1. 1.
    +24 -7
    ön edit: en güncel entry:

    http://www.incisozluk.com...leri-yaz%C4%B1cam/yeni/1/

    • **

    evet burayı sahiplendim. bakıyorum ki sözlük pompa hikayeleri/kezban savaşları/biten ilişkilerin getirdiği depresyon/korku hikayeleri çevresinde dönüyor.

    ne bileyim, hengameden sıkıldım. herkesin de sıkıldığını düşünüyorum. çünkü insan kendisinden pay bulamadığı şeylere bir süre sonra yabancılaşıyor. ben de buraya gerçek olanı koymaya karar verdim. takip edilip edilmemesi de mevzu değil.

    mevzu şu: biz burada takılırken bir yerlerde gerçek bir hayat akıyor. o akan hayatın ana özelliği de monoton olması. ama aslında bir beynimiz var ve tüm durağanlığa rağmen, o beyin hep çalışıyor. işte sıradanlığın içerisinden neler devşirilebiliyor ona bakmak lazım.

    sıradan bir hayatı olan, sıradan bir görünüşe sahip, sıradan şeyler yaşayan, okuyan, izleyen ve eski pc oyunlarını seven, kıyıda köşede kalmış müzikler dinleyen öylesine bir insanım. gerçek dertlerim var (okul, iş, para, bozulan pc, vaktinde gelmeyen otobüs, çalışmayan çamaşır makinesi vs... ).
    ···
  2. 2.
    +3
    okuyacaz mı sanıyosun dıbına kodumun malı
    ···
  3. 3.
    +3
    pis virüz. evlencektim ben. senin yüzünden uzadı işler. taklu virüz. sıçıklı virüz.
    ···
  4. 4.
    +2
    şimdi ne kadar femo-aktif malak varsa tepki gösterecek de... neyse yazayım yine de.

    ulan dinler tarihinde bi tane mübarek kadın var. onun da doğurduğu çocuğun babası belli değil. şimdi diyeceksiniz ki "erkek egemen sistem" bilmemne yarak kürek.

    al o zaman: sosyal darwinizm sana. oyna şimdi bununla. beyni dıbına sığan çakma entelim benim...

    edit: a pardon, bi dakika, darwin de erkek değil mi... onun fikirlerinin nasıl objektif olmasını bekliyebiliriz ki zaten? tüh ya nasıl unuttum. bilmem kaç asırdır onca bilim adamı onca düşünür, kadına karşı komplo olsun diye uğraştık çünkü daha önemli işimiz yoktu.
    ···
  5. 5.
    +2
    ne zaman apc - imagine ya da tool - rightiin two dinlesem, ağlıyorum.

    Angels on the sideline,
    Puzzled and amused.
    Why did Father give these humans free will?
    Now they're all confused.

    Don't these talking monkeys know that
    Eden has enough to go around?
    Plenty in this holy garden, silly monkeys,
    Where there's one you're bound to divide it.
    Right in two.

    Angels on the sideline,
    Baffled and confused.
    Father blessed them all with reason.
    And this is what they choose.
    And this is what they choose...

    Monkey killing monkey killing monkey
    Over pieces of the ground.
    Silly monkeys give them thumbs,
    They forge a blade,
    And where there's one
    they're bound to divide it,
    Right in two.
    Right in two.

    Monkey killing monkey killing monkey.
    Over pieces of the ground.
    Silly monkeys give them thumbs.
    They make a club.
    And beat their brother, down.
    How they survive so misguided is a mystery.

    Repugnant is a creature who would squander the ability to lift an eye to heaven conscious of his fleeting time here.

    Cut it all right in two [x4]

    Fight over the clouds, over wind, over sky
    Fight over life, over blood, over prayer,
    overhead and light
    Fight over love, over sun,
    over another, Fight...

