1. 73.
    -1
    Küçük Yeşil Sabun

    Küçük yeşil sabun bu günlerde çok üzgündü. Çünkü onu kimse kullanmıyordu. Oysa yeşil sabun, evin küçük kızı elif ellerini yıkasın diye satın alınmıştı. Elif önceleri yemekten önce ve sonra ellerini düzenli olarak yıkıyordu. Küçük yeşil sabun da bir işe yaradığını düşünerek mutlu oluyordu. Ama son zamanlarda elif ellerini yıkamadan yemek masasına oturmaya başlamıştı. Annesi uyarınca da hemen aceleyle ellerini ıslatıp dönüyordu. O gün de aynı şey oldu. Elif aceleyle ellerini suda yıkadı. Banyodan çıkmak üzereydi ki bir ağlama sesi duydu. Etrafına bakındı, küçük yeşil sabunu gördü. Elif şaşırdı küçük yeşil sabun ağlıyordu. Boncuk boncuk köpükler çıkarıyordu. Bir sabun neden ağlayabilirdi ki? Elif küçük sabunun yanına giderek: “neden ağlıyorsun?” diye sordu. Küçük sabun: ” annen beni, senin kullanman için aldı.sen ilk zamanlarda beni kullanıyordun, ben de buna çok seviniyordum. Ellerin tertemiz oluyordu. Ama artık beni kullanmıyorsun, unuttun beni.” dedi. Elif küçük sabunun söylediklerini düşündü. Ona hak verdi. ” artık üzülme, söz bundan sonra ellerimi hep seni kullanarak yıkayacağım.”dedi.
    ···
  2. 72.
    -1
    Top Tavşan

    Top tavşan ,bembeyaz, sevimli bir hayvandı. yürürken top gibi zıpladığı, koşarken top gibi sıçradığı için herkes ona ‘top tavşan ‘ derdi. annesi ve babasıyla ormanın yakınındaki küçük evde otururlardı.

    Top tavşan evin yakınında oynardı, çünkü annesi ‘sakın ormana gitme, orda o kadar çok ağaç var ki evin yolunu şaşırır kaybolursun,’ demişti. Bir gün farkında olmadan evden uzaklaştı, ormana geldi. burada çok büyük ağaçlar, dallar arasında yuvalar gördü. yuvalarda oturan kuşlar ‘cik! Cik! Cik! Ormana hoş geldin!’ diye öttüler. Yakından gelen bir sesle top tavşan yerinden sıçradı.’tak! Tak! Tak!” Siz de gördünüz mü?” Bir ağaçkakan! Sivri gagasıyla yandaki ağacı gagalıyor, yavrusu da oturdukları kovuktan onu seyrediyordu. Birden yoldaki taşlardan biri yürümeye başladı ve ağır ağır top tavşan”ın önünden geçti. evini sırtında taşıyan bu hayvanı siz de tanıdınız mı ?Evet , bu kaplumbağaydı. Artık akşam olmaya, hava kararmaya başlamıştı. hava karardıkça,top tavşan yolları göremez oldu.Şimdi eve nasıl dönecekti? Sağ tarafta bir yol gördü,o yana koştu, fakat bu yol evine gitmiyordu.sol tarafta bir yol gördü, hemen o yana gitti.ne yazık ki bu yol ormanın daha içlerine giden bir yoldu. Top tavşan nereye gideceğini bilmiyordu. karşıdan gelen tilkiyi görünce,top tavşan hemen bir ağacın arkasına saklandı. tilki onu görmeden geçti, yolun kenarındaki delikten içeri girdi bu kocaman delik, tilkinin eviydi. artık ormandaki bütün hayvanlar uyumuş,her yeri sessizlik kaplamıştı. birden top tavşan’ın tam arkasından “huu! Huu! “ fakat o ne ? Birden her yer aydınlanmaya başladı.ay gökyüzüne çıkmış,her tarafa ışıklar gönderebiliyordu. hemen evine koştu. merakla bekleyen annesi onu evin önünde karşıladı.”Ay her gece çıkmaz. onun için bir daha evden uzak yerlerde karanlığa kadar kalma.”Top tavşan annesini dikkatle dinledi ve bir daha evden uzakta karanlıklara kadar hiç kalmadı.
    ···
  3. 71.
    0
    düüütt düüüüt Kara Tren

