-
1.
+2--- beyler ben çok çekingen bir insanım aslında ---Tümünü Göster
silik yediğim için bu başlıktaki yazılarımı ilk entryi olarak buraya copy paste ediyorum ve devam edicem daha sonra kalanını anlatmaya. o yüzden bu ilk entryler biraz uzun olabilir. yannan gibi durmasın diye sonraki bikaç entryi de rezerv alabilirim evet. ve şimdiye kadar anlattıklarım "all-in-all". öyleyse başlıyorum.
ben çok çekingen bir insanım aslında küfür nedir bilmem hiç. aslında bilirim de küfür edemem. haya vardır bende. öyle yetiştirilmişim. her neyse amk bi olay anlatayım size.
bi' defasında kız arkadaşımla üsküdar sahilinde oturuyorduk. çekirdek aldık yanımıza 2'şer de bira aldık akşama kadar zütürecez bunları. neyse oturduk bi yere başladık yiyip içmeye; muhabbete. ikindi gibiydi vakit ve
sahilde gelip geçen aileler de vardı. bu ailelerden birileri rahatsız olmuş bizden ki koşa koşa gidip nerden gördülerse polise şikayet etmişler bizi. neyse hal böyle olunca polisler geldi yanımıza tabii ama ikisi de harbi odun gibi adamlar saygı sevgi, hoşgörü insaniyetlik filan hak getire.
neyse polisler yanımıza geldi ve "sizdeeğn şıkayeeğt vaoarr içmeğyun burda" diye azarladı bizi. ben eziklenerek toparlanıp gitmeye hazırlanırken kız arkadaşımın sıfatına bakınca bi şeylerin ters gittiğini anladım. o an dedim ki, yannanı yedin oğlum.
olay çıkacak şimdi burada. bizimki tartışma ortdıbını hazırlamıştı çoktan. ben de osuruk gibi sesimle ortamı yumuşatmaya geçiştirmeye çalışıyorum ama "ne biçim gonuşuyonuz siz yeaa" filan deyince bizimki tamam dedim artık kaçarı yok oğlum.
neyse bu ağzı dalaşında sesler giderek yükselirken ben de bir yolunu bulup hee tamam amk deyip uzaklaşalım çabasındayım ama naçar gitmiyor bizimkisi. polisten de iyice paparayı yedikçe bi tuhaf oldum anasını satayım. kalkıp iki dangoz polise ağzının payını veremediğim için
ezik ezik bekledim orda. mario'nun ufak hali gibi olmuştum hatta. neyse o gün bu ağız dalaşı bittikten sonra bizimkinin suratında bi tuhaflık sezinledim. tam bir memnuniyetsizlik hali vardı üstünde. nen var kuzum dedim; biraz da bağırarak bi de soruyo musun dedi; ses etmedim. anladım ki baya bi sinir krizleri geçiriyor hatun.
dedim en iyisi akşına bırakayım. önemsiz bi olaydı felana getireyim dedim ama nafile olayın şokunu atlatamıyoruz üzerimizden. bana niye kızıyorsun dedim evine bırakırken; adamlar öküzse suç bende mi diye de ekledim. olayı önemsiz gibi gösterip, pasifliğimi unutturmaya, göze sokmamaya ince ince gayret ediyordum.
ama yemiyordu tabii. hakikaten cindi bu konularda. yemeyeceğini biliyordum ama sen pasif kaldın demeye cesaret edemeyeceğini düşündüğümden geçiştire geçiştire örtbas edip unutturmak istedim.
sonra aradan bi kaç gün geçti. yalnızca telefondan görüşüyorduk o arada. bu olay öyle bir darbe vurmuştu ki ilişkimize artık neredeyse kurumlar arası telefon görüşmesi gibi bi resmiyet kazanmıştı. nasılsın iyi, sen nasılsın ben de iyi gibisinden taktan sıkıcı, tonsuz ve monoton diyaloglar anasını satayım.
o ana kadar da onu gerçekten çok sevdiğimi düşünüyordum. sevdiğimi düşünmeyi bırak gerçekten de seviyordum. kezban karakterli değildi bi kere. kafası gerçekten çalışıyordu; mal mal sıradan aşk muhabbetleri yapmazdı; pes oynamayı bilmezdi ama gel bi el atalım mı dediğim zaman mırın kırın etmezdi; tavlada iddialıydı filan.
ama o gün yaşanan bu basit olay fitili ateşlemişti. evleneceğim gözüyle baktığım, her haline hayran kaldığım hatun bana kılıbıkmışım muamelesi yapıyordu. ama asla bunu direk söylemiyordu yüzüme. uzun bi süre telefonla olan görüşmelerimizde de söylemedi; daha sonraki birkaç buluşmamızda da.
ama harbiden bizim memleketin kızlarının huyu mudur bilmem; bir konuyu saplantı yaptılar mı zehirini dökmeden; hıncını veya intikdıbını almadan bırakmaz. yani muhakkak sonucuna katlanırsın amk.
mal mal olaylar işte. sokakta gelir birileri laf atar; cezasını sen çekersin. 15 kişiye saldırdım demekle de olmuyor ki anasını satayım. 3-5 dingonun arasına girip hacamat olmakta var. ne diyonuz lan siz am aaazlılar dedikten sonra malkoçoğlu gibi saldırmakla oluyor mu o işler.
dayağı yersen bir defa sıçtığının resmidir. eee kavga etmesen başka dert; bu sefer de ayy ben bunna mı takılıyorooumm triplerine giriyorlar ister istemez. anlayacağınız iki ucu taklu değnek. neyse dinleyen varsa devdıbını anlatırım sonra.
kızları, türk kızlarını genellemiş gibi olmayayım ama yüzde 99'u da böyle düşünür. illa yanındaki erkek şahin kesilecek. "ayyy, o kadar salakla laf dalaşına girilirmiee" "ayy aşkım sen onlara bulaşmaa" bulaşılmaz yeaaa filan derler sorsanız ama pratikte hiç öyle değildir.
