/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +3
    Sabah oluyor ve penceremden ,güneşin parlak ışığı suratıma çarpıyor. Yanaklarım gerilmiş vaziyette, gülüyorum.Yatağımdan doğrulup aynaya bakıyorum. Yakışıklı suratımla aynaya gülümsüyorum. Banyoya gitmem gerektiğini farkedip kapıyı açıyorum. Koridorda yürürken duvarımda asılı olan sanat eserlerine bakıyorum. Edward Munch’un Çığlık tablosu,ne çok şey anlatıyor hakkımda, banyoya girmeden önce durup biraz daha bakmalıyım bu şahesere, öyle de yapıyorum. Tabloya bakarken kendime sorular yönlendiriyorum
    Gökyüzü kırmızı mı? Yoksa kan kırmızı mı?
    Asıl soru bu olmalı, olmak ya da olmamaktan sonra. Sanatın verdiği rahatlamayla yürüyorum koridorda ve banyoya giriyorum. Aynaya bakıyorum, sanırım biraz sakalım ve bıyığım çıkmış. Sakaldan ve bıyıktan nefret ediyorum. Temiz bir suratla gülümseyişimi görmenin bana verdiği mutluluk paha biçilemez. Yüzümü sabunlayarak suyla yıkıyorum. Tekrar aynaya bakıyorum. Artık gülümseyişim daha parlak oluveriyor. Jileti elime alıyorum ve daha yeni çıkmış olan sakallarımı kesiyorum. Aynaya tekrar bakıyorum. Artık öylece kahkaha atabilirim. Sonra tatlı beynime müthiş bir soru geliyor. Ciddiyetimi toplayıp aynaya bakıyorum
    “Banyolar neden beyaz biliyor musun Bars?”
    Kendimi bekletmeden yanıtı hızlıca söylüyorum:
    “Çünkü beyaz, temizliği sembolize ediyor .”
    Sinirleniyorum ama sinirlenmemle banyodan çıkmam bir oluyor. Biraz sakinleşmek için kahvaltıya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Mutfağa doğru ilerlerken Çığlık’a göz ucuyla bakıyorum. Mutfaktaki televizyonumdan MOZART LACRiMOSA’yı açıyorum. Müzik beni rahatlatıyor. Notalarla dans ederek kahvaltımı hazırlıyorum. Mutfağım bana bu güzel müzik için teşşekür ediyor.Bir yandan pratikliğimi takdir ediyorum bir yandan çayı kontrol ediyorum. Melodi ruhuma işliyor ve gülümsüyorum. Elimdeki yumurtaya bakıp ne kadar sanatsal ve oval olduğunu düşünüyorum ve müziğin eşliğinde elimin içinde parçalıyorum onu, içindeki sarı sıvı avucuma kadar akıyor.Bir sanat eserini yokediyorum,bir sanat eseri yaratıyorum. Melodiler ruhumu sallandırıyor, içimi gıdıklıyor. Yiyecekleri masaya dans ederek yerleştiriyorum. Sonunda her şey hazır oluyor ve gülümseyerek kendime iyi yemekler diliyorum. Biraz yiyorum, biraz daha ve biraz daha. Tatlı midem doyduğumu söylüyor. Derken kapı çalıyor, sabahın bu saatinde müzik keyfimi kim bölüyor, sinirleniyorum.Müziği kapatıyor kapıya doğru yöneliyorum. Kapı deliğine bile bakmıyorum, modern insanların kaygıları bunlar diye düşünüyorum. Kapıyı açıyorum ve kız kardeşim kapıda sitemli bir şekilde bekliyor.Onu gördüğümde içten bir şekilde gülümsüyorum. Kasıtlı olarak beklettiğimi sandığını biliyorum. Fazla bekletmeden içeri alıyorum ve konuşmaya başlıyor.
    “Bars, iddaa ediyorum buraya neden geldiğimi bile bilmiyorsun.”
