-
1.
+17 -3Bu yüzden ablalarımı okula göndermemişti. Aslında onların okumasını isterdi ama başına gelen ve bu isteğini kendisine kabul ettirmesine engel olan kötü olaylar vardı.Tümünü Göster
Dedemin babası o zamanlarda ağa diye hitap edilen büyük olasılıkla yürürken veya evinizden tarlanıza geçerken onun topraklarına bastığınız haliyle onla iyi geçinmeniz gereken bir adamdı. Babam ne zaman ondan söz açılsa kendisinin hep saçını okşadığını, koçum diye hitap ettiğini ve bu kadar iyi bir adam görmediğini söyler. Sahip olduğu tek şeyin torunu, oğlu ve kızı olduğunu düşünen bu adam sanki babamın hem rol modeli hem de asla ona benzemeyi istemeyeceği bir insandı.
O'nun kadar iyi bir insan olmayı elbet isterdi ama onun yumuşak mizacından faydalanıp kendilerine zarar veren evlatları ve çevresindeki insanlar dedem gibi olmayı istememesindeki en büyük sebepti.
En başta halası okuyup kendine hukuk alanında kariyer yapmış ve ardından dedemin babasından, yani babamın dedesinden kendine kalan mirası doğrudan satmış ve aslında öğretmen olmaya hak kazanmış olup da köydeki bağı bahçeyi bırakamayan babası köyde kalıp dedesinin izinden gitmeyi hayal etmiş benim babamın babası. Anlayacağınız halam bağı bahçeyi 2'ye bölüp kendi payını satmış, şehre göçmüş.
Dedemin babası elbette oğlunun istediği kızla evlenebilmesi için her şeyini verirdi hayatının yüzde 50'siydi ne de olsa, hem de kendisini örnek alandı ve ona saygı duyandı , onun yaptıklarından nefret edip onun sağladığı her avantajı kullanan yüzde 50'si değil.
Dedem o zor zamanlarda bile lisede her türlü şansa sahip, her ne kadar köylü de olsa okumayı bilen ve seven ayrıca insanların okumasını destekleyen bir babaya sahip olduğundan dolayı bir eşe iyi bir hayat vaat ediyordu. Lisede sevdiği kızı etkilemesi zor değildi büyük ihtimalle ve hayatının hatasını bence burada yaptı ; onu en çok sevecek kızı değil onun en çok seveceği kızla evlenmek istedi.
Dedem 18 ine basıp liseyi bitirdi, belki okumayı hayal ediyordu fakat babasının hastalığı onun gözünü korkutuyor, evinden uzak bir okula hem de geri dönmesi en azından aylarca sürecek olan bir okula gitmek istemiyordu. Babasını nasıl mutlu edebilirdi ki dedem? iyileşecekti değil mi babası evet kesinlikle iyileşir diye düşünüyordu başındaki koca çınar bırakıp gidemezdi onu aklına bile getirmiyordu, ölümü. O koca dalları şefkatle savrulan çınar, devrilemezdi asla bu kadar kolay. Ve dedem düşündü ki 1 yıl okumayı ertelerim ve babamın keyfini yerine getirecek bir şeyler yaparım.
Bir şeyler yaptı da, evlendi, hem belkide o bölgede görülmüş en ihtişamlı düğünle. Eşinin okuma isteğine karşı çıkmamıştı zaten hep şehre iniyordu çünkü malum, babası hastanede. Eşi için şehirde bir de ev tutmuştu beraber kalıyorlardı hatta her şey iyi gitti 1 sene hatta babamın da doğumunu gören dedem sanki biraz toplamış gibiydi değil mi kendini ? Değildi yüzü gülse de içi kanıyordu onun, mecazi olarak değil gerçekten içi kanıyordu. Ama mutluydu çünkü oğlu mutluydu ama mutluluk ölümün ilacı değildi bunu bir kere daha kanıtladı, o gözünü sonsuza kadar kapadığında babam 3 yaşındaydı. Dedem geriye baktı bir seçim yapması gerekiyordu 3 yıldır öğretmenliğini, mesleğini erteliyordu onun için düşündüğümüzde aslında verdiği seçim hiç de anormal değildi sonuçta bu adam zengin değil miydi babası ona tarlalar bahçeler ağıllar bırakmamış mıydı ? Hayır, son yıllarda ne doğru düzgün üretim kalmıştı ne ürün, olanın da yarısını halam alıp zütürmüştü şehrine ve şehirli kocasına. Babama kalacak paranın yüzde 50'sini çalmış gibiydi okumuş halam.