ama ben yine de beklemezdim ondan bu çıkışı. gerçekten bu pasifize olmama olayına bu kadar takabilecek, gerçekten o polislerle ağız dalaşına girip işlerin çığrından çıkmasına neden olabilecek o cahilliği yapmamı nasıl beklerdi anlamıyordum. hatta arada soruyordum kendime. lan yoksa ben mi pimpirikleniyorum. aslında kızın pasifize olmama o kadar takıldığı filan yok mu lan yoksa diye düşünüyordum arada sırada.
ama gerçekten de takmıştı kafaya. türlü bahanelerle beni ekiyordu telefonda önceleri. ne zaman bi konu açılsa, gerçekten uzun uzadıya konuştuğumuz/konuşabileceğimiz bir konu da olsa bu, kısadan kesip atıyordu. her dakka bana mesaj atan hatun, artık zoraki 1-2 mesaj atıp onlarda da meşgul olacağını; yorulduğunu filan söylüyordu ki; iyice ilişkiyi bezgin, yılgın bir eşiğe çekebilsin.
benim de en sevmediğim bir ilişki dönemidir ki bu biz bodoslama dalmıştık buna. ne tam bi ayrılacak gibiydik, ne tam bi barışabileceğimiz bir hamle oluyordu. o zamanlarda şöyle düşünüyordum bu salak tripleri görünce; kesin ilişkiyi bitirmek için bahaneler arayacak. yani, ota taka püsüre takıp; artık senle olamıyora getirecek bunu sezinliyordum. bana, ben çok yoruluyorum; çok meşgulüm sana da vakit ayıramıyorum; yıpranıyoruz ara mı versek, bitirsek mi geyiklerine çekeceğine adım gibi emindiim diyebilirim. zaten yegane taktikleri budur. kırmadan dökmeden ayrılmaya çalışmak.
ama böyle saçma sapan bir şey yüzünden ayrılacak olmak fikri gerçekten ağzıma sıçmıştı o dönemde. yani yediremiyordum kendime. neymiş polislerle ağız dalaşına girmemişim. ulan ben de bu cahilliğe katılsam gidecektik merkeze. üstelik de suçluyuz anasını satayım. olay büyümden kuyruğumuzu kıstırıp gitmek varken ne diye atarlanırsın ki. yani hiçbi tak yemeyen ben bir de kılıbık olmuş; mutsuzluğa sürüklenmiştim.
ne diyordum lan; o günlerde ayrılacağımızı düşünüp hüzünleniyordum. iyiden iyiye bunalım takılıyordum. mor ve ötesinin eski albümlerinden şarkılar dinleyip karanlıkta yatıyordum. mesela o şarkılardan birini paylaşayım;
http://www.youtube.com/watch?v=vusi9fao5ga -
2.
+2bu yüzden ben de yarın buluşalım dedim o zaman. aklımca gibimde değilsin mesajını gönderiyor ve ne tak yersen ye tavırlarını üzerime alıyordum. sanki dünya gibime minaresi zütüme gibiydi o an ve sanırım gerçekten de öyle hissediyordum. o umursamaz oldukça ben de sadistleşiyordum ve inanın bu halimi fark etmeme rağmen; bunu normalde saçma bulacağımı bilmeme rağmen o anda buna karşı gelemiyordum hatta birazcık hoşuma gidiyordu bu hallerim.Tümünü Göster
şimdiyse neden böyle olduğumu daha iyi anlayabiliyorum kesinlikle. bunun sebebi çaresizlikler içinde, kapana kısılmış gibi olmaktan nefret etmemdi. evet, böyle eziklenen bir insan olma düşüncesine karşı geliştirilmiş bir duygudur bu sadistçe davranma halleri. yani; çaresizliğimin üstünü örmek için aktif olmuştum artık.
mesela erich fromm şöyle demiş ki çok doğru bir tespittir; "parçalayarak yok etme içgüdüsü, yaşanmamış bir hayatın tepkisidir." ben de başıma gelenlere karşı geliştirilmiş o savunma mekanizmasıyla doluydum.
örneğin bir oyunda kaybedecek olsam ve rakip benle alay etse kavga çıkarıp üste çıkmaya çalışırdım ve önemsememiş gibi dursam da öcümü almak; hıncımı gidermek için fırsat kollardım daima. tıpkı bir akrep gibi zehirleyeceğim zamanı beklerdim. hiçbir zaman eyvallah yenildim ve bu önemsiz gibimde değil yapamam; hiçbir zaman arkamı dönüp amaaan diyemem. insanın yetiştirilme tarzının ne kadar önemli olduğunu görün böylece. sırf yaşadığınız o hayatın sizi nasıl tuzaklarıyla çevrelediğini görün. işin kötü yanı bu halinizi farketseniz dahi içinize yerleşmiş bu duygudan bu zehirden kurtulamamanız.
bu yüzden de sevdiğim insanların kalbini kırmışımdır pek çok defa. ama bu elimde değil. bir insana değer verdiğim zaman bana böyle acı çektirmemeli. gerçekten kendimi yıpratıyorum tam bir mal olduğumu kabul edebilirim ama bu konuda suçsuzdum amk.
ve akşam olmuştu o gün. yatağıma uzandığımda iyice sinirlenmiştim. kardeşimden de tecrübeliyimdir ki sinirlendiğim zaman kırıp dökmemek için -ki onu çok defa kırdım- hiçbir şey yapmamaya özen gösteririm. resmen kendime sakinleştirilmesi gereken bir köpek muamelesi yaparım. o gece yatağa yattığımda ağız dolusu küfürler içeren bir mesajlaşma hayal ettim. sen tam bir huursun cümlesiyle bitecek kırıcı bir konuşma içim alev alev yanıyordu. bir fitil lazımdı sadece. mesaj atmamak için cebelleşiyordum. nolur diyordum kendime yarın git adamakıllı konuş ve gerekiyorsa çıkar hayatından. salak liseli kzılar gibi laf sokma tribine girme amk diyordum kendime.