    Evvel zaman içinde bir orman varmış. Bu ormanın kenarından tren yolu geçermiş. Her gün bir tren kasabadan kente giderken bu ormanın yamacından geçermiş. Ormandaki hayvanlar treni çok severlermiş. Tren ormanın kenarına gelince düdüğünü öttürür haber verirmiş: düüüüüütt!.. O zaman hayvanlar ormanın kenarına koşarlarmış. Tavşanlar kulaklarını, sincaplar kulaklarını sallayarak onu selamlarmış. Çiçekler bile başlarını sallar, kuşlar onunla yarışırlarmış. Trende keyfli keyfli çuf, çuf çuf çuf eder, puf puf puf diye dumanını çıkararak geçer gidermiş.
    Bir gün kara karga, “aman bıktım bu trenin sesinden” diye düşünmüş. Kargaların kendi sesleri çirkin olduğu için olacak, trenin sesini, güzel düdüğünü sevmemiş bizim kara karga. Sonra da gidip trene şöyle demiş: “biz senin sesini sevmiyoruz öttürüp durma.”

    Tren bu işe çok üzülmüş. “beni seviyorlar sanıyordum” demiş. Ertesi günü ormanın kenarına varınca her zamanki gibi düdük çalacakmış, ama karganın söyledikleri aklına gelince düt demiş kesmiş düdüğü. Sonra da kimse duymasın diye çok, ama çok yavaş geçmiş gitmiş: çuf, çuf, çuf, puuuuff… dumandan anlamış ormandakiler trenin geçtiğini hemen koşmuşlar ama yetişememişler. Tren o kadar yavaş gitmiş ki kente geç gelmiş. Makinistler merak etmişler. Acaba bir arıza mı var diye. Oysa tren yavaş gittiği için gecikmiş.

    Ertesi gün tren ormanın kenarına gelince düdüğünü hiç çalmamış. Sonra da “düdük çalmadan, ormandakileri görmeden ne diye gideyim, hiç gitmem” demiş. Orada kurmuş kalmış. Kentte beklemişler. Tren gelmemiş. Makinistler “dünden belli oluyordu, arıza yaptı herhalde” demişler. Yeni bir lokomotif çıkarmışlar ve treni kasabaya geri çekmişler. Ertesi günü trene bakmaya karar vermişler.
    Bu sırada ormandakiler toplanıp aralarında konuşmuşlar. Treni özledik ne yapsak, diye düşünmüşler. Kuşlar ağlamışlar. Bize darıldı diye üzülüyorlarmış. Kara karga olanları görünce yaptığı yanlışı anlamış.

    “sanırım siz seviyordunuz. Oysa ben ötmemesini söyledim. Ama üzülmeyin gider kendim anlatırım.” Demiş ve ormanda herkes seni çok seviyor ve sen geçmediğin için üzülüyorlar.

    Kara tren bunu duyunca çok sevinmiş. “yarın geleceğim git söyle” demiş.
    Ertesi gün makinistler gelmişler. Trende hiçbir arıza bulamamışlar. Çok şaşırmışlar. Yağlanması gerektiğini düşünmüşler. Treni bir güzel yağlamışlar. Sonra da yola çıkarmışlar. Tren koşa koşa ormana gelmiş. Gelince de uzun bir düdük çalmış. Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt. Sincaplar, tavşanlar, kuşlar koşmuşlar trene, trende gene çuf çuf çuf, diye keyfle giderken puf puf puf, diye dumanını taa göklere salmış. O gün kente tam vaktinde varmış ve bir daha hiç bozulmamış.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 70.
    -1
    Küçük Patatesin Maceraları

    Patates kızartması,
    Çocukların baştacı.
    Hapur hupur yerler,
    Hiç bitsin istemezler.

    Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, kepçe kulaklı kedi kovalamış aslanı, aslan havlamış önce kedi ise kükremiş, pek korkmuş aslan hemen saklanıvermiş. Koca bir ejderha da saklanmış ayakkabıya, saklanır mı saklanır, ayakkabı küçüktür demeyin ha! Belki de bu ejderha başkadır. Uzaklarda değil çok yakın bir ülkede, bir patates yaşarmış ailesiyle birlikte. Bizim patates diğer bütün patatesler gibi toprağın altında yaşarmış. Toprağın altında oyun oynarmış arkadaşlarıyla, patateslerin kralı her gün onları yanına çağırır, dünya yüzüne çıktıklarında nelerle karşılaşacaklarını anlatırmış. Bizim patates ve arkadaşları nasıl heyecanlanırmış bir bilseniz, hayallere dalıp herşeyi unuturlarmış.
    Günlerden bir gün küçük patates hoplaya zıplaya toprağın altından çıkmış, çıkar çıkmaz da güneşin upuzun kollarıyla karşılaşmış, yüzüne vuran o sıcaklık ilk önce korkutmuş onu ama sonra gözlerini kocaman açmış :
    - aaaa ne güzel bir şey bu , sayın kral patatesin anlattığı şey bu olmalı. Neydi adı neydi ? Evet güneş. Dünyamızı aydınlatan, ısınmamızı sağlayan ve bizden çok uzakta olan güneş. Aslında hiç de o kadar uzakta değilmiş, sıcacık sanki toprak gibi toprağın içide böyle sıcacık…
    Bizim küçük patates güneşin bütün sıcaklığını hissetmiş ve tam o sırada biraz ileride sağa sola koşup duran iki çocuk görmüş. Çocuklar öyle güzel koşuyorlarmış ki, patates bir süre onlara hayran hayran bakmış.
    -ayak dedikleri şey bu olsa gerek. Her yere gidebilmelerini sağlıyor ayakları vay canına..
    Patates, heyecan içinde öylece bakakalmış. Uzun bir müddet çocukların koşuşturmalarını izleyen küçük patates, onların yaklaştığını görünce

