-
26.
+1 -1hangi bebişinci gibtiyse bunu çıksın ortaya
-
27.
0düüütt düüüüt Kara TrenTümünü Göster
Evvel zaman içinde bir orman varmış. Bu ormanın kenarından tren yolu geçermiş. Her gün bir tren kasabadan kente giderken bu ormanın yamacından geçermiş. Ormandaki hayvanlar treni çok severlermiş. Tren ormanın kenarına gelince düdüğünü öttürür haber verirmiş: düüüüüütt!.. O zaman hayvanlar ormanın kenarına koşarlarmış. Tavşanlar kulaklarını, sincaplar kulaklarını sallayarak onu selamlarmış. Çiçekler bile başlarını sallar, kuşlar onunla yarışırlarmış. Trende keyfli keyfli çuf, çuf çuf çuf eder, puf puf puf diye dumanını çıkararak geçer gidermiş.
Bir gün kara karga, “aman bıktım bu trenin sesinden” diye düşünmüş. Kargaların kendi sesleri çirkin olduğu için olacak, trenin sesini, güzel düdüğünü sevmemiş bizim kara karga. Sonra da gidip trene şöyle demiş: “biz senin sesini sevmiyoruz öttürüp durma.”
Tren bu işe çok üzülmüş. “beni seviyorlar sanıyordum” demiş. Ertesi günü ormanın kenarına varınca her zamanki gibi düdük çalacakmış, ama karganın söyledikleri aklına gelince düt demiş kesmiş düdüğü. Sonra da kimse duymasın diye çok, ama çok yavaş geçmiş gitmiş: çuf, çuf, çuf, puuuuff… dumandan anlamış ormandakiler trenin geçtiğini hemen koşmuşlar ama yetişememişler. Tren o kadar yavaş gitmiş ki kente geç gelmiş. Makinistler merak etmişler. Acaba bir arıza mı var diye. Oysa tren yavaş gittiği için gecikmiş.
Ertesi gün tren ormanın kenarına gelince düdüğünü hiç çalmamış. Sonra da “düdük çalmadan, ormandakileri görmeden ne diye gideyim, hiç gitmem” demiş. Orada kurmuş kalmış. Kentte beklemişler. Tren gelmemiş. Makinistler “dünden belli oluyordu, arıza yaptı herhalde” demişler. Yeni bir lokomotif çıkarmışlar ve treni kasabaya geri çekmişler. Ertesi günü trene bakmaya karar vermişler.
Bu sırada ormandakiler toplanıp aralarında konuşmuşlar. Treni özledik ne yapsak, diye düşünmüşler. Kuşlar ağlamışlar. Bize darıldı diye üzülüyorlarmış. Kara karga olanları görünce yaptığı yanlışı anlamış.
“sanırım siz seviyordunuz. Oysa ben ötmemesini söyledim. Ama üzülmeyin gider kendim anlatırım.” Demiş ve ormanda herkes seni çok seviyor ve sen geçmediğin için üzülüyorlar.
Kara tren bunu duyunca çok sevinmiş. “yarın geleceğim git söyle” demiş.
Ertesi gün makinistler gelmişler. Trende hiçbir arıza bulamamışlar. Çok şaşırmışlar. Yağlanması gerektiğini düşünmüşler. Treni bir güzel yağlamışlar. Sonra da yola çıkarmışlar. Tren koşa koşa ormana gelmiş. Gelince de uzun bir düdük çalmış. Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt. Sincaplar, tavşanlar, kuşlar koşmuşlar trene, trende gene çuf çuf çuf, diye keyfle giderken puf puf puf, diye dumanını taa göklere salmış. O gün kente tam vaktinde varmış ve bir daha hiç bozulmamış. -
28.
0hahahahahahhahahahahah
-
29.
+1 -1çirkin ördek yavrusu - bebişincilere ithafen
Anne ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyormuş. Vakit gelince ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başlamışlar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyormuş. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatlamış. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası görünmüş. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak şefkatle; "Umarım değişir." demiş. Günler geçiyormuş ama ördek yavrusunun rengi hala griymiş. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlarmış. Zavallı yavru o kadar mutsuzmuş ki sonunda uzaklara gitmeye karar vermiş. Gün boyunca yürümüş, gece olunca ise çok yorulmuş ve mola vermiş. Hem acıkmış, hem de çok korkmuş. Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmış.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açmış. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anlamış. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyormuş. Birden bir tüfek sesi ile irkilmiş. Hemen oradan uzaklaşmış. Çok geçmeden kendisini bir çiftlikte bulmuş. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurmuş. Küçük ördekçik ateşin başında uyuyakalmış. Ama daha sonra bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaşmış.
Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etmiş. Sonunda bir göl kıyısına ulaşmış. Bu arada yalnız başına yaşamayı da öğreniyormuş. Gün geçtikçe de görüntüsü değişiyormuş. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyormuş.
ilkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya gelmiş. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için ona yaklaşmışlar. Fakat bizim ördekçik kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyormuş. Birden bire sudaki yansımasını görmüş ve gördükleri karşısında şaşıp kalmış. Çirkin ördek yavrusu zaman içinde güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etmiş. Kuğu sürüsüne katılmış ve ömür boyu mutlu olmuş. -
30.