    Angels on the sideline again.
    Benched along with patience and reason.
    Angels on the sideline again
    Wondering when this tug of war will end.
    ···
  6. 6.
    +2
    Çürümeli her ağaç yaslanmıyorsa toprağa.
    Düşmeli her kuş, sıyrıldıysa şafağın mızrağından.
    Bir karanlık köşe, bir izbelik, bir namertlik,
    yalancı bir aşk ve asılsız bir serserilik,
    cılız bir sürgün varsa hasreti geçiştiren,
    bir zerre su varsa ateşi uyutmak için sekip sıçrayan,
    kuvvet üstünde tepinmeli,
    kin canına okumalı,
    eller yırtmalı onu.
    izi kalmayıncaya kadar uyuşukluğun, vurmalı,
    suratına vurmalı, hep vurmalı.

    Dokunmamalı insanın çehresine
    merakın ağırlığından mahrum tek bir sualin sedası.
    Ezilmeli taşla, zehirli bir yılan gibi
    kıvrıldığı yerde sahteliğin başı.
    Kusmalı tarlalar varsa ne kadar
    yeşermeye gönülsüz gri tohumları.
    Gürlemeli, yutmalı, çiğnemeli kalbim
    korkak ve göçmen başıboş adımları.
    ···
  7. 7.
    +2
    diarybomb

    http://data.whicdn.com/im...E0NgWyGgE55Zf637XVQgxeRPk
    ···
    1. 1.
      0
      quaker parrot.

      en agresif papağan türlerinden biri.
      ···
  8. 8.
    +2
    x-art - kırk yıllık gibişli kaseti de "sanat"la etiketlediniz ya mk. biri çıkar silme sığır etinden kostüm giyer, sorana sanat. biri çıkar peçeteye attırır, çerçevede sanat...

    nire kaplumbağa terbiyecisi, nire katedral vitrayları, nire sephiada ölü balık...
    ···
  9. 9.
    +2
    hâlâ nokia 2700 kullanıyorum.
    ···
  10. 10.
    +2
    Tüm idealistler, verili dünya koşullarına ve yasalara karşıdır…

    …tâ ki kendileri yeni bir yasa yazana kadar.
    ···
  11. 11.
    +3 -1
    kadınlar... evet kadınlar... onlarla ilgili bir kısmı da var hayatımın... nasıl olmasın... doğamı redd edebilseydim zaten burada bunları yazıyor olmazdım ki...

    açık yüreklilikle itiraf ediyorum: ben kadınları anlamıyorum. yok yok, saçma olduklarını iddia ediyor olduğumdan değil. rasgele bir insan kadar saçma olabilirler en fazla zaten.

    ben kendimden yola çıkarak söylüyorum anlamadığımı. nasıl yani? basit: "benim" aklım yetmiyor anlamaya.

    çok ciddi hayal kırıklığı içerisine düşüyorum böyle anlarda. anlamadığım zaman. bi de üstüne üstlük, anlaşılmadığımı anladığım zaman... hadi ben seni anlamıyorum, malın da tekiyim. bi bakıma gerçekten öyleyim... sen tüm o basitliğime rağmen neden beni anlamaya yanaşmıyorsun be kadın? neden?

    çok mu farklı iki şeyiz birbirinden... yapabilseydim, y kromozomunu temizlerdim bünyemden. sırf iki dakikalığına olsun anlayabileyim diye. nasıl bir yaratıksın sen? farkın ne benden? gizemin ne? ne taşıyorsun içinde gizliden? ben bomboşum bak. yapabileceğim, yapamayacağım herşey senin baktığın yerden kabak gibi görünüyormuş ya işte... o kadar netsem neden oynuyorsun benimle? ben hiçbir şeyini göremiyorum senin.

    netlik istiyorum yanaşmıyorsun. yakın dur diyorum gidiyorsun. yakın olmak istediğinde de, yerinden bir milim kımıldamadan beni çekiyorsun kendine.
    çok mu yanlış öğrendik erkek olmayı biz? e hani her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardı? "olabildiysem" belli ki bunu da bir kadından öğrendim ben. o zaman neden anlaşamıyoruz yine de?

    yoksa biz erkekler, son derece "öylesine"yiz de, siz kadınlar aranızda paslaşıyor musunuz bizi? yapmayın... nesne olan sizdiniz hani? lanet olsundu erkek egemen düzene hani?

