1. 40.
    0
    rezerved saol panpa paylasımın beni mutlu etti emeğine sağlık
    ···
  2. 39.
    0
    korktum lan bi ara geri mi geldi o günler diye
    ···
  3. 38.
    0
    okuyanı gibsinler ama güzel bir paylaşım
    ···
  4. 37.
    0
    reserve yapam bi ara okurum herhalde
    ···
  5. 36.
    0
    dıbına koyim o zamandan bu zamana kalan tek gerçek, doğruluğu %100 olan tek kaynak. hoşunuza gidiosa okuyun işte.
    ···
  6. 35.
    0
    üşenmedim okudum panpa.ee sonra?
    ···
  7. 34.
    0
    Bu suretle 20000 kafir ya fırtınada boğuldu, ya leventlerin kılıcı altında can verdi, veya esir düştü. Düşman armadasında 4000 safkan süvari atı vardı. Bunların boğulmayanları, erzakları kaybolan kafirler tarafından kesilip yenildi. Binlerce akçaya alınamaz çok güzel hayvanlardı. Topların hepsi leventlerin eline geçti. Dehşet içinde kalan düşman, kitle halinde gelip teslim oluyordu. Düşmanın barutu ve silahları ıslanmış, ateş almıyordu. Zırhlı ispanyol kafirleri, yağmurdan batak olan arazide gömülüp kalıyor, adım atamıyorlardı. Cezayir sahilleri, binlerce arşın boyu, gözün alabildiğine kafir cesetleri, hayvan leşleri, parçalanmış gemi enkazı ile doluydu. Haçlılar, en küçük ağırlıklarını bile gemilerine bindiremediler. Hepsi leventlerin eline geçti. Cezayir şehri, bu ganimetten bir kat daha zenginleşti. Generaller, amiraller, dukalar, prensler, kontlar, şövalyeler ve Cezayir’in fethini görmek için gelen Avrupa saraylarının en asil kadın ve kızları, esir düştü. Doria ile Kortez, güçlükle canlarını kurtardılar. Bu Kortez denen zalim, Yeni Dünya’da yüz binlerce insanı ateşte kızartan gayretle melun bir kafirdi. Cezayir’i Yeni Dünya sanıp buraya da musallat olmak istemişti. Vay bir Müslüman ülkesi bu zalimlerin eline geçseydi ne olurdu? Misalini birkaç yıl önce Tunus’ta vermişlerdi.

    ATINI YiYEN KRAL!

    Doria, Hasan Bey’in leventlerinin üzerine kadırgalardan gülle yağdırıyor, fakat bu, leventleri daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Haçlı kadırgalarındaki binlerce Müslüman forsa boğuldu. Ancak 1800’ü, Hasan Bey’in gayretleri neticesinde derya yüzünden toplanıp kurtarıldı. Bizzat Doria’nın bindiği baştarda battı ve Cenevizli kafir, canını başka bir kadırgaya atarak halas etti.

    Haçlılar’ın vaziyeti, kelimelerle anlatılamayacak derecede kötüydü. Bizzat Karlos Kral, ki Avrupa’nın yarısına sahipti, değerine paha biçilemez atını kestirip afiyetle yedi. Cezayir’den kaçarken, başındaki tacı fırlatıp deryaya attı. Hakanımız Sultan Süleyman Han’a özenip ordusunun başına geçmek istemişti. Fakat hakanımız gibi asker olarak yetişmiş bir hükümdar değildi. Ömründe tek başına bir orduya kumandanlık etmemişti. Askerlik ve derya ilimlerinin külli cahiliydi. Karlos Kral, az daha esir düşüyordu. Ancak kendisini koruyan Malta şövalyeleri sayesinde ve Hasan Bey’in askerinin az olması yüzünden kurtulup kaçtı.

    Haçlı armada, ancak 13 gün Cezayir’in bereketli topraklarında kaldı ve mahvolması için 3 gün kafi geldi. ispanya ve italya limanları, Türk kılıç artıkları olan perişan Haçlılar’la dolup taştıkça, bütün Avrupa teessüründen kan ağladı.

    Oğulluğum Hasan Bey'e bu büyük zaferinden sonra «Gazi» ünvanı verildi. Zaferden az sonra Cezayir’e geldim. Karlos Kral’ın bu kadar erken geleceğini tahmin etmediğim için gecikmiştim. Muharebe sahalarını gezdim. Hasan’ın rütbesi bahriye sancakbeyi idi. Hakanımızın değil, Vezir-i Azam’ın değil, bir vezirin, hatta bir beylerbeyinin değil, bir sancakbeyinin, Avrupa’nın asırlardan beri görmediği en büyük hükümdarı perişan etmesi, bütün tarihte çok tesadüf edilen vakalardan değildir. Bu Karlos Kral, Fransa Kralı Fransuva gibi büyük bir kafir hükümdarını, birkaç saatlik bir muharebeden sonra esir almış bir hükümdardı.

    Sonradan oğulluğum Hasan, Cezayir önlerinde batan kafir kadırgalarından 150 top çıkardı. Deryadan çıkarılan bu toplar onarılıp Cezayir’e getirildi. O kadar fazla esir alınmıştı ki, bunların bir kısmı hediye kabilinden şuna buna dağıtıldı. Esir pazarlarındaki fiyatlar büyük ölçüde düştü. Hasan, şevketlü hakanımıza ve bana yollayacağı hediyeleri, 30 kadırgaya doldurup istanbul’a gönderdi. Cezayir’den hareketten 21 gün sonra 30 kadırga, istanbul’a geldi. Birçok Frenk kralını hasedinden çatlatacak bir donanma idi. istanbul halkı şenlik yaptı. Kadırgaların başında Deli Mehmed Reis vardı.

    Mehmed Reis, önce beni ziyaret etti. Elimi öptü. Hatırını sordum. Oğulluğum Hasan’ın namesini verdi. Okudum. Mesrur oldum. Mehmed Reis’in önüne düştüm. Cihan saltanatının eşiği olan Saray-ı Hümayun’a geldim. Ardımızdan 30 kaptan ve bir sürü levent geliyor, leventler, hakanımıza sunulacak hediyeleri taşıyorlardı. Hepsi altın sırmalara boğulmuştu.

    «TERSANE-i HÜMAYUN’DA ON BiNLERCE iŞÇi ÇALIŞIYORDU»

    Sultan Süleyman Han, benimle beraber yalnız Mehmed Reis’i ve kaptanların ileri gelenlerinden dört, beşini huzuruna kabul buyurdu. Diğerleri dışarıda beklediler. Hasan Bey’in namesini hakanımıza verdim. Usul harici olarak bizzat açıp okudular. Yüzleri aydınlandı. Kaptanlara 200 altın, leventlere 100 altın, huzura girenlere hıl’atler verilmesini buyurdu. Hasan’ın forsa olarak gönderdiği 1000 kafir bilhassa makbule geçti. Hasan’a beylerbeyilik ve paşalık payesi verdi ki, hayatımda oğulluğumun bu saadetini görünce gözlerim yaşardı. Çünkü benim de rütbem beylerbeyi idi.

    Cezayirli leventlerin bir kısmı ilk defa istanbul’a geliyorlardı. Çoğu Anadolu’nun küçük karyelerinden Cezayir’e gitmiş çocuklardı. Büyük şehirlerden olan azdı. istanbul’u görünce şaşırdılar. Boğaziçi’ni ve Hisarlar’ı gezdiler. Tersane-i Hümayun’da on binlerce kişinin yüze yakın gemiyi inşa etmek için karınca gibi kaynaştıklarını görünce, hayretlerinden dilleri tutuldu. Bu derece kudretli bir devletin tebaası oldukları için Tanrı’ya şükürler ettiler. Leventlere çok iyi baktım. Yemeklerinden börek ve baklavayı ekgib etmedim. Kaptanlar, istanbul’un konuksever zenginlerinin konaklarında paşalar gibi ağırlandı. Anadolu’dan levent yazılmak için bir sürü genç gelmişti. Bunlardan denizcilik bilen 300’ünü Cezayir’e gönderdim. Diğerlerini, denizcilik öğrenmeleri için Tersane’de alakoydum. 5 parça kadırgayı ağızlarına kadar cephane ve gemi malzemesiyle doldurup Cezayir’e zütürmek üzere Deli Mehmed’e teslim ettim.

    Mehmed Reis, 35 pare tekneyle istanbul’dan ayrıldı. Sultan Süleyman Han Hazretleri, seyir için Sarayburnu’na inmişlerdi. Kadırgalar, bütün toplarını ateşleyerek Cihan Hakanı’nı selamladılar. 17. günde Cezayir’e vardılar.

    Hakanımız birkaç gün sonra Hasan Paşa’ya 5 kadırga daha gönderdi. Şahsı için de mücevherli kılıç, kavuğuna takması için zafer çelengi, mücevherli saat, tek taşlı yüzük, sancak ve hıl’at yolladı. Bu suretle oğulluğum, resmen "Gazi Kara Hasan Paşa" oldu. Hasan, bana hediye olarak 500 esir göndermişti. Bu kadar adamı ne yapacaktım? Hepsini devlete hibe ettim.

    Diğer taraftan Karlos Kral’ın aylarca kiliseden çıkmadığı haberi geldi. Hatta kederinden öldüğü bile şayi oldu.

    Hatıralarıma burada son veriyorum. Bana dinime, devletime ve hakanıma acizane hizmet etmek için birçok fırsat veren Yüce Tanrı’ya şükürler ederek sözümü bitiriyorum(*).

    - SON -
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    0
    KRAL KARLOS’UN MEKTUBU

    Hasan Bey’in 600 Türk levendi ve 2000 Arap gönüllü atlısı vardı. Donanmasını, imha edilmemesi için, Cezayir önlerinden hareket ettirmeye mecbur olmuş, tabiatıyla leventlerin çoğu da teknelerine binip gitmişlerdi. Karlos Kral, Cezayir’e çıktığı gün(*) Hasan Bey’e Türkçe olarak şöyle bir name gönderdi:

    "Bu gördüğün kuvvete karşı koymaya, değil senin, Gran Senyör’ün bile takatı yetmez. Gözün açık ve zerre kadar aklın varsa, kılıcını çıkar, başına mendil bağla, Cezayir kalesinin anahtarlarını bana getir. Huzurumda yer öpüp af dilersen, hayatını bağışlarım. Ben, ispanya’nın, Napoli’nin, Sicilya’nın, Hollanda’nın, Belçika’nın, Amerika’nın kralı, Almanya’nın imparatoruyum. Senin baban ve efendin olan Barbaros bile Tunus’ta benim önümden pabuçsuz kaçmıştır. Zinhar bana silah çekmek gibi bir çılgınlığa kapılmayasın. Yoksa isa aşkına, senin her parçanı Cezayir burçlarının birine asarım."

    Oğulluğum Kara Hasan Bey, şöyle cevap verdi: "Kale ve ülke benim değildir ki, sana vereyim. Sultan Süleyman’ın ülkesini sana teslim edip dünya ve ahırette bednam olamam. Senden de zerre kadar pervam yoktur. Hayatın, babam Hayreddin Paşa’dan dayak yemekle geçmiştir. Yüce Tanrı elbette bana da zafer verecektir!"