    Mutfağa doğru yönelirken evimdeki bütün tablolara merakl ı meraklı bakıyor.Ona karşı dönüp gülümseyerek yanıt veriyorum:
    “Ah,benim sevgili kız kardeşim, beni ne çok sevdiğini biliyorum. Beni ziyarete gelmen ne hoş. Eğer başkası olsaydı, müzik zevkimi böldüğü için ona sinirlenip, tatlı yanaklarını morartabilirdim.Ama senin tatlı küçük suratın, bana hep masum geliyor.”
    Ona doğru bakıyor, gözlerindeki şaşkınlığı görüyorum. Sandalyelerden birine oturup, ciddi maskesini takınıyor. Bana endişeyle şöyle diyor:
    “Bars, annem ve babam senin için endişeleniyorlar.Evi terkettiğinden beri bizi bir kez olsun aramadın. Başına bir şey gelip gelmediği hakkında deli oldular. Telefonunu neden açmıyorsun salak! Meraktan ölüyorlardı. Sırf onlar için geldim. Umrumda olmadığını bil. Kız arkadaşın nerde?”
    Gözlerini suçlayıcı bir şekilde üzerime doğrultuyor. Gözlerimi gözlerinden kaçırmıyor, suçu üstüme almıyorum.Ona şaşkın gülümseyişimle şöyle diyorum:
    “Kız arkadaş mı? Benim küçük vişne reçeli kardeşim. Neyden bahsettiğini anlayamıyorum. Restoranda işler çok yoğun. Bilirsin gülmeye bile vaktim olmuyor. Gülümseyemiyorsam,telefonun ne önemi var. Sanırım telefonumu sahilde unuttum, yeni hatırlıyorum.”
    Bana karşısında bir salak varmış gibi bakıyor. Ciddi maskesiyle tekrar konuşuyor ve şöyle diyor:
    “Senin için endişeleniyoruz.Eve geri dönmeni istiyoruz.Hem buraya gelirken kız arkadaşınla mutlu bir hayatın olsun istiyordun.Şimdi bana tüm bunları bilmiyormuş gibi yapıyorsun.Hem evinin dekorasyonu bile tuhaf Bars.Biz senin iyiliğin için bizim yanımıza gelmeni istiyoruz. Endişeleniyoruz.”
    Ona gülümseyerek bakıyorum. Sözlerime sakin bir edayla devam edip şöyle diyorum:
    “Denizi seviyorum ve burda istemediğim kadar sahil var. Geceleri rüzgar esintisi eşliğinde sahildeki kumları sayabiliyorum. Evde bunları yapamam küçük kız kardeşim. Kız arkadaşım giderken yakışıklı suratımı çok sevdiğini ona nereye gittiğini sorduğumda beni terk etmek zorunda kaldığı söyledi. Beni seviyorsa terketmesinin anlamsız olduğu söyledim. Sıkıldığını söyleyip gitti.Ona veda ederken son kez gülümsedim. Güzel zamanlardı ama bitti.Ben burda tablolarımla ve evimle gayet mutluyum. Kız kardeşim teklifini reddediyorum.”
    Bunları duyunca yüzünü buruşturuyor ve bana ciddi maskesiyle bir söz daha söylüyor:
    “Bars,ne halin varsa gör. Telefonunu açık tut. Annem ve babamı meraklandırma yeter.”
    Gülümseyip, kapıya kadar onu geçiriyorum. Dönüp ve elveda cümleleriyle konuşuyorum:
    “Seni görmek güzeldi kız kardeşim. Annemlere oğullarının onlara gülümsediğini ve öpücük verdiğini söylersin.”
