-
201.
0ey sırr-ı semâdan mêmûr, makâm-ı sabâ!
vecd-i nedim sende, mevt-i necim sende,
fer-i sabî sende, zehr-i tabiî sende
başka sadâya ne lüzûm var?
edit: güncelledim. -
202.
0şöyle bir sıkı ağlayasım var. bağıra bağıra.
şimdi gece sessiz tabi. hele bi yarın olsun... -
203.
010 yıldır gülle yutmuş gibi geziyorum. hep bir ağırlık, bir gerginlik karnımda.
ne saklıyorum lan ben kendimden bu kadar?
bi dolma kalem, iki damla mürekkep, üç dal sigarayla neyi çözememişim ki şimdiye kadar, karnımda külçeler eriyor?
olmayaydık iyiydi... -
204.
0uyku, katillerin bile çeşmesi;
yorgan, allahsıza kadar sığınak.
fyodor için uyku vakti. -
205.
0üzülerek görüyorum ki bu ülkede hiçbir fikir, içeriği ne olursa olsun, hiçbir fikir, insanın özneline ve özeline penetre edip müdahil olmadan rahatlayamıyor.
-
206.
0gidip te sorulmuyo ki, "kendini gibtiriyo musun?" diye.
sözlüğe üfürüyoruz bakalım. neyse ki burayı secure zone belledim de... kafamı buraya kusuyorum. yoksa işimiz var. -
207.
0içimdeki ateşi yalnız senin göz yaşların söndürüp soğutabiliyor. kızıştıkça sana bu yüzden yükleniyorum. çünkü tasvip etmediğim şeyler yapıyorsun. çünkü beni zorluyorsun. çünkü aslında skinde değil. kavgadan kavgaya umursayışını gibiyim senin. ben her gece ağrıyan bir mideyle yatağa giriyor, her sabah ıslak yastıkla uyanıyorum. defalarca kez, birden gecenin sessizliğine uyanıp, rüyalarımda ağlarken buldum kendimi.
sen haysiyetsizsin. karaktersizsin. onun bunun yalayıcısısın sen.
"gideyim" diyorum, "tam bitsin" diyorum, ona da arıza... hep arıza, hep arıza... son sözümü bile söyletmedin iki dakika. yok efendim ağırmış, ağlarmışsın.
be dıbının orta yerine koduğum, aynısını sen yaparken, kuyruğumu aldım iki bacağımın arasına "eyvallah" dedim. ulan zütveren, ulan babil'in huursunu utandıracak hayasız, sen malafatı masaya vurunca gıkımız çıktı mı lan? itin dölü, biz "madem öyleymiş, peki." demedik mi? şimdi bana caz yapıyorsun. gib kırığı...
öğren artık. yiyemeyeceğin yannanın altına uzanmayacaksın, alamayacağın kallabın gölgesinde fazla oyalanmayacaksın o zaman. ne oldu? ben "eeehh, yeter ama... " diyince mi suç oldu? elin addıbına "tatlım" demeyi biliyosun. mk arsızı. ulan son 4 aydır aynı sevecenliği bulayım diye zütümü yırtıyorum ben.
ne yapsak yok... neymiş efendim, zaten dönecekmişim. zaten bu dediklerimin hiçbirini yapamayacakmışım. gidemezmişim. lan yannan hoşafı, sen bana mecbur değilsin de, ben senin nazını çekmeye maaş mı alıyorum lan, kahpe soyu? sen istediğine vurdur, ben seni elpençe bekleyeyim... oldu anam?
lan bırak dokunmayı konuşmayı, daha seni düşünürsem bu kafayı gibsinler amk. -
208.
0reserved
-
209.
0bu kadar çok apaçi/kezban rap, hiphop, arabesk rap ya da adı her ne skimse, o müziği yapabiliyorsa, ben buradan etk birşey anlarım.
demek ki kıraç haklıymış. demek ki rap yetenek falan istemiyormuş, sanat falan değilmiş, müzikten sayılmamalıymış. -
210.
0o bu değil de çok yalnızım lan.
allah'a yakın hissediyorum bu aralar. -
211.