    Yuvarlanarak bir taşın arkasına saklanmış. O ayaklarıyla vurup durdukları yuvarlak şeyin ne olduğunu bilemediği için biraz da telaşlanmış. Sayın kral patetesin anlattığı hiç bir şeye benzemiyormuş bu acaba büyük bir patatesle mi oynuyorlar diye tedirgin olmuş ama bu şey patatese de benzemiyormuş ki, zıplayıp duruyormuş. Yuvarlakmış, üstünde resimler varmış ve çocukları çok eğlendirdiği de bir gerçekmiş.

    Küçük patates yavaşça geldiği toprak birikintisinin içine dalmış. Sayın patates kralına ve arkadaşlarına gördüklerini anlatmış. Anlattıklarını dikkatle dinleyen kral çocukların peşinde koştukları şeyin ‘top’ olduğunu ve bütün çocukların topla oynamaktan çok hoşlandıklarını anlatmış . Patates çocukların hiç oyuncakları olmazmış. O gün oyuncağın ne olduğunuda öğrenmişler.
    Küçük patates toprağın altındaki sıcacık yuvasında, mutlu mutlu uyumuş o gece. Çocukların sofralarına yemek olarak gideceği günleri hayal etmiş durmuş: ” keşke benim de bir topum olsa” diye sayıklayarak uyumuş.

    Ne güzel hayal kurmak, masallarda da olsa.
    Hayalleri yaşamak,bir patates bile olsa.
    Patatesin yemeği ve yapılır unutmayın,
    Sadece kızartmasını yiyerek doymayın.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 69.
    -1
    Bezelye Prenses

    Bir zamanlar bir prens varmış. Bu prens evlenmek istiyormuş, ama evleneceği kişi gerçek bir prenses olmalıymış. Böyle birini bulmak için bütün dünyayı dolaşmış, ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Çünkü, karşısına çıkan prenseslerin hakiki olup olmadığını bir türlü anlayamıyormuş. Hep ekgib bir şeyler bir şeyler oluyormuş. Sonunda üzüntü ve umutsuzluk içinde yurduna dönmüş.
    Bir gece korkunç bir fırtına çıkmış; şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, kıyametler kopuyormuş. Derken sarayın kapısı çalınmış, yaşlı kral gidip kapıyı açmış. Fakat, o da ne kapıda, yağmurdan ve fırtınadan perişan olmuş bir zavallı bir kız duruyormuş. Üstelik her tarafından sular akan, tepeden tırnağa sırılsıklam olmuş bu kızgerçek bir prenses olduğunu söylüyormuş.

    “Eh, anlarız bakalım!” diye düşünmüş yaşlı kraliçe, ama kimseye bir şey söylememiş. Yatak odasına gitmiş, yere bir bezelye tanesi koymuş. Bu bezelye tanesinin üzerine yirmi tane döşek, döşeklerin üzerine de yirmi tane kaz tüyü yatak koymuş.

    Gece olunca prenses bu yatakta yatmış.

    Sabah olunca kıza, gece nasıl uyuduğunu sormuşlar.

    “Ah, korkunç bir şeydi!” demiş prenses. “Bütün gece gözümü bile kırpmadım! Allah bilir ne vardı yatak ta! Sert bir şeyin üstünde yatmışım gibi, her yerim çürüdü, mosmor kesildi! Gerçekten berbattı!”

    Böylece anlaşılmış ki, yirmi döşek ve yirmi kaz tüyü yatağın altındaki bezelye tanesini hissedecek kadar nazlı, narin olduğuna göre, bu prenses hakiki bir priçestir!