0Katı Yürekli ZenginTümünü Göster
Ayna ayna, güzel ayna
Ayna ayna, şeker ayna
Ayna ayna, cici ayna; kim neler yaşamış anlat bana
Ve sevgili aynacık gece mavisinde başlamış anlatmaya
Güzel bir ilkbahar sabahında, henüz kimsecikler yatağında doğrulmamışken, kuşlar o dal senin bu dal benim uçuşmaya başlamışlar bile. Yeni yeşermiş ağaçlar rengarenk çiçekleriyle yeryüzüne yeni bir hayat sunuyorlarmış. Önce gök aydınlanmış, sonra güneş hafifçe başını çıkarmış saklandığı yerden. Güller, karanfiller, zambaklar, papatyalar, küstümçiçekleri, menekşeler, sünbüller birbiriyle yarışır gibi açıyorlarmış.
işte böylesine güzel bir bahar sabahında, insanlar uyanmak için hiç de zorlanmazlarmış. Gözlerini açar-açmaz çiçeklerin süslediği bahçelerine koşarlar, o mis kokulu havayı ciğerlerine doldururlarmış. Günleri sevinç ve neşe içinde geçermiş.
ilkbaharın, tüm güzelliğini hediye ettiği bu memlekette herkes güleryüzlü, merhametli, konuksever ve iyi kalpliymiş. Bir karıncayı bile incitmekten korkarlarmış. Kazandıklarının bir kısmını fakir olanlara hediye ederler, onların sıkıntılarını azaltmaya çalışırlarmış.
Fakat bu memlekette kese kese altınları, elmasları, gümüşleri, sandık sandık incileri olan bir adam yaşarmış ki; bir kez olsun güldüğünü gören olmamış. Kapısını kim çalsa en ağır sözlerle onu evinden kovarmış. Hiçkimseden hoşlanmadığı için hiçkimse de ondan hoşlanmazmış.
Birgün elbiseleri yıpranmış, açlıktan benzi solmuş bir adam bu katı yüreklinin evine varmış, kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçi, karşısında bir dilenci görünce onu uyarmak istemiş ve demiş ki;
- Bu evin sahibi çok katı yüreklidir. Sana hiçbir şey vermez. Ondan ağır bir söz işitmeden gitsen iyi olur. Yoksa kalbini kırar.
Hizmetçi dilenciye bu sözleri söylerken evin sahibi çıkagelmiş. Gür sesiyle evi inleterek;
- Kimdir beni rahatsız etmekten çekinmeyen, diye sormuş.
Dilenci elini uzatarak;
- Efendim, ben çok açım. Bir parça ekmek vererek iyilikte bulunmak istemez misiniz, demiş.
Adam öfkeden ne yapacağını şaşırarak dilenciye haykırmış:
- Sor bakalım, bu memlekette benim evimden bir dilenciye, bir lokma ekmek çıkmış mı? Var git yoluna. Ekmeğini başka kapılarda ara. Ne diye sana yardım edeyim!
Bu sözleri işiten zavallı dilencinin kalbi kırılmış. Usulca elini çekmiş, tek kelime etmeden dönmüş gitmiş. Fakat adamın o halini merak etmemek mümkün mü? Dilenci de merak etmiş tabiî. Kendi kendine konuşmuş durmuş:
- Ben fakirim, hiç gülmesem “niye gülmüyorsun” diye soran olmaz. Peki bu adamın derdi ne? Aç değil, açıkta değil. Memleketi satın alacak kadar parası var. Ama güldüğü hiç görülmemiş. Yazık, ne kadar yazık. Bu hayattan zevk almasını öğrenememiş. insanlardan köşe-bucak kaçıyor. Bereket mi kalır o evde!
Bu olayın üzerinden yıllar geçmiş. Belki on yıl, belki on-beş Ölen ölmüş, kalan kalmış. Kimi zaman zor günler yaşanmış, kimi zaman sevinç sarmış her yanı. Zengin adamın başına bir felaket gelmiş. O servet sanki toz olmuş uçmuş. Daha ne olup bittiğini anlamadan, adam kendisini sokakta buluvermiş. Kapı kapı dolaşıp bir parça ekmek için el açmaya başlamış.
Birgün şehrin sokaklarında böyle dolaşırken, ihtişamlı bir evin karşısında durmuş. Ve ona bakmaya başlamış. Eski günleri, o çok zengin olduğu günleri hatırından geçirir gibi uzun uzun bakmış eve. Sonra da gidip kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçi karşısında bir dilenci görünce konuşmadan içeri girmiş. Kısa bir süre sonra geri döndüğünde elinde bir sepet yiyecek varmış. Sepeti dilenciye uzatırken hayretle bağırmış:
- Olamaz! Siz, siz böyle ne hallere düştünüz.
Hizmetçinin sesine gelen evin sahibi, merakla sormuş:
- Ne var, ne oluyor?
Hizmetçi, eskiden yanında çalıştığı beyin şimdi bir dilenci olduğunu, buna çok üzüldüğünü söylemiş. Ev sahibi ise dilenciyi tanıyınca bu duruma pek şaşırmamış:
- Ben, bir zamanlar onun kapısını çalan yoksuldum. Fakat o, beni evinden kovdu ve benim kalbimi kırdı. Öyle zengindi ki, gözü hiçkimseyi görmezdi. Demek ki, ondan alınan bana verilmiş. Üzülme, onu içeri al. istediği kadar yesin içsin.
Dilenci içeri alınmış, krallara layık bir şekilde ağırlanmış. Adam yaptığı hatayı anlayarak;
- Hakkınızı helâl edin efendim, demiş. Şükürler olsun ki, henüz yaşıyorken sizinle karşılaştım. Yoksa bu hakkı nasıl ödeyebilirdim.
Bu iki insan uzun seneler beraber, o evde yaşamışlar. Ve adam gülmeyi; insanlara yardım etmenin ne kadar zevkli olduğunu, insana ne kadar güzel bir huzur verdiğini öğrenmiş. -
31.