    (*) 20 Ekim 1541

    Karlos, yel zütürmez askeriyle kaleye taarruza geçti. Ancak daha ilk gün öyle bir mukavemet gördü ki, şaşırdı. Akşama doğru yorgun askerini çadırlara sokup, ertesi sabah taarruzunu yenilemek üzere çekildi. Ey mübarek gece! Ne olacaksa bu gece olacaktı. Ağam Oruç’un binlerce Anadolulu ve Rumelili yoldaşıyla şehit olup toprağına karıştığı Cezayir, bizde mi kalacaktı, kafirin eline mi düşecekti? Her şey bu gece belli olacaktı.

    Kafirler, ertesi gün Cezayir’i alacakları fikriyle gemilerinden yüzlerce fıçı şarap getirdiler. içip eğlendiler ve sızdılar. Cezayir kalesine sığınmış 600 leventten zerre kadar korkuları yoktu.

    Hasan, casuslarını şövalye kılığına bürüyüp, düşman çadırlarına kadar sokmuştu. Bizim leventler içinde ispanyolca’yı ve başka kafir dillerini ana dili gibi konuşanlar çoktu. Hatta içlerinde on yıldan fazla ispanyol gemilerinde forsalık yapmış olanlar vardı. Bunlar vaziyeti hemen Hasan’a bildirdiler. Oğulluğum, anladı ki, birşeyler yapılabilirse, bu gece yapılacaktır. Yoksa yarın sabah, iş yaman olur. Leventlerini ve gönüllülerini dağ yolundan geçirtip kafir ordugahının arkasına düştü. Ay, bulutların ardına gizlenmişti. Gece kapkaranlıktı. Yağmur başladı ve gittikçe şiddetlendi ve testiden boşalır gibi yağmaya başladı. Nihayet hava fırtınaya çevirdi. Bütün bu alametler, Cenab-ı Hakk’ın, biz mücahit kullarının yanında olduğunu gösteriyordu. Leventlerim, düşmanın burnunun ucuna kadar gelmişti. Fakat düşmanın gözü yalnız gece karanlığından ve fırtınadan dolayı kapalı değildi. Gözlerine Tanrı tarafından gaflet perdesi de çekilmişti. Sarhoş köpekler gibi, çadırlarında sızmışlardı.

    Nöbetçileri, fırtınanın şiddetinden nöbet yerlerini bırakıp şuraya buraya sığınmışlardı. Hey Ulu Tanrı! Nerelere kaadir değilsin! Bir avuç mücahit kulunu, Karlos kafirinin yel zütürmez ordusuna ve deryayı kaplayan donanmasına karşı muzaffer eder misin? Bu da senin lütfuna bağlıdır.

    «BÜYÜK TÜRK GELMiŞ»

    Tanrı, cemal yüzünü göstermeye başladı. Semadan yumurta büyüklüğünde dolular yağıyordu. Çadırına sığınmayan tek kafir kalmamıştı. Derya cüş-u hurüşa gelmiş, kaynıyordu. Kafir donanmasında, teknelerini sulara gömdürmemek için büyük bir faaliyet başlamıştı.

    Tam gece yarısı Hasan Bey, düşman ordugahını tarumar etmeye başladı. "istanbul’dan Barbaros, belki Büyük Türk gelmiş!" diye feryat eden kafirlerden üç bini, leventlerin palaları altında can verdi. Kafirler sabaha kadar uyuyamadılar. Bitkin bir halde güneşin doğduğunu gördüler. Ancak yeni gelen gün, haklarında daha hayırlı akıbetler getirmiyordu. Kral Karlos, asabiyet, tereddüt ve korku içindeydi. Her an Donanmay-ı Hümayun ufukta görünür telaşındaydı. Ancak oğulluğum Kara Hasan Bey’in vaziyeti de iyi değildi. Cezayir halkı, birkaç yıl önce Tunus şehri halkının başına gelenleri hatırlıyor, Türkler’i teslime zorlamak istiyordu. Hangi taraf sebat gösterirse, o taraf kazanacaktı. Kral Karlos, bu sebatı gösteremedi. Gittikçe bozan hava, yabancı topraklarda bulunan kafirlere, Tanrı’nın bir gazabı gibi görünüyordu.

    Karlos Kral, askerine, donanmaya dönmek ve Doria’ya, donanmayı harekete hazır tutmak emrini verdi. Düşmanın mevzilerinden çıkıp sahile yığınlaştığını ve teknelerine binmek için birbirini çiğnediğini gören Hasan, taarruza geçti. Kafirlerin çekildiğini görüp çılgınlar gibi sevinen Araplar da artık yüreklenmişler, binlercesi, ganimet aşkıyla gönüllü olarak leventlerin arasına karışmıştı. Kafir askeri, aç, susuz ve yorgundu. Karlos Kral’ın bile, ben deryanın hangi tarafından çıkarım, diye korktuğunu hisseden kafirlerin maneviyatı büsbütün bozulmuştu. Düşman, üzerinde bulunduğu araziyi de tanımıyor, birçok hata yapıyordu. Hasan, fırsatı tam zamanında yakaladı. Düşman armadasının yarısından fazlası fırtınadan karaya oturmuştu. Leventler, kafirleri teker teker bağlamaya yetişemeyip, birbirlerine bağlayıp Cezayir'e sevk ediyorlardı. Üstelik Karlos Kral’ın bıraktığı bütün topları, cephaneyi ve mühimmatı da onlara taşıttılar.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 32.
    0
    Gizliden bana gönderdiği namede, "Senin gibi Cezayir Kralı olan bir adamın Büyük Türk’ün alelade bir beylerbeyiliğine tenezzül etmesi züldür. Sultan Süleyman’ın hizmetinden ayrılırsan, seni Kızıldeniz’le Atlas Okyanusu arasındaki bütün Afrika kıtasının tek meşru hükümdarı sayacağım. Ayrıca benimle ittifak etmeni bile istemiyorum. Yalnız bizimle dost ol ve Osmanoğulları ile ilgini kes, o kadar."

    Bu maskaralığı derhal Divan-ı Hümayun’a bildirdim ve bir müddet önce beraberce italya seferine çıktığımız Vezir-i Azam Damat Lütfi Paşa’ya:

    "Zinhar gaafil olmanız paşam, dedim; çünkü Karlos Kral, bu mezbuhane teşebbüsünün de netice vermediğini anlayınca mutlaka başka bir hınzırlık düşünecektir. Fikrim oldur ki, benim gaybubetimden faydalanıp Cezayir'e bir sefer aça!"

    Lütfi Paşa bir an düşündü; sonra dedi ki:

    KARLOS’UN iHANET TEKLiFi

    "Paşam, Kral Karlos’u benden iyi tanırsın. Bütün hayatın onunla mücadeleyle geçmiştir. Tedbir nedir, Cezayir nasıl muhafaza olunmak lazımdır, benden iyi bilirsin. Donanma da elindedir. Ancak tavsiyem budur ki, Kral Karlos’un ihanet teklifine hemen ret cevabı verme, oyalayabildiğin kadar oyala. Bakalım akıbet ne olsa gerek!"

    Bunun üzerine Karlos’un benimle müzakereden mesul tuttuğu Andrea Doria’ya haber uçurttum. Müphem bir ifadeyle bildirdim ki, "kralının tekliflerini müzakereye hazırım. Ancak bu iş istanbul’da olmaz, padişah haber alır. Elçilerini Cezayir’deki vekilim ve oğulluğum olan Hasan Bey’e göndersin." Doria kafiri kim bilir devletime ihanet edeceğimi sanıp ne kadar sevinmiştir!

    Hasan’a gereken buyrukları gizlice gönderdim. Karlos Kral’ın elçilerini oyalamasını, bu müddet içinde de ülkeyi büyük ölçüde bir çıkartmaya karşı hazırlamasını yazdım. Bir müddet sonra Karlos Kral’ın elçileri Cezayir'e geldi. Bunlar, Alonso dö Alarkon ve Kaptan Vergara adlı iki ispanyol kafiri ile Tabip Romeo adlı Türk tebaası bir Yahudi idi. Bir müddet müzakereden sonra Hasan, iki ispanyol kafirini Cezayir’den kovdu. Fakat Yahudi’yi Türk tebaası olduğu için tevkif ettirip istanbul’a gönderdi. Yedikule’ye hapsettirdim. Karlos Kral’ın bu acı tecrübeden sonra artık boş hayallerle oyalanmaması gerekti. Fakat ne kadar olsa Frenk aklı, Türk aklına benzemez. Bu sefer de, sonradan Hasan’ın bana yazdığına göre, Hasan’a Cezayir Krallığı teklif etmiş. Hatta Hasan’ı ihanete teşvik etmek için Vahran Umumi Valisi Kont Alkodet’i vazifelendirmiş.

    Alkodet’i tanırdım, gayetle mutaassıp bir ispanyol kafiri olmakla beraber, hakkaa ki yiğit bir ihtiyardı ve benim oğulluğum ve vekilim olan bu adamın bir krallık tacı için hakanına ve devletine ihanet etmeyeceğini bilirdi. Fakat adamcağız ne yapsın, emir büyük yerden geliyordu. Hasan’a, Kont’u ne şekilde oyalaması icap ettiğini yazdım ve bu hususta Vezir-i Azam Paşa ile mutabık kaldım. Hasan, Kont’a demiş ki:

    "Benim Cezayir’i Sultan Süleyman’dan koparacak gücüm mü var sanırsınız ki, bana böyle teklifte bulunursuz? Elbet krallar arasına girmek isterim. Fakat böyle bir şey için bir tek adım attığım takdirde, Cezayir’deki Türk donanmasının binlerce levendi beni zincire vurup gemiye koyar. istanbul’a yollarlar. Ancak kralınız Karlos, büyük bir ordu ve donanmayla Cezayir önüne gelirse, ben şehri müdafaa etmem ve buradaki Türk donanması da mahvolur. Şehri ele geçirdinizmi, bütün ülke sizin olur!"

    Kont’un, Doria’nın ve koskoca ispanya Kralı’nın bu zokayı yutacağına doğrusu az ihtimal veriyordum. Fakat gördüm ki, benim ve oğulluğumun ihanet edebileceğini uman bu adamlar, Hasan’ın bu teklifini de ciddiye almak çılgınlığını yapmışlar. Hasan’a, Karlos’u Cezayir’de mümkün olduğu kadar hırpalamasını, sonradan Donanmay-ı Hümayun ile istanbul’dan gelip bütün kafir gemilerini deryaya gömeceğimi yazdım. Hemen Cezayir'e gidemezdim. Çünkü Donanmay-ı Hümayun, Batı Akdeniz’de görününce Kral Karlos değil Cezayir önlerine gelmeye cesaret etmek, korkusundan en muhkem kalesi hangisiyse, ona sığınırdı. işte Preveze zaferiyle Karlos’un Cezayir seferi arasında geçen üç yıldan fazla müddet, bu çeşit siyasi maskaralıklarla geçmiştir.