    Hiç kulak asmadan hızlı hızlı iniyor,ve arabasına binip evimden uzaklaşıyor. Yarım kalmış müzik eğlencemle birlikte masayı topluyorum ve işe geç kalmamaya çalışıyorum. Resmi olan kıyafetlerimi hızlıca giyip işe hazırlanıyorum. Tüm bunları yaparken evimdeki her aynanın yanından geçerken kendime bakıyor,ne kadar samimi ve karizmatik olduğumu düşünüyorum.Her şeyi yerine koyduktan ve üstümü giydikten sonra, parfümümü sıkıp evimden çıkıyorum. Kapıyı kilitliyorum ve beni üst komşum küçük Tarık karşılıyor. Bana gülümsüyor ve şöyle diyor:
    “Günaydın Bars abi”
    Ah ne kadar kibar bir çocuk.Ona dönüp gülümseyerek.
    “Sanada günaydın Tarık,ama oyun oynamak için erken değil mi?”
    Bana doğru bakıyor ve konuşmaya başlıyor:
    “Pikniğe gitmek için erken kalkmak gerekir.”
    Başını okşayıp merdivenlerden inmeye başlıyorum. Binanın kapısını açıp arabama doğru ilerliyorum. Kırmızı arabam sokağın solunda ne kadar tatlı duruyor. Arabama binip restorana doğru sürüyorum. Radyoyu açıp LACRiMOSA ya devam ediyorum. Biraz daha ilerliyorum, biraz daha ve biraz daha. Artık restorana daha yakınım ve birazdan iş yerimde patronum emri altında olacağım. Bunu verdiği mutluluğu tarif edilemez. Trafik ışıkları kırmızı yanıyor ve aracımı durduruyorum. Işıkta beklerken bir serseri yanıma geliyor camı açıyorum ve benle konuşmaya başlıyor:
    “Bayım, bana biraz para verirmisiniz?”
    Ricasını duyduğumu belli ederek kafamı çeviriyorum ve gülümsüyorum. Onla konuşuyorum:
    “Para mara vermiyorum sana serseri!”
    Diyorum ve serserinin kaşları çatılıyor. Bana doğru eğiliyor ve konuşmayı devam ettiriyor:
    “Senden ufak bir ricada bulundum, arabadan in ve bana para ver!”
    Bir kez daha gülümsüyorum. Suratım iyice kasılıyor, ağzım açılmaya başlıyor ve kahkaha atmaya başlıyorum. Serseriye dönüp şöyle diyorum:
    “Beni ikna ettin”
    LACRiMOSA nın sesini açıyorum.
    ···
  1. 2.
    0
    “Birine parayla yaptıramayacağın şey yoktur. Birine seni sevmesini söylersen yapmaz,ona beni seversen sana bir milyon paracık vereceğini söylersen seni ölesiye kadar sevecektir.”
    Bakışları artık daha donuk ve bana karşı baksada kafası başka yerlere gidiyor. Sohbetin bittiğinin farkına varıp kalkmak için izin istiyordum ve konuşmaya başlıyorum:
    “Lütfen rahatınıza bakın, tatlı kahvaltınızı yapın ve fit vücudunuz koruyun. isteyeceğiniz bir şey için seslenmeniz yeter.iyi sabahlar madam.”
    Gülümseyerek oturduğum yerden kalkıp mutfağa doğru yürüyorum.iş arkadaşlarım her zamanki gibi meşgul ve herbirinin işlerine duyduğu aşk yüzlerinden okunuyor. Mutfağa bir göz gezdirip muhabbet edebileceğim birileri için bakınıyorum.Ama herkes çok meşgul görünüyor. Kafamı masalara gidip, değerli müşterilerimizin isteklerini sormak ve servis yapmak için sağa çeviriyorum. Mutfağın kapısı açılıyor ve patronum içeri giriyor. Hızla yürüyüp yanıma geliyor ve benle konuşmaya başlıyor:
    “Bars, bugün işleri bizim garsonlar halledebilir. Senin için daha makul bir görevim var. Teslimat kamyonu bugün gelemeyeceğini söyledi ve bizim malzemelerimiz baya kısıtlı. Lanet olası şirketle tartıştım,ama bir yararı olmadı. Teslimatı yapmak için en uygun kişinin sen olduğunu düşünüyorum. Arabanı al,verdiğim adrese git ve malzemeleri araca koyup, restorana getir.”