+1 -1kurbağa ğrensTümünü Göster
Evvel zaman içinde, ülkenin birinde, altından yapılmış oyuncaklarla oynayan bir prenses varmış. En sevdiği oyuncağı da altıntopuymuş. Havanın sıcak olduğu günlerde, ormandaki ırmağın yanında oturarak topuyla oynarmış. Fakat bir gün, çok sevdiği altıntop parmaklarının arasından kaymış ve çok derin olan ırmağın içine düşmüş.
- Olamaz! Artık onu asla bulamayacağım, diye ağlamaya başlamış prenses. Aniden, aşağıdan bir ses ona seslenmiş:
- Neyin var güzel prenses? Neden ağlıyorsun?
Prenses etrafına bakınmış ama kimseyi görememiş.
- Aşağıya bak, demiş ses. Prenses aşağı baktığında, kafası sudan çıkan yeşil bir kurbağa görmüş.
- Ağlıyorum çünkü altıntopum suya düştü, demiş.
- Topunu sana geri getirebilirim ama bunun karşılığında ödülüm ne olacak? Eğer benim en iyi arkadaşım olacağına, senin evinde birlikte yemek yiyeceğimize ve uyuyacağımıza söz verirsen, topunu sana getiririm, demiş kurbağa. “Tamam” diye söz vermiş prenses. Fakat içten içe kurbağanın saçmaladığını düşünüyormuş.
Kurbağa ırmağın derin sularına dalmış ve kısa bir süre sonra ağzında altıntopla geri dönmüş. Kurbağa topu prensesin ayaklarının dibine bırakır bırakmaz, prenses topunu aldığı gibi bir teşekkür bile etmeden koşarak oradan uzaklaşmış.
- Bekle! Ben o kadar hızlı koşamam! diye bağırmış kurbağa. Fakat prenses kurbağayla hiç ilgilenmemiş bile.
Ertesi gün, prenses ailesiyle birlikte akşam yemeği yerken, dışarıdan gelen garip bir ses duymuş. Bir ses; “Prenses, kapıyı açın!” diye bağırmış. Sesin sahibini merak eden prenses, koşarak kapıyı açmış, fakat bir de ne görsün? Karşısında yeşil kurbağa durmuyor mu? Hemen kapıyı kapatmış. Kral, bir terslik olduğunu anlamış. Kızına imin geldiğini sormuş.
- Çirkin bir kurbağa, diye cevap vermiş prenses.
- Bir kurbağa senden ne isteyebilir ki? diye sormuş kral. Prenses bir gün önce olanları babasına anlatırken, kapı tekrar çalmış. “izin ver içeri gireyim” demiş kurbağa kapının arkasından. “Dün ırmakta verdiğin sözü unuttun mu yoksa?” “Eğer bir söz verdiysen, onu tutmalısın kızım” demiş kral. “Kurbağayı içeri al.”
Prenses suratını asarak gidip kapıyı açmış ve kurbağayı içeri almış. Kurbağa prensesle birlikte yemek masasına kadar gelmiş.
- Beni kaldır da yanına oturayım, demiş.
- Olmaz! demiş prenses, fakat babasının kendisine bakışını görünce kurbağanın istediğini yapmaya karar vermiş. Sandalyesi yeterince yüksek olmadığı için kendisini masaya koymasını istemiş. Sonra da:
- Tabağını bana yaklaştır da ben de yemek yiyebileyim” demiş prensese. Prenses tabağını kurbağaya yaklaştırmış fakat onunla aynı tabakta yemek yemekten hiç hoşlanmamış. Yemekten sonra kurbağa:
- Beni odana taşı da uyuyayım, çok yoruldum, demiş. Çirkin bir kurbağayla odasını paylaşacağını düşünmek prensesi o kadar üzmüş ki, tekrar ağlamaya başlamış. Fakat kral:
- Sözünü tutmalısın. ihtiyacın varken sana yardım eden birine arkanı dönmek doğru değildir! demiş. Prenses, babasının sözünü dinleyerek kurbağayı dikkatlice kaldırmış ve odasına zütürmüş. Odasında, kendi yatağından en uzak köşeye bırakmış kurbağayı. Fakat az sonra hemen yatağının altından kurbağanın sesini duymuş.
- Ben de çok yorgunum. Beni yatağına al yoksa babana söylerim!
Böylece prenses, onu yatağına yatırmış ve başını da yumuşacık yastığa koymasına yardım etmiş. Tam kendi de yatağa yatmaya hazırlanırken, kurbağanın hıçkırarak ağladığını duymuş. - Sorun nedir küçük kurbağa? diye sormuş prenses. Kurbağa:
- Benim tek istediğim bir arkadaştı fakat belli ki sen beni hiç sevmedin. Ben en iyisi ırmağa geri döneyim, demiş.
Bunu duyan prenses çok üzülmüş. Kurbağanın yanına oturmuş. “Ben senin arkadaşın olurum” demiş prenses ve bu defa içtenlikle söylüyormuş. Sonra da kurbağanın küçük yeşil yanağını öperek; “iyi geceler” demiş. O an bir de ne görsün? Tam bu sırada kurbağa yakışıklı genç bir prense dönüşmüş! Prenses çok şaşırmış.
Zaman geçmiş ve bir süre sonra prens ve prenses çok iyi arkadaş olmuşlar. Birkaç yıl sonra da evlenip sonsuza kadar mutlu yaşamışlar. -
32.
0sanırım uyudular..
-
33.