    Prens onunla evlenmiş. O bezelye tanesini de müzeye koymuşlar. Eğer kimse almadıysa, bugün bile gidip görebilirsiniz onu.
    ···
  6. 68.
    0
    hahahahahahhahahahahah
    ···
  7. 67.
    0
    bunları annenden dinliyorum şu anda.
    ···
  8. 66.
    -1
    @66 yok ama rezevr aldım okicam hepsını tek tek su an ılk sayfadayım
    ···
  9. 65.
    -1
    bi düşün allahın dallaması bebeşinci nesil hiç okur mu bunu

    özet geç
    ···
  10. 64.
    -1
    Benekli Kelebeğin Bayramlığı

    Akşamdı. Kaybolan güneşle beraber insanlar evlerine, kuşlar uzaklara, böcekler yuvalarına gidiyordu. Tüm bunların arasında bir kelebek telaşla gezip duruyordu. Siyah benekleri vardı. Açık yeşil kanatları… Bir de çok mühim bir derdi vardı.

    Bir kelebeğin derdi ne olabilir ki…

    Yarın bayramdı. Ama bizim benekli kelebek, bir bayramlık alamamıştı hâlâ. Ne yapsa ne etseydi. Düşünüyor, düşünüyor ama aklına bir çıkar yol gelmiyordu.

    Hafifçe kararan gökyüzüne baktı. Biraz erken olsa gidip onun renginden isteyebilirdi. Şöyle açık mavi bir kıyafet hiç de fena olmazdı hani. Ama gökyüzü artık gece elbiselerini giymişti ve bu renk bir kelebeğin bayramlığı için uygun bir renk değildi. Ağaçların yeşili olabilirdi aslında. Ama bu karanlıkta onlar da birer hayalet gibi olmuşlardı. Bulutlar yoktu, oysa beyaz bir gelinlik isteyebilirdi onlardan. Sapsarı bir elbise de iyi olurdu sanki ama güneş de yoktu ki… Hepsi de gitmişti işte. Kendini çok yalnız hissetmeye başlamıştı. N’apacaktı şimdi…

    Böyle küskün küskün dolaşırken ilginç bir şey oldu. içine bir umut doğdu benekli kelebeğin. Zor zamanda yetişen umutlar da bir başka güzel olur, bilirsiniz.

    Gördüğü yere doğru uçtu hemen. Hem de bir helikopter gibi hızlıca… Beneklinin koştuğu yer, ışıkları yanan bir balkondu. Balkonda bir çocuk vardı. Ve masasına eğilmiş, bir şeyler yapıyordu. Kimdi bu çocuk, benekli onu nasıl görmüştü bilinmez. Aceleyle çırpıyordu kanatlarını.

    Gideceği yerin yolu, heyecandan o kadar uzamıştı ki, benekli kelebek bir başka ülkeye gittiğini sandı. Sanki kocaman yollar, ormanlar ve denizler geçiyordu.

    Kanatları güçsüz kalmıştı iyice.

    Nihayet ışıklı balkona geldi. Ve çocuğun tam önüne kondu. Konduğu yer, çocuğun resim yaptığı beyaz kâğıttı.

    Onu görünce sevinçle el çırptı çocuk. Nazikçe eline aldı. Benekli, heyecandan az kalsın ölecekti. Sesini toparlayıp:

    - Merhaba, dedi.

    Neşeyle gülümsedi çocuk.

    - Merhaba cici kelebek, dedi. Kelebek devam etti sonra:

    - Biliyor musun ben yalnız bir kelebeğim. Yarın bayram. Ama benim hâlâ bir bayramlığım yok!

    - Üzüldüğün şeye bak, dedi çocuk. Ben hemen bir bayramlık hazırlarım sana.

    - Sahi mi?, diye sordu kelebek. Bunu yaparsan çok sevinirim.

    Çocuk hemen boyalarını çıkardı. Çabucak bir kelebek çizdi ve boyamaya başladı. Açık yeşil kanatlı, siyah benekli bir kelebekti çizdiği. Resmini bitirince kelebeğe gösterdi.

    - Ooov, dedi kelebek. Tam bir bayramlık bu. Ne kadar da güzel oldu.

    Muzipçe güldü çocuk:

    - Biliyor musun, dedi sonra. Bu resmi senin kanatlarına bakarak çizdim. Senin kanatlarından daha güzel bir şey olabilir mi? Bence bayrama böyle girmelisin.

    - Bir bayramlık kadar güzel mi sence?, diye sordu kelebek.

    - Tabii ki güzel, dedi çocuk.

    Gülümsedi kelebek. Şöyle bir baktı kanatlarına. Gerçekten de çok güzeldi kanatları. Biraz düşünüp:

    - Sen beğendiysen, artık bayramlık aramayayım o zaman, dedi.