Dedemin karar vermesi geriye çok bir şeyi kalmadığından zordu. Artık işinin başına geçmesi eskiden babasının olduğu gibi herkesin saygı gösterdiği bir adam olması veya geriye kalanı satıp eğitimi, kalacak yeri, yemeği ve karısı için harcayacak ve karşılığında sahip olduğu tek şey ayda 2 milyar getirisi ve senden büyük memurlara baş eğmek olacaktı. 1. yol zordu ama ödülü büyüktü 2.' si hazır parayı yemekti resmen o bunu yapamazdı, köyde kalmayı ve babasının bıraktığı izleri takip etmeyi seçti.
Dedemin karısı yani ninemin yapacağı şey zor değildi, en azından köylü bir kadın için zor değildi. Ne çamaşır yıkayacaktı ne de kuyudan su çekecekti. Fakat şehir görmüş, üstüne 4 yıl işi için dirsek çürütmüş bir kişi köyde kalmayı başaramazdı. Kısa bir süre idare ettikten sonra babam 6 yaşındayken onu alıp kaçırmış, 2 yıl babasını göstermemiş, ona bir anneye göre pek de iyi davranmasa da okula göndermiş en azından okuma yazma öğrenmesini sağlamış. Ninemin bir de erkek arkadaşı varmış şehirli kaçmak ve yaşayacak yer bulmak için en büyük yardımı o yapmış, yani ninem o adamla kaçmış, dedemi aldatmış...
Dedem jandarmaya gidip onları bulduğunda ve oğlunu geri aldığında karısıyla boşanmak için zaten iyice azalan parasından iyi bir para harcamış, nafaka için de 20 yıl önce olsa önemsenmeyecek fakat bu kadar para suyunu çekmişken kendisini ağa değil normal bir köylüden farksız kılacak kadar parası gitmiş. Namus davası gütmemiş, zaten okumuş bir adamdı o, hem gütse ne yazar hem oğlunun hem de kendi hayatını yıkardı. Buna karşın onun yapacak çok şeyi vardı, kazanacak çok şeyi vardı kimseyi vurmadı, kimseye sövmedi karşılığında ise hayatının geri kalan her şeyi ; annesinin sevgilisi tarafından dayak yemiş, babasının adını ağzına alınca ağzına vurulmuş, en gerektiği zamanlarda sevgiden mahrum kalmış 8 yaşında bir çocuk kalmış. Az kalsın unutuyordum, bir de bir kaç parça tarla ve üç beş deste küçük ve büyükbaş hayvan.. Bereket versin ki bunları çoğaltmak için yılları ve aslan parçası gibi bir oğlu vardı.
işte ilk başta babamın halası sonra da annesi hem köyümüze hem de ailemize sağlam kazıklar atmış. Babamın kızlar okumamalı görüşüne sahip olmak, ablalarımı okutmamak ve okumamış eş almak için iyi sebepleri vardı yani. Hem benim işime geliyordu bu ortanca ablam çok güzel hamur işi yapardı mesela, büyük ablam hem benim üstümü değiştirir, altıma yapsam temizler yerleri siler, ayrıca çok güzel bereler yelekler örerdi. Küçük ablam pek işe yaramazdı ama olsun benden 1 yaş büyüktü o zaten, aslında en çok işe yarayan oydu benim gözümde o zamanlar en çok sevdiğim çünkü yastıkları birbirimize atıp annemden dayak yiyebileceğim, keçileri kovalayıp babamdan azar işitebileceğim, saçlarını çekmeye cesaret edebileceğim evdeki tek oyun arkadaşım oydu. Ayrıca ablamdı yani, dizimi kanatsam, ağlasam beni avutmaya hiç tereddüt etmezdi.