0mesut yar'dan her geçen gün biraz daha fazla nefret ediyorum.
-
212.
0televizyona bulaşmamak lazım. sinir yapıyor.
-
213.
0(bkz: sadece kültürlü insanlar gelsin) başlığına cevabımdır:Tümünü Göster
(bkz: #94225814)
(bkz: #55208326)
fikrinle alakalı yorumum da şudur:
soğuk savaşın başlangıcını takip eden dönemde, modernizmin yıkılışını ve iflasını gören beşeriyet (aslında kastım beşeriyet değil, akademi) içinde bulunduğu fetreti analiz etme işine girişti ve yüzyılardır eski dünyaya hakim olan sistemin (kabul etmeseler de, amerika, eski dünyanın yapısal düşünüş tarzının peşinden sürüklenmekteydi) analizine giriştiler. 1968'deki orta çaplı ekonomik bunalım sonrasında ortaya çıkan (evet 68'de yaşanan bir kriz var, pek çok kimse bilmez) ve jung'un sözde peygamberliğini yaptığı yeni çağ, aslında nietzche, freud ve marx üçlüsünün üzerine inşa edilmeye başlanan postmodernizmin henüz rahime yeni düşmüş bebeğiydi.
bunun bizi ilgilendiren kısmı şurada başlıyor:
2. sınıf coğrafyaların bu durumlarda bir dezavantajı var. şöyle ki:
biz zaten modernizme geçiş evresinde iken, dünyada postmodernizm patladı. biz süreci tamamlamaya bir parmak yakınken, global vizyonu şekillendiren eski dünya ülkelerindeki akademi, kendi köklerini incelemeye ve tersliklerini reddetmeye, haliyle de, yapısalcı görüşü reddetmeye girişti. hızlarına yetişememek şöyle dursun, elindeki doğu vizyonunu revize etmeye bile muktedir olamayacak kadar batı yapısalcılığına gönülmüş olan bizler ise, artık modernist fikir formatının desteklenmediği post modern dünyada, bin gibi ortada kalakaldık.
sonuçta ne oldu?
sonuçta ortaya arabesk rap çıktı işte. bu dediğim, birşeyleri görmeniz adına bir kıvılcım çakamıyorsa, zaten derdimi anlatmanın herhangi bir kısa yolu yok demektir.
post modernizm, içeriğinde, eski aristokrasi gibi masalarda oturup, barbarlar gibi doğrudan elleri kullanarak yemek yemeyi barındırıyor olabilir. fakat postmodernizm, moderniteyi reddedip primitivizme öykünmek değildir. postmodernizm, modernitenin dayattığı kültür ve etiğin, form ve içeriğin, beşerî işlevselliğini sorgulamaktır. postmodernizm, modernizme karşı çıkarken, aydınlanma çağı düşünürlerinin kapıldığı "eskiye dönüş" dalgasını benimsemez. haliyle çıkışı primitivizmde aramaz. ama modernitenin de çözüm olmadığını bilir.
peki modernizmi bile tanıymamış bir nesil, bir güruh, bu durum karşısında ne yapar?
modernizmi reddederken, elinde modernizme alternatif olarak sürebileceği tek şey olan zararlı ve tehlikeli bir eskiye dönüş furyasına kapılır. fikirleri konusunda fanatikleşir, estetiğini yitirip gayribeşerleşir. külütürü bir yandan eskiye yönelirken bir yandan da hızlı tüketilmesi gereken bir çöp yığınına dönüşür. nihayetinde, sahte versace'leri kuşanıp, dıptız'lı yâlelliler dinleyen, malibu içmesine rağmen, kendi dilini düzgün bir gramerle konuşamayan büyükbaşlar ordusu doğar. bu kimseler, araştırmayı bilmez, nitelikli enformasyona değer vermez. hele ki, bu bireylerin oluşturduğu güruhu yöneten ve idame ettiren lider kadrosu da, benzer kafa yapısında ise, ya da eli sopalı ve katı bir çobanlık anlayışını benimsemiş ise...