    Emirlerini bir komutanın sadık görevine ihanet edemeyeceği bir şehvetle sıralayıp elime adres kağıdını veriyor. Biraz inceliyorum ve mutluluktan gözlerim parıldıyor ve hemen atılıp cevap veriyorum:
    “Patron, sahil yolundan gitsem olur mu?”
    Sorumu duyuyor ve anlamsız bir surat ifadesiyle konuşuyor:
    “Sahil yolunu gitmen için özel kılan şey ne? istediğin yoldan git, teslimat elimize bugün ulaşsın yeter. Hadi çabuk ol.”
    Diyor ve kapıya doğru hızla yürüyorum.Üstümü değiştirip arabamın anahatarını alıyorum.
    ···
  2. 3.
    0
    Arabamın anahtarına basıyorum ve kırmızı arabam caddede bana göz kırpıyor. Hızlı bir şekilde kaldırımdan arabama doğru yürüyorum. Yürürken bir dilenci eliyle bana dokunuyor ve arkama dönüyorum. Benle konuşmaya başlıyor:
    “Efendim, üç gündür açım ve yemek yemem gerekiyor. Bana birkaç bozukluk verebilir misiniz?”
    Gözlerimi gözlerine dikip gülümsüyorum.O da bana doğru bakıyor. Uzun uzun gülümseyerek bakıyorum. Anlamsız bir surat ifadesiyle tekrar konuşmaya başlıyor:
    “Efendim,iyi misiniz?”
    Bekletmeden cevaplıyorum:
    “Gün batarken gökyüzü kırmızı mıdır? Kıpkırmızı mı?”
    Bu soruyu duymayı beklemediğini biliyorum ve şaşırıyor. Neyden bahsettiğimi bilmiyor ve şöyle diyor:
    “Neyden bahsettiğinizi anlayabilmiş değilim efendim.”
    Gülümsedim.Ne kadar kibar bir dilenci, bana efendim diyişi, kendi bilgeliğini mütevazi bir şekilde küçümseyişini işaret ediyor.Ona dönüp konuşmaya başlıyorum:
    “Sana para veremem, lütfen beni bağışlayın. Yemek istiyorsanız şu restoranda çok tatlı ve temiz yemekler yapılıyor. Patronumdan rica edin, belki vicdanı hala yerindedir.”
    Dönüp umutsuz gözlerle restorana doğru yürüyor. Arabama binmek için adımlarımı hızlandırıyorum. Arabaya binip biraz rahatlamak için MOZART LACRiMOSA ‘ yı yeniden açıyorum. Arabamla sahilden ilerliyorum, müzik kanımın akışına yön veriyor. Damarlarımdaki tutkuyu hissedebiliyorum, sanata kapılıyorum. Göz bebeklerim daha parlak görüyor. Sahildeki suyun sesini bir kilometre öteden duyabiliyorum. Arabamla on dakikalık yolculuğun sonunda geliyorum ve arabamdan iniyorum. Patronun verdiği adres burası olmalı, büyük bir depo, sanırım çoğu işletmeye hizmet veriyor olmalılar. Kapıdan içeri giriyorum ve danışmaya ilerliyorum. Sade giyinmiş bir adam beni karşılıyor. Beni görünce hemen konuşmaya başlıyor:
    “Buyrun efendim nasıl yardımcı olabilirim.”
    Gülümsüyorum ve konuşmaya başlıyorum:
    “Patronum beni sahil restoranından gönderiyor. Bize ait malzemeleri almaya geldim. Teslimat kamyonunuzun arızalanması ben gerçekten çok üzdü. Bilirsiniz,restoranımız böyle şeylere çok duyarlıdır. Mesleğimizi aşkla yaparız.”
    Adama söylediklerimden sonra yüzünü buruşturupve şöyle diyor:
    “Beni burada bekleyin, yetkili arkadaşlara talebinizin gerçekleşmesini ileteceğim.”
