+5
-1
beyler moralim sıfır. öyle gibik sevgili, karı kız meseleleri yüzünden değil. kusura bakmayın amacım kafa gibmek değil ama bir yerlere yazmam lazım. zamanı olan dinlesin. birer sigara yakıp okursanız daha etkili olur.
yıllardır hayalim iyi bir basketbolcu olabilmekti. basketbol oynamaya 6. sınıfta başladım. o zaman sivastaydık. sivasta basketbol kültürü olmadığı için en iyi oynayan her zaman bendim. uzun zaman boyunca kobe bryant olduğumu düşünüyordum. ta ki 9. sınıfa kadar. dokuzuncu sınıfta sınav puanım yüksek olduğu için sivasta bir lise değilde ankarada bir liseye gitmeyi tercih ettim. bir sene babannemin yanında kalacaktım ve sonraki sene babam tayin isteyecek ve ailem ankaraya gelecekti. okula başlar başlamaz, sınıf arkadaşlarımla tanışır tanışmaz ilk sorduğum sorular basketbolla ilgiliydi. o zaman farketmiştim kobe bryant değildim, benden iyileri de vardı hatta çok daha iyileri. sınıfın en iyi 2 oyuncusundan biriydim fakat yine de çok daha iyi olmam lazımdı. okul takımı seçmelerine katıldım. koç bana kibar bir şekilde "gibtir git" dedi. daha doğrusu lafı oraya getirdi. çok üzülmüştüm. okul turnuvalarında da heyecandan elim ayağım birbirine dolaşmıştı. ne yapacağımı şaşırıp berbat bir turnuva geçirsem de arkadaşlarım sayesinde okul 3. olabildik. sene sonunda hiçbir şey planladığımız gibi olmadı ve babamın tayini adanaya çıktı ve bende ailemle adanaya gitmek zorunda kaldım. yazın başında dizimde bir problem çıkmıştı. doktora gittiğimizde osgood-schlafen adında bir hastalığım olduğunu söyledi. dizim çok ağrıyordu ve bırakın koşup zıplamayı, yürüyemiyordum bile. bir şekilde okullar açılana kadar atlattım. artık 10. sınıftım. 10 sınıfta adanaya gelir gelmez atakan adında bir arkadaşın gittiği bir basketbol klübüne gitmeye başladım. koçumuzun ismi "ziya"ydi. takımın açık ara en kötü 3-4 oyuncusundan biriydim. daha doğrusu öyle oynuyordum. takımda oynayan çocukların yaptığı şeyler benim için zor şeyler değildi. ama ben hiçbirini salonda yapamıyordum. o zaman takımda bir çocuk vardı. ismi "alper"di. her yapılan antrenmanda en iyi alperdi. harika driveları vardı ve neredeyse her şeyi yapabiliyordu. takımın açık ara en iyisiydi. bense hala ondan iyi olduğumu düşünüyordum ama antrenmanlarda boş turnike kaçırıyordum !
adananın kışını bilen bilir yağmuru ekgib olmaz. %50 hava şartları, %50 berbat oyunum yüzünden gittiğim takımı bıraktım. zaten takımda berbat oynuyordum. böylece sokakta oynamaya devam ettim ve okul takımına bu sefer seçildim. okul takımında aldığım 8 dklık sürede 2 sayı 1 top kaybı ile oynadım. bunun için kendime ne kadar kızmalıyım bilemem ama her maç ilk 5 çıkan ve hiçbir faydası olmayan, sadece ve sadece kalıbı olan bir çocuğun turnuva boyunca 5 sayı atmasının yanında benim 8 dkda attığım tek basket çok daha normal kalır. böylece okul takımında da sıçık şekilde devam ettim. hala her gün her dakika sokakta oynuyordum. işin profesyonellik kısmı bana zor geliyordu. sokakta oynadığım herkes beni beğeniyordu fakat salonda oynayamadığımı kimse bilmiyordu. atakan dışında.
10. sınıf biter bitmez hırsım tavan yaptı. sahada oynayanların benden fazlaları olduğunu düşünmüyordum. bu nedenle babamın zorlaması ve benim hırsımla koşu yapmaya başladım. saat 7de babamla evden çıkıyor, merkez park adlı yerde 1 tur yürüyüp 2 tur koşuyor ve ardından oradaki aletlerde egzersiz yapıyordum. bir miktar kilo vermiştim ama hala kiloluydum. (1,76 - 100 kg) fakat hırsımın meyvelerini alıyordum. gittikçe atletikleştim. hızım zayıf oyunculardan farksızdı ve kilolu ve kalıplı olduğum için normal guardlara 1e 1de avantaj sağlıyordum. şutumda hiç fena değildi çünkü tüm yaz koşu ve egzersizin ardından 3 saat aralıksız basketbol oynuyordum.