... o toplum, düşünürler için cehenneme dönüşür ve yerinde saymanın getirdiği sonsuz döngü, beyinlerin ve yığınların intiharı olur.
netice itibariyle de gergedanlaşmak (yani tektipleşmek) ama bunu yaparken de, yüzeysel bir kültürü ithal ederek, küresel varoluştaki çeşitliliğin ana damarı olan nitelikli yöreselliği yıpratarak yok etmek, yegâne kurtuluş şekline bürünür.
o noktada zaten sen, ben, biz, onlar kaybetmişiz, beşeriyet bitmiş demektir. artık varolmamız sadece ontolojik bir ızdıraba dönüşmüş demektir ve ne yazık ki toplumun ötenazisi dışında da bir çıkar yol kalmamıştır.
işte bu aşamalardan geçerek bir devlet yıkılır, bir kültür yok olur, bir ufuk batar. yerine doğan her yeni oluşum da, ne yazık ki çağımızın enformasyon akış hızı düşünüldüğünde, asla tradisyona dönüşemez, trend olarak kaşla göz arasında varolur, ve kendisiyle birlikte bireyleri de o hızda yok eder.
yeri gelmişken ufak bir de tavsiyem var sizlere
"albert camus - yabancı" bu kitabı okuyun
"the man who was not there" bu filmi de izleyin.
herşeyin beyhude oluşunu çok güzel anlatmışlar. -
214.
0senin ruhuna kurban. okuyacağım hepsini, reserve.
-
215.
0herkesin yaptığının yanına kâr kaldığı bir dünyada yaşıyoruz.
etme/bulma eğrisi diye bişey yok. keşaş kıyamette de çözülmüyor büyük ihtimal. -
216.
0özel meşaz yazdım. sonra yazdıkım hoşum gitti. bi de buraya yazayım (çok narsizim ben)Tümünü Göster
bilimin tabi ki somuta aktarılmayan kısmı bizleri bağlamaz. laboratuvar denen şey, simülasyonlar ve türlü test fasilitesi, seni beni bağlaması için neyin lazım olduğunun ölçüldüğü yerdir zaten.
öte yandan bilimle fütürizm arasında ufak bir akrabalık da var. birilerinin toplumun ihtiyaç duyduğu şeyi analiz edip bilime hedef koyması lazım. şimdiye kadar hukuk, sosyoloji ve siyasete inatla pozitif bilimi bulaştırmadılar. bunun adına da hümanizm dediler. gel gör ki, insan faktörünün yavaş yavaş iflasa doğru gittiği ve güvenilmezleştiğimiz bir asrı deneyimliyoruz.
görünün o ki, türümüzün menfaatleri, bireysel özgürlüklerimiz ve tercihlerimizi yaşam konusundaki aciliyetlerimiz, hâlâ birilerinin 10 tane yat ve jete sahip olma hırsını yenebilmiş değil. işin kötü yanı, organik rejimlerin sürdürüldüğü devrim anlayışının da yerlerde süründüğünü ve hürriyet şarkılarımızın 12 ay bile dolmadan unutulduğunu da tarihin sayfalarında sıkça bulmak mümkün.
makinenin bizi yutacağına dair geliştirdiğimiz paranoya, egemen güçlerin erki teslim etmeme konusundaki histeriden daha fazlası değil.
halihazırda transhümanizmi, human+'ı yaşıyoruz zaten. gsm teknolojisi, zihnimiz ve kaslarımızın işlerini bizim yerimize yerine getiren oyuncaklar ve daha nice tedavi metodu, artık insanın bildiğimiz organik bedenden daha fazla potansiyeli taşıdığını ve sergilediğini gösteriyor. tek fark, bu implantların, bedenle -henüz- tümleşik olmaması.
savunduğum vizyon kesinlikle inorganik canavarların bizi köleleştirdiği, gri bir endüstri distopyası değil.