0hileci alakarga ve kuşlar
Bir gün ormanların kralı arslan kuşların da bir kralının olmasını istemiş ve bütün kuşları karşısına çağırmış. Kuşlara demiş ki; “Hepiniz toplanıp içinizden en güzelini seçin; size kral olsun!!"
Bunu duyan kuşlar hemen subaşına gitmişler. Kral olmak için güzelleşme çabalarına girmişler. Hepsi de güzel olabilmek için yıkanmışlar, taranmışlar. Ama içlerinden bir tanesi ne kadar çabalasa da güzel olamayacağını anlamış. işte bu kuşun adı alakargaymış. Güzelleşemeyeceğinin farkında olarak çaresizce ‘Bir plan yapmalıyım’ demiş kendi kendine. Kurnaz alakarga öteki kuşlar yıkanırken ve taranırken onlardan düşen tüyleri toplamış. Sonra da topladığı tüylerin hepsini başına, sırtına, bacaklarına birer birer takmış.
Sonunda kuşlardan birisinin kral seçileceği gün gelip çatmış. Süslenip güzelleşen kuşların hepsi arslanın huzuruna gitmişler. Tabi kuşlardan düşen tüyleri vücuduna takan alakarga da oradaymış. Bütün kuşlar arslanın karşısına çıktıktan sonra, ormanların kralı arslan kuşların karşısına geçip uzun uzun bakmış. Tüm kuşları inceledikten sonra hileci alakargayı göstererek; “içinizde en güzeliniz alakarga. Ben alakargayı size kral yapacağım" demiş. Güzelleşmek için o kadar uğraşan diğer kuşlar da bu kararı duyunca kıskançlıklarından alakarganın üstüne atlamışlar. Bütün kuşlar kendi tüyünü bulup geri almış. Zavallı alakarga üzerinde onu güzel gösteren tüyler kalmayınca yine eski haline dönmüş. Hilesi meydana çıkınca da çok ama çok utanmış. -
34.
0siz takılın biz okuyak gurban.
-
35.
0Keloğlan ve Sihirli TaşTümünü Göster
Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. ihtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu "Kel oğlum, keleş oğlum" diye severmiş.
Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş.
Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu...
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı zütürürüm anama, hem tası" demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş.
Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış...
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış.
Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş. "Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş.
"Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim... " diyormuş.
Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.
Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken, biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp zütürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun."
Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş.
O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış. -
36.
0odanın penceresini kapadım, battaniyelerini üstlerine örttüm, ışıklarını kapadım.. ohhh tamam artık rahatız..
-
37.
0KUYRUKSUZ TiLKiTümünü Göster
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...
Şimdi size tilki ile Henife Bacı'nın masalını anlatacağım. Bir zamanlar Henife Bacı diye bir ihtiyar kadın varmış. Kendi halinde, kimsesiz, zavallı bir kadınmış. Köylüler bunu çok severmiş. Her sene bu köyde yaylaya gidilirmiş. Giderken, Henife Bacı'yı da zütürürlermiş.
Bu sene de yaz gelmiş, yaylaya çıkmışlar. Yaylada ot çok, su çok, hayvanlar yiyor, içi besleniyor. Tereyağı yapıyorlar, petekler var, bal tutuyorlar. O yazı öyle yaylada çalışarak geçiriyorlar. Henife Bacı'nın da bir kaç tene keçisi, koyunu varmış. Onlardan biraz kendine göre tereyağı yapmış, bir iki petekten biraz bal tutmuş.
Derken güz gelmiş. Bunlar yüklenip köye dönecekler; arabalarını yüklemişler. Henife Bacı'nın da bir eşeği varmış. Yüklerini eşeğine yüklemiş, köylülerin arkasından yavaş yavaş geliyormuş, bir taşın yanından geçerken, Henife Bacı su dökmek ihtiyacı duymuş. Eşeğini durdurmuş, taşın arkasında oturmuş. Demek ki bunu da bir kurnaz tilki takip etmiş. Biliyor ki kimsesizdir, fukara bir kadındır, sahibi yoktur. Gidip bunun küplerini aşağıya indiriyor, tereyağını yiyor, içine çıtısını, pıtısını yapıyor. Sora balı yiyor, içine işiyor, tekrar koyuyor yerine; hiç ellememiş gibi çıkıp gidiyor.
Henife Bacı işini görüp, eşeğinin başına dönüyor, yavaş yavaş gidiyor köye. O akşam çok yorgundur. Küpleri indirip koyuyor salona, dinleniyor, yatıyor. Sabahleyin :
- Bir bakayım tereyağ ile balım nasıldır? Bir iki lokma yiyeyim. Henife Bacı küpün ağzını açıyor, bakıyor ki ne pis bir koku düşmüş içine, pislik var içinde.
- Allah Allah! Bu nerden geldi? diyor. Kadın şaşıtıyor. Diğerinin ağzını açıyor, bakıyor ki yine pislik!!!
- Vay bunu benim başıma kim etti? diyor. Düşünüp taşınıyor, bir türlü aklına bir fikir gelmiyor. Sonra bir bakıyor ki, kapısının önünde bir dibek taşı varmış; bu dibek taşının üstüne bir tilki gelip oturmuş :
- Henife Bacı, Henife Bacı! Yağını yedim, balını yedim, içine çıtımı pıtımı ettim, verdim elan. Vayyy! Demek benim başıma bu tilki bele oyun oynadı. Tilki senin alacağın olsun. Allah büyüktür.;
Tilki her gün böyle geliyor, bu kadının böyle hem yağını yiyip, hem balını yiyip, hem de kadıncağızı kızdırıyor. Diyor ki:
- Sen dur tilki, ben de senin başına bir oyun oynayayım sen de gör.