    Ve binanın ilerisindeki asansöre doğru yürüyor. Danışmadaki diğer bayana gülümsüyerek konuşuyorum ve ona şöyle diyorum:
    “Ne tatlı bir gün değil mi?”
    Gülümsüyor ve benle konuşuyor:
    “Kesinlikle efendim!”
    Gözlerine bakıyorum ve ona sorular soruyorum:
    “Klagib müziği sever misiniz?”
    Önce sorumu düşünüyor ve sonra yanıtlıyor:
    “Hayır,pek değil efendim.”
    Ona gülümsüyerek bakıyorum ve tekrar konuşuyorum:
    “Sizi restoranımızda bir yemeğe davet ediyorum. Böylelikle sizi hem yemeğe,hem de sanata doyurabilim.”
    Kadın bana bakıyor ve gülümseyerek şöyle diyor:
    “Korkarım, nazik teklifinizi kabul edemeyeceğim. Yine de çok kibarsanız. Teşşekürker.”
    Kadınla sohbet ederken danışmadaki diğer adam asansörden işçi bir gençle geliyor. Koridorun sonundan yanıma kadar geldikten sonra bana şöyle diyor:
    “Bayım bu genç size yardımcı olacak. Arabanızı alın ve deponun arkasına zütürün. Teslimatı bizzat yerleştireceğiz. Kamyon sıkıntısından dolayı özür dileriz.Bu yüzden size makul bir indirim yapmayı kabul görüyoruz. Bizi tercih ettiğiniz için teşşekürler ediyoruz,bir dahaki sefere görüşürüz.”
    Kafamı onaylarcasına sallıyor ve gülümsüyorum adama elimi uzatıyorum ve el sıkışıyoruz. Genç adama dönüyorum ve ona şöyle diyorum:
    “Sokaktaki kırmızı tatlı araba benim, haydi gidelim.”
    Genç adam ses çıkarmadan, itaatkar şekilde kafa sallıyor ve arabama biniyoruz. Deponun arkasına sürüyorum ve genç adam arabadan iniyor. Bagajı açıyorum ve teslimatı yerleştiriyor.Çok suskun duruyor sanırım bu iş onun için sıkıcı ve yorgun olmalı. Onla konuşuyorum:
    “Biraz yorgun gibisin genç adam.Bu iş senin için sıkıcı olmalı.”
    Teslimatları yüklemekle o kadar meşgul ki benle konuşurken suratıma bakma fırsatı olmuyor ve beni yanıtlıyor:
    “Efendim kesinlikle katılıyorum.Bu işi sevmiyorum,ama yapmak zorundayım. Paraya ihtiyacım var, yemek için para ödüyoruz, barınmak için para ödüyoruz, giyinmek için hatta tuvalet için bile para ödüyoruz. Eskiden yaşamak için geyiklere ve çileklere ihtiyacımız vardı.Şimdiyse bankalara.”
    Benzetmelerini hayranlıkla dinliyorum ve konuşmaya başlıyorum:
    “Kesinlikle küçük dostum, sana bu güzel benzetmeler için bahşiş veriyorum.”
    Teslimatı tamamladıktan sonra bahşişini veriyorum. Seviniyor ve arabama atlayıp restorana geri dönüyorum. Malzemeleri yerleştirmek için mutfağa gidiyorum. Yardım isteyebileceğim birileri var mı diye bakınıyorum ve Aykut’u görüyorum. Hemen ona sesleniyorum:
    “Benim sadık arkadaşım,şu çuvalları arabamdan taşımama yardım et.”
    Kafasını sallıyor ve birlikte çuvalları yerleştiriyoruz. Patron kapıyı açıp içeri giriyor.Onu gülümseyerek karşılıyorum ve ona şöyle diyorum:
    “Patron,bu harika elemanınızı ödüllendirmelisin. Sizin için indirim aldım.”