    Hakanımız Sultan Süleyman Han, 9. sefer-i hümayunlarından istanbul’a dönerlerken, Karlos Kral da, sahip olduğu Avrupa kıtasının yarısından topladığı kuvvetleri Cezayir’e çıkarmaya hazırlanıyordu. Cezayir’i alırsa, Kuzey Afrika’daki Türk hakimiyetinin temellerinden sarsılacağını biliyordu. Haçlı donanmasında 516 tekne vardı, 274’ü kadırga ve sair cenk teknesiydi. 65 dev galer bilhassa korkunç birer kale gibi derya üzerinde yüzüyordu. Haçlı teknelerine forsalar dışında 12330 denizci ve 23900 kara askeri, cem’an 36230 muharip bindirilmişti. Ayrıca yardımcı sınıflar da vardı. Bizzat Karlos Kral’ın kumandanlık ettiği bu seferin neticesinde Cezayir’in alınacağından şüphe bile edilmiyordu ve Avrupa’nın en tanınmış amiralleri, generalleri, asilzadeleri, krallarının yanında zafere katılabilmek için büyük arzu göstermişlerdi. ispanyol, Alman, italyan, Flaman, Maltız asilzadelerinin en büyükleri, Karlos Kral’ın yanındaydı.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 31.
    0
    Venedikliler’den 28 ada ve 7 kale fethettikten, her birine muhafız koyup devlete kattıktan sonra, Ağrıboz'a geldim. 20000 esir almıştım, bunları istanbul’a yolladım. Burada, hemen bütün Avrupa donanmalarının Andrea Doria’nın idaresinde toplandığını haber aldım. 20 kadırgayla Turgut Reis’i keşfe gönderdim. Fakat Turgut’un getireceği malumatı beklemeye sabrım elvermedi. Ağrıboz’dan kalktım. Mora’nın güneyinden dolaştım. Ben Modon’a geldiğim zaman Haçlılar, Korfu açıklarında toplanmışlardı. Modon’dan kalktım. Mora kıyılarını güneyden kuzeye doğru çıkarak Arta Körfezi’ne girdim. Bu körfezciğin kuzeybatı ucunda, Preveze kalesi vardı. Körfezin medhali çok dardı. Preveze kalesindeki Türk toplarını susturmadan -ki bu çok zor bir işti - hiç bir düşman gemisi Arta Körfezi’ne giremezdi.

    Başta ispanya, Venedik, Ceneviz, Papalık, Floransa, Malta donanmaları olmak üzere Kral Karlos’un toplayıp Andrea Doria’nın emrine verdiği donanma büyüklüğünde bir donanmayı ben hayatımda görüp işitmediğim gibi, tarih kitaplarında da okumadım. Düşmanın 600’den fazla gemisi vardı. Bunun 308’i harp teknesi olup, 120’si en büyük oturak gemilerdi. Donanmaya, kürek çeken on binlerce forsadan başka 60000 asker bindirilmişti. Bazı gemilerde 2000’in üzerinde asker vardı. Yüzer kale gibi derya üzerinde geziyorlardı, fakat hareketleri ağırdı. Benim 122 kadırgam vardı. Nakliye gemim yoktu, açık deniz muharebesinde yardımcı gemiye ihtiyaç da olmazdı. Forsalar dışında 20000 levendim ve topçum vardı. Bu suretle iki tarafın insan sayısı forsalarla beraber 120000 kişiyi buluyordu ki, bu kadar insanın derya yüzünde karşı karşıya gelmesi görülüp işitilmedikten başka, tasavvur dahi edilemezdi.

    Reislerimi, kapdan-ı derya baştardama çağırdım. Hepsiyle müşavere ettim. Turgut gibi en cüretkarları, Salih gibi en zekileri bile, Haçlılar defolup gidinceye kadar körfezden çıkılmaması reyinde bulundular. Bu fikri kabul etmedim. Gerçi düşman bizden üç, belki dört defa üstündü. Ancak bu üstünlüğü donanmamızı en iyi şekilde sevk ve idare etmek suretiyle telafi etmek, hatta zafer kazanmak, ihtimal dışında görünmüyordu. Görülüp işitilmemiş büyüklükte bir müttefik donanmanın karşımıza çıkması benim için bir felaket değil, talihin bir lütfu idi. Esasen düşman karşısında sinip kıyılarımızı Haçlı donanmasına açık bırakamazdım. Böyle bir şey yaparsam yarın ne yüzle şevketlü hakanımızın huzuruna çıkabilirdim?

    PREVEZE SAVAŞI

    Turgut’un kumanda ettiği filoyu arkama alıp körfezden çıktım. Körfeze sindiğimi sanan Andrea Doria, böyle bir şey beklemediği için çok şaşırdı. Muharebe vaziyeti alabilmek için o gün cengi kabul etmedi. Kuzeybatıya doğru açıldı. Muharebe vaziyeti aldı. Ertesi sabah(*) tekrar karşı karşıya geldik. Cihan Hakanı’nın donanmasının orta kanadında, ortada ve başta yer almıştım. Baştardamda oğlum Hasan Reis ve manevi oğlum diğer Hasan Reis de bulunuyordu. ihtiyar Sinan Reis, Cafer Reis, Şaban Reis, orta kanattaki filoların başındaydılar. Sağ kanadın başında Çanakkaleli Salih Reis, sol kanatta büyük bir Alim ve şair olan Seydi-Ali Reis, arkada ihtiyat filosunun başında Turgut Reis bulunuyorlardı. Murad, Sadık ve Güzelce Mehmed Reisler, Turgut’un emrindeydiler.

    (*) 28 Eylül 1538 cumartesi

    Düşmanın birçok bakımdan üstünlüğüne karşı bizim de bazı üstünlüklerimiz vardı. En mühimmi, benim, donanmamın bütün fiolarına, hatta her kadırgaya hakim olmam, herhangi bir emrimin o anda en uzaktaki kadırgalar tarafından bile yerine getirilmesiydi. Düşmanda vaziyet bunun aksiydi. Doria, değil filolara, kanatlara bile hakim değildi. Esasen düşman donanması, birbirinin dilinden anlamayan, bir birini kıskanan çeşitli kavimlerin donanmalarından meydana gelmişti. Venedik büyükamirali Vincenti Capello ile Papa’nın donanmasının başında bulunan Marco Grimani, Doria’yı sevmezlerdi. Diğer üstün tarafımız, toplarımızdı. Top menzillerimiz, düşmanınkinden uzundu. Bunu bir an bile unutmayarak, donanmamı düşmandan öyle bir mesafede tuttum ki, bizim güllelerimiz kafir kadırgalarının seren direklerini kırarken, onların gülleleri, bizim kadırgaların birkaç arşın ötesinde denize düşüyor, kafir kaptanları hiddetlerinden kuduruyor, fakat bir şey yapamıyorlardı.

    Öyle bir an geldi ki, Doria gülünç duruma düştüğünü anladı ve donanmasına bize iyice sokulmak emrini verdi. Fakat bu emir tatbıka başlandığı zaman iş işten geçmişti. Kafir donanmasının çoktan belini kırmıştık. Diğer bir üstünlüğümüz, teknelerimizin hafif ve yürük olmasındaydı. Düşman kadırgalarından daha hızlı ve yollu seyreden kadırgalarımız, kolayca menzile girip çıkabiliyor, kafir teknelerini istediği cihetten dövebiliyordu. Diğer bir üstünlüğümüz, leventlerimin çok hafif giyiminde ve silahlarının oldukça hafif olmasındaydı. Kafirlerin zırha bürünmüş şövalye ve silahşorları ellerini kaldırıncaya kadar, leventlerim onların haklarından geliyordu. Nihayet en büyük üstünlüğümüz, iman kuvvetimizde, Cihan Hakanı’nın tebaası oluşumuzdaydı.

    «DORiA PERiŞAN OLDU»

    Muharebe başlarken güney rüzgarı çok sert esiyor, kadırgalarımıza muhalif geliyordu. Kur’an-ı Kerim’den ayet-i kerimeler yazılı varakları derya yüzüne serptirip Cenab-ı Hakk’ın ben aciz kulundan bugüne kadar esirgemediği lütuf, merhamet ve inayetini niyaz ettim. Duam kabul buyuruldu. Rüzgar önce hafifledi, sonra cihet değiştirdi.

    Söylediğim gibi, benim hareketimin adeta esiri olan, harekatını benim harekatıma göre değiştiren, teşebbüsü elden kaçıran Doria, perişan oldu. Filoları dağıldı. iş kıvdıbına gelmişti. ihtiyattaki Turgut’a, kafir gemilerinin ardına düşüp çevirmesi emrini verdim. Düşman iki ateş arasında kalınca Doria, ricat emrini verdi. Akşam karanlığı basmak üzereydi. Doria, bütün gemilerinin fener söndürmesini buyurdu. Bu emir, bir donanma için hem şerefsizlik, hem uğursuzluktu. Ancak karanlıktan faydalanan Doria, büyük donanmasının yarısını olsun elimizden kurtarıp kaçtı. Yalnız kaçan tekneler içinde güllemizin değmediği hemen hiç bir kadırga yoktu. Kral Karlos’un, Venedik Doçu ve Papa’nın yardımıyla karşımıza çıkarttığı donanmanın yarısı, deryanın dibini boyladı. Bu donanma güya Akdeniz’i elimizden alacak, birçok ülkelerimizi bizden koparacaktı. Hatta kafir hükümdarları, hangi Türk ülkesinin hangi hükümdara ait olacağını kararlaştırmışlar, hakanımızın ülkelerini hayallerinde paylaşmışlardı.

    Muharebe 5 saat sürdü. Ancak birkaç kadırgamız battı. Turgut, bir müddet karanlıkta düşmanı takip edip birkaç yaralı kadırga daha ele geçirdi. Oğlum Hasan Bey’i, müjdeyi hakanımız Sultan Süleyman Han’a ulaştırmak üzere derhal yola çıkardım. Hasan, 17 günde hakanımıza erişti. Boğdan seferinden Edirne’ye dönen Süleyman Han’ı, Yanbolu konağında buldu. Huzura çıktı, el öptü. Sultanımız, Divan’ı fevkaladeden toplamıştı. Gönderdiğim zafer-name, Tanrı’ya şükür makamında, ayakta okunup dinlendi. Sultan Süleyman Han, üzerinde güneşin batmadığı bütün ülkelerinde, zaferin şerefine şenlikler yapılmasını buyurdu.

    Muzaffer Donanmay-ı Hümayün’u istanbul’a getirdim. istanbullular, büyük tezahürat yaptılar. Şehirde birkaç gün kalıp, hakanımıza erişmek üzere Edirne’ye gittim. Zaferin tafsilatını hususi mecliste, günlerce padişahımızla baş başa kalarak anlattım.

    Ertesi yıl donanmanın başında gene sefere çıktım. Adriya Denizi’ne girdim. Oğulluğum Hasan Bey ve onun kaynatası olan Turgut Reis, Venedik’ten Nova kalesini fethettiler. Venedik baş eğdi. Sulh istedi. Birçok adasını, kalesini bize bıraktı. Büyük bir tazminat verdi. Sulh yapıldı.