Kalkıp gidiyor, köye varıyor. Oradan buradan biraz kara sakız getiriyor, dibek taşının üstüne koyuyor. Güneş vuruyor, o kara sakız eriyor. Tilkinin haberi yok tabi. Tilki geliyor, taşın üstüne oturuyor. Oturur oturmaz bağırıyor :
- Henife Bacı, Henife Bacı! Yağını yedim, balını yedim; içine çıtımı pıtımı ettim, verdim elan. diye.
- Tamam, sen bir dur!.. Gidip köpekleri çağırıyor,
- Hella hella!..Bu tilkiyi tutun!
Valla tilki yapışmış kara sakıza. O yana dönüyor, bu yana dönüyor, bir türlü kendini kurtaramıyor. Hızla kalkarken kuyruğu kopuyor. Tilki gidiyor ama kuyruğu kalıyor. Henife Bacı diyor ki :
- işte ben de senin başına oyun ettim.
Alıp kuyruğu getiriyor eve. Getirip o temiz kara sakızları yiyor, boncuk takıyor, zil takıyor, süslüyor püslüyor, asıyor pencerenin önüne. Tilki gidiyor geliyor, boynunu büküyor, kuyruğuna bakıyor .Yalvarıp yakarıyor :
- Henife Bacı, ben ettim sen etme; kuyruğumu ver. Ben tilkilerin içine gidemiyorum. Üstüme geliyorlar.
- Valla ölsem vermem. Yağımı, balımı getirmezsen vermem.
Tilki gidiyor geliyor, Henife Bacı’nın içi acıyor:
- Neyse, baldan, yağdan vazgeçtim; git bana iki büyük yoğurt getir, o zaman senin kuyruğunu vereyim.
Tilki - Peki diyor. O yana gidiyor bu yana gidiyor, bir bakıyor ki bir kuru yoncanın içinde üç dört tane koyun otluyor. Koyunlara yalvarıyor:
- Koyun, Koyun!... N’olor kurban olam, bana biraz süt verin, yoğurt verin Henife Bacı'ya zütüreyim, belki benim kuyruğumu verir.
Koyunlar :
- Git bize ot getir, otu yiyelim, sana süt verelim.
Tilki gidiyor. Güz zamanıdır, yoncada ne ot var, ne bişi. Kurumuş kalmış her yer. Gidip oturuyor tarlanın başında, yoncaya diyor :
- Yonca, yonca!... N’olor bana biraz ot ver, ben zütüreyim koyun yesin; süt versin,
yoğurt yapayım vereyim Henife Bacı’ya. Benim kuyruğumu versin.
Yonca : - Valla biz şimdi sana veremeyiz. Git biraz su getir, bizi sula ki biz yeşerelim, ondan sonra sana ot verelim; sen de zütür ver koyuna, sana süt versin.
Tilki oraya gidiyor buraya gidiyor bakıyor ki, dereler donmuş, sular akmıyor. Kendi kendine diyor :
- Ben nerden getiririm?
Kaçıp gidiyor çocukların yanına :
- Ayşe, Fatma, Memo!... Gelin bu buzun üstünde oynayın, buz kırılsın; belki su akar, gideyim yoncaya, yonca yeşersin, ben de biçip zütüreyim koyuna yesin süt versin; yoğurt yapayım zütürüp vereyim Henife Bacıya; sonra benim kuyruğumu versin.
Çocuklar :
- Valla bizim ayağımız yalınayaktır. Git bize ayakkabı getir, ayakkabıyı giyelim sana su verelim.
Tilki kalkıp gidiyor ayakkabıcıya, ayakkabıcıya yalvarıyor :
- N’olor, iki üç çift ayakkabı ver bana. zütürüp vereyim çocuklara, giysinler buzun üstünde oynasınlar; belki buz kırılır, su akıp gider yoncaya, yonca yeşerir, ot verir. Otu vereyim koyuna, koyun yesin süt versin; sütü yoğurt yapayım, vereyim Henife Bacı’ya, sonra benim kuyruğumu versin.
- Peki ne paran var, ne pulun var? Ben sana ayakkabı nasıl vereyim? Git bir sepet dolu yumurta getir.
Tilki gidiyor tavukların yanına, tavuklara yalvarıyor :
- Tavuklar, kurban olayım, biraz yumurta verin. zütürüp vereyim ayakkabıcıya, bana birkaç çift ayakkabı versin, zütürüp vereyim çocuklara, oynasınlar buzun üstünde,buz kırılsın,su aksın, gitsin yoncaya yeşertsin; otu alıp koyunlara vereyim bana süt versinler, ondan yoğurt yapayım Henife Baci'ya,benim kuyruğumu versin.
Tavuklar diyor :
- Vallahi biz ne yiyelim? Git bize bir tencere buğday getir; Biz yiyelim sana yumurta verelim.
Tilki kaça kaça gidiyor, bakıyor bir tarlada harman yapılıyor. Bir teneke buluyor, doldurup buğdayı kaçıp getiriyor, döküyor tavukların önüne. Tavuklar yiyorlar, ondan sonra yumurtluyorlar. Sepeti yumurta ile dolduruyor, alıp zütürüyor ayakkabıcıya :
- Al sana yumurta.
O da diyor: - Al sana üç çift ayakkabı.
Alıp getiriyor çocuklara, çocuklar çok seviniyorlar. Buz üstünde hopluyorlar hopluyorlar buz kırılıyor,su akıyor. Su geliyor yoncaya, yonca yemyeşil ot veriyor. Bu güzelce otu biçiyor, zütürüyor koyuna. Koyun otu yiyor, iki kap dolusu süt veriyor. Tilki alıp zütürüyor Henife Bacı'ya. Diyor:
- Al Henife Nene, al bunu mayala, yoğurt yap, benim kuyruğumu ver. Hadi yine neyse, sana acımam geldi.
