütmüştü. açlıktan korkularına karşı koyarak aleve yaklaştılar. oradaki hansel'i gördü gözleri ve iplikler tüküre tüküre hansel'in yanına kadar iliştiler.ama iri ve tombul gövdelerini farkeden hansel yerinden fırlayarak tepinmeye başladı.o sırada bir tekmede yanına gelen örümceğe çarpmıştı. kısa zamanda her tarafını örümcekler sardı , hansel kayaya sıkıştırdığı kavı kaptığı gibi onların üzerine yürümeye başladı. ateşten kaçıyorlardı kaçmasınada hansel'in ateşi zütürdüğü yerden kaçıp başka yönden geliyorlardı hemen. hansel korktu ve endişe içinde kılıcını çekti , mağrada kılıcın şıngırtısı duyuldu...

    hansel onlarca böceği alel acele biçmeyi başarmıştı , ama böcekler aynı anda onca farklı yönden saldırmaktaydı.bir süre karşı koydu hansel , bu böceklere.ama yere yığılan onlarca cesetin ortasında kılıç savurduğu vakit örümcek iplikleriyle bağlanıp düşürüldü. tepinip durması bil o kalın ağları koparmaya yetmemişti. örümcekler piz zehirlerini hansel'e akıttı ve sonra onu bir güzel beyaz iplerle sarıp sarmaladılar. zehire karşı koyamayıp uyuyan hansel su başından pis örümcek kuytularına doğru çekilirken düşündüğü son şey simyacının onu kurtarıp kurtaramayacağıydı...
    Tümünü Göster
    ···