    ne ara küçüldük biz bu kadar? ne ara silikleştik? ne ara en çok görünenken en az "görülen" olduk?

    yok yok, ben hakikaten, çalıştığını sandığım şu kafama lanet ediyorum şimdi. ben kendimden eminsem ve gerçeksem, sen tam zıddı ile nasıl varsın "o raddede"?

    ne yapayım ben seninle kadın? ne yapayım? kilitledin beni. sana nasıl olsam bana "öyle olmadan" olursun? illa ki "oluru kaça?" mı olsun bu iş? illa ki "illa olsun" mu bu işler?

    yok arkadaş yok. ben o kadar okudum ettim, bir kadının bir tümcesinin içinden çıkamadım. ha dersen ki, malım, vallahi malım.

    ama keşke mutlu olaydım...
    ···
  12. 12.
    +2
    aha ilk entry: aslında daha da uzun uzadıya, kaynağıyla falan derin birşeyler yazacaktım, matrix'ten bahsettik az önce ev arkadaşımla. baudrillard'ı da severim. gerçek-hiper gerçek konuları falan güzel şeyler. şuna vardık sonuçta: rüyayı gerçekten ayırabilen tek bir nokta biliyorum, rüyada düşme eylemini hayal ettiğin anda düşersin, uçma eylemini hayal ettiğin (yani şimdi uçsam ne süper olurdu diye içinden geçirdiğin) anda bu eylemler gerçekliğe kavuşur. bir anlamda tanrıyı çağrıştırır bu. gerçeğini elde etmen için soyutun kendisi kafidir. ortayan çıkmasını istediğin şeyin fikri hemen vücut bulur. ama rüyada olmadığın zamanlarda düşüncenle ona denk düşen somutun arasına daha başka pek çok somutlar dizmen gereklidir. bunun sebebi de şudur: rüyada sadece kendi irademizin kurgusuna tâbî olurken, uyanıklık dünyası (waking life'a gönderme yapayım dedim) bizim dışımızda gelişen süreçleri bize yaşatır. işin çirkinliği de şu noktada başlar: biz kendimizin hüküm sürdüğü, etkeni ve edilgeninin kendimiz olduğu gerçekliğe yalan ama tamamen edilgen olduğumuz ayıklık dünyasına gerçek diyoruz.

    ben burada ihanetten başka hiç bir şey görmüyorum. öte yandan aklımı kurcalayan başka bir şey de freud'un rüya analizlerinden geliyor. ona göre biz rüyada da, gerçekte olduğu kadar pasifiz. nasıl?

    gerçek dünyada bizim bastırılan yönümüz hem id (yani içimizdeki hayvan ve onun kontrolsüz karnal gereksinimleri ve güdüleri) hem de ego (aşağılanma, kabul görmeme korkusu yüzünden davranış paradigmasını değiştiren, ödün veren benlik). bastıran şey ise direk süper ego yani içselleştirilmiş kuralların tamamından oluşan ödünç alınmış bir vicdan. burada etkenlik, edilgenlik grafiği belli.

    rüya da ise, süper ego kadar id'in de saldırısına uğrayan bir egonun varlığı söz konusu. yani bu sefer iki tane tiranımız arasında kalıp çırpınışları daha da mantıksızlaşan bir benlik var. ilk başta gerçekliğin kurgusunu tek bir kaynak belirlerken, rüyada bu çatallaşıyor. belki de bu durumdan ötürü rüyalarımız fantastik oluyordur.

    ama en nihayetinde, gerçeğin de, rüyanın da, ham maddesi, dışarıdaki "gerçek" olarak bildiğimiz şeyler. daha önce hiç var olduğunu bilmediğimiz "bir şey" ile karşılaşmıyoruz. karşılaşırsak da, hemen aşina olduğumuz gündelik gerçeklikten bir şey ile onu özdeşleştirip, etiketliyoruz.

    mesela ejderha. tamam ejderha diye bir şey yok ama, sonuçta onun dış bir kaynaktan alınmış kurgusuna sahibiz ve rüyada ne zaman ona benzeyen bir şey görsek, ejderha klasörüne kaydediyoruz.

    dolayısıyla belki de %100 bize ait olan hiç bir şeyimiz yok elimizde. ortada kıvrılarak büyüen, kuyruğunu boynumuza dolayıp suratımızı hırıldaya hırıldaya yalayan bir "sahne" var, ve onun dekorlarını paletimize almadan hiç bir sahne çizemiyoruz.