Kuyruğu güzelce bunun arkasına dikiyor. Kuyruğundan da güzel güzel boncuklar, ziller, pullar pırıl pırıl parlıyor. Tilki şişe şişe, kuyruğunu sallıya sallıya gidiyor ormana, tilkilerin içine. Tilkiler hepsi toplanmışlar.
- Vay ağa geldi, paşa geldi. Sen nerden geldin? Sen bu kuyruğu nerden buldun?
- Valla istiyorsanız, size de yaparım aynısını. Sırrını size diyeyim.
Diyorlar - Söyle, ne olsa yaparız.
- Peki, gelin. Bu köyün altında bir dere var. Sizi zütüreyim oraya, kuyruklarınızı koyun derenin içine, donacak kuyruklarınız; sabah işte böyle olur. Ama böyle sabaha kadar soğuktan donsanız da, sudan çıkmayacaksınız.
Tilkiler tamam diyorlar.
Yirmi, yirmi beş tene tilki giriyorlar derenin içine, hepsi böyle yan yana duruyorlar. O da gidiyor uzakta bir yerde oturuyor. Akşam serindir, ayazdır tabi, su donuyor. Kuyruklar bütün birbirine yapışıyor. O kadar soğuktur ki ;sabaha karşı bizim tilki bağırıyor, köpekleri çağırıyor :
- Hala, hala!... Gelin bu tilkilere!
Köpekler bağırıyorlar, çağırıyorlar, hücum ediyorlar. Canını kurtaran tilki kaçıyor, kuyruğu kalıyor, tilki kaçıyor, kuyruğu kalıyor... Valla dere tilki kuyruğu ile doluyor. Ondan sonra gidip neneyi çağırıyor :
- Henife Bacı, Henife Bacı! .. Gel bak, ne kadar sana kuyruk topladım.
Henife Bacı koşa koşa geliyor; sevine sevine kuyrukları topluyor, zütürüyor eve. Hepsini açıyor, kendine, güzel bir post yapıyor, sobanın yanına koyuyor; kışın üstünde sıcak sıcak oturuyor. Tilki de alıp kuyruğunu kaçıyor. Ama öbür tilkilerin yanına korkudan gidemez tabi, o da başka tarafa gidiyor.
Henife Bacı da postunun üstünde oturup yoğurdunu yiyor. Yiyip içip muradına eriyor. -
38.
0karga ile tilki
Bir varmış bir yokmuş; bir zamanlar bir ağacın dalında neşeyle dans eden bir karga varmış. Karga çok mutluymuş, çünkü ağzında kocaman bir peynir parçası varmış, karga bulduğu peynirden dolayı çok ama çok mutluymuş. Ağzındaki kocaman peyniri tam midesine indirmek üzereymiş ki, ordan geçmekte olan bir tilki kargayı görmüş. Kurnaz tilki kargayı kandırıp, peyniri alabilmek için bir plan yapmış ve kargaya demiş ki ‘Karga kardeş, merhaba, ne kadar güzelsin, sesin de çok güzelmiş, herkes bunu konuşuyor, ben de bunca yolu senin sesini duyabilmek için geldim’ demiş. Bu güzel sözleri duyan karga hemen kendini kanıtlama sevdasına düşmüş ve ‘Ben senin için güzel bir şarkı söylerim’ demiş. Bunu söylemek için ağzını açar açmaz, kocaman peynir parçasını da ağzından düşürmüş. Kurnaz tilki hemen düşen peynir parçasını alıp, kaçmış. Eli de, karnı da boş kalan karga da bir daha güzel sözlere inanıp, elindekini kaptırmaması gerektiğini anlamış -
39.
0katıksız huur çocuğusunuz lan. iyi güldüm bu akşam.
-
40.
0Gümüş Gözlü DevTümünü Göster
Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler Berber iken, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uçsuz bucaksız Kafdağı'nda Gümüş Gözlü bir dev yaşarmış.
Gümüş Gözlü Dev, diğer devler gibi hain ve acımasız değilmiş. Aksine altın gibi bir kalbi varmış. Herkese iyilik düşünür, herkesin yardımına koşarmış.
Ülke hükümdarı olan Sarı Dev zalimin biriymiş. En küçük suçları bile ölümle cezalandırır, cellatlara emirler yağdırırmış. En çok sevdiği kelimeler: "Öldürün! Kesin!.." gibi kelimelermiş.
Gümüş Gözlü Dev'in biricik kız kardeşi Nazlı Çiçek de hükümdar Sarı Dev'in sarayında hizmetçi olarak çalışıyormuş. Gümüş Gözlü Dev, kardeşinin başına bir felaket gelmesinden korkuyor, "Ona bir şey olursa ben ne yaparım?" diye düşünüyormuş.
Günlerden bir gün korktuğu başına gelmiş. Kardeşi Nazlı Çiçek, hükümdara yemek zütürürken, ayağı eşiğe takılıp düşmüş. Tabaklar, bardak lar, yemekler etrafa saçılmış. Sarı Dev korkuyla büzülen hizmetçiye nefretle bakarak: - zütürün bu beceriksizi. Bir damdan aşağı fırlatın! diye gürlemiş.
Gümüş Gözlü Dev de oradaymış. Öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki sormayın.