şunu da biliyordum ki sinirine dokunacak bir konuşma yapsam altta kalmak istemez ve lafı ağzıma tıkamaya çalışırdı feriha. bu yüzden kırıcı bir diyalog hiç de uzak bir olasılık değildi. bunu hissediyordum; avuçlarım, alnım yanıyordu. yine sinirleniyordum. hem saplantılı olduğuma kızıyor; bir yandan olayın saçmalığına sinirleniyor; bir yandan uğradığım haksızlığı yediremiyor; bir yandan da kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. ağzıma sıçmıştı feriha, polis, şiakyet eden aile, ailem, çevrem. hepsi bir olup sinir krizine sokmuştu beni. hak etmiyordum bütün bunları.
ama güç bela sabahı ettim.
günlerden pazardı ve cafe'de buluşmaya karar verdik; tabii yine yarım ağızla bir şeyler söylüyor; yine keyifsizliğini belli eden mesajlar çekiyor. ve en önemlisi hakkımda söylediklerini (artık sevmeme hatta tiksinme durumları) bildiğimi bilmiyordu.
nasıl bi yol izlemem gerektiğini uzun süre onu beklediğim cafe'de düşünüyordum. keyifsizliğim de giderek artıyordu. çünkü, nasıl konuşacağımı bırak, nasıl karşılayacağımı bile bilemiyordum artık. öpüp sarılsam mı; öpmeden mi sarılsam; yanıma geldiğinde ne kadar gülümsemeliyim filan derken; ilk buluşma heyecanına benzer bir heyecan dalgası sardı beni.
her buluşmamıza da geç gelirdi böyle zaten. bir defa da zamanında gel be amk. bu huyunu bilmeme rağmen; lan bu sefer de geç kalmıyormuş diyerek hep zamanında gittim buluşmalarımıza ve hepsinde de en az yarım saat taktı. japonya saatine göre mi yaşıyor anasını satayım diye düşünüyordum. beklerken geçen saniyeler gerim gerim geriyordu beni. bi kahve söyleyip, önümdeki menüye mal mal bakmaya başladım. hiçbir şey düşünmemeye gayret ederek spontan ve rastgele davranışlarıma güvenmeye karar verdim.
hayatımın belirli dönemlerinde bu taktiği çok uygulamışımdır. mesela okulda sunum mu yapıcam ve heyecandan zütüm 3,5 mu atıyor hemen spontan davranma yeteneğime havale ederdim işi. hiç düşünmeden çıkarım tahtaya; kurarım laptop'la projeksiyon aletini. o anda nasıl anlatmam; elimi kolumu nasıl kullanmam gerektiğini hissedersem öyle kullanırım. plan yok; program yok; tasarlama yok yani. çünkü, tasarlayınca; o plana uygun gelişmiyor bir şeyler ve kesinlikle o sapmalar sıçıp sıvamaya dönüşüyor.
ben de elimi kolumu nereye koyacağımı; hangi cümleleri kuracağımı düşünmekten vazgeçip sadece beklemeye koyuldum. yine olayı akışına bırakıyordum. dakikalar ilerledikten sonra; girdi cafe'ye olduğu yerde biraz bekleyip, baygın baygın gözleriyle mekanı süzdükten sonra beni gördü. o anda gerçekten de ondan beklemediğim bir gülümsemeyle karşılamıştı beni. yapmacık görünmemek için ustaca bir tiyatro mu sergileyecek diye bi' an düşündüm. omzunda çantası ve çantasının üstüne astığı küçük ceketiyle geldi ve sarıldı bana; "naber" dedi; yarım ağızla fena değil diyerek hafifçe bir sarılmayla karşılayıp bıraktım.
ceketini ve çantasını yanına koyup derin bir nefes aldıktan sonra "eee daha daha nasılsın" dedi kafasını güçlü bi şekilde iki yana sallayarak. iyice afallamıştım. bu niye böyle yannan yannan hareketler yapıyor amk diye geçti içimden. büyük bir tiyatro çevirdiğini sanıyordum ve tiksintiyle karışık bir sinir damarlarımda dolaşmaya başladı. içeriye sert bir şekilde girip; suratsız bir şekilde otursaydı belki de yumuşak bir şekilde alttan ala ala konuşmalarıma başlayacakken; şu anda 2. kanala geçmiştim ve sadistçe intikam alma hevesi hem çekingenliğimi üzerimden almış; hem de can sıkıntımı nefrete dönüştürmüştü. benimle oynuyordu feriha; bunu yapmamalıydı feriha.
ikinci kez halimi hatrımı soruşunu geçiştirdim; ne istersin dedim. daha ben cümlemi bitirmeden sert bir şekilde masadaki tek menüyü önümden aldı ve sözde! keyifli bir şekilde mmmm hmmmm mmmhmm diye mırıldanarak göz gezdirmeye başladı. bu sefer de rahat tavırları batıyordu bana. hatalı olsam; kılıbık olsam, korkak olsam hatta suçlu olsam bile bu yavşakça muameleyi hak etmiyordum.
iyice zıvanadan çıkmaya başladım; iyice tepemin tası atmaya başladı o dakikalarda. bık bık bık içeceğim ben bi' şey yemeyeceğim; zaten sen çok ısrar ettin diye geldim; yoksa çok işim var; projemi bitiremedim bık bık bık yaptı. gibimde değildi neyi bitiremediği. gibimde değildi neyle meşgul olduğu. "evet, zahmet ettirdik seni buralara kadar" diye hafifçe iğneledim onu. "taaa kaç saatlik yolu tepdin de geldin di mi" diye de ekledim. bir şey demedi. ben de yine bi türk kahvesi daha söyledim ve içeceklerimiz gelene kadar bir şey konuşmadık.