yazın eski takımımın koçu ziya hoca facebookta ç.efes takımını çalıştıracağını, antrenman saatlerini ve gelmek isteyen herkesin gelebileceğini yazdı. cesaretimi toplayıp hocama yazdım. oda kibar bir şekilde kabul etti. antrenmanlara başladım. bu sefer her şey farklıydı. salonda hiç olmadığım kadar rahat, atletik ve iyiydim. bu ziya hocanında gözünden kaçmamıştı. bir ribaund pozisyonunda koçu içeri sokmayarak gücümü, her atakta koça agresif savunma yaparak atletizmimi ve ceza şutlarını sokarak şutumu hocaya göstermiştim. koçumuzda boş durmayıp takımımıza çok iyi, tecrübeli oyuncular toplamıştı. her şey harika gidiyordu. adananın en iyi guardlarından birisi bizim takımda olmasına rağmen yine de bende oynuyordum. bu seneden çok ümitliydim. derken 11. sınıf başladı. basketbola, antrenmanlara aralıksız devam ettim. derken ziya hocadan berbat bir haber aldım. G.s.i.m. ziya hocaya sadece bir takım çalıştırmasını söylemiş. ziya hoca da tercihini eski takımımdan yana kullanmıştı.(adana gençlik spor) bizim takıma ne olacağını kimse bilmiyordu. ziya hoca son antrenmanımızda bize gsim'in ona söylediği şeyleri anlattı. 2 takımın iyi oyuncularını alıp tek bir takım çıkaracaktı. takımın ismi gençlik spor olacaktı.
gençlik spor benim kabusumdu. orada hiçbir şey yapamamış, bu yüzden basketbolu bırakmıştım. ne yapacağımı bilmiyordum fakat ne olursa olsun o karma takıma girmeliydim. hocamız antrenmanın başında "canınızla başınızla mücadele edin. bu antrenmana bakarak oyuncu tercihlerimi yapacağım" dedi. o antrenman zütümü yırttım. yapabileceğim her şeyi yaptım. savunma-ofans-baskı vs. ve hoca beni ve diğer elit oyuncularımızı gençlikspora çağırdı.
ilk antrenmana gittim. ortam her zamanki gibi soğuktu. alperi gördüm. her zamanki gibi antrenmana geç gelmişti. okulundan ötürü olduğunu biliyordum. koşuya başladı. her zaman ki gibiydi. alper gibi olabilsem keşke diye iç geçirdim. antrenman kötü değildi. ç.efesteki performansımı buraya da yansıtmıştım ve yorgun ama mutlu bir şekilde eve döndüm.
ziya hocanın bize verecek bir kötü haberi daha vardı. federasyon max 16 oyuncu alabileceğini söylemişti. bizim takım ise 18 kişiydi. söylemeyi unuttum sanırım ama ben guard oynuyorum. ve guardlarımız çok iyiydi yani gibtir olup gitme ihtimalim yüksekti. ziya hoca antrenman sonunda gidecek 2 ismi açıkladığı zaman şok olmuştum. nasıl olur diyordum kendi kendime. nasıl ? gidecek ilk isim tuğruldu. onu herkes tahmin edebiliyordu zaten. fakat 2. ismi duyunca adeta beynim döndü. ziya hoca alperi takımdan gönderme kararı almıştı. nedenini sorduğunda da "sen sürekli yerinde sayıyorsun ve gelişmiyorsun." dedi. şok olmuştum. giden isimler düşündüğüm gibi guard rotasyonundandı fakat alperin gitmesini hiç beklemiyordum. bir bakıma alpere tercih edilmiştim. bu beni çok mutlu etmişti. en azından ne kadar geliştiğimi anlamıştım. hiç olmadığım kadar mutlu, hiç olmadığım kadar pozitiftim. lisans zamanı geldi. 3 adet belge + resim +n.c. fotokopisi gerekiyordu. duyar duymaz hepsini yaptım. sadece sağlık raporu kalmıştı. ertesi gün erkenden okula gitmeden sporcu sağlığı merkezine gittim EKG çekildi. fakat doktor sporcu lisansını imzalayamayacağını söyledi. başımdan aşağı kaynar sular döküldü o an. 6 gün boyunca adanadaki özel ve normal tüm hastaneleri dolaştım. arabamız olmadığı için yürümek ve dolmuşa binmek zorunda kaldık sürekli. ama hiçbiri imzalamadı. doktorlar hipertansiyon teşhisi koydu. lisansın son günü geçmişti ve hiçbir doktor imzalamamıştı. evet ... o kadar büyük hayallerle başladığım, 5 yıl aralıksız çalıştığım şeyin meyvesini alamamıştım.
bunun için her şeyden vazgeçtim. ders çalışmayı bıraktım. ailemi, arkadaşlarımı boşverdim. her boş zamanımda, hatta dolu zamanlarımda bile basketbol oynadım. çalıştım. üzgün olduğum zamanlarda milyon kez içebilecekken sigaraya başlamadım. fazla kilolarımdan kurtulmaya çalıştım. hiçbir kızı kafama takmadım. sürekli çalıştım. zütümü yırttım ulan basketbolcu olabilmek için. öyle yükseklerde de gözüm yoktu. 2. ligin orta düzeyde takımlarında oynasam yeterdi de artardı bana. ama olmadı.
eğer bir yerlerde bir tanrı varsa ve şuan beni izliyorsa, günü geldiğinde ona hayallerimi yıkmanın hesabını soracağım.
Tümünü Göster