Anlayacağınız babamın bu kararına karşı çıkmak aklımın ucundan bile geçmezdi... -
2.
+6 -1La Aşk-ı Memnu'yu okurken görmüştüm en son bu kadar akraba ismini yan yana
-
3.
+6Kirli elleriyle tuttu matarayı, gözümün içine baktı ilk başta, bastırdı göğsüne, çocuksu bir masumlukla dudağını kuzu gibi büküp hüngür hüngür ağladı. Onu teselli etmek isterdim ama yedi yaşındaki bir çocuğun lügati böyle büyük bir duyguya kelime bulamıyordu, ben de vücut dilimle yapabileceğimin en iyisini yaptım ilk önce sarıldım ona, üstüm kirlenme pahasına, sonra bir oyun geldi aklıma ; atladım çamura tuttum çektim elimle onu da... Hatta Adem'le Yusuf da bize katıldı öğlene kadar kar çamur demeden boğuştuk çamurun içinde. Yoktu bizde öyle birisi kirli kalacak da diğerleri temiz olacak. ilk defa okulu asıyordum ama o gün hayatımın en mutlu anlarını yaşamıştım, bir daha olsa gözümü kırpmadan bir daha yaparım.Tümünü Göster
O soğukta hasta olmamak gerçekten imkansızdı fakat o zamanlar bünyemizden midir yoksa doğal beslenmemizden mi kimse öyle yataklara düşmedi. Elbette boğaz ağrısı burnun akması normaldir. Benden başka kimsenin ailesi okul ve disiplin için bu kadar zorlayıcı değildi zaten, Ademle Yusuf'un ailesi çocuktur kirlenir derdi. Emine'nin ailesi kızdır okumazsa koca bulur derdi, en nihayetinde sizin sevgili yazarınız dayak yerdi. ilk başlarda haylazlığım umursanmazdı aslında küçük vitaminsiz bir çocuktum. Sonradan kısa boylu da olsam tombul ve balık etli olduğumdan dolayı bazen sırf babamın beni zevk için tokatladığını düşünür olmuştum. Canımı yakmazdı ama zehir ederdi hem hayallerimi hem de yaşadığım anımı. Sürekli kendisini tek örnek olarak görüyor gibi hissediyordum en başta. Ama fikirleri çok değişkendi ve onun gerçekten ne istediğini anlamak zordu.
O gün sert gününe denk gelmiştim. Üstüm başım çamur içinde, ve üstüne kendisi için neden olduğunu bilmediğim fakat önemli olduğunu bildiğim matarayı kaybetmiştim. Beni o halde bahçe kapısında gören ablama sus işareti de yaptıysam da, ah işte o küçük ablam her şeye bağırma huyu yok mu, önemli bir şey olduğunu düşünüp cıyak cıyak babaa senin oğlun kapkara olmuş, ay bişey olmuş bunaa diyerek babamın ta 3. kattan koşa koşa inmesine sebep oldu. Babam beni o halde hem de öğle sonrası görünce inanılmaz biçimde sinirlendi ve ensemden kavradığı gibi yere atıp soydu, bahçe hortumunu aldı ve ortalama 10 saniyede bir düzenli olarak kızarıncaya dek popoma hortumla vurarak beni bir güzel yıkadı. Büyük ablamın getirdiği havluya sardı, büyük ablamın kucağına verdi. Açıkçası 12 yaşında bir kızın kucağına verilmek için gayet tombul bir çocuktum ama babam beni kucağına alıp bir yere zütürmeyi şımardığım gerekçesiyle bırakmıştı. Ağlamaktan ve soğuk su yemekten yorulmuş halde, dedim bari dayağı yedik hepsini toplu yiyelim, ablamın kucağındayken bir miyavlamadan eminim daha düşük yükseklikte Baba, hani senin çok sevdiğin bana verdiğin matara vardı ya kaybettim onu dedim Babam o korkunç bir kaplan gibi bakışıyla bana baktı ve hiç bir şey söylemedi. Ama o bakış anında etkisini gösterdi ve hani küçük kız var ya Emine, çamura düştü ben de ağlamasın diye ona verdim dedim.