sinirli bir şekilde suratına bakmadan bekliyordum. hala lafa nasıl gireceğimi bilemiyordum. spontan olayı bu sefer işlemiyordu. ben bunları düşünürken bu sefer de telefonunu kurcalamaya başladı ve ne olduysa işte o an oldu.
benim ağzım açıldı o dakika ama bu sefer mantık şalterini indirmiştim; bir şeyler söylüyordum; söylediklerimi duyuyordum ama ne yannan yemeye böyle konuşmaya başladığımı anlayamıyordum. "neden böyle değiştin" dedim; "ne oldu yani; hayırdır ne yaptım sana" dedim. "anlamadım" diyerek sinir edici bi şekilde savuşturdu bu laflarımı. "yahu bak, kaç gündür bir tavırlardasın bi hallerdesin, anlamadım sanma" dedim. "ne saçmalıyorsun yaa" diyerek iyice sinir bozucu bir şekilde soruma yanıt verdi. gittikçe gazlanıyordum. dur diyemiyordum kendime. "lan bi polis geldi senin yüzünden paparayı yedik bi de gelmiş bana tavır yapıyorsun; kaç gündür bir giblememeler bi bilmemne... ler... " "lafını bil de konuş" diyerek atar yaptı o anda.
içimde yükselen şeytani duygu bedenimi ele geçirmiş çoktan ve o hışımla olduğum yerde çok sert bir şekilde fırladım ayağa. hatta öyle sert bir kalkış yaptım ki, diğer masadakiler dönüp baktı tam o anda avradını zikeyim. Kalabalığın da dıbına koyarım diye düşünerek "gib-tir git lan burdan" diyerek bağırdım. "defol lan burdaaannn" diye daha kuvvetle bağırdım ardından. daha o anda söylediklerimden çok pişman olacağımı anlamıştım ama iş işten geçmişti amk. geri vites de yapmadım tabii; sert bakışlarımı düşürmedim. dişlerini hafifçe sıkarak; sadece benim duyabileceğim biçimde "allah belanı versin" diyerek çantasını ve ceketini alarak çıkıp gitti. Etraftakiler mal mal bana bakıyordu. elemanın hesap almasını beklemeden gittim kasaya hesabı ödedim ve çıkıp gittim o cafe'den. hesabı öderken, hesabı alan adamın suratıma ince ince bakışını ise hiç unutamam. o gün o olaydan sonra bir daha buluşamayacağımızı sanıyordum. her şeyin geri dönülemez biçimde sona erdiğini düşünüyordum ama bunda da çok yanılmışım. meğer hayat “serhat ne olaylar dönmüş dıbınakoyayım” dedirtecek kadar tuhaf ve enteresan olabiliyormuş.
---birinci bölümün sonu--- -
3.
+2Feriha’dan ayrılmıştım artık. Hala düş gibi geliyordu bana az evvel söylediklerim. Yaşadıklarım bir kabus gibiydi; ayak üstü rüyalar mı gördüm anasını satayım diyerek düşündüm bi an. Gözlerim yaşardı; hüngür hüngür ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. ikide bir de fırlayan göz yaşlarımı avuçlarımın içiyle, parmaklarımla siliyordum. Kalabalık caddede bu halde yürümeye devam ederken; gerilmiş sinirlerim yüzünden beynim hafif hafif zonklamaya başladı.Tümünü Göster
Canım eve gitmek de istemiyordu; canım sokaklarda bir ömür yürümek ve bi köşede geberip gitmek istiyordu. Neler söyledim ben; neden kendime hakim olamadım ki diyerek sızlanıyordum. Benim gibi bi maldan bi tak olmaz diyordum. Ne kadar sinirlense de insan, bu kadar kırıcı bir lafı; o kadar insanın içinde söyler miydi?
Ama söylemiştim. Feriha bir daha yüzüme bakmazdı. Ben şimdi ne yapacam dıbına koyayım diyerek; oturdum yol kenarında bir yere. Keşke bir dağ başında olsaydım da bağıra bağıra ağlasaydım dedim ama sanki belamı bulmuş gibi kalabalık bir yol ortasındaydım.
Canım kimseyi görmek de istemiyordu. Keyifsiz olduğu zaman insanlar, yanlarında teselli edecek birilerini ararlar. Böyle birilerini bulduklarında da dayanma güçlerinin arttığını filan söylerler. Ben de ise tam tersi geçerliydi. Yapmacık laflarla beni teselli etmeye çalışacak; “abi sana kız mı yok yeaa” diyecek bir arkadaşı; en yakınlarımdan bile olsa boğabilirdim o sinirle. Feriha’dan ayrılmış dahi olsam masal dinlemek istemiyordum. Gerçekleri istiyordum ben.
Telefonum çaldı o sırada. Arayan, Feriha’yla benim adıma konuşmasını istediğim kız arkadaşıydı. Adına Merve diyelim onun da. Feriha hemen yetiştirmiş olanları diye düşündüm. Ne oldu yaa, niye böyle oldu yeaa filan gibisinden yannan yannan sorular soracağını tahmin ettiğimden suratına kapattım telefonu. Peşinden bir daha aramaya başladı. iyice sinirlendim. Telefonu açacak olsam; ağzımdan nasıl galiz laflar çıkacağını düşünemiyordum. Tekrar suratına kapattım. Telefonu da tamamen kapalı mod’a alarak sim kartını dahi çıkarttım.