Cellatlar koşup gelmişler. Nazlı Çiçeği kınalı saçlarından tutup sürümüşler. Gümüş Gözlü Dev'in gözlerinden yaşlar süzülmüş. Kimselere belli etmeden dışarı çıkmış. Cellatlara yetişmiş. Önlerinde diz çöküp yalvarmış:
- "Ne olur kardeşimi serbest bırakın. Annem onun yokluğuna dayanamaz. Benim başka kardeşim yok ki... " diye ağlamış. Cellatların taş kadar katı yürekleri hiç yumuşamamış.
- Hükümdarın emrine karşı gelemeyiz! diye
cevap vermişler.
Gümüş Gözlü Dev, hemen kardeşini fırlatacakları damın dibine inip beklemiş. Cellatlar kardeşini itip aşağı atmışlar.
Gümüş Gözlü Dev bir top gibi aşağı düşen kardeşini kurtarmak içjn kocaman kollarını açmış. Kızcağız bütün hızıyla kucağına düşmüş. Yere yuvarlanmışlar. Gümüş Gözlü Dev altta kalmış.
Nazlı Çiçek biraz sonra toparlanıp kalkmış. Fakat Gümüş Gözlü Dev hâlâ upuzun yatıyormuş. Gümüş gibi parlak gözleri yarı açıkmış. Yüzündemutlu bir görünüm varmış. Nazlı çiçek O'nun öldüğünü anlayınca:
- Benim için kendini feda etti. Bir daha Kaf Dağı'na O'nun kadar iyi kalpli ve fedakar hiç kimse gelemez... diye ağlamış, ağlamış... -
41.
0hansel ve gretelTümünü Göster
Bir zamanlar anneleri daha bebekken ölen Hansel ve Gretel adında iki kardeş varmış. Odunca olan babaları, anneleri öldükten birkaç yıl sonra tekrar evlenmiş. Oduncunun yeni karısı hali vakti yerinde bir aileden geliyormuş. Bu kadın ormandaki virane bir kulübede oturmaktan ve kıt kanaat yaşamaktan nefret ediyor ve üvey çocuklarını da hiç sevmiyormuş.
Hansel ve Gretel çok soğuk bir kış gecesi, yataklarına yatmış uyumaya hazırlanırken, üvey annelerinin babalarına, “Çok az yiyeceğimiz kaldı. Eğer bu çocuklardan kurtulmazsak, hepimiz açlıktan öleceğiz,” dediğini duymuşlar. Babaları bağırarak karşı çıkmış. “Tartışmaya gerek yok,” demiş karısı. “Ben kararımı verdim. Yarın onları ormana zütürüp bırakacağız.” “Endişe etme,” diyerek kardeşini teselli etmiş Hansel. “Evin yolunu buluruz.” O gece Hansel geç saatlerde gizlice dışarı çıkmış ve cebine bir sürü çakıl doldurmuş.
Sabah olunca, ailece ormana doğru yürümeye başlamışlar. Yürürlerken Hansel cebindeki çakılları kimseye fark ettirmeden atıp, geçtikleri yolu işaretlemiş. Öğle üzeri babalarıyla üvey anneleri onlar için bir ateş yakmışlar ve hemen geri döneceklerini söyleyip ormanın içinde yok olmuşlar. Tabii geri dönmemişler.
Kurtlar etraflarında ulurken tir tir titreyen Hansel ve Gretel ay doğana kadar ateşin yanından ayrılmamış. Sonra ay ışığında parlayan çakılları izleyerek hemen evin yolunu bulmuşlar.
Babaları onları görünce sevinçten havalar uçmuş. Üvey anneleri de çok sevinmiş gibi davranmış ama aslında kararını değiştirmemiş. Üç gün sonra onlardan kurtulmayı tekrar denemek istemiş. Gece, çocukların odasının kapısını kilitlemiş. Bu sefer Hansel’in çakıl toplamasına izin vermemiş. Ama Hansel zeki bir çocukmuş. Sabah ormana doğru yürürlerken, akşam yemeğinde cebine sakladığı kuru ekmeğin kırıntılarını yere saçıp arkasında bir iz bırakmış. Öğleye doğru üvey anneleriyle babaları çocukları yine bırakıp gitmişler. Onların geri dönmediklerini görünce, Hanse ve Gretel sabırla ayın doğup yollarını aydınlatmasını beklemişler. Ama bu sefer geride bıraktıkları izi bulamamışlar. Çünkü kuşlar bütün ekmek kırıntılarını yiyip bitirmişler.
Bu defa çocuklar gerçekten de kaybolmuşlar. Ormanda, üç gün üç gece, aç açına ve korkudan titreyerek dolanıp durmuşlar. Üçüncü gün, bir ağacın dalında kar beyazı bir kuş görmüşler. Kuş onlara güzel sesiyle şarkılar söylemiş. Onlar da açlıklarını unutup kuşun peşine düşmüşler. Kuş onları tuhaf bir evin önüne getirmiş. Bu evin duvarları ekmekten, çatısı pastadan ve pencereleri şekerdenmiş. Çocuklar tüm sıkıntılarını unutmuşlar ve eve doğru koşmuşlar. Tam Hansel çatıdan, Gretel de pencereden bir parça yiyecekken içeriden bir ses duyulmuş: “Evimi kim kemiriyor bakiim?” Bir bakmışlar kapıda dünya tatlısı yaşlı bir teyze. “Zavallıcıklarım benim,” demiş kadın, “girin içeri.” içeri girmişler ve hayatlarında hiç yemedikleri yiyecekleri yemişler. O gece kuş tüyü yataklarda yatmışlar.