    Preveze’den sonra Karlos Kralı, Türkler’i açık denizde yeneceğinden ümit kesti. Cezayir’de bana beylerbeyi vekili olarak vekalet eden evlatlığım Hasan Bey'in elinden bu Kuzey Afrika ülkesini almaya hazırlandı. Hele Hasan Bey’in 30 kadırgayla Cebelitarık kalesini ele geçirmesi ve ispanya topraklarında köprübaşı tutması, ispanyollar’ı çılgına çevirmişti. Karlos Kral, ümitsizce olduğu kadar gülünç bir işe de girişti. Beni kandırıp devletime, hakanıma, dinime ve soyuma ihanet ettirmek istedi.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 30.
    0
    Korkunç bir yarma taarruzu yaptım. Yer ve gök «Allah Allah» sedalarından inledi. Leventlerimin naraları bulutlara aksedip geri dönüyor, düşmanın yüreğini titretiyordu. Ekserisi Maraşlı olan leventlerimin birkaç bini şehit düştü. Yüce Tanrı bilir, ben de onların arasında olmak isterdim. Canımı kurtardığıma şu bakımdan memnun oldum ki, Avrupa’nın büyük asilzadeleri arasında sırf beni zincirlere vurulmuş görmek için Tunus’a kadar zahmet edip gelenler vardı. Onların bu hevesleri kursaklarında kaldı. Ben de Tanrı’nın hayatımı bağışlamasına şükran olmak üzere elbette bunca Müslüman’ın öcünü Karlos Kral’ın yanına koymayacaktım. Yanımda Aydın ve Sinan Reisler'le birkaç bin yaralı levent kalmış, fakat düşmanın saf saf hatları yarılmıştı. Tunus Körfezi’ni baştan başa dolaştım. Sicilya’nın güneybatısına bakan Beledu’l-Unnab Burnu’na geldim. Burada 14 kadırgam beni bekliyordu. Tam bu sıralarda Aydın Reis, boğularak şehit oldu.

    Türk milletinin şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük denizcilerden olan merhum, Kemal Reis’in yanında yetişmiş, ağamın, sonra benim yanımda, bütün Avrupa’ya yayılan büyük bir şöhrete erişmişti. Tanrı makdıbını Cennet eylesin!

    TUNUS’TAKi HAÇLI VAHŞETi

    Tunus şehri, Afrika’nın en büyük birkaç beldesinden biriydi. Haçlılar, bu büyük Müslüman şehrine girdiler. 30000 Arap’ı boğazladılar. 10000 kadın ve çocuğu esir aldılar. Camiler, medreseler, türbeler tahrip edildi. Saraylar yağmalandı. Kütüphanelerdeki on binlerce yazma kitap yakıldı. En nadir sanat eserleri yok oldu. Beni ve reislerimi ele geçirememenin hıncını kafirler, zavallı Müslüman ahaliden çıkardılar. Bilhassa ispanyollar, şenaatte pek ileri gittiler. 72 saatlik bir yağma ve katliamdan sonra Kral Karlos, harabe ve mezbaha haline gelmiş olan zavallı şehre girdi. Atının ayakları, sokaklardan dere gibi akan kanla kıpkırmızı kesildi.

    Bu suretle Tunus şehri ile çevresi, Hafsiler’in, gerçekte ispanyollar’ın eline geçti. Ülkenin güneyi ve bütün doğu kıyıları gene bizdeydi. Tunus şehrindeki bu hakimiyetimiz on bir ay sürmüştü. Fakat elbet gene buraya gelecektik. Tunus’tan Cezayir’e geldim. 32 parça gemiyle Cezayir’den ayrıldım. Balear Adaları’na vardım. Mayorka ve Minorka’yı yağmaladım. Mahon ve Palma limanlarından 5500 esir topladım. Sonra Sebte Boğazı’ndan Okyanus’a çıktım. ispanya ile Portekiz arasındaki Kadiz Körfezi’nde dolaştım. Portekiz’in güneyindeki Faro limanını tahrip ettim.

    Faro önlerinde büyük bir Portekiz gemisi ele geçirdik. 76 topu, 300 tayfası, yüzlerce forsası vardı. Hindistan’dan geliyor, çok değerli Hind mallarından başka 36000 altın taşıyordu. Tekne o kadar büyük ve güzeldi ki, batırmaya kıyamadım. Yedeğimde Cezayir’e getirdim. Cezayir’de fazla kalmadım. istanbul’a varıp Cihan Hakanı’nın huzuruna çıktım. Sultan Süleyman Han Hazretleri, beni hususi bir mecliste, yalnız başlarına kabul buyurdular. Bütün seferin hikayesini anlattım. Bir inci tesbih, bir pırlanta mühür, bir mücevherli altın saat, üç değerli kuştan ibaret hediyelerimi kabul buyurdular. Bu hediyelerin değeri 12000 kese akça idi. Sonra vezirleri ziyaret ettim. Onlara da hediyeler verdim. Ganimet malından Hazine’nin hissesi olan beşte biri teslim ettim. Tersane’ye geldim. Makamıma oturdum. Gıyabımda geçen işler hakkında malumat aldım. Tersane Başmühendisi’ni çağırdım. Yeniden 30 kadırgayı tezgahlamaya başlamasını emrettim. Bu defa Cihan Hakanı ile beraber sefere çıkacaktım.

    Ben Donanmay-ı Hümayun’un başında hareket ettim. Sultan Süleyman, ordunun başında karadan Adriya Denizi kıyılarına geldi.

    Sefer Venedik ve ispanya üzerineydi. Hakanımızın muradı, Venedik’ten Korfu adasını, ispanya’dan, italya’nın güneydoğusundaki Otranto limanını almaktı. Adriya Denizi’ne girince Venedik donanmasından büyük bir parça gördüm. Hemen taarruza geçip düşmanın 14 kadırgasını batırdım. 16 kadırgayı zapt ettim. Gerisi kaçtı. Vezirler ve beylerbeyiler, baştardama gelip bu büyük zaferi tebrik ettiler. Padişah ve ordu karadan, ben denizden donanmayla istanbul’a döndük. Ertesi yıl Ege Denizi’ne çıktım. Hakanımız, Boğdan’a gitmek üzere istanbul’dan ayrılmışlardı. Bu defa Ege Denizi’nde Venedik kafirinin elinde kalan son adaları, Kerpe ve Kaşot’u feth edecek ve Girit kıyılarını yakıp Venedik’i sulha zorlayacaktım. Fakat her şeyden önce, Mısır iskenderiyesi'nden gelen Salih Reis'in filosunu, Doria’ya karşı himaye etmek emrini almıştım.

    Salih Reis, Mısır’dan "Hind Hazinesi"ni getiriyordu. Bu hazine, büyük Hind hükümdarlarından Gucarat şahı tarafından istanbul’a yollanıyordu. Bahadır Şah, Hind denizlerini Portekizliler’den temizlemek için bizden imdat istemiş, ben istanbul’dan ayrıldıktan 6 gün sonra ve hakanımız sefere çıkmadan 25 gün önce Mısır beylerbeyisi Vezir Süleyman Paşa da, büyük bir donanmayla Hindistan seferine çıkmak üzere Süveyş’ten ayrılmıştı. Andrea Doria, benden sonra en çok Salih Reis’e kin beslerdi. Akıl almaz cüreti, görülmemiş zekası, denizcilikteki büyük dehasıyla Salih, bütün kafir hükümdar ve amirallerini yıldırmıştı. Şimdi çok büyük bir hazineyi de istanbul'a taşıdığı duyulduğu için Doria, büyük donanmasıyla Salih'in filosunu yakalamak, bir taşla iki kuş vurmak istiyordu.

    Ancak Doria, 40 kadırgayla Salih'le birleşmek üzere olduğumu öğrenince, başını belaya sokmaktan vazgeçip, adeti olduğu üzere Akdeniz’in bir bucağına kaçtı.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 29.
    0
    DÜNYANIN EN BÜYÜK DONANMASI

    Derhal istanbul Tersanesi'ne koştum. Devletin birçok liman şehrinde tersanesi vardı. Ama büyüğü, Haliç üzerindeki tersaneydi. Bu tersanenin dünyada eşi yoktu. Hiç bir tersane burası kadar gemi kızaklayamaz, işçi çalıştıramazdı. Akla gelebilecek her türlü sanat erbabı mevcuttu. işçilerin çoğu Hristiyan esirlerdi. Ama bedava değil, ücretle çalıştırılırlardı. Ücretlerini biriktirenler değerlerini öderler, hür olur, memleketlerine dönerlerdi. Ustaların ve mühendislerin hepsi Türk'tü. Tersanede çalışanların sayısı 20000'den az değildi. Murad edilse, bir yıl içinde, Venedik donanmasının bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Gerçi istanbul Tersanesi'nin şöhreti dünyayı tutmuştur. Venedik kafiri bile, hakanımızla sulh içinde olduğu demlerde bu tersaneye kadırga ısmarlardı. Ancak gözle görüp içine girmedikçe, azametinin derecesini takdir edememiştim. Böyle bir tersane, bu kadar zengin bir devletle her şey yapmak ve Tanrı'nın izniyle başarmak mümkündü.

    ibrahim Paşa'ya, henüz keşfedilen Yeni Dünya (Amerika)'ya sefer düzenlesek istifade edeceğimizi de söyledim. Fakat uzak denizlerle işimiz olmadığını, Akdeniz'i ve Hind denizlerini tutmamızın kafi olduğu cevabını verdi, müsaade etmedi.

    Bir yandan Tersane'deki yeni makamımda donanmanın düzeni, yeni tekneler donatımıyla uğraşırken, bir yandan da istanbul'u geziyordum. Bütün padişah ve şehzade türbelerini ziyaret ettim; Osmanoğulları'nın mübarek ruhlarına fatihalar okudum. Her gördüğüm yerde ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını giderdim. Anlaşılan şöhretimiz, bizden evvel istanbul'a gelmiş. Beni her yerde tanıyorlar, Akdeniz'deki, Afrika'daki cenklerimi biliyorlardı. istanbullular beni çok seviyorlardı. Ben de onları çok sevdim. Gezmediğim az ülke vardır. Boğaz gibi bir beldeye rastlamadım. Sanki her köşesi Cennet'ten nişan verirdi. inşallah Boğaz'ın Marmara'ya yakın bir yerinde arsa alıp türbemi derya kenarına yaptıracağım.

    Kapdan-ı derya olmamın Avrupa'da da tesirleri büyük oldu. Bilhassa Karlos Kral çok telaşlandı. Bahar gelince, Donanmay-ı Hümayun'dan 80 parça ile istanbul'dan ayrıldım. Messina Boğazı'na geldim. Boğaz'ın italya olan kıyısında Reggio, Sicilya adası olan kıyısında Messina limanları vardı. Her ikisini de zaptettim. 16000 esiri teknelerime doldurdum. Esir sayısı, donanma efradının sayısını aştı. Bu seferimde tam 18 kale fethettim. 18 kale anahtarını, 16000 esiri ve 425 büyük sandık ganimet eşyasını 40 parça kadırgayla istanbul’a gönderdim. Ben 40 parça kadırga ile daha bir müddet Akdeniz’de kaldım.