    • **
    özetle mahkumuz. ve herşeyden önce bu durumumuzu "mahkumiyet" kavramı ile belirtmeye mahkumuz.
    • **
    sıkıntılı değil mi?

    asıl mevzularım bir sonraki iletide.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +2
    çukuru da, ufak tefek cinayetleri de, içerdeyi de izlemiyorum.

    netflix dizileri de izlemiyorum.

    en son izlediğim dizi "saygılar bizden" adında son derece gerçekçi, abartısız, yaşanmışlık kokan bir diziydi.

    ruh meselesi bu, yapacak bir şey yok. gerçek ve sıradan kaygılardan daha büyük hikayeler çıktığını, kahramanlık ve aşk masallarınınsa güdüklüğünü ve yavanlığını öğrendim.

    ergenlikten yetişkinliğe geçiş gibi aslında. eskiden yuvarlak hatlı, kavisli kadınlardan hoşlanırdım, abartılı şeyleri severdim. ne zihin ne beden oturmamış tabi, uyarılabilmek için, algıyı tetikleyebilmek için güçlü, şiddetli, abartılı şeylere yöneliyor insan.

    sonra yaş ilerleyip tecrübe arttıkça, algılar hassaslaşıp detayları seçebilmeye başladıkça, otobüs durağında bekleyen adamdan bile roman çıkabileceğini, gerçekliğin içerisindeki büyük fırtınayı görmeye başlıyor insan. tıpkı erkeğin yaşlandıkça kadınlardaki farklılık ve ince güzel detayları görebildiği gibi.

    özetle: sevmiyorum artık abartılı, iddialı, gürültülü şeyleri. ne dizide filmde, ne siyasette, ne de hayatımda...

    çukuru da izlemem, behzat ç'yi de sevmem. sabah kalkınca ilk iş çişe koşmak benim gerçekliğim. hikayemi gerçeğe kurmaktan yanayım.
    ···
  14. 14.
    +1
    entarim burada dursun okuyacağım
    ···
  15. 15.
    +1
    biri yazar profilimi çomaklıyor.

    hoşgelmiş.
    ···
  16. 16.
    +1
    "Ben bu adamın kanından beriyim, şimdi O'nunla ne yapacaksanız yapın."

    -Pontius Pilatus
    ···
  17. 17.
    +1
    birinin ufkunda altın kaplı kaf dağı
    başka birinin yatağında cerahat kabı
    öbürünün aklında soru yumağı
    benimse kulağımda dinlemesi güç bir şarkı
    oldun günün sonunda.
    bekleme, herşey yolunda.
    ···
  18. 18.
    +1
    Çok emin değilim ama sanırım italyan yapımı silahlar osuruk sesi çıkartıyor.
    Rus yapımı silahlar dağıldı dağılacak gibi ses çıkarıyor.
    israil yapımı silahlar ağlak.
    ingiliz yapımı silahlar "aksanlı" gibi
    Amerikan yapımı silahlar normal gibi.

    Tamamen uyduruyor da olabilirim, silahtan anlamam pek zaten.

    https://img-9gag-fun.9cac...oto/a83LLrZ_460svvp9.webm
    ···
  19. 19.
    +1
    Güzel yazılar ve şarkılar var elime sağlık panpa
    Arada bakarım rezz
    ···
  20. 20.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=WRMnpbk4MYA

    • ** Kahramanın yolculuğu***

    Edebiyatta kahramanın yolculuğu denen bir şey vardır.