    Sonra vedalaşıp kanatlarını açtı. Çocuk, kelebeğin arkasından küçük bir siyah benek olana kadar el salladı.

    Bayramlıklar hep güzel olurdu. Ama en güzeli elimizdekiyle yetinmeyi bilmekti. Benekli kelebek, bu bayrama bunu öğrenmiş olarak girdi.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 63.
    -1
    tamam lan yeter be amk (yeter lan2) yeter amk yeter3 yeter4 yeter5 yeter6, lan bizim günahımın nedir? biz de sizler gibi am züt muhabbeti edip birbirimize derdimizi anlatmaya geldik buraya. evet liseliyiz amk 3.sınıfa gidiyorum. ananıza küfür ediyorum. yaraktan entryler girip ağzına sıçıp sıvıyorum sözlüğün. eğlenmiyor musunuz lan benim yazdığım yazıları görünce? küfür etmiyor musunuz lan anama bacıma? bir nebze olsun üzerimizde stres atmıyor musunuz lan?

    tamam amk evet liseliyiz bu yazdığım yazıda da gayet açık. yine ana avrat gardaş gibeceksiniz, eksiyi basıcaksınız.
    ama hop be birader demek istiyorum.

    yapılan uludağ gibertmesinde bende görev aldım uludağda yazar oldum silik yedim yazdığım yazılarla.
    ve hala açık olan grup sulalemiz raad panpa da üyeyim.
    anlatmak istediğim şu;
    bizde sizler gibi gibertmelere katılıp ortalığın dıbını zütünü yığamaz mıyız?
    bizde muallaknin açtığı bir başlıkta @2 olamaz mıyız?
    bizde caps yapıp yeter lan2 yi sıçasıya kadar güldüremez miyiz?
    sen de 31 çekiyorsun bende, gibtiğim 21lik lolita ayaklarını bırak lan? eğer sende inci sözlük yazarıysan eline mahkumsun.

    neyse ne gibleyen olur ne de giben olur.
    eğer yeter lan2 dönecekse banla lan beni huur çocu serkan. ziyaretci olarak girip gülmeye razıyım ben.
    ···
  12. 62.
    -1
    Çiftçi ile Geçimsiz Oğulları

    Akıllı bir çiftçi varmış. Ama bu çiftçinin oğullarıyla başı dertteymiş. Çünkü oğulları birbirleriyle hiç geçinemez, durmadan çekişirlermiş.

    Çiftçi oğullarına ne dediyse kâr etmemiş. Çocuklar o kötü huylarını bir türlü değiştirmemişler. Atışıp çekişmeye devam etmişler.

    Adamcağız sözle başa çıkamayacağını anlayıp, “Bâri şunlara bir örnek göstereyim.” demiş. Oğullarını yanına çağırmış. Onlardan birkaç demet de çubuk istemiş.
    Oğullarını karşısına almış. Çubukların hepsini bir demet yapıp bağlamış. Sonra oğullarına verip;

    “-Kırın bakayım şunları!” demiş.
    Çocuklar uğraşmışlar, didinmişler ama çubukları bir türlü kıramamışlar. Bunun üzerine çiftçi, demeti onlardan alıp çözmüş. Çocukların hepsine birer çubuk verip;

    “-Şimdi kırın bakalım.” demiş.
    Çocukların hepsi de ellerindeki çubukları kolayca kırmışlar.

    Baba;

    “-Görüyorsunuz ya evlâtlarım,” demiş, “birlik olursanız düşmanlarınız size bir şey yapamaz. Ama birbirinizle geçinemez, çekişmeye devam ederseniz, düşmanlarınıza tek başınıza karşı koyamazsınız; yenilip gidersiniz.”
    ···
  13. 61.
    +1 -1
    @65 okudun mu lan hepsını kajsjdk
    ···
  14. 60.
    +1 -1
    şuku panpa gece gece baya guldum
    bu arada ne kadar cok masal varmıs amk
    ···
  15. 59.
    -1
    Uyuyan Güzel

    Bundan yıllar önce uzak ülkelerin birinde bir kralla güzeller güzeli bir kraliçe yaşıyordu. Kocaman görkemli bir şatoda oturan kral ve kraliçeyi ülkenin halkı çok seviyordu.
    Özellikle güzel olduğu kadar iyi kalpli olan kraliçeye herkes hayrandı. Bu iyi yürekli kraliçenin hayattaki en büyük dileği bir çocuk sahibi olmaktı.
    Sonunda bu dileği gerçekleşti ve güzel bir ilkbahar sabahı harika bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Genç kralla Kraliçenin mutluluğuna diyecek yoktu.
    Küçük prensesle doğumunu kutlamak için o güne kadar görülmemiş bir şenlik düzenlendi. Bu şenliğe o ülkedeki bütün insanlar ve periler davet
    edilmişti.