O gün anlamamıştım ama babam dedesini görmüştü bende. Biliyordum benim kendisi gibi değil de dedesi gibi olmamı hayal ediyordu o an. Şefkatli, hata yapanı affeden bir insan olabileceğimi görmüştü, her ne kadar haylaz bir çocuk olsam da. bu güne kadar yaptıklarından da pişmanlık duyduğunu seziyordum. Aldı kucağına zütürdü eve saçımı okşayarak, anlat bakalım dedi. Anlattım, Yusuf'a kemerimi verdiğimi, Emine için sabunun ne kadar değerli olduğunu anlattım. O kirliyken ben temiz duramazdım o ağlarken ben susamazdım dedim. Hikayemi bitirdiğimde ilk defa ağlarken görüyordum onu. Okşadı yanağımı benim aslan oğlum sen benim gibi olma dedi. -
4.
+6Babam için çok değerliydim bana bunu hiç fark ettirmese de. 3 kızdan sonra yani 7 yıldan sonra gelen ilk erkek çocuktum. Hatta o zamanlarda hiç yaygın olmayan sezaryen le doğmuştum. Annem arkadaşıyla konuşurken duyduğum şu sözleri hala hatırlarım: Kızz şimdi seni uyuşturup karnını yardılar da öyle çıkardılar bunu, vay anam ne kadar acıdı kim bilir... Evet doğumum sancılı bir süreçten geçmişti aslında hem ailemiz hem annem için erken doğmuş, yaşatılmaya çalışmıştım ve gelişim geriliğim vardı küçücük bir çocuktum, kısa boyluydum fakat büyüdükçe 5-6 yaşlarımda bu etkiyi atmıştım. Evet boyum hala kısaydı ve babamın şehir fobisi nedeniyle sık sık doktora gidemezdim. Onlar da beni alternatif tıpla büyütmeye çalıştırlar, pekmez yedirdiler, iyi beslediler dediğim gibi ortanca ablam iyi hamur işi yapardı, ben de yerdim.Tümünü Göster
Babam bana yetersiz varis gözüyle bakardı bazen, bu çocuk beni iyi temsil edemez diye. Yaşadıkları onu sert bir mizaca kavuşturmuştu. Kolay değildi açıkçası babasından kalanları büyütmüş, dedesinin zamanı gibi olmasa da ambarında buğdayı ağılında boğası boldu. Eğer hala sağda solda ablasıyla ip atlama oynayan, evcilikte kendisine dişi bir birey rolü verilse bile önemli olanın cinsiyet olmadığını, önemli olanın oyun olduğunu düşünen birisi olursam gelenin geçenin ensesine vurup parasını alabileceği fakat buna ragmen şımarıklığıma devam edeceğimi düşünüyordu.
Bana kalsa okula hiç gitmezdim ama babam erkek adam okuyacak derdi, hesap kitap öğrenecek yoksa kandırılır derdi. iyi ki de öyle demiş, 7 yaşıma bastığımda yada 6.5 yaşımda, neyse işte 6 yıl yaşamış fakat 7 tane 365 gün görmemişken henüz okula gönderilmeye başlandım, patika çamurlu yoldan küçük bir toprak sahası olan 2 tane birleştirilmiş sınıfı olan küçük bir köy okuluydu. Babama göre erkek adam olmam için bu gerekliydi, insanları tanıyacak dostlarım olacak, onları satmamayı öğrenecek, küçük bir hayat simülasyonu yaşayacaktım. ilk gün okula gittiğimde babam beni ata bindirdi araba gitmezdi o patikadan, fakat çamuru toprağı görünce olacak iş değil dedi, üzülmüştüm en büyük zevklerimden biriydi babamın kucağına oturup atla bir yerlere gitmek...