Elim ayağım boşalıyordu. Yok olmak; çevremdekilerin aklından silinmek ve sonsuza kadar onlardan uzaklarda yaşamak istedim o dakika. Yolum hiç bitmesin dedim; akşam olmasın istedim. Sonsuza kadar yürüyeyim bu caddede. Taa ki Feriha’yla aramızda geçenleri unutana kadar. O kadar yorulmak istedim ki yolun sonunda; o kadar zihnimin boşalmasını arzu ettim ki, Feriha’dan tek bir düşünce zerresi bile kalmamalıydı aklımda. Feriha’mın ismini sonsuza değin unutmak istedim göz yaşlarıyla…
Akşam geç saatlere kadar yürüdüm sokaklarda. Saati hatırlamıyorum ama 22:00 civarı olmalıydı eve döndüğümde. Doğru dürüst bir şeyde yememiştim o gün. Zaten canım da istemiyordu. Ev arkadaşım ailesinin yanındaydı ve bir başıma evde yannan gibi zaman doldurmaya çalışacaktım. Pişmandım; her şeyden ama nafileydi.
Sırf gürültü olsun diye gibik tv’mizi açtım. Ve uzandım kanepeye… Kendimi cezalandırır gibi bir süre bir şey yememeye karar verdim ve düşündüm peşinden. Dünyada benim kadar salak takıntıları olan ve normal görünmeye gayret gösteren ibişler var mıdır diye. Şu yaptığım hareketleri normal insan yapmaz; şu düştüğüm travmatik durumlara normal insanlar düşmez diye düşünüyordum. Kendimi sıradan görünen, hayatın koşuşturmasına bir şekilde uyum sağlayabilmiş bir ruh hastası olarak betimledim o dakka ve can sıkıntım da giderek arttı. Tuhaf bir sıkıntı düşüncelerimi boğuyor gibiydi artık. Çok kötü bir gün geçirdiğimi anlıyor ama o kötü günde yaşanana olayın ayrıntılarına çok uzak bir düş dünyasında acı çekiyordum.
Tv’yi kapatıp, bilgisayarı açtım ve bir film izlemeye karar verdim. Çabuk bitmesin, belki uykum gelmez diyerek Star Wars’ı 4-5-6 ve 1-2-3 sıralamasıyla tekrardan izlemeye karar verdim. Böylece sabaha kadar uykum gelmese de, filmlerim bitmeyecekti. En kötü star wars’u baştan almış olurum diye düşündüm ve izlemeye koyuldum. Yatış pozisyonunda laptoptan izlediğim için bir süre sonra uyuyakalmışım.
Sabah çok erken kalktım. Gün yeni ağarıyordu. Kafamın içinde sinir eden bir boşluk hissettim. Sanki 20 saat otobüs yolculuğu yapmışım da varış yerinde muavin tarafından uyandırılmışım gibi hissettiren bir boşluk.
Aslında hepimiz bu kafa sızısını, hayatımızın belirli dönemlerinde hissederiz bana kalırsa. Genelde sıkıntılarımızdan kurtulduğumuzda hatırlamayız ama tekrardan bu tuhaf baş ağrısına maruz kalınca hatırlarız önceki günlerimizi. Benim düşüncelerimde de böyle bir tarumar hali vardı işte.
Telefonumun kapalı olduğunu hatırlamıştım. Sabahın köründe kimse aramaz zaten diyerek dün kimler aramış diyerek açmaya karar verdim. Merve’nin 2 çağrısı, memleketinde olan oda arkadaşım Murat’ın ibişçe bir mesajından başka bir de mahalleden ve liseden arkadaşım olan ama üniversite yaşamında yollarımızın ayrıldığı arkadaşım Erkan’ın aramaları vardı. Feriha ise aramamıştı tabii. Pek de şaşırmadım bu duruma ama bi sızı saplandı yüreğime o anda.
Her neyse, ev arkadaşım Murat’ı severdim. Gün içinde yaşadığı şeylerden salak saçma mesajlar atardı. Aklı sıra eğlenceli biriydi ama mesajlarından çok onun bu hayat doluluğunu severdim. Bir yerde halı saha maçına gidip kazansalar ve benimle alakası olmasa dahi; baklavaları zütürüyorum moruk diye mesaj atıp arayabilme özelliğine sahipti. Kendini eğlenceli bi bin olarak görüyordu sanırım. işte bu yaşama bağlılığını severdim Murat’ın.
Çocukluk arkadaşım Furkan ise daha değişik bir adamdı. Litvanya’ya Erasmus’a gitmiş deli manyak birisi. Makine mühendisliğinden mezun olur olmaz da Azerbaycan’da geçici bir proje işi için toplanıp gitmişti. Onunla çok sıkı dosttuk diyemem ama ne zaman biraraya gelsek sohbetine doyum olmazdı bu adamın. Uzun zamandan beri ilk defa aradığını görünce memlekete geldiğini anladım ve ilerleyen saatlerde onu aramaya karar vererek tekrar telefonumu kapalı konuma getirdim.
Bu arada ne yapabileceğimi düşündüm. Sabaha kadar açık kalmış olan laptopımdan biraz daha Star Wars ve ıvır zıvır görüntüler izleyerek zaman geçirdim ve bir şeyler hazılayıp hafif bir kahvaltı yaptım tv karşısında. Okula da gidebilirdim ama kimseyi göresim olmadığından vazgeçtim.
Saat 11’e yaklaşırken de aradım Furkan’ı. Furkan belli ki yeni kalkmıştı. Naber nasılsın, memlekete mi döndün amk filan derken gülüşerek konuştuk bi süre. Daha yeni dönmüştü istanbul’a ve ikindiye doğru buluşalım; Gözde’yle(Furkan’ın kuzeni) taksim’de olacağız diye ekledi. Zaten Feriha’yı düşünmemek istiyordum. Bu yüzden tabii kanka tabii buluşalım diyerek kabul ettim.
Furkan hem sevdiğim bir adamdı, hem de çocukluk arkadaşımdı. Buna rağmen uzun zamandır çok sık görüşemediğimiz ve yan yana gelemediğimiz için özel hayatlarımızı derinlemesine bilmiyorduk. Zaten sormazdı da kiminle takıldığımı filan. Öyle bir yapısı yoktu. O yüzden Furkan’la ve Gözde’yle buluşmak, konuşmak düşeş olacaktı benim için. Hem biraz kafa dağıtacağım hem de sorulardan uzak kalacağım bir ortamdı.