    Sıradan dünyası içerisinde, konfor alanında yaşayıp gitmekte olan kahramanımızın başına birşey gelir, dünyanın sıradan olmayan esrarengiz tarafından, perdenin arkasından sızan bir şey, onun sıradan hayatının orta yerinde belirir. Bu durum genelde bir sorunun habercisidir. Kahraman başta bunu inkar etse de sonradan kriz derinleşir ve karşısına çıkan, sırlara hakim bir usta, onu bu krizle başa çıkabileceği ve sahip olduğu kapasite hakkında ikna eder.

    Kahraman bunun üzerine yola çıkar. Zorluklar ve düşmanla yüzleştikten sonra, en büyük sınavın kendisine karşı verilen sınav olduğunu anlar, kendisini yener, dönüşür ve sonunda da hem aynı hem de bambaşka bir kişi olarak sıradan dünyasına geri döner.

    Lakin artık sıradan dünyanın da, perdenin arkasındaki esrarengiz dünyanın da bir ayrımı kalmamış, herşey yeni bir anlam örgüsünce birbirine bağlanmış ve kahraman kemâle ermiştir.

    • **

    Bunu neden anlattım?

    Zira ben de böyle bir yoldan geçtiğime inanıyorum artık.

    Zamanında umarsız üniversite öğrencisinin tekiydim. Konfor alanımdan dışarıya çıkmıyor, o alanın talep ettiği formül dışında bir akılla düşünmüyordum.

    Sonra birşeyler oldu. Hayatın dönüm noktaları peşpeşe geldi ve basitçe atlatabileceğim kriz, gittikçe derinleşirken beni de içine çekip yuttu. Öyle ki, artık gitmek zorundaydım.

    Nitekim mekanda olmasa da, algıda, kişilikte, ve beni ben yapan herşeyde süren bir yolculuğa çıktım. Fikirlerim, inançlarım, bakışım, çevrem, yaşantım... Herşey değişti.

    Yolculuk 2 yıl sürdü. Aynı kahramanın öyküsünde olduğu gibi bu yeni dünyada yol almamı ve gözümdeki perdenin kalkmasını sağlayan ustalarım oldu. Zorluklarla sınandım, sabrımın varabileceği uç noktaları kendi şahsımda yaşadığım türlü gerilimde tanıdım. O zamanlar yolculuğumun ortasındayken, bunun bir sonu olacağına inanmıyordum.

    Lakin her şey gibi yolculuğun sonu da geldi çattı, kendisini kurtarmaktan aciz adamın, dünyayı kurtarma macerası, kahramanın öyküsünün aksine, hüsranla son buldu. Sınavın en zor kısmı da buydu. Tüm gemileri yakmak üzereyken tekrar tutunacak bir dal bulup, içinden çıkmak için çırpındığım hayata bir noktasından geri dönmek.

    Mutlu muyum? Sanırım değilim. Yolculuğun bende bıraktığı pekişmiş bir öfke ve farkındalık ölene kadar beni terketmeyecek. Kalbi kırık, vicdanı paramparça ve sessizliğe gömülmüş şekilde terkettiğim köye dönüyorum sonunda.

    Son bir şey kaldı yapmam gereken. Yolculuk sırasında heybemde sürüklediğim şeylerden, fikirlerimin önce beşiği, sonra zindanı olan şeyden, kitaplarımdan kurtulmak.

    Artık onları da elden çıkarmaya karar verdim. Kabullenişimin son aşaması bu. Öğrendiğim şeylerin, beni ben yapan şeylerin dünyamızda karşılığı yok. Hatta dünya, bunların tam karşısında, zıttına bir yönde gidiyor. Tüm olumsuz öngörülerim gerçekleşmiş, belki bir kaç kez de hayalkırıklığına uğramış olarak, bu devri kapatıyorum.

    Bitiyor. Bitti.

    Beni nasıl bir yarının beklediğini, dönüp dolaşıp vardığım başlangıç noktamın bu yeni ve çirkin anlamıyla ne getireceğini, zaman gösterecek.
    Tümünü Göster
    ···