Fakat sabah her şey değişmiş. Yaşlı kadın dikkatsiz çocukları tuzağa düşürmek için evini ekmek ve pastadan yapmış bir cadıymış meğer. Hansel’i saçlarından tuttuğu gibi yataktan kaldırmış ve onu bir ahıra kilitlemiş. Sonra da Gretel’i sürüye sürüye mutfağa zütürmüş. “Kardeşin bir deri bir kemik!” demiş cırtlak bir sesle. “Ona yemekler pişir! Onu şişmanlat! Eti budu yerine gelince ağzıma layık bir yemek olacak! Ama sen hiçbir şey yemeyeceksin! Bütün yemekleri o yiyecek.” Gretel ağlamış, ağlamış, ama çaresiz cadının söylediklerini yapmış.
Neyse ki Hansel’in aklı hâlâ başındaymış. Gözleri pek iyi görmeyen cadıyı kandırmaya karar vermiş. Cadı şişmanlayıp şişmanlamadığını anlamak için her sabah Hansel’in parmağını yokluyormuş. Hansel de parmağı yerine bir tavuk kemiği uzatıyormuş ona. “Yok, olmaz. Yeterince şişman değil!” diye bağırıyormuş cadı. Sonra da mutafa gidip Gretel’e daha fazla yemek yapmasını söylüyormuş.
Bu böyle bir ay sürmüş. Bir gün artık cadının sabrı taşmış. “Şişman, zayıf fark etmez. Bugün Hansel böreği yapacağım!” diye haykırmış Gretel’e. “Fırına bak bakalım hamur kıvama gelmiş mi!” Korku içinde yaşamasına rağmen Gretel’in de Hansel gibi hâlâ aklı yerindeymiş. Cadının onu fırına iteceğini anlamış. “Başımı fırına sokamıyorum! Hamuru göremiyorum!” diye sızlanmış. Cadı elinin tersiyle Gretel’i hızla kenara itmiş ve başını fırına sokmuş. Gretel bütün gücünü toplayıp yaşlı cadıyı fırının içine itmiş, sonra da arkasından kapağı kapamış.
Hansel böylece kurtulmuş, ama hâlâ eve nasıl gideceklerini bilmiyorlarmış. Tekrar ormana dalmışlar. Bir süre sonra karşılarına bir dere çıkmış. Bir ördek önce Hansel’i sonra da Gretel’i karşı kıyıya geçirmiş. Çocuklar birden bulundukları yeri tanımışlar. Hızla evlerine doğru koşmuşlar. Onları karşısında gören babaları çok mutlu olmuş. Sevinç gözyaşları içinde, onları ormanda bıraktıktan kısa bir süre sonra o acımasız üvey annelerinin ailesinin yanına gittiğini söylemiş. Yaptıkları için üzüntüden nasıl kahrolduğunu anlatmış.
Babalarını bir sürpriz daha bekliyormuş. Hansel ceplerinden, Gretel de önlüğünün cebinden cadının evinde buldukları altın ve elmasları çıkartmışlar. Ailenin tüm sıkıntıları sona ermiş böylece. O günden sonra da ömürlerini mutluluk içinde sürdürmüşler. -
42.
0bickle kardeşim tebrik ederim, eğitirken öğreten üstüne de düşündüren, feyz dolu masallar bunlar. örnek bir ağabeysin bebişinci kardeşlerimize
-
43.
0onları uykudan ve masallardan mahrum bırakmayalım, sinn kardeş..
sonuçta, bize lazım geleceğimiz bebişinciler.. okula temiz ve açık bir beyin ile gitsinler.. -
44.
+1 -1hay amk sizin güldürdünüz lan beni
-
45.
0Padişah ve ihtiyar Çiftçi
Bir gün padişahlar padişahı av için şehirden uzaklaşmış. Yolda giderken pek çok insanın çalıştığı bir tarla görmüş. Merak edip yanlarına yaklaşmış.
Oradaki insanların arasında yaşı doksanı geçkin bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyar toprağa bir şeyler ekiyormuş.
Padişah:
- Ne ekiyorsun ihtiyar? diye sormuş.
ihtiyar çiftçi başını bile kaldırmadan cevap vermiş:
- Baharda yeşermesi için ceviz dikiyorum.
Padişah kahkahayla gülmüş.
- Fakat sen çok ihtiyarsın. Şurada iki günlük ömrün kalmış. Neden uğraşırsın? demiş.
Bunun üzerine ihtiyar başını kaldırmış:
- insanlar ekip dikmekle zarar etmezler. Başkaları ektiler; biz yedik. Şimdi de biz ekelim; başkaları yesin, demiş.
Padişah bu cevabı çok beğenmiş. Hemen yanındaki addıbına dönerek:
- Bu ihtiyara bir kese altın verin, diye emretmiş.
ihtiyar altınları almış ve:
- Gördünüz mü? demiş, benim ağacım daha büyümeden meyve verdi!
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 29 01 2025
-
beyaz adam siyahilerin diçkini görür
-
online kadın yazar olmayınca erketeye yatan
-
dünyadan 100 bin kilometre uzaklıkta kuş
-
insan beyninde bir başkasının beyninde
-
geldim suku icin sende biraz
-
elimizde bir fatih altaylı kaldı
-
dinini derken neden akliniza
-
bu mq parası kolay kolay birikmiyor
-
ceki çen jet li yi yenebilir mi
-
zakinazurt sen şeriat istiyorsan
-
inci sözlük internetin göd deliğidir
-
beyler bazen lanetlendiğimi düşünüyorum
-
bbc pournolardaki yapraklara
-
uzun zaman sonra ilk kez adıyaman içiyorum
-
ağzına ampul sokann karı
- / 1