O gün Nevizade’de takıldık Furkan ve Gözde’yle. Sohbette biraz yancı gibiydim ama yine de keyifsizliğimi belli etmemeye çalışıyordum. Eskilerden, Azerbaycan meselesinden ve şundan bundan epey konuştuktan sonra laf bi ara evde bu sıralar yalnız takıldığıma geldi. Furkan “gel bize kanka” dedi; “beraber takılırız”. Canıma minnetti; hemen besleme gibi kabul ettim bu daveti. Ayrıntıya girmiyorum ama birkaç gün Furkan’larda evden ve Feriha düşüncelerinden uzak birkaç gün geçirecektim. Öyle umuyordum amk…
Eve uğramadan tam 3 gece 4 gün Furkan’larda kaldım. Ev tabiri caizse gibimde değildi. Sanki o eve yalnız başıma gitmem gerektiğinde her şeyinden tiksiniyordum. Ev bana batıyordu Murat olmadığı zamanlar. Murat evin eğlencesiydi ve benim gibi değildi. Peşinde en az 2 sınıf arkadaşını daha getirir evin neşesini üst düzeyde tutardı.
Bense bir taka yaramayan zütün tekiydim. Artık daha iyi anlıyordum bunu. Benim hayatta Feriha’dan başka doğru dürüst bir kazancım olmamıştı. Kendimi ezik hissettim o günlerde. Furkan’ın kısa sürede hayata atılması; ufak tefek de olsa başarıları, olayları yorumlayış biçimi, Murat’ın hayata bakış açısı benim kendimi itin zütüne sokmama neden oluyordu. -
4.
+1 -1Feriha’da yoktu artık ve kafamın içinde de yapayalnız kaldığımı hissettim. Telefonumu doğru dürüst açmıyor; açtığımda da mesajlaşıp konuştuklarıma bahaneler uyduruyordum. Feriha aramıyordu beni. Depresyona girmiştim diyebilirim. Kafamın içinde yalnız kaldıkça kendimden de tiksinir oldum. Sanki üstümü başıma dikkat etmelerim bile Feriha’nın sayesindeydi. Feriha benim her şeyimdi. Onsuz var olmuştum belki ama onsuz devam edemezdim.Tümünü Göster
Merve gibi Feriha’yal ilgili soru soracaklara dönüş yapmıyordum. Sanki hıncımı onların yapay iyiniyetinden çıkarıyordum. Tabii bunu oldukça pasif bir şekilde yaptığım için; tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış misali kendi kendime gelin güvey oluyor gibiydim. Aslında kimsenin beni o kadar da gibine takmaması daha olası bir gerçek gibi görünüyordu.
Furkan’la yaşadığım günlerde derbeder bir şekilde gezip tozuyor; sabahın köründeki derslere değil de 10 30 derslerine katılıp ikindiden sonra yine Furkan’lara dönüyordum. Furkan o kadar mutsuz görünmeme ve akşam içmelerimizdeki kederime rağmen durup neyin var amk demezdi. Bu artık tuhaf olmaya başlamıştı tabii. Muhabbetlerimizden keyif alabiliyorduk ama sanki benim bir yerlerim kanıyor ama kanayan yerlerimi görmesine veya fark etmesine rağmen Furkan ses etmiyordu ve lak laka devam ediyorduk. Gözde de bazı akşamlar uğruyordu yanımıza. Her önüne gelene aşık olma kapasitesi olan; kafasının nasıl çalıştığını bilimadamlarının bile çözemeyeceği; annesiyle babası yıllar önce ayrılmış; sıska pek bi tipsiz kızdı Gözde. Ona bi insanın ilgi duymasını imkansız olarak görürdüm hep. Çünkü hareketleri de manyakçaydı. Ve derdim ki; bu kadar tipsiz olduğu için mi erkek avcısı; yoksa erkek avcısı olduğu için mi bu kadar tpsiz. Bu sebep sonuç ilişkisini çok kurcalardım…
Furkan’larda uzun zaman geçirmenin artık bi yük oalcağını ve keyifsizliğimi iyice belli ederek tat kaçıracağımı düşünerek eve dönmeye karar verdiğim o dördüncü günde bir karara daha varmıştım. O gün içimde geçici bir serinlik hissettim ve Feriha’nın annesini yani evi arayarak, aramızı düzeltmesini, bi hata yaptığımı filan söyleyecektim. Gururumu düşündüm o anda ama Feriha’dan vazgeçmek imkansız görünüyordu benim için. Onsuz bi geleceğin nasıl olacağı fikri düşüncelerimde dalgalandıkça canım darlanıyordu. Feriha benim yüreğim gibiydi artık. Stockholm sendromuna tutulmuş tutsaklar gibi bir bağ ile ona bağlandığımı anladım. Feriha’ya gururumu ayaklar altına alarak bile olsa, gerekirse tüm hatalarımı üzerime alarak dönmeyi istedim.
Evet, Feriha’nın annesini arayacaktım o gün ve saatler sonra telefonumu tekrar açtım…
Feriha’nın annesi beni severdi. Sevme kriteri olarak “efendi” olmayı gösterirdi her zaman. Ben de tam onun istediği bu tanıma uyuyordum. En azından gösterdiğim yanım buydu. Hiçbir zaman saygısızlık etmem zaten. Bu tarz yavşak hareketlerden de hiçbir zaman hoşlanmamışımdır. Özellikle büyüklere karşı da iyi bir dinleyiciyimdir. Dedemi de arkadaşımmış gibi rahat rahat dinler, muhabbet ederdim. işte bu sebeplerden ötürü Feriha’nın annesini araya koymaya çalışacaktım.