    Gergin yüzü gülümsüyor ve elini omzuma atıyor. Benle konuşuyor:
    “iyi iş çıkardın Bars,her zaman iyi elemanlarımdan birisin.Şimdi sana izin veriyorum, burada işler tıkırında, akşam fazla mesai yapacaksın .Gidip dinlenebilirsin. Gecikme saat sekiz gibi burda ol.”
    Ona kafamı sallıyor ve Aykut’a göz kırpıp restorandan ayrılıyorum. Sahile gidip telefonumu bulmam gerekiyor. Arabamla sahile gidiyor ve dün gece ne yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum. Başarısız oluyorum ve her şeyi unutup biraz rahatlamam gerektiğini düşünüyorum. Sahilde yürüyorum ve bu yürüyüş meditasyonum oluyor.Ama yine de sorumluluk sahibi olduğum için her şeyi unutup telefonumu bulmam gerekiyor. Sahilin yukarısındaki kayıp eşyalar ofisine yürüyorum. Belki yardımsever birisi duyarlı olup, telefonumu oraya bırakmıştır,ya da çalıp satmıştır. Kayıp eşya ofisine doğru yürüyorum. Oraya vardığımda kapıyı açıp içerideki yaşlı adamla konuşmaya başlıyorum:
    “Ne kadar güzel bir gün değil mi bayım?”
    Gazeteyi okurken geldiğimi görüyor ve gözlüklerini çıkarıp benimle konuşuyor:
    “Kesinlikle, genç peki bu güzel günde buraya ne için geldiniz?”
    Dükkanı inceleyen kafamı ona çevirip gülümsüyorum ve onunla konuşuyorum:
    “Güzel bir akşam sahilde oturuyorum ve denizin dalgalarını izliyorum. Denize odaklanmış olmalıyım. Telefonumu sahilden almadan eve dönüyorum. Bilirsiniz,dalgınlık işte burda olabilir diye düşündüm yanılmış mıyım efendim?”
    Konuşmaya başlamadan önce alttaki rafa elini uzatıyor ve kutunun içinden telefonumu çıkarıp bana uzatıyor, telefonumu almak için uzanıyorum ve konuşmaya başlıyor:
    “Dün gece sahilde dolanırken, kumda bir şeyin ses çıkardığını farkettim.Her akşam sahil boşaldığında kontrol amaçlı turlarız.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 4.
    0
    Telefonunu biri arıyordu ve bende buraya getirdim. Serseriler bulsaydı o telefonu unutmak zorunda kalırdın.”
    Kafamı sallayıp teşşekür ediyorum.Ve dükkandan ayrılıp arabamla dolanmaya başlıyorum. Dolaşırken kırmızı ışık yanıyor ve tesadüfen reklam panosunun,bir piyano konseri posteri önünde duruyorum. Beni kendine çekiyor ve postere daha yakın bakıyorum. Gösterinin tarihi bu akşamı gösteriyor. Akşam restoranda çalışacağım aklıma geliyor ve çok üzülüyorum.Ne üzücü! Işıklar yeşil yanıyor ve eve sürüyorum.Eve varıyorum. Hızlıca eve girip duşa koşuyorum. Akşam için temiz kokmalı ve düzenli görünmeliyim. Böylece müşterlilerimizi daha çok memnun edebilirim diye düşünüyorum.Hem patronum zaten ben gayet memnun. Vakit kaybetmeden hemen duşa giriyorum. Sıcak su tenime çarptıkça, kötülüklerden arındığımı hissediyorum. Suyun şırıltılı melodisi hoşuma gidiyor ve şırıltılar kafamda MOZART-LACRiMOSA ya dönüşüyor. Müzik,Tanrı’nın en büyük lütuflarından biri diye düşünüyorum. Tenim rahatlıyor ve içimdeki yorgunluk akan suyla yok oluyor. Duştan çıkıyorum ve telefonumun çaldığını duyuyorum. Hızla koşup açıyorum:
    “Alo”
    Karşıdaki cevap veriyor:
    “Alo, Bars.Benim tatlı yavrum sen misin?”