aksine, hakkı verilmiş bir teknokrasiden bahsediyorum. böyle bir düzende, bilimin üretkenliği ve yaratıcılığı, tekillerin ya da zümrelerin kâr endişesi tarafından kısıtlanmaz. sırf daha karlı olduğu için kullandığımız, doğayı zehirleyen enerji üretim çeşitleri, sırf daha yaygın olduğu için artık değer marjı daha fazla olan yapı malzemeleri, şu an ulaştığımız nokta itibariyle, işimiz bittiğinde, doğada kısa sürede kendiliğinden çözünen, daha dayanıklı ve daha ucuz materyallerle değiştirilebilir.
bilim, emrine sunulduğu iş adamlarının ufkundan çok daha ileri bir pozisyona çoktan geldi bile. ihtiyaç duyduğumuz tek şey, bilimin finansla olan bağını kesmesi. bilimin yeniden, bireylerin zenginlik kaygılarına hizmet edip seri üretim için işleyen ruhsuz çarklar yerine, bir zamanlar olduğu gibi, türün ihtiyaçlarına yönelik bir disipline dönüşmesi.
açgözlü kurtları oylarımızla beslemekten, gözünü kan bürümüş bir gurup madrabazın arazi sevdasına birbirimizi yok etmektense, hırsları, açlıkları ve doymak bilmezliği olmayan bir yapay zekanın, objektif ve analitik etiği tarafından yönetilmeyi tercih ederim.
eğer 5000 yıldır gördüklerimiz, bize, insanın hatalarını tekrar etmesi ve cehaletin bu gidişatla öldürülemediği konusunda ışık tutmuyorsa, zaten bilimi boşuna işletiyoruz demektir.
yönetim de, sağlık ve eğitim kadar, ulaşım kadar, barınma kadar, halkın ihtiyaç duyduğu temel bir hizmettir ve bireylerin kişisel alanlarındaki özgürlüğün maksimize edilmesi için, kalabalıkları düzenleyerek hizmet vermek, yöneticinin işidir. buradan güç ya da herhangi bir başka yan ürün edinilebiliyorsa, ya yönetimin formu, ya nesnesi, ya da öznesi yanlıştır.
yönetim formlarını değiştirmeyi denedik.
yönetimin nesnesini değiştirmeyi de denedik.
geriye bir tek yöneten özneyi radikal şekilde değiştirmek kaldı.
makinadan korkmamalıyız.
makina, homofobi, açgözlülük, riyakarlık, faşizm ya da öfke nedir bilmez. -
217.
0o kum saatini boşuna koymadım oralara.
ha! -
218.
0suyum ısınıyor sanki.
-
219.
0açacağınız sözlüğü skiyim ben gidiyorum.
bunaldım artık. skerler... -
220.
0niyetim 6666. iletide veda etmekti ama dayanamıcam artık.
-
44 tlyi küçümsemeyin
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 06 01 2025
-
panter emelii dikizlerkenee
-
giriş katı dairenin kirası 30 bin papel
-
sev ya da sevme hitler tam bir başarı hikayesi
-
sevme beni senin sevmelerine kalmadım
-
tyler dursun annenin boğazını kesip
-
önceden iphone alınır mı o paraya diyordum
-
kopmus bacak kopmus kol
-
türk dediğin sarışın olur
-
ağalar şu balkan kızlarında nasıl bir gen varya
-
anadilde eğitim diye bir şey yok
-
baycerah zütüne nasıl motogirl yazdı neler hisseti
-
sultanbeylide rezidans erkek masaj
-
1 şişe isabey 1 kutu bira içdim
-
bluetuth kulaklık diye belirtmişse
-
harbi yunan galip gelseydi
-
sözlüğün bu halde olması normal
-
beyler aranızda pgibolojisi bozuk olan varsa
-
karı dediğin böyle olur oğluşum
-
vedat uşaklıgil denen kral bir aslandı
-
bakircan ile bizim üni hayatıı
-
kürt taklidi yapa yapa
-
daha dün dolandırıldım mı diye
-
nasyonel sosyalizm silinsin
-
inci sözlükten bir yazarla sex yaptım
-
günün trend başlığını açıyorum
-
devletin dini yoksa neden
-
esat oktay yıldıran laz kemal in seldıbını almıştır
-
tip olarak yakışıklı güvenliğe benziyorum
- / 2