Neden direk Feriha’yı aramadığımı sorabilirsiniz. Yüzüm yoktu amk. Çekiniyordum kırıcı bir şeyler söyler diye. Arasam açmaz, açsa da inanılmaz kırıcı laflar ederek işi daha da içinden çıkılmaz bi hale getirebilir diye aramak istemiyordum. Ne kadar depresif bir halde olsam da, bir yanım, çok küçük bir yanım ona dönebileceğimi düşünmeme engel olamıyordu
…
öncelikle şunu söylemeliyim ki, bu bir am üzerinde züt gibtim hikayesi değildir. ben ne biçim adamım biliyo musun sen hikayesi hiç değildir. bu bir ajitasyon hikayesi veya ben tutunamayanlardan selim ışık bildin mi beni hikayesi de değildir.
bunları daha önce belirtmeliydim belki ama şimdiye kısmetmiş panpalar. her neyse, ben alelade bir insanım bu hayatın içinde. düz adamım demem ama hiçbir aşırı yönüm yoktur. herkes gibi kızar, herkes kadar küser, herkes kadar gülerim. bildiğim kadar severim. mükemmel bir insan değilim. tutkularım varsa, korkaklıklarım da vardır. böylesine hayatın içinde yok olmuş biriyim ben işte ve uzatmadan devam ediyorum;
merve'nin bu hoşlanma itirafıyla zangır zangır sarsılmıştım. aslında düşündüğünü söylediğini anladım ama o an teyit etmek için. şaka mı yapıyosun merve, dalga mı geçiyosun benle dedim. bu bir geçiştirme cümlesi değildi, bu sinirli tavırlarıma hazırlık cümlesiydi bi bakıma.
sinirleneceğimi anladığı için de alttan almaya başlayacaktı tabii. sadece "hayır" dedi. başı öne eğikti hala. saçları yüzünü kapatıyordu. "utanıyorum, dik dik bakma" dedi. o geçiş anında aklıma gelenler şunlardı. merve benim ayrılmamı istediyse bile, bunu göze aldıysa bile, ne yalan söyleyerek, ne de feriha'yı bana fişekleyerek bunu başaramazdı ki, en azından bu yönteme güvenemezdi. ben feriha'yla o ayrılık gününde sade bi ses tonuyla da konuşabilirdim. buna emin olamazdı, cesaret edemezdi ki diye düşündüm. bu sefer kafam iyice allak bullak oldu.
hangi soruyu sormam gerektiğini bilemedim. nereden başlamam gerektiğini çözemedim. ilk aklıma gelen soruyu sordum ona; "feriha hakkında söylediklerin palavra mıydı". "hayır" dedi. neden şimdi söyledin bana bunu dedim. feriha'yla aramızın daha yeni bozulduğunu biliyorsun... ya uff söylediğime cevap versem gibisinden mırın kırın etti. önce şunu bi açıklığa kavuşturalım dedim. kavuşturmayalım dedi. beni sevmiyorsan söyle gideyim diye ekledi. kafası hala 45 derece eğik biçimde masaya bakıyordu.
giblemedim söylediği son sözü. sen insanların arasını mı bozuyorsun dedim. bu gibi bi hava esiyordu masamızda. yanımızdan gelip geçenler, nabıo bu mallar diyebilirdi. kafanı kaldır ve cevap ver bana dedim. kafasını kaldırıp off hiç kimseyi ayırdığım yok benim dedi. anlarız bakalım dedi. sinirselliğimden aldığım cesaretle alabildiğine laf çakıyordum.
hala feriha'yı seviyorum dedim. bi defa senin böyle bir şeyi bu anda söylemen çok saçmaydı. ondan ayrıldım diye onu sevmediğimi nereden çıkardın dedim. neyse çok canım sıkıldı gidiyorum ben diyerek lafı kestirip attım. o da doğru dürüst yüzüme bakmadan çıktı gitti. içtiğim kahvenin hesabını ödedim. ben öderken o lavaboya gitti. sanırım ağladı orada. bense onu beklemeden çıkıp gittim oradan.
gerçekten de bazen saçma sapan diyaloglar yaşarız tanıdıklarımızla. bu konuşma da bizi öyle tuhaf bir şekle sokmuştu ister istemez. bundan sonra adını koyamadığımız bir soğukluk girecek dostluğumuzun içine sandım. ayrıca, istediğim soruların cevabını alamamış olmak da sinir etti beni. şaka gibi geliyordu her şey. benim gibi birini, feriha'ya yıllarca sevgili olmuş birini nasıl sevebildi diye düşündüm. gerçekten karaktersiz bir insan olsa gerek. tanıdığı birinin sevgilisiyle olabilmek düşüncesini yaşayan, hatta gönül bağının bu kadar sorgusuz ve düşüncesiz kopabileceğini düşünen bir insan karaktersiz olmalıydı. bunca zaman merve'yi yanlış tanıdığımı düşündüm...
--- bölüm sonu parçası bu da ---
http://www.youtube.com/watch?v=CIWIf_HwgRc -
5.
+1 -1bune olm aşağıya in in bitmedi amk bunu kim okuyacak
-
6.
+1daha evvel bir arkadaşımın, ayrılık sonrası okul hayatının nasıl dibe çöktüğünü de gördüğüm için bi züt 3,5 laması yaşadım o anda. eleman bütün derslerden kalmıştı. bende böyle bir enkaz bırakmayayım bari diyerek motive etmeye çalıştım kendimi.
-
7.
+1@49 ahahahah amk senin
-
8.
+1
-
9.