    Şenlikler şatonun büyük salonlarında kutlanıyordu. Her taraf o günün şerefine süslenmişti. Bütün davetlerin dikkati, yatağında uslu uslu yatan
    minik prensesin üzerindeydi. Melek yüzlü iyilik perileri beşiğin çevresinde toplanmıştı. Her biri sırayla bebeğe iyi dileklerde bulundular.
    Kimi ona güzellik, kimi akıl, kimi de cömertlik armağan etti. Fakat büyük
    bir talihsizlik olmuş ve yaşlı bir periyi şenliğe davet etmeyi unutmuşlardı. Bütün konuklar neşe içinde eğlenirken yaşlı peri birden
    ortaya çıkıverdi. Şenliğe davet edilmediği için çok kızmıştı. Öfkeyle
    küçük prensesin beşiğine yaklaşarak "Onaltı yaşına geldiğinde parmağına
    bir iğ batacak ve öleceksin" dedi Oradaki herkes şaşkınlıktan donakalmıştı.
    işte tam bu sırada henüz dilekte bulunmayan perilerin en genci ileri
    atıldı. " Üzülmeyin, dedi yavrunuz ölmeyecek Küçük prenses yüz yıl sürecek derin bir uykuya dalacak ve bir prens gelip onu öptüğünde bu uzun uykudan uyanacak"

    Kral ve Kraliçe genç periye teşekkür etti.Ama kral yinede bu kehanetin gerçekleşmesinden büyük kaygı duyuyordu. Hemen bütün muhafızlarına,
    ülkedeki iğlerin kaldırılmasını emretti. Bu emre uymayanların cezası ölüm olacaktı. Böylece aradan uzun yıllar geçti.

    Mutlu bir hayat süren prenses hergün biraz daha büyüyüp güzelleşiyordu.
    Onaltı yaşına geldiğinde bir gün şatoyu gezmeye karar verdi. Şato okadar büyüktü ki, bilmediği pek çok yeri vardı. O zamana kadar görmediği küçük bir odada yaşlı bir kadına rastladı. Kadın elindeki iğ ile iplik eğiriyordu. Bu iğ nasıl olduysa muhafızların gözünden kaçmıştı. Çok meraklanan prenses tanımadığı bu garip alete dokunmak istedi ve iği eline alır almaz eline battı . Kötü kehanet sonunda gerçekleşmişti.

    Hemen uykuya dalan güzel prenses ipek örtüler içinde altından yapılmış bir
    yatağa yatırıldı. Prensesle birlikte bütün şato yüz yıl sürecek derin bir uykuya daldı. Kral Kraliçe muhafızlar, hizmetkarlar ve saray çalgıcıları da uyumuştu. Sadece onlarda değil... Sahibiyle birlikte avludaki köpek, ahırdaki koşulmuş at, hatta dallardaki kuşlar bile uyudu.

    Her tarafa derin bir sessizlik çökmüş onları uyandırmamak için rüzgar bile susmuştu. Ağaçların yaprakları da kımıldamaz olmuştu. Bu arada uyuyan şatonun çevresinde sık bir orman göğe doğru yükselip onu bütün gözlerden gizledi. Bu arada aradan tam yüz yıl geçmişti.

    Yine ilkbahar gelmiş bütün doğa uyanmıştı. günlerden bir gün genç ve cesur bir prensin ormana yolu düştü. Uyuyan güzel efsanesini duymuş ve onu bulmaya karar vermişti. Günlerce aradıktan sonra, önüne geçemediği bir duygu onu bu ormana çekmişti. Sonunda şatoyu buldu ve prensesin uyuduğu odaya girdi. Daha onu görür görmez yüreğini tarifsiz bir sevgi kapladı.

    Prenses'e daha o anda aşık olmuştu. Genç kıza doğru eğildi ve onu hafifçe öptü. Güzel bir prenses sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi hemen gözlerini açtı. Onunla birlikte şatodakilerde gözlerini açtı. Kötü kalpli perinin büyüsü artık bozulmuştu. iki genç kısa süre sonra görkemli bir düğünle evlendiler ve uzun yıllar birlikte mutlu bir hayat sürdüler.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 58.
    -1
    YILDIZ YAĞMURU

    Kış, beyaz ağaçlar yaratır topraktan; bazı insanlardan umutsuzluk yaratır, ama bir sevgi iliştirir bu umutsuzluğa, dünyanın en garip çiçeğini yaratır.