O gün hayatımın en büyük zevki yerine başka bir zevke bıraktı, Traktöre binmek ! O güne kadar hiç binmemiştim traktöre, bilirsiniz traktörde yanda oturulmak için tasarlanmayan fakat oturulabilecek yerler vardır. Beni buraya daha önce hiç oturup gezdirmemişti çünkü ya düşersem tek oğlundan olacağını biliyordu ve benim gibi meraklı ve dengesiz bir çocuktan her şey beklenirdi ve bana güvenemiyordu. Aslında o anda güvenememişti ve beni yukardan bir kemer alıp traktörde şu hani güneşten koruyan üst tavanın direğine bağladı ve dedi ki: Buna dokunursan ellerini kırarım senin kemeri kastederek ilk başta kendimi küçük düşürülmüş hissettim ama sonradan o traktörün aslan kükremesine benzeyen sesi kocaman tekerlerinin hareketi beni büyülemişti ve okulun bahçesine öylece kemerle traktöre bağlanmış biçimde geldim.
Okul o kadar sadeydi ki, taştan yapılmış 2 metre yüksekliğinde 20 metrelik bir suru, 2 tane binası birisi tuvalet birisi de 2 sınıfı olan okul... insanların bahçede oyun oynadıklarını görünce mutlu olmuştum sanki herkes bana bakarak gülüyordu hoşuma gitmişti aslında, üst süt dişlerimden birisi gedik olan çenelerimi açarak ben de bana bakarak gülen insanlara gülmeye başladım. Sonradan kemerle traktöre bağlanmış olduğumu fark ettiğimde mutluluğum yerini utanca bıraktı tabi. Babam beni çıkık dişimle bana ve bana gülenlere bakış attığında oldu bu. Gülenlerin hepsi susmuştu. Açımızdan dolayı ben babamın gelişini göremesem de onlar babamı sert bakışlarını görmüş bense hala çıkık dişimle mal gibi gülmeye devam ediyordum. Bana da Sen adam olmayacak mısın eşşeoğlu, seninle dalga geçiyorlar bakışı attıktan sonra beni çözdü ve müdürle konuştum gel sınıfın diyerek elim tutarak, bir bakıma sürükleyerek beni sınıfıma zütürdü.
Sınıfımda bizim köyde oturan 3 kişi vardı Adem, Yusuf ve Küçük Emine. Adem bizden 1 yaş büyük diğer üçümüz yaşıttık. Adem'le Yusuf'u çok görmezdim Emine ise küçük ablamın ve benim arada sırada oyun arkadaşımız olurdu. Küçük emine derdik çünkü o da benim gibi kısa boylu cılız bir çocuktu ama gerçekten şirindi, kırmızı yanaklı saçları bukle bukle küçük bir kızdı. Aklınız yukarıda Ademle nasıl farklı yaşlarda ve aynı sınıfta olduğumuzu açıklamamı bekliyorsa sınıf birleştirilmiş sınıftı, bize kağıt verir diğerlerine onlara önceden verdiği kağıdı anlatır, sonra onlarla işi bitince bize anlatırdı öğretmenimiz.
ilk günlerde babam beni traktörle zütürüyordu okula ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Fakat daha sonra sen de Ademlerle gideceksin çok zamanımı alıyorsun dedi. O çamurlu uzun yoldan gitmek zordu ama yapacaktım. Gitmeme, kaçma gibi bir durumum yoktu her gün sorardı bizimkilere bu gün sizinle geldi mi diye. Aslında yalan söylemelerini istesem söylerler babamı da kandırırlardı ama ya köyden biri görürse ? Herkes biliyordu babam beni okutmak istiyordu hemen yetiştirirlerdi. Hem başka kimseyi tanımıyordum ki okulumdakilerden başka nereye gidecektim?