    Hakanım benden memnundu, Vezir-i azam Damat ibrahim Paşa da memnundu. Ancak bazı haddini bilmez kıskanç devlet adamları:

    "Şevketlü Hakanımız’ın şu işine bakın, bir korsanı kapdan-ı derya eyledi!" deyü dedikodu yapmaktan utanmazlardı. Bu dedikoduyu yapanların çoğu, hayatlarında bir kale fethetmemiş, bir kayık ele geçirmemiş kimselerdi. Ancak Sultan Süleyman Han Hazretleri, her yıl, her ay, her gün bana daha fazla iltifat etmeye başlayınca, zamanla bu dedikoduların da ardı kesildi. Haset edenlerin hasetleri içlerinde kaldı, dışarıya çıkamadı.

    Kapdan-ı derya olarak çıktığım ilk seferde Sicilya’dan sonra Sardunya’ya, oradan Cezayir’e ve Tunus’a gittim. Tunus Beyi’nin aklı başından gidip taht şehrini bıraktı, çöllere kaçtı. Tunus şehrine girdim. Bütün ülkeyi fethettim. Güneyde Kayrevan şehrine geldim. Tekrar Tunus şehrine döndüm. Tunus Beyi, asırlardan beri ülkeye ve bir ara bütün Kuzey Afrika’ya hakim olan Hafsi hanedanındandı. Hemen Karlos Kral’dan imdat diledi.

    Kral Karlos’un Tunus’a geleceğini haber aldım. Hazırlandım. O kış içinde bazı gemilerimi de Batı Akdeniz’deki ispanyol ülkelerini vurmaya gönderdim. Sardunya kıyılarına yolladığım bir filo, 12000 duka altını, 475 seçkin esir ve başka ganimetle döndü. Nihayet Kral Karlos’un bizzat başında bulunduğu büyük bir donanma Tunus önlerinde göründü. Donanmada, Kral Karlos’un hakim olduğu bütün ülkelerden, ispanya’dan, Almanya’dan, italya’dan, Hollanda’dan on binlerce asker vardı.

    Kral Karlos, 500 harp ve nakliye gemisiyle Barselona limanından 17 günde Tunus’a geldi. Tunus şehrini almak için, Halkulvad kalesini düşürmek lazımdı. Kaleyi en iyi reislerimden Sinan Reis müdafaa edecekti. Muhasara başladı. Kafir ordusuna bizzat Karlos Kral, donanmasına da Andrea Doria kumanda ediyordu. Sinan Reis’in 120 topu, düşmanın yüzlerce kara ve deniz topu vardı. Reis, 3 defa kaleden düşman üzerine huruç hareketi yaptı ve 6000 zayiat verdirdi. Ben Tunus’ta bulunuyor ve Tunus beyi Mevlay Hasan’a karşı dikkatli davranıyordum. 12000 askerim vardı. Fakat bunların yarısı, askerlik kaidelerine göre savaşmayı bilmeyen Arap gönüllüleriydi ve başları sıkışınca kaçmaları, hatta düşmanla birleşmeleri görülmemiş işlerden değildi. Bütün ümidim Halkulvad’in mümkün olduğu kadar fazla dayanmasındaydı. Zira istanbul’a haber uçurmuş, Donanmay-ı Hümayun’a derhal yetişmesi emrini vermiştim. Donanmam yetişirse, Kral Karlos iki ateş arasında kalıp perişan olacaktı.

    O da bunu biliyor, bir an önce Halkulvad’i düşürmek için en büyük zayiatı göze alıyordu. Halkulvad, tam bir ay dayandı. Avrupa’nın en büyük ordusuna karşı bu kadar mukavemet edebilmek bile, büyük muvaffakiyetti. Sinan Reis, huruç hareketlerinde Sarno Dukası ve Mondeia Markisi gibi en namlı ispanyol kumandanlarını öldürmüştü. Mevlay Hasan da, 1600 atlı ve 8000 deve yükü erzak ve mühimmatla üzerime geliyordu. iki ateş arasında kalmak üzereydim. Halkulvad'in düşmesinin gün meselesi olduğu anlaşılınca Tunus şehri halkında da ayaklanma emareleri görüldü.

    Tahmin ettiğim gibi, emrimdeki 6000 Arap gönüllüsü öyle zararlı bir hareketle ihanet ettiler ki, bir an önce güneye çekilmek vacip oldu. Bu sözde gönüllüler, Kral Karlos’a yaranmak için, ben 6000 Türk levendiyle surların önündeyken, şehrin hapishanelerini açıp, 10000 Hristiyan esirini serbest bıraktılar. içlerinde Türkler’i seven, böyle bir alçaklığı irtikap etmeyecek derecede dinine bağlı kimseler vardı. Fakat sözde hükümdarları Mevlay Hasan tarafından kandırılmışlardı. Mevlay Hasan’ın casusları, Tunus şehrinde havayı bulandırıyor, ispanyollar’ın ülkeyi Türkler’den kurtarmak için Tunus’a geldiklerini, hükümdarlarının Karlos Kral’la müttefik olduğunu ağızdan ağza yayıyorlar, ispanyollar’ı şehre alırlarsa, bir tek Müslüman’ın burnunun kanamayacağını söylüyorlardı. Öyle bir an geldi ki, bu düşman muhit içinde, bir yandan şehirdeki 10000 Hristiyan esirin muhafazası, diğer taraftan kafirlerle savaşmak, imkansız göründü. Tam bu sırada Halkulvad kalesi de düştü.

    Fakat Sinan Reis, sağ kalan leventleriyle beraber kurtulup Tunus şehrine geldi, bana katıldı. ihtiyar reisimin bu başarısı, her türlü takdirin üzerindeydi. Ben bile nispetsiz düşman karşısında reisimin ve leventlerin hayatından ümit kesmiştim. Halkulvad’in düşmesinden sonra daha 6 gün Tunus şehrini müdafaa ettim ve düşmana büyük zayiat verdirdim. Sinan Reis’in Halkulvad'den getirdiği leventlerle beraber kuvvetim 9700 Türk’e çıkmıştı. Bu kuvvetle, Karlos’un 30000 askerine, 500 gemisine, yüzlerce topuna, güneyden üzerimize yürüyen Mevlay Hasan’a karşı koymak imkansızdı. Üstelik Halkulvad’deki 40 topumuz ve mühim miktarda malzememiz de düşmanın eline geçmişti. Mevlay Hasan, Karlos’un ordugahına gelmiş, kafir kralının ayaklarını öpmüştü. Onun sayesinde büyük Arap kuvvetleri de aleyhimizde toplanmaya başlamıştı. ilk büyük vuruşmada 2500 şehit verdim. Geri kalan 7200 kişiyle artık mukavemet edilemezdi. Yazın tam ortasındaydık(*). Hava dehşetli sıcaktı.

    Son bir huruç hareketi yaptım. Dönüşte Tunus halkı, şehrin kapılarını yüzümüze kapadı. Esasen Cafer adında yeni Müslüman olmuş bir kafir, zindan kapılarını açıp Hristiyan esirleri şehre salmış, bunlar Tunus’a hakim olmuşlardı.

    (*) 21 Temmuz 1535
    Tümünü Göster
    ···
  13. 28.
    0
    reserved
    ···
  14. 27.
    0
    Kabul merasimi muhteşem oldu. Divan-ı Hümayun, merasimlere mahsus şekilde toplanmıştı. Bütün vezirler hazırdı. Padişahın iki yanına dizilmişlerdi. Yalnız Halep’te bulunan Vezir-i azam Damat ibrahim Paşa yoktu. 68 gün önce, iran seferine çıkmak üzere istanbul’dan ayrılmış.

    Cihan’ın Hakanı, getirdiğim acizane hediyelere teşekkür etmek tenezzülünde bulundu. Bana ve reislerime muhteşem hıl’atler giydirildi. Bu yaşa geldim, bugünkü kadar sevindiğimi hatırlamam. Padişahımız efendimiz:

    "Baka Paşa, dedi; "seni kapdan-ı derya yapmak isterim. Göreyim donanmay-ı hümayunumu nasıl idare eder; ne zaferler kazandırırsın! Cezayir beylerbeyliğini de senden almıyorum. Dilediğin kimseyi vekil yap, Cezayir’i senin adına idare etsin! Ancak bütün bu işleri Halep’te bulunan vezir-i azamım ibrahim Paşa ile görüşmek gerek. Tez ata atla, Halep’e git. Avdette gene görüşürüz!"

    Merasimden sonra tek başıma Süleyman Han’la görüştüm. ispanya’nın Batı Akdeniz’de vurulmasını irade buyurdu. Bir ara Doria’dan bahsedince nefsimi zaptedemedim:

    "Padişahım, dedim; "Doria ne köpek olur da mübarek ağzınıza alırsız?"

    Birden yaptığım terbiyesizliği anladım ve çok mahcup oldum. Cihan Padişahı’na karşı böyle konuşulamazdı. Çok nazik olan Süleyman Han, tebessüm etti ve kusuruma bakmadığını ima buyurdu. Rahatladım. Huzurdan çıktım. Birkaç gün istanbul’da kaldım. Çok yürük bir ata atladım. 10 günde Halep’e geldim. Söylendiğine göre şimdiye kadar istanbul - Halep yolunu kış içinde 10 günde alan süvari işitilmemiş. Yalnız Bursa ve Konya’da birer gece geçirdim. Diğer geceler, çok yorulunca atımdan inip münasip bir yerde bir-iki saat uyur, kalkardım. Konya'ya vardığımda Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri'nin mübarek makamlarını ziyaret ettim. 10 günün hitamında Halep'e geldim. Vezir-i azam Damat ibrahim Paşa'nın kaldığı saraya indim. Paşa, padişahımızla akran, 40 yaşlarında, zarif, nazik, çok zeki bir adamdı. Halep'te kaldığım 2 gün boyunca kendisiyle Avrupa'nın siyasi vaziyetini ve Donanmay-ı Hümayun'un harekatını konuştuk. Elime kapdan-ı derya olduğum hakkında bir ferman verdi; sırtıma bir hıl'at giydirip beni selametledi.

    Gene 10 günde Halep'ten istanbul'a geldim. Dünyanın en büyük donanmasının başına geçtiğim için sonsuz bir sevinç içindeydim. Bu öyle bir donanmaydı ki, cümle Frengistan'ın donanmaları birleşse alt etmek kaabil olmazdı.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 26.
    0
    DONANMAMIN 21. iSPANYA SEFERi

    Bu zaferden cesaret alan Endülüs Müslümanları da ispanyollar'a karşı ayaklandı. Dağlardan inen 80000 Endülüslü, ispanyol kafirinin büyük ordularını perişan etti. ispanya'daki Müslüman ihtilalini haber alır almaz, Deli Mehmed Reis'i 36 gemiyle imdada gönderdim. Endülüs kıyılarına gelen Mehmed Reis, ihtilalcileri desteklemeye başladı. Şimdiye kadar donanmam, tam 21 defa Endülüs seferi yapmış ve her seferde binlerce Müslüman erkek, kadın ve çocuğunu ispanyol ateş ve kılıcından kurtarıp Kuzey Afrika'ya getirmişti. Bu seferlerin çoğunda donanmaya ben kumanda etmiştim. Aydın, Sinan, Salih Reisler de birçok sefere kumanda etmişlerdi. Tanrı cümlesinden razı olsun! Bu ispanyol kafiri, diğer frenklere benzemez. Gayetle zalim, kan dökücü, kendini beğenmiş bir köpek sürüsüdür. Cihan Hakanı Sultan Süleyman Han da, cennetmekan babası Yavuz Sultan Selim Han ve cennetmekan büyükbabası II. Sultan Bayezid Han gibi, bu Endülüs Müslümanları'na elden gelen yardımı esirgemezdi.