    Annesi babası ölmüştü kızın, başında bir kukuletası sırtında yırtık bir elbisesi ve tüyleri yağmur yemiş bir paltosu vardı. Böyle bir kızın cebinde olsa olsa bir dilim ekmeği olur ancak, avucunda sıkı sıkı tuttuğu birazcık bozuk parası olur. Ama kış güveni nedense kaybolmamıştır. Kuşlara bakarak ısınmaya çalışır. Titrerken düşünüyordu kız.

    -Bahar gelecek günün birinde Kar taneleri yerine tomurcuk yağacak gökten sincaplar ılıklığı yukarı taşıyacak. Kış baharın habercisidir, meleklere mektup yazar, gönderilmesini ister baharın bu arada yeryüzünü oyalar.

    Bunları düşünürken yaşlı bir adam çıktı karşısına.
    -Param yok, karnım aç, dedi bana para ver biraz, sen küçük bir çocuksun nasılsa doyururlar seni.
    Hiç düşünmedi bile kız bütün parasını ihtiyara uzattı. Sanki beyaz bir aslan girmişti şehre, alev yerine kar soluyordu şemsiyesi olanların şemsiyesini, düşleri olanların düşlerini parçalıyordu. Ama umutsuzluğa kapılmadı kız, sokakta bir başına yürüdü.

    Bir kadın belirdi yanı başına.
    -Güzel çocuk, dedi yiyecek bir şey var mı cebinde? Ağzıma üç gündür lokma koymadım kime başvurduysam geri çevirdi beni...
    Bir dilim ekmeği vardı ya, onu yesin zavallı kadın, kendisi bir şey yemeyeli iki gün olmuştu daha.
    -Al teyze, dedi, benim karnım tok, daha demin yemek yedim. inan bana, daha olsaydı daha verirdim.

    Sonra küçük bir çocuğa giydirdi paltosunu, gömleğini kendi boyunda bir kıza armağan etti, hava kararmıştı nasıl olsa, kimseler göremezdi kendisini.

    Ama o bir kedi yavrusunu gördü; soğuktan sesi bile donmuştu kedinin, bıyıklarında buz tutmuştu miyavlaması. dergiciler görseydi, kış resmi olarak dağların değil onun resmini koyarlardı dergi kapaklarına. Başından çıkardığı kukuletaya sardı kediyi.

    Kış, adımlarını yönetir insanların; kürklü olanları tiyatroya zütürür, paltolu olanları sinemaya zütürür, ceketli olanları evlerine zütürür, çıplak olanları korulara zütürür.

    Derken, kendini bir koruda buldu kız, saçlarının arasına sokup ellerini gökyüzüne baktı. O anda tipi dindi, bulutlar açıldı ve ansızın beliren samanyolundan bir yıldız kaydı, sonra bir yıldız,bir yıldız daha, bütün samanyolu, büyük ayı, küçük ayı, hepsi ayaklarının dibine düştü kızın, sonra çoban yıldızı düştü.

    Yeryüzü inanılmaz sevinçler yaratır. Eğilip baktı kız, toprağa değdikçe altın oluyordu yıldızlar.

    Artık gelmemek üzere gidiyordu kış yoksulların, kedilerin yanından; güzel yemekler, kalın kumaşlar alınırdı bu altınlarla.

    Göğü seven denizcilerin tanıdığı bütün yıldızlar birer birer düştü yere onları gören ay bile çekinmedi havada parçalandı ve dallarına altın birer yaprak olarak kondu ağaçların.
    Alışverişi seven sincaplar için işte bir sürü altın.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 57.
    -1
    UYUYAN ASLANLA KABADAYI SIÇAN

    Aslan yan gelmiş yatmış, hor hor uykuya dalmış. Sıçanın biri deliğinden çıkmış. Başlamış aslanın üzerinde oynayıp cirit atmaya. Aslan uyanmış, tedirgin tedirgin bakınmış;

    -Ne oluyor üstümde diye aranıyorken kapı önünden geçen bir tilki aslanın bu durumunu görünce, hemen taşı deliğine koymuş, aslanı alaya almış:

    "Ne o aslan kardeş, sen de minicik bir sıçandan mı korktun? Ne ayıp ne ayıp? Aslanlığa bu yaraşır mı hiç? " demiş.

    Aslan burnundan solumuş:
    -Sıçandan mıçandan korktuğum yok... Benimkisi sadece merak! Uyuyan koca aslanın üstünde kim, hangi kabadayı dolaşmayı göze almış? Ben asıl onu merak ettim, demiş.