+1o an düşündüm; ben birini seviyordum ama sevdiğim başka bir dünyada yaşıyordu; diğer tarafta merve benden hoşlanıyor, hatta anlayış açısından feriha'dan daha ilerde görünüyordu. hem bana açılmayı bile göze almıştı bu konuda. ama sevdalar birbiri üstüne denk gelmemişti. mutluluğu nerde arayacağımı bilmiyordum. sevil de sevme demişler ama bir yandan da alakamızı uyandıran bir kimseyi bizce meçhul ve meçhullüğü derecesinde cazibe dolu bir hayatın unsurlarına karışmış sanmak ve bu hayata ancak onun sevgisiyle girebileceğimizi düşünmek bir aşk başlangıcından başka neyi ifade eder diyen marcel proust var. gerçekten de bir insanı sevmek başka şey, ona bağlanacak kadar sevmek başka şeymiş...
-
10.
+1ben feriha'yı hala seviyorum diye kestirip attım. hayır sevmiyorsun dedi. beni de sevmiyorsun belki ama onu da sevmiyorsun dedi. galiba sen de feriha'ya bi gıcık oluyorsun dedim. alakası yok diye cevap verdi. gerçek bir mutluluğu kaçırdığını bil diye de ekledi. bi şey demedim. sonra kapattık telefonu.
-
11.
+1iyi günler dileyip telefonu kapattım. evde durmak istemiyordum, okula gitmek istemiyordum. arkadaşlarla buluşmak istemiyordum. ama yalnız ve tembel bir şekilde oturmak da istemiyordum. kendi kendime dedim ki, bari bu zamanda biraz ders çalış. okula gidip ders notları filan bulayım bari dedim. sonra kütüphanede ders çalışırım. hiç değilse etrafımda insanlar olur, yalnız kalmamış olurum ve çalışabildiğim kadar da ders çalışırım. iyice züte gitmem en azından.
-
12.
+1onunla o kadar çok zaman geçirmiş ve ona o kadar bağlanmıştım ki, aşk acısının nasıl bir şey olduğunu unutmuşum. gerçek bir sancı saplandı kalbime. çok uzaklarda kaldığını sandığım yalnızlığımı tekrar hatırladım, tekrar tanıştım yalnız halimle.
-
13.
+1sonra lafa girdim. tamam selma teyzecim dedim. özür dilediğimi söyleyebildiniz mi dedim. söyledim ama oralı olmadı dedi. biraz zaman geçsin düzelir elbet diye de ekledi. o anda korktuğumun başıma geldiğini anladım. artık bu saatten sonra, bu soğukluk araya girdikten sonra, nah dönerdi bir daha bana.
-
14.
+1sonunda aradım ve telefon çaldı. annesi çıktı telefona. iyi günler nasılsınız filan dedim. buğulu bi sesle iyi olduğunu söyledi ve ben daha sormadan konuya girdi; "oğlum feriha çok sinirli, konuşmak istemiyormuş bu ara, niye böyle oldunuz anlamadım ki siz gençleri" falan filan dedi. bütün vücudum baştan aşağı ürperdi o anda. 1-2 saniye hazmetmek için öylece bekledim.
-
15.
+1feriha'nın annesini aradım. ama aramadan önce telefonu 3-4 defa daha çaldırmadan kapattım. kötü haber verir diye zütüm 3,5 atıyordu. her seferinde, kötü haber verirse nasıl bir tepki vereceğimi düşündüm. buna hazırlıklı olmalıydım ve olumsuz bir duruma karşı kafamda bir rota belirlemeliydim. eğer benden ayrılmak istediğini söylerse... bu bana çok koyacaktı.
-
16.
+1lan okuyanın da okumayanın da canı sağolsun.
ben sadece içimi dökmek istedim. derdime ortak olup dinlenirse ne ala. dinlenmezse de gibimde değil amk ne yapabilirim yas mı tutacam :( -
17.
+1hazırsanız devam ediyorum amzütler... rezervleri alın
-
18.
+1böyle ajitasyon yapar gibi konuştuğunu görünce sinirlendim ama bi şey demedim bu lafına karşılık. duygularımdan pişman değilim ama dedi. sen seni seven birini değil, peşinden koşacağın birini istiyorsun, anladım dedi. beni konuşma tuzağına çektiğini fark ettim o anda. zaten, kız milleti hiç bi konuşması havada kalması ister. illa ayrılırken, yol verirken bi izahat yapıcan. kesinlikle egoları çok fazla ikili ilişkilerde.
-
19.
+1ne var dedim; lafı uzatmıyorum, dünkü söylediklerim için özür dilerim dedi. özür dileme de dedim feriha'dan ayrılmama sebep sen misin dedim. hayır dedi. ama hata yaptım; sevgilisinden yeni ayrılmış birine hemen açılmakta hata yaptım; çünkü su katılmamış bi salağım ben dedi.
-
20.
+1rezerved.
-
sağdaki neyse de
-
bu elaman akil hastasi hayalinde ulke
-
tylerr dursun burayaa gel
-
cccrammsteinccc günaydın başlığı cügü rekoru
-
türkiyenin dünyadan övgü aldığı video
-
nurten ve elmas hanimlar evde vakit geçiriyor
-
beyler en son ağladığınız filmin adı neydi
-
sözlük sayfaları neden sıfırlanmamiş
-
lahana haşlamiştim kendime
-
uzun sure inciye giremiyen memati
-
gapdan girk beri bag hele
-
baslik acmicaksaniz yatacam
-
kendimle ilgili beklentileri baya dusurdm
-
kafkas manla teke tek çıksak acaba
-
bazı bayanlar başına gelenleri hak ediyor
-
evvel zaman içinde kalbur 560bin olan mal
-
beyler bu sene antalya manavgata gittim
-
ilk önce iş
-
buyuk fontla yazi yazan
-
wow girl olarak meme uçlarim
-
elazığ çuf çuf hikayesi
-
560 bin iti
-
insanlar doğuştan taşaklarını
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 14 01 2025
-
neyse yarın mesai var
-
ne oldu lan gotunuzmu titredii dava
-
atatın neden hiç erkek evlatlığı yok
-
başı açık bayanların namusu
-
kargo da kağıt göndericem
-
kocasini bicakliyan kari size dava acinca
- / 1