    Bu hususta kendilerinin birçok ferman-ı hümayunlarını almıştım.

    Günlerden bir gün, Şevketlü hakanımız Sultan Süleyman Han bin Sultan Selim Han'ın bir çavuşu olan Sinan Ağa, Cezayir'e geldi. Hakanımızın bir hatt-ı hümayununu çıkarıp verdi. Mübarek hattı, kemal-i tazim ve tekrim ile alıp üç defa öptüm, başıma koydum, açıp okudum. Sultan Süleyman Han diyordu ki:

    "Sen ki Cezayir-i Arab eyaletim beylerbeyisi Gazi Hayreddin Paşa'sın, şöyle bilesin ki, ispanya Kralı üzerine sefer muradımdır. Buyurdum ki, bir yarar ademi yerine koyup istanbul'a gelesin. Eğer muhafazaya kaadir ademin yoksa bildiresin!"

    Hatt-ı hümayunu okur okumaz Sinan Çavuş'a:

    "Ferman efendimizindir," dedim; "tez vakitte istanbul'a gelip mübarek eteklerine yüzümü süreceğim!"

    Hemen hazırlığa başladım. ispanya kralı Karlos, Cihan Hakanı'nın beni istanbul'a çağırdığını öğrenmiş, çok telaşlanmış, büyük-amirali Andrea Doria'ya, yolumu kesmesi için çok şiddetli emirler vermişti. Buna göre benim de çok kudretli bir donanmayla istanbul'a gitmem icap ediyordu. Ta ki Akdeniz'de bir yerde Doria'yı bulup haddini bildireyim. Cezayir'de az kuvvet kalınca, on binlerce Hristiyan esirin ayaklanmak istemesi muhtemeldi. Bu esirlerin muhafazasından Mahmud Reis mesuldü. Akrabam olan Mahmud Reis'i çağırdım ve kendisine gerekli emirleri verdim. Yokluğumda esirleri iyi muhafaza etmesini, dikkatli olmasını söyledim.

    Bir mübarek saatte, Cihan'ın Taht Şehri olan istanbul'a gitmek üzere Cezayir'den yelken açtık. Donanmadan 26 parça kadırgayı almış, gerisini Cezayir'de ve Batı Akdeniz'de bırakmıştım. Tanrı'nın inayetiyle Akdeniz'de de 18 kafir gemisi zaptettiğim için, istanbul'a 44 parça ile girmek nasib oldu.

    Yanımda 18 reis vardı. Hepsi Akdeniz'de büyük şöhret yapmış namlı denizcilerdi. Akdeniz'i baştan başa geçerken, ispanyol kafirine ait olan italya'nın güney sahillerini vurmamak olmazdı. Hakanımız, ispanya ile harp halindeydi. Önce Sardunya adasının batı kıyılarına çıktım. Sonra kuzeye doğrulup Ceneviz önlerine geldim. Oradan italya kıyılarını takip ederek ta Messina Boğazı'na kadar indim. Sicilya'nın meşhur Messina limanına girdiğim zaman, 18 parçalık bir ispanyol filosu buldum. Şiddetli bir deniz cenginden sonra 18 gemiyi de zaptedip yedeğime aldım. Böylece "ispanya'ya sefer muradımdır!" diyen şanlı hakanımızı çok sevindirecek bir zafer kazandığım ümidindeydim.

    Andrea Doria denen adı kendinden büyük kafir amirali ise, bu sıralarda Mora'nın güney sularında dolaşıyordu. Benim Messina zaferimi duyunca ödü patladı. iyonya Adaları'na doğru kaçtı. Bu adaların üzerine gittim. Fakat Doria'yı yakalayamadım. Kim bilir Akdeniz'in hangi bucağında delik bulup saklanmıştı. Sonradan Venedik'e doğru kaçtığını öğrendim. 25 gemimi Doria'yı takibe gönderdim. Bu filo, Doria'nın 7 kadırgadan müteşekkil artçısına rasladı. Yapılan vuruşmada 2 kadırga teslim oldu, 5'i kaçıp gitti. Ben, iyonya Adaları'ndan güneye inerek Mora sularına geldim. Kemankeş Ahmed Paşa bu çağda kapdan-ı derya idi. Donanmay-ı Hümayun'un bir kısmı ile Mora'nın güneybatısındaki Navarin limanında yatıyordu. iki donanma birbirimizi görünce, top ateşiyle selamlaştık. Ahmed Paşa ile görüştüm. Birlikte istanbul'a gitmeye karar verdik.

    Güzel bir kış günü istanbul'a vardık(*). Soğuğa rağmen istanbul'un zarif ve bahtiyar halkı, göz alabildiğine sahillere yığılmıştı. Belki 200.000 kişi vardı. Bütün toplarımı saatlerce müddet ateşleyerek Cihan Hakanı'nı, Cihan'ın Taht Şehri ve bu şehrin bilgi, nezaket ve efendilikleri bütün dünyada meşhur halkını selamladım. 18 namlı reis, çavuşlarım ve sair maiyetimle baştardamdan süslü bir kayığa binip sahile çıktım. Alkış tutan(**) halkı sevinç ve sevgiyle selamladım.

    Alayın başında 200 esir yürüyordu. Ellerinde gümüş ve altından yapılmış ve her biri Avrupa'nın namlı saraylarından çıkmış ganimet eşyası taşıyordu. Sonra 30 frenk asilzadesi geliyordu. Bunlar, Avrupa'nın şöhret sahibi amiralleri, generalleri, valileri, ilerigelenleriydi. içlerinde kral akrabası olanlar vardı. Bunlardan sonra altın ve gümüş parayla dolu torbaları sırtlarında taşıyan 200 köle, daha sonra 200 esir çocuk geçti. Çocukların başları ve boyunları mücevhere boğulmuştu. Omuzlarında zer (altın) ve sim (gümüş) teller çekilmiş pek değerli kumaş topları vardı. Bu kafileyi, Avrupa'nın çeşitli milletlerine mensup en güzel 200 kızı takip ediyordu. En kıymetli kumaşlardan urbalar giymişler, pek değerli mücevherler takmışlardı. Daha sonra gelen 100 develik kervan, ağırlığınca ganimet eşyası yüklüydü. Bu kervanı, Afrika'nın en nadir hayvanlarından müteşekkil bir kervan takip diyordu. Altın ve gümüş zincirlere vurulmuş zürafaları, aslanları, parsları ve daha nece hayvanı, bakıcıları sevkediyordu.

    Bütün bu alaydan sonra ben ve reislerim ve maiyetimiz yürüyorduk. Gayet sade giyinmiştik. Bu suretle Topkapı Sarayı'na kadar geldik. Cihan Saltanatı'nın saray kapısına eriştiğim için bahtiyardım. Söylendiğine ve işittiğime göre, hayatları zafer alayı görmekle geçen istanbul halkı bile, benim gösterdiğim kadar zengin, canlı ve renkli bir alaya şahit olmamışlar. Doğrusunu Tanrı bilir!

    Ertesi sabah ben ve 18 reisim, Cihan Hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri tarafından huzur-ı hümayunlarına kabul olunduk. Süleyman Han, bana ve 18 reisime teker teker el öptürmek suretiyle bize görülmemiş, bir iltifatta bulundu. Bunun ne büyük bir iltifat olduğunu kestirebilmek için, Avrupa krallarının vezir-i azamı eteklediklerini hatırlamak icap eder.

    (*) 27 Aralık 1533
    (**) O devirde "alkış tutmak" demek "yaşa!, var ol!" gibi sözlerle tezahüratta bulunmak demekti. Elleri çırparak alkışlamak meçhuldü.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 25.
    0
    "KRALLAR iÇiNDE MASKARA OLDUM!"

    Diğer taraftan ispanya kralı Karlos:

    "Krallar içinde maskara oldum", diye amiral ve kumandanlarını azarlıyor, hiçbirinin bizimle başa çıkamadığına yanıp yakılıyordu. Mecliste bulunan Cenevizli amiral Andrea Doria, hükümdarın önünde diz vurup:

    "Müsterih olun efendimiz", dedi; "ben tez zamanda gidip «Barbaros» dedikleri din düşmanını zincire vurur, huzurunuza getiririm. Dilediğiniz ölümle öldürür, onun ruhunu da ağası Oruç'unki gibi cehenneme gönderirsiniz!"

    Bunun üzerine Kral Karlos'un yüzü güldü. Andrea Doria'ya gayetle itimadı vardı. Bu Cenevizli'nin elinden bir iş gelir sanırdı. Bu meclisten ve Doria'nın söylediklerinden tez zamanda haber aldım. Avrupa'nın birçok ilinde casuslarım vardı. Bununla beraber kafirlerin de Cezayir'de ve başka islam ülkelerinde casusları bulunurdu. Cezayir'den haber sızmaması için dikkatli davranırdım. Fakat cihanın en işlek ticaret yerlerinden biri olan bu limandan askeri malumatın sızmasını tamamen önlemek imkansızdı.

    Andrea Doria, beni esir almak hulyasıyla yola çıktı. Emrinde 20 ispanyol ve 10 Ceneviz kadırgası vardı. Dev gibi teknelerdi, bizim kalyonlardan büyüktü ama, bizimkiler kadar yürük ve yollu değillerdi. Benim o anda Cezayir'de 35 kadırgam vardı. Kurdoğlu Muslihuddin Reis'e, donanmayı savaşa hazır tutmasını emrettim. Zira Doria'nın Balear Adaları'ndan Mayorka'ya geldiğini haber almıştım. Fakat Doria, hükümdarına verdiği söze rağmen, Cezayir üzerine gelmeye cesaret edemedi. Şerşel limanını bastı. Bu limanı, ancak birkaç yüz levendimiz koruyordu. Leventler, Doria'yı görünce kaleye kapandılar. Doria'nın askerleri limanı ve şehri yağmaya koyulunca, leventler, düşmanın bu gafletinden faydalanıp kaleden çıktılar. Doria, böyle bir şey beklemiyordu. Türkler korkularından hisara girdiler sanırdı. Leventler, şehre dağılmış olan kafirleri ayrı ayrı yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu şekilde yüzlercesi öldürüldü. Gerisi gemilerine can atmaya başladı. Fakat 1700'ü Türkler'e esir düştü.

    Ben Doria'nın Şerşel'e asker döktüğünü öğrenir öğrenmez, 40 parça tekneyle Cezayir limanından çıkmıştım. Şerşel'e dümen kırdırdım. Doria, hareketimi öğrenir öğrenmez Şerşel'den ayrıldı. Düşmanın ancak artçı filosunu yakalayabildim. Şiddetli bir muharebe oldu. Düşman kadırgalarındaki Müslüman esirler, fırsat bu fırsattır deyü «Ya Allah!» çekip zincirlerinden boşaldılar. Bizden 300'den fazla levent şehit oldu ama, düşmanın bütün artçı filosu elimize geçti.