O uzun çamurlu yoldan nasıl temiz biçimde gidecektim ama? Babam aslında Ademlerin çözümünü bana da uyguladı biraz küçük düşürücüydü ama olsun. Muşambayı iki parça yapıp ayakkabılarımı içine alacak biçimde kesti ve don lastiğiyle belime bağladı. Artık yola çıkma vakti, hadi bakalım yolda fazla oyalanıp geç kalmayın... -
5.
+6Okulumuz gerçekten bir şeyleri öğretme konusunda çok yetersizdi, çoğu kişi okumayı yazmayı bir kaç yıl geçmeden öğrenemezdi. Ben ise alfabeyi tanımayı daha 5 yaşlarımdayken öğrenmiştim. Babam ablalarıma bir dil kitabı alıp kendisi öğretmişti, çat pat okuyacak kadar. Evet belki okula göndermeye karşıydı ama en azından vasiyetimi okusunlar dedi belki bilemiyorum onlar da okurken, hecelerken çok şey öğrenmiştim. Bir dönem bitiyor 1-2 sınıfta okumayı bilen bir avuç kişinin içerisinden en başarılısıydım. Okuma sevgim bu yaşlarda küçük hikayelerle başladı işte, okuma ve araştırma sevgim. Okuldaki hâlime gelince babam beni ağırbaşlı olsun, kadir kıymet öğrensin diye göndermişti fakat ben ise kısa boylu, küçük ve tombul herkesle dalga geçen, hakaretlere kulak asmayan bir çocuk olmuştum. ama en azından artık utangaç değildim insanlarla iletişim kurabiliyordum. hatta iletişimi bırakıp onlarla dalga geçebilecek cesarette, sırf istedim diye kıçlarını tekmeleyebilecek bir yüzsüzdüm ama beni severlerdi. Beni dövmek isteyen çoktur belki ama ona cesaret edemezlerdi, babamın kulağına giderse kim olduğuna bakmaz, tek oğluna zarar vereni onun yaptıklarından ağır bir pişmanlık duymasını sağlardı. Tanınan bir adamdı açıkçası.Tümünü Göster
ilk okul dönemim ve tatilim bitmişti. Yine karlı yağmurlu bir günde her zamanki gibi dik başlı ve duyarsız, insanları sinirlendiren fakat kendini zeki sanan bir ufaklık olmak üzere yola çıktım evden, belime don lastiğiyle muşamba bağlı biçimde... Adem, ve Küçük Emine ile Yusuf'un evine gidip onu alacaktık ilk. Babam onlara siz üçünüz gelip benim oğlumu alacaksınız dediyse de boş yere neden ufak 3 çocuk yürüsün ki ? Onlara onu umursamamasını ve geçerken ben gelirim sizle demiştim. aklınca babam benim 15 dakika daha uyumamı sağlayacaktı, dostlarını satmamayı öğrenmem için gönderdiği okul sabahında...
Yusufun evinde geldik ve şöyle güzel bir kartopu alıp kapılarına doğru fırlattım. Fırlatmamla bol pantolonu belinden düşen Yusuf koşarak geldi ve dedi ki Geç mi kaldım!? yok daha erken bile dedik, git kemerini giy. Onun kemeri yoktu, lastikle bağladı annesi pantolonunu. içim burkuldu hafiften sanki ilk defa empati yapıyordum belkide. Okulun ilk günü böyle buruk başlayamazdım. Çıkardım kemerimi cılız beline taktım, zaten tombulun tekiydim kıçımdan düşmezdi ki pantolonum onun gözündeki parıltıya çok daha fazlası değerdi. Akşama babama yırtıldı attım derdim umursamazdı bile...