    Annem olduğunu anlıyorum ve cevap veriyorum:
    “Evet anne, kız kardeşim sabah burdaydı. Benim için kuşkulandığınızı söyledi.Ben gayet iyiyim anne, merak edilecek bir şey yok. Sadece telefonumu sahilde unutmuşum bilirsin, restoranda işler yoğun oluyor. Sürekli koşuşturuyorum.”
    Sevecen tonuyla beni yanıtlıyor:
    “Eh,evet yavrum. Haklısın işlerin yoğun olmalı ama tatlım bizi çok ihmal ediyorsun. insan bir kez olsun arar.”
    Gülümsüyorum ve cevaplıyorum:
    “Anne,her haftasonları sizi arıyorum. Elimden geldikçe aramaya çalışıyorum işte ama bazen fırsat olmuyor.”
    Gülümsüyor ve cevaplıyor:
    “Benim tatlı oğlum seni çok sevdiğimizi bil.Bir ara seni görmek istiyoruz. Sahilden ayrılıp yanımıza gelebilirsin. Seni çok özledik. Seni yanaklarından öpüyorum. Hoşçakal!”
    Son cümlelerini söylerken sesi titriyor, beni gerçekten özlemiş olmalı onu yanıtlıyorum:
    “Tabiki anne, bende sizleri öpüyorum hoşçakalın.”
    Telefonu kapatıyorum ve saate bakıyorum saat akşam altı olmuş.iki saate restoranda olmalıyım. Kıyafetlerimi giyinip hazırlanmaya başlıyorum. Açlığımı dindirmek için bir şeyler atıştırıyorum. Hızlı bir hazırlıktan sonra saat altı buçuk oluyor. Hızlı davranıyor ve arabanın anahtarını kaptığım gibi kapıyı kilitliyor, aşağı iniyorum. Kırmızı arabam beni bekliyor ve arabama atlıyorum. Restorana doğru sürüyorum. Biraz ilerliyorum ve kırmızı ışık yanıyor. Arabamı durdurup bekliyorum, canım sıkılmaya başlıyor.Bir dilenci arabaların arasında dileniyor ve sıra benim arabama geliyor. Dilenci arabamın yanına geldiğinden camı tıklatıyor.Önüme bakmaya devam ediyorum. Biraz daha tıklatınca, tık tık sesi sinirimi bozuyor camı açıyorum. Dilenci konuşmaya başlıyor:
    “Efendim, karnım çok aç bana birkaç kuruş ekmek parası verir misiniz?”
    Gülümsüyorum ve kafamı çevirip ona bakıyorum. Restoranın etrafında dilenen dilenciyi görüyorum. Evet bu aynı kişi, aynı yüz, aynı kirli kıyafetler ve aynı ses tonu, surat ifadem değişiyor ve gülüşüm kayboluyor. Sinirlenmeye başlıyorum, kelimeler ağzımdan fırlıyor ve ona bağırıyorum:
    “Defol burdan.Git ve kendi paranı kazan. insanlardan para dilenmeyi kes artık. Defol git burdan.”
    Dilenci hemen koşuşturarak kaçıyor,bu onu incitmiş olmalı. Arkadan korna sesleri çalıyor. Sanırım ışık yeşil yanmış olmalı. Yakamı düzeltiyorum,ve arabamı restorana doğru sürüyorum.Bir yandan saatime bakıyorum ve saat 06.10 .Restorana erken varacağımı biliyorum. Yine de hızla arabamı sürüyorum. Restoranın önüne geldiğimde, kalabalığın arttığını görüyorum. Geceleri sabaha göre işler daha yoğun olur. Restorana giriyorum ve gözüme çarpan tanıdık müşterilere selam veriyorum. Patronumla konuşmak için odasına doğru ilerliyorum.
    Tümünü Göster
    ···