    Yolda ele geçirdiğim düşman tekneleriyle beraber 60 parça gemiyle Şerşel'e gelip demir attım. Bu 60 parçanın 7 parçası, Cerbe'den gelen Sinan Reis'in filosuydu. Sayım yaptırdım. Kafirlerin elinden tam 2200 Müslüman forsası kurtarmıştık. Cümlesini azat ettim. Bir kısmını hizmetime aldım, bir kısmına para verip yurtlarına gönderdim. Gemilerden elimize geçen kafirlerin sayısı da 1900'dü. içlerinde frenklerin «amiral» dedikleri bir de yüksek rütbeli kaptan vardı. Cümlesini forsaya çaktırdım. Şerşel'de ancak birkaç saat kaldım. Cezayir'den hareketimden 3 gün sonra gene Cezayir'e döndüm.

    AYDIN REiS ATLAS OKYANUSU'NDA

    Andrea Doria'yı yakalamak istiyordum. Kudretli bir filoyla Aydın Reis'i takibe gönderdim. Aydın, Sebte'ye kadar geldi, hatta Cebelitarık Boğazı'nı geçip Atlas Okyanusu'na çıktı. Fakat düşmana rasgelmedi. Bunun üzerine geri dönüp Balear Adaları'ndan Mayorka'yı ve ispanya'nın Akdeniz sahillerini vurdu. 3000'den fazla esiri gemilerine doldurdu. Barselona limanı yakınlarına kadar sokuldu. Barselona'ya çok yakın büyük bir manastır vardı. ispanya krallarının her yıl gelip bu manastırı ziyaret etmeleri gelenekti. Aydın, burayı bastı. 80 keşişi ve 36 sandık hazinelerini ele geçirdi. Yalnız gümüş kandillerin ağırlığı 25 kantar çekiyordu. Aydın'ın bu akını hakkaa ki yahşı olmuş, Kral Karlos'un gururuna büyük bir darbe indirilmişti. Aydın, ufaklı büyüklü tam 55 parça kafir gemisiyle Cezayir limanına girdi. Doria'nın Şerşel seferi, fazlasıyla cevaplandırılmıştı.

    Gelen ganimetle Cezayir şehri, Hind ülkelerinin pazarlarından nümune oldu. Bir akçaya mal alan tacirler, bunu on akçaya satıp zengin oldular. Cezayir zindanlarındaki esirlerin sayısı 16000'e yükseldi. Gemilerimizde çakılı forsalar ve evlerimizde hizmet eden esirler, bu rakamın dışındaydı. Bu esirlerden en iyi kürek çeken 500'ünü ayırdım, Donanmay-ı Hümayun'da forsalık etmek üzere istanbul'a göndermeye karar verdim. Aydın Reis, 15 parça kadırgayla istanbul'a hareket etti.

    Aydın Reis, hareketinin 27. günü istanbul'a vardı. Cihan Hakanı Süleyman Han'ın huzuruna çıktı. Hakanımız, namemi bizzat okumak tenezzülünde bulundu. Aydın, vezirleri ve diğer ilerigelenleri de ziyaret etti. Hepsine gönderdiğim hediyelerden verdi. Çok izzet ve ikram gördü. Sultan Süleyman Han Kanuni, Aydın Reis'i tekrar huzuruna çağırdı. Bizzat hitap etmek inayetinde bulunup dedi ki:

    "Baka Reis, Cezayir beylerbeyim Hayreddin Paşa'nın işleri cümle makbulümdür. Sana şimdi 5 pare kadırga veriyorum. Gemilerine ne kadar yükleyebilirsen ve ne denlü ihtiyacınız varsa top, alet ve sair gemi donatımına yarayan nesneler yüklemen için Kapdan Paşa'ya irade ettim. Sizin bilhassa yeni dökülmüş deniz toplarına ihtiyacınız vardır. Alabildiğin kadar bunlardan al. Sana birkaç top mühendisi de vereceğim. Cezayir'deki donanmamı gayetle kudretli ve her zaman için muharebeye hazır tutun. Haber aldığıma göre Kral Karlos, Cezayir hakkında gayetle kötü niyetler beslemektedir. Zinhar tedbiri elden bırakıp gaflet üzere olmıyasız!"

    Aydın Reis, istanbul'dan ayrıldığının 41. günü Cezayir'e geldi. 15 kadırgayla hareket etmiş, Sultan Süleyman Han'dan 5 kadırga almış, yolda da 7 kafir teknesi ele geçirmişti. Gelirken birkaç kafir şehrini basıp 700 değerli esir almıştı.

    Aydın, hakanımızın name-i hümayunlarını verdi. Namenin bulunduğu Osmanoğulları'nın hanedan rengi olan al renkteki keseyi üç defa öpüp başıma koydum. Sonra nameyi çıkarıp okudum. Mübarek emirlerini ezberledim. Sonra tenezzülen bana gönderdikleri hıl'ati, samur kürkü, cevahirli saati, murassa kılıcı ve sancağı kemal-i tazim ve ihtiram ile Aydın Reis'ten aldım.

    Bu sıralarda Kral Karlos, gayetle müşkül durumdaydı. Karındaşı Fernandoş Kral, Viyana'dan imdat isterdi. Zira hakanımız Süleyman Han, Macar serhadlerini Fernandoş Kral'a haram etmişti. Kral Karlos, baktı ki bizimle uğraşmaya gücü yetmez, gene Tlemsen beyini ayaklandırdı. Beye büyük paralar gönderip kendisine Cezayir sultanlığını vadetti. Gerçek kral odur ki, elinde bulunan bir mülkü başkasına vadede. Karlos Kral ise, defalarca tecrübe edip alamadığı bir ülkeyi, hayalinden şuna buna peşkeş çekiyordu. Ancak Tlemsen Beyi, bu vaade kandı ve isyan etti. Deli Mehmed Reis'i 40 pare gemiyle Akdeniz seferine gönderdim. Ben de Tlemsen üzerine yürüdüm. Fas hududundaki bu büyük beldeye geldim. Az bir mukavemet gördüm. Tlemsen Beyi kaçtı. Din adamları gönderip affını istedi. Bizzat karşıma çıkarsa belki affedeceğimi söyledim. Geldi. Birikmiş haracı olan 110000 altını verdi. Ayaklarıma kapandı:

    "Bre kafir," dedim; "imanını yenile! Zira en büyük din düşmanımıza uyup Müslümanlar'ın halifesi ve cihanın padişahı olan hakanımızı bu ülkelerde temsil eden bana kılıç çektin!"

    Tlemsen Beyi, kelime-i şehadet getirip tecdid-i iman etti. Boş düşen nikahlı zevcesiyle yeniden nikah kıydırdı.

    Ben Tlemsen'de iken Deli Mehmed Reis, 40 pare donanmasıyla ispanyol donanmasına rasgeldi. 35 ispanyol kadırgasından 29'u, pek kanlı bir derya savaşından sonra teslim oldu, diğer altısı kaçtı. Bu büyük Türk zaferi, Barselona'da bulunan Kral Karlos'un kulağına erişinçe, teessüründen perişan oldu. Zaten Almanya'da Sultan Süleyman'a, yenildiği için ağzını bıçaklar açmıyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 24.
    0
    AYDIN REiS CiHAN HAKANI'NIN HUZURUNDA

    Aydın Reis, mübarek bir saatte istanbul limanına girdi. Bütün toplarını ateşleyip cihanın padişahını selamladı. Kadırgalardan 300 esir çıkarıldı. Her biri sırma cepken ve en değerli kumaşlardan yapılmış libaslar giymişlerdi. Hepsi türlü ganimet eşyası taşıyorlardı. istanbul şehrinin zarif halkı, caddelere doluşup seyre çıkmışlardı.

    Şevketlü hakanımız Sultan Süleyman Han, Aydın Reis'i diğer bir reisle beraber kabul buyurdular. Namemi alıp okudular. Aydın'a iltifat ettiler. Çıkarlarken Aydın'a 500, yanındaki reise 300, 9 kapdanıma 200'er, gemi imamlarına 100'er, diğer zabitlerime 50'şer altın ihsan edildi. Ayrıca Aydın Reis'e çok değerli birer kılıç, hıl'at ve dürbün verildi. Bütün leventler Tersane'de misafir edildi. Aydın Reis'e tayinat verildi. Aydın, bütün vezirleri ve büyük kapdanları ziyaret etti. Bir ay istanbul'da kaldı. Ay sonunda tekrar Cihan Hakanı'nın huzuruna çıktı. Sultan Süleyman Han, bana verilmek üzere Aydın'a murassa bir kılıç, murassa hançer, sırmalı hıl'at, altınla işlenmiş sancak ve iki büyük pırlantalı sorguç tevdi eti. Ayrıca 20 oturak 3 kadırga da ihsan eyledi. Henüz kızaktan inmiş olan bu tekneler, mükemmel şekilde donatıImıştı. Çok güzel topları vardı. Üstelik ağzına kadar cephane ve direk, katran, zift, halat gibi malzemeyle doldurulmuştu.

    Malzemenin ağırlığından koca kadırgalar iyice suya gömülmüş, değil ambarlarda, güvertelerde bile sıçan gezecek yer kalmamıştı. Huzurdan ayrılırken Aydın Reis'in kavuğuna mücevherli bir sorguç sokuldu. Bilhassa gemilere ve gemilerin içindeki malzemeye çok sevinen Aydın, sevinçle Saray'dan ayrıldı. Cihan Hakanı, filomun Saray burnu önlerinden ayrılmasını seyir buyurmak için Yalı Köşkü'ne inmişlerdi. Filo, bütün toplarını kurusıkı ateşleyerek cihanın padişahını selamladıktan sonra deryaya açıldı.

    Aydın Reis, Avlonya ve Draç'a uğrayarak Venedik Körfezi'ne girdi. Bir müddet gezdikten sonra körfezden çıktı. Sicilya'dan geçip Balear Adaları'na geldi. Mayorka adasından külliyetli esir ve ganimet alıp Cezayir'e döndü. 10 kadırga ile Cezayir'den çıkan Aydın Reis, Sultan Süleyman Han'ın verdiği 3 kadırgadan başka daha Akdeniz'de 15 tekne ele geçirmişti. 28 parça ile limana girdiğini görünce hepimiz çok sevindik. Ele geçirilen gemilerden büyük miktarda kahve, pirinç, ipekli, çuha, ayna, tabanca, tüfek çıktı.