Yolumuz uzundu, çamurlu, kaygan ve karlı bir yol. Çam kozalarına bakarak, yerden kardelenleri kopararak yürüyorduk. Adem'le Yusuf, benle de Emine el ele tutuşmuştuk. Bir an önümden patikada çalılara kaçan bir koca kuyruklu, koca gözlü sonradan sincap dendiğini öğreneceğim sevimli bir şey geçti. Emine'nin elini aniden bırakıp ona doğru yürümemle onun yüz üstü çamurlara kapaklanması bir oldu. Kafasını kaldırdı ve bir daha aklımdan hiç çıkmayacak şu sözleri söyledi : Saçlarımı daha sabah yıkamıştım, hem de kokulu sabunla!.. Sabun... işte o zaman hayatımdaki en acı verici empatiyi yapacaktım. Sabun dediğimiz şey her ne kadar günümüzde bu kadar yaygın olsa da o zamanlar köyde her an kirletebileceğiniz için ellerinizi yıkarken kullanamazdınız. O sabunlar çok değerliydi babanız şehre giderse bir kaç kalıp alırdı ve bunlar aylarca belkide yıllarca idare edilmeliydi paranız ne kadar varsa artık. Sadece önemli zamanlarda vücut ve saç için kullanılmalıydı. Küçük bir kız olduğumu hayal ediyordum, annem beni leğene oturtuyor benim ballı kızımın saçları mis gibi burcu burcu kokacak diyordu. Okulda saçlarımın herkesinkinden güzel koktuğunu hayal ediyordum. En güzel kızın, en temiz kızın ben olacağımı arkadaşlarımın hep bana bakacağını... Ve o okul yolunda bir anda çamura batmıştı hayalleri gibi.
Gözlerimden yaşlar süzüldü hem acıma hem suçluluk hissiyle ilk defa bir başkasının acısına ağlıyordum. Bunların hepsini çantamdan babamın bana verdiği metal matarayı çıkarana kadar düşünmüştüm. matarayı çıkardım, küçük yüzünü sildim ve saçların ne kadar güzel kokuyor dedim. ilk bir gülümseme sonrada burukluk gördüm yüzünde o ilk gülümseme var ya ona her şey değerdi... Al bu senin olsun dedim ve matarayı verdim eline. Babam asla kaybetme demişti ama dayak yemek için daha güzel bir sebep olamazdı herhalde... -
6.
+4Boş zamanlarımda devam edeceğim, Aklımdan geçenleri kimse okumasa bile bir yerlere kaydetmek hoşuma gidiyor açıkçası. Anılarım uçup gideceğine bir yerlere yazarak onları ölümsüzleştiririm, belki de bir kaçınız iyi vakit geçirir.
-
7.
+3Babam o günden sonra şeçimlerimde baskıcı bir tutum takınmadı. Okuluma gidiyor, diğer arkadaşlarımın çoğu hecelerken öğretmenimin bana verdiği cin ali, kuzu ve kurt gibi basit çocuk kitaplarını okuyordum. öğretmenime gelince 1.70 m boylarında, göbekli, bıyıklı, bazen çok sert bazen çok sevimli olan bir adamdı. Bizim eğitimimiz için kendi parasından dahi harcama yapar, bize çocuğu olmadığı halde çocuk kitapları almıştı en başta. Fakat bilirsiniz, eğer köyde yaşıyorsanız ve tarlalarınız, hayvanlarınız varsa öğretmenler potansiyel iş gücünü çalan, çocukların aklına şehir hayalleri ve olmayan fırsatlarıyla, gerçekçi olmayan boş düşünceleri çocukların aklına ekiyormuş gibi düşünen insanlarla doludur. Aslında bir bakıma doğrudur bu. Çünkü öğretmen oradaki insanların çamura batmaktan dahi keyif aldığını unutup, sürekli işkence çekiyormuş gibi bir halleri olduğuna inanır. Bu da onlara köylüye karşı acıma hissi uyandırmakla kalmayıp, aynı zamanda onları yalnızca okul yoluyla kurtarabileceğine inanır ve onlara inanılmaz vaatleriyle dolu, her şeyin kolay olduğu harika bir şehir hayali kurdurur. Bu şekilde onların buradan çıkma arzusunu körükleyecektir aklınca.Tümünü Göster
Aileler ise tamamen çocuklarının iyiliğini ister, bilirler ki ister köyde ister şehirde çalışmadan acı çekmeden yaşamak ancak ya babanın parasına, ya da bir şekilde kandırıp parasını alabileceğin insan sayısına bağlıdır. Bu kandırma bir çok şekilde olabilir, belki bir bankacı rolüyle, belki de kurtarıcı.