    (Hayatta güvenli olun, küçük, dış görünüşte önemsiz gibi gelen şeylere aldırmazlık etmeyin. Kişinin gerçek güçlülüğü çokluk bu çeşit davranışlardan doğar )
    ···
  18. 56.
    0
    liseli olsak bu saatte online olur muyduk kardeş?
    ···
  19. 55.
    0
    ŞEHiR FARESi iLE TARLA FARESi

    Çok eskiden tarla faresi ile şehir faresi arkadaş olmuş. ikisi birbirlerini çok severmiş. Aralarında güzel bir dostluk kurulmuş. Şehir faresi sık sık tarla faresini ziyaret edermiş. Birlikte kırlarda güle oynaya vakit geçirirlermiş. Diledikleri kadar koşar, zıplar, yuvarlanırlarmış...

    Bir gün şehir faresi arkadaşını yemeğe davet etmiş.
    -Bu akşam bize gel. Sana güzel bir sofra hazırlayayım. Azıcık miden bayram etsin, demiş.
    Bu davete tarla faresi çok sevinmiş. Yiyeceği yemeklerin hayalini kurmaya başlamış. Bütün gece rüyasında peynirler, tatlılar, pastalar görmüş. Bu arada şehir faresinin evinde bir telaş bir telaş... Çeşit çeşit yiyecekler, pastalar hazırlanmış. Bütün gün koşturup durmuş.

    Akşam tarla faresi kalkıp gelmiş. Bakmış, masanın üzeri çeşit çeşit yiyeceklerle dolu. Masada hiçbir şey ekgib değilmiş. Hemen sofraya oturmuşlar. Ziyafet neşeli başlamış.
    Tarla faresi önce pastadan bir lokma alacakmış. Tam çatalını uzatmış, dışarıdan sesler gelmiş.

    Şehir faresi hemen deliğine kaçmış. Ardından da tarla faresi kendini zor atmış deliğe.
    Korkudan kalpleri küt küt atıyormuş.
    Tarla faresi sormuş:
    -Evin kedisi olabilir mi?
    Şehir faresi cevap vermiş:
    -Sanırım onun gürültüsüydü.

    Yeniden sofraya oturmuşlar. Ama artık neşeleri kaçmış, tedirgin olmuşlar.
    Tarla faresi bu kez çatalını böreğe uzatmış. Tam lokmayı ağzına atacakmış, yine sesler işitmişler. Apar topar ikisi de kendilerini deliğe atmış. Yüzleri korkudan sapsarı olmuş.
    Korkudan tir tir titriyorlarmış.

    Tarla faresi sormuş:
    -Evin hanımı olabilir mi?
    Şehir faresi cevaplamış:
    -Belki odur bilemem.
    Sesler kesilince delikten çıkmışlar.
    Şehir faresi:
    -Kusura bakma. Bazen böyle şeyler oluyor. Haydi yemeğimize devam edelim, demiş.
    Tarla faresi:
    -Bu kadar yeter! Korku içinde yemek istemem, demiş. Yarın sen bana gel. Kuru ekmek yeriz belki ama kimse de bizi korkutamaz.
    ···
  20. 54.
    -1
    SALYANGOZ VE EVi

    Salyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşır. Bir zamanlar evini sırtında taşımaktan haşlanmayan sevimli bir salyangoz yaşarmış. Üstelik evinin rengini de hiç beğenmezmiş. Bizim sümüklü böcek kelebek ve uğur böceğini çok severmiş. Arada bir onlarla dertleşir evini şikayet edermiş. “Ah keşke evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi taşıyorum bari sizin elbiseleriniz gibi bol desenli ve renkli olsaydı.”

    Kelebek ve uğur böceği bir gün sümüklü böceğe “Sevimli arkadaşımız hani evim renkli olsun diyorsun ya biz onun bir çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtır var. Seni ona zütürürsek evini rengarenk boyar.”

    Sümüklü böcek buna çok sevinmiş. “Ne duruyoruz. Hemen gidelim.” Demiş. Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar. Gelen misafirleri dinleyen tırtıl boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış. Sonunda tırtıl sümüklünün evini çok güzel desenlerle bezemiş. Sümüklü böcek yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olmasına çok üzülüyormuş.

    Dönüş yolunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış. Kelebek ve uğur böceği öyle ıslanmışlar ki sele kapılmaktan son anda kurtulmuşlar. Oysa sümüklü böcek hemencecik evine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş. Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş. “iyi ki saklana ileceğim bir evim var. Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya.” Sevimli sümüklü böcek bu olaydan sonra bir daha evini sırtında taşımaktan şikayetçi olmamış.
    ···