    Aydın'ı hemen kabul ettim. Hakanımızın name-i hümayunlarının bulunduğu al kadife keseyi kemal-i ihtiramla alıp üç defa öptüm, başıma koydum, sonra açıp ayakta okudum. Name-i hümayun şöyle başlıyordu: "Sen ki Cezayir beylerbeyim Gazi Hayreddin Paşa'sın, her ahvalin, mucibince atebe-i hümayunuma malum olmuştur. Gönderdiğin 300 kafir esiri makbul-i hümayunumdur. Cenab-ı Hak seni ve yoldaşlarını mansur ve muzaffer eyleyip dünya ve ahırette yüzün ak olsun. Gönderdiğim cephane ve malzemeyle mükemmel donanma düzüp Akdeniz'de düşman-ı azimimiz olan ispanyol kafirine göz açtırmayasın. ihsan ettiğim çelenkleri kavuğuna sokup, sancağımı baştardana as. Sırmalı al sancağımın şeref ve haysiyetine zinhar toz kondurmayasın."

    Hakanımızın iradeleri mucibince, sırmalı al sancaklarını Cezayir'e paşa kapısının önüne mualla bir mevkie astırdım. Her gün güneş batarken merasimle mehter vurdurup sancağı indirip kılıfına koydurur, ertesi gün güneş doğarken gene merasimle çektirirdim. Sefere çıkarken sancağı, bulunduğum kadırgaya aldırırdım.

    Bu yıl da Cezayir şehri ve çevresindeki bütün yetim ve fakir oğlancıkları ve gelinlik kızları topladım. Oğlancıkları sünnet ettirip, kızları evlendirdim. Her birine ihsanlarda bulundum. Evsiz olanlara ev verdirdim, işsiz olanları işe koydum. Cenab-ı Hak, hayır yolunda sarfedilen her emeğin ve servetin karşılığını fazlasıyla ihsan buyurur. Bunu bizzat ben hayatım boyunca tecrübe ettim. Hayır yolunda ne kadar servet harcadımsa, tez zamanda Allah, birkaç mislini ihsan eyledi.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 23.
    0
    rezerved panpa okuyacagim, giberlerse gibsinler hehe.

    sukunu basiyorum.
    ···
  19. 22.
    0
    okuyanın amk sıktır gıt bura forummu lan bunları kımse okumaz burda
    ···
  20. 21.
    +1
    KAFiRi TOPA KOYUP ATTIRDIM

    Böylece Penon elimize geçti. Vaktiyle ispanyollar, Cezayir şehri camilerinde ezan okunurken, minarelere topla nişan alıp yıkarlardı. Bu işi sırf keyif için yaparlardı. Biz Cezayir'e yerleşince bu eğlencelerinden vazgeçmişler ve buna gayetle üzülmüşlerdi. Nice minare yıkan ve nice müezzinin kellesini uçuran topçubaşıyı huzuruma getirttim:

    "Bre kafir," dedim; "keskin nişancı imişsin. Bir gülle ile bir minare yıkarmışsın. Gör şimdi top atışı nasıl olurmuş!"

    Kafiri bir topa koyup deryaya attırdım. Yardımcısı olan on adet topçunun da başını kestirdim. Diğerlerini zindana attırdım.

    Bu belalı kayalığın bizim için hiçbir lüzumu yoktu. Cezayir mahzenlerindeki 30000 kafir esirini topladım. Kayalığa lağım koyarak attırdıktan sonra, kayalıkla liman arasını taşla doldurttum. Limanın ağzına da çok büyük bir mendirek yaptırdım. Bu suretle Cezayir, mahfuz güzel bir liman oldu.

    Penon kayalığındaki kalesini almam ispanya kralı Karlos'u gayetle kızdırdı. Bu haberi getiren zabitin başını vurdurdu. Dedi ki:

    "Kale almak, benim gibi, Gran Senyor(*) gibi büyük imparatorların işidir. Barbaros gibi derya hırsızı bir adam nasıl benim kalemi alır? Fransa Kralı gibi bir hükümdarı esir edip Madrid zindanlarına atan ben, bu korsanla başa çıkamadım. Sebep general ve amirallerimin gayretsizliğidir. Yüzümü kara ettiniz. Cümleniz huzurumdan defolun!"

    (*) Avrupalılar'ın Türkiye hakanına verdikleri ad. "Büyük Türk" de derlerdi.

    Eskiden beri adetim, esir düşen kafir zabitlerini, kaptanlarını, valilerini, rahiplerini, sanatkarlarını yanıma çağırıp onlarla konuşmaktı. Bir esiri sorguya çeker gibi değil, bir dostumla sohbet eder gibi konuşur, bu şekilde daha iyi malumat alırdım. Bazan Avrupa'da bile kimsenin bilmediği saray esrarına dahi bu şekilde vakıf olurdum. Gerçi Akdeniz ülkelerinin hepsinde casuslarım vardı. Fakat esirlerle konuşup malumat almak, bazan daha faydalı olurdu. Kral Karlos'un sözlerini de, böyle bir vesileyle öğrendim. Görüştüğüm ispanyol esiri, Kral Karlos'un şimdi Barselona'da olduğunu, Ceneviz'e hareket etmeye karar verdiğini söyledi. Ceneviz Cumhuriyeti, Avrupa'nın birçok ülkesi gibi, Karlos Kral'ın hükmündeydi. Karlos Kral'ın büyük-amirali Andrea Doria, Cenevizli idi.

    Penon kayalığının elimize düşmesinden ve derya ile bir edilmesinden haberi olmayan bir ispanyol filosu kale için mühimmat getiriyordu. Kayalığı göremeyince yanlış yere geldik sandılar. Bu zanlarını henüz tashih etmişlerdi ki gemilerim tarafından sarıldılar. Ağzına kadar cepane ve mühimmat dolu ispanyol harp gemisi bütün Cezayir halkının gözleri önünde 15 gemim tarafından zaptedildi. Bu uzun zaman için ispanyollar'a artık destursuz Cezayir kıyılarına yaklaşamayacaklarını gösterir bir hadise oldu. ispanyol gemicilerinin çoğu kılıçtan geçirilmişti. 355'i teslim olup Cezayir mahzenlerine gönderildi.

    Bu sıralarda büyük kaptanlarımdan Sinan Reis hastalandı. Bu yıl seferin idaresini Sinan'ın yerine Aydın Reis'e verdim. Aydın, derya işlerinde ve bahadırlıkta Sinan'dan da ileri bir gazi idi. Kendisini çağırdım. Dedim ki:

    "Oğlum Aydın, bu yıl Batı Akdeniz'i sen gezeceksin. Sebte Boğazı'na dek gidecek, ispanyol kafirine zinhar göz açtırmayacaksan. Dönüşte Endülüs kıyılarını tut. Gırnata Dağları'na(*) sığınmış din kardeşlerimizden ne kadarını taşıyabilirsen gemilere doldur, sağlıcakla Cezayir'e getir. Duam berekatı seninle biledir. Tedbiri elden bırakma!"

    "Baş üstüne paşam," diyen Aydın veda edip yanımdan ayrıldı. 10 pare tekneyle limandan çıktı. Septe Boğazı'nda(**) gezinirken beş pare kafir teknesine rastladı. Dev gibi kadırgalardı. Büyük ceng oldu. Hepsi zaptedildi. Aydın, kadırgaların içlerine levent koyup Cezayir'e gönderdi. Henüz sefere çıktığının on birinci günüydü ki bu beş parça ganimet kadırga limana girdi.

    (*) Sierra Nevada Dağları ki, ispanya'nın en yüksek tepesi (3.481 metre) buradadır. ispanya zulmünden kaçan ispanya Müslümanları'nın başlıca sığınaklarındandı.
    (**) Cebelitarık Boğazı ki, Akdeniz ile Atlas Okyanusu'nu birleştirir. Cezayir şehrinin 750 km. güneybatısındadır.

    Çok sevindim. Çünkü gayetle güzel harp tekneleriydi. Diğer taraftan Aydın, seferine devam ediyor, Güney ispanya kıyılarındaki bütün şehirleri ve kasabaları dolaşıyor, topa tutuyor, ganimet ve esir alıyor, bulabildiği Müslüman'ı kurtarıp filosuna yüklüyordu. Gemilerde artık Müslüman mültecilerden iğne atacak yer kalmamıştı.

    ispanya kralı Karlos, Aydın Reis'in binlerce Endülüslü'yü gemisine aldığını duyunca, en büyük amirallerinden "Portondo" nam kafiri, Reis'in yolunu kesmeye memur etti. Portondo bu işe muvaffak olursa, 10000 duka mükafat alacaktı. ispanya kıyılarında bir yerde Portondo, üstün filosuyla Aydın Reis'in filosunu bastı. Reis, yanında bulunan büyük denizcilerden Kazdağlı Salih Reis'le tanıştıktan sonra, iyi muharebe edebilmek ve manevra yapabilmek için, Endülüslü muhacirleri kıyıya çıkarttı. ispanyollar'ın işini bitirince gelip kendilerini alacağını söyledi ama, zavallı Endülüslüler'in akılları başlarından gideyazdı. Zaten çoğu kadın ve çocuktu. Feryat ve figan içinde ağlaşıp çığrışmaya başladılar. Gemilerden inmek istemediler. Aydın ve Salih Reisler, zorla çıkarttılar. Zira bir teknede gayri muharip efrat, hele kadın ve çocuk bulunursa akıbet yamandır, muharebe iyi netice vermez.

    Amiral Portondo çok yaklaşmıştı. Aydın ve Salih, hızla düşmanın üzerine gittiler. Büyük cenk oldu. Dev gibi 7 ispanyol kadırgası zaptedildi. Gayetle zalim bir kafir olan ve Müslümanlar'a yapmadığını bırakmayan Portondo ve bütün kaptanları öldüler. Böylece Hristiyanlar'ın "Şeytandöven", Türkler'in alay olsun diye "Kafirdöven" dedikleri Aydın Reis, tilkiyi yuvasından çıkartacak derecede ince zekasıyla meşhur olan Salih Reis'in yardımıyla, büyük bir zafer kazandı. 375 kafir esir alındı. Gerisi kamilen kılıçtan geçirildi. Müslüman forsalar kurtarıldı. Kıyıda heyecanla deniz cengini seyreden Endülüslüler tekrar gemilere alındı. Bu minval üzere donanma, Cezayir'e vardı.

    Aydın gelip elimi öptü. Kendisini bu sıralarda vefat eden eski yoldaşım Sinan Reis'in yerine donanma kumandanı yaptım. Salih Reis de onun muavini oldu. Aydın'ı, istanbul'a göndermeye karar verdim. Zaten gençliğinde istanbul'da donanmada kaptandı. Sultan Bayezid Han Cennetmekan onu, mütehassıs olarak Mısır Memluk Sultanı'nın hizmetine göndermişti. Aydın, Mısır'dan Cezayir'e gelmiş, ağam Oruç'un maiyetine girmişti.

    istanbul'a gitmek üzere on pare kadırga hazırlattım. Hepsini gelin gibi donattım. Her teknede 200 levend vardı. Forsaları en güçlülerinden seçtim. 300 esir seçtim. Bunları Aydın, hakanımız Cihan Sultanı Süleyman Han'a takdim edecekti. Kadırgaların seren direklerini baştan başa gerçek Venedik altın yaldızıyla kaplattım ki, güneş vurdukça görünen haşmetleri, tavsif edilemezdi. Çok uzak mesafeden parıltıları seçiliyordu. Bütün reisler gelip elimi öptüler. Sonra top atarak Cezayir limanından çıktılar.
    Tümünü Göster
    ···