Babam siyasetin hiç bir türlüsünü sevmezdi. Nadiren bizi soymayı düşünmüyorlar derdi, hangisi köylünün yanında ki ? Babam için siyasetin bu kadar kompleks olması, onu anlayamayacak insanları aptal yerine koyup soymak içindi. Diğer taraftan hiç kimse soyulanlar adına düşünmezdi. Hangi memur köylü ve işçinin yaşam koşullarını, aldığı riskleri ve verdiği emeğe karşı aldıklarını sorgular ki ? Belki sadece aldığı parayı ve yaşaması için gereken parayı düşünür, kuduz salgını dediğin nedir ki hayvanı olmayan için ? Biz aşısını yaptırdık derler...
Bu anlattıklarım öğretmen ve veli gözünden köy ve kırsal kesimlere bakabilmeniz içindi. Bu iki taraf birbirlerine göre bir şeyi anlamazlar, ikisi de birbirine göre gözü kapalıdır ve gerçekleri reddeder.
Ama biliyorum ki ikisi de iyi insanlardır ama yapabilecek bir şey yok ortak noktaları çok az...
4. Sınıftan sonra okumaya devam edebilmek için köyden ayrılmalıydım. O zamanlar hatırladığım kadarıyla 5-8 okulundan sonra aynı ad altında devam eden liseler veya sadece dört veya üç yıllık liseler vardı. Bizim grup vardı hani dört kişilik muşambaya sarılı çocuklar... Adem 1 sene önceden bitirmişti, Emine'yle Yusuf'un aklında büyük ihtimalle okumak bile yoktu. Ben de onları köyde bırakıp gidecek değildim. Yıllardır birbirimizi tanıyorduk yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Yazın bir günü Arif abinin verdiği benim boyumda bir köpekle oynarken, okula giderken hep geçtiğimiz kocaman bir ağacın altında üçünü toplanmış gördüm. Bu pek rastlanacak bir şey değildi çünkü herkesin bir işi olurdu genelde, kimisi koyun güder kimisi çalı çırpı yığardı kışın yakmak için. Onları görüp konuşma mesafesine koşarak geldiğim anda Adem, yüksek bir sesle oku! dedi. Hemen Yusuf söze karıştı ve o sevimli ve çocuksu köylü aksanıyla hocanın bize anlattıklarını güzel bir tekrar geçti. Emine ise taşın üstüne oturmuş, önüne bakıyor, bacağını sallıyordu. Sence dedim, bana baktı, gülümsedi, kafasını indirip önüne bakmaya devam etti. Duymuştum, demek istediklerini duymuştum: Senin gitmene üzülüyorum, keşke burada kalabilsen. Ama kendin için git, beni düşünme, daha iyi bir insan olmak için git, seni burada bekliyor olacağım. Artık kelimeleri kullanmadan konuşmanın yollarını bulmuştuk... -
-
1.
0Güzel yazıyosun panpa takipteyim
-
1.
-
8.
+2manas destanini mi ozetledin bu ne amk
-
9.
+2#bababeniokulagönder
-
10.
0Rezerved
-
11.
0Rez pampa
-
12.
01.parti okudumda konu ney pnp ne oluyor ilerde
-
13.
0Rezerve
-
14.
0Bune kardeşim ergenekon destanı gibi
-
15.
0Rezervuar
-
16.
0Rez kesin okuycam
-
17.
0Rezervasyon
-
18.
0Yazsana yaram
-
19.
0Rezerve
-
20.
0Yaz pnp
başlık yok! burası bom boş!