http://birincicogul.blogspot.com/
Bazen kendimi aşırı bacanak hissediyorum.
Hiç bacanak olmadım, medeni durumum bacanak olmaya elverişli hale gelmedi hiç, zaten tam da bu "hiç yaşamadığın halde biliyormuşsun" hissinden bahsediyorum.
Mesela hiç gece bekçiliği yapmamışsındır ama hakkında saatlerce konuşabilirsin, sonunda "abi çok sıkıcı iş" diye bağlar çıkarsın konudan, halbuki kazın ayağı öyle olmayabilir, belki adamlar kendileriyle baş başa kalıp meditasyon kafası bir deneyim yaşıyorlar her mesaide"?"
Bu bilmeden biliyor olma hali hayatın her anında karşına çıkabiliyor, özellikle konu kendini korumaksa iç güdüsel olarak en kötü senaryolar düşünülüp en güvenli yollar seçiliyor, bu yüzden çok iyi şarkı söyleyen mimarlar, çok iyi oyunculuk yapabilen ama hiç sahneye çıkamamış doktorlar ve çok iyi eş/ebeveyn olabilecekken hiç evlenmemiş bekarlar var.
Bu kendini koruma güdüsü nadiren sevdiğini koruma güdüsüne dönüşebiliyor, gerçekten mutlu edemeyeceğini düşündüğünde mesela maddi veya sağlık sorunları gibi sorunlarla uğraşıyorsan uzaklaşmayı seçebiliyorsun.
Bu noktada Yeşilçam filmlerini referans almamakta fayda var, zira yeterince ikna edici olabilirsen, karşı tarafın kendini koruma iç güdüsü devreye giriyor ve yerine alternatifler bakmaya başlıyor.
Hayatı senden daha yolunda birinden ilgi gördüğünde bum! tetiği çekiyor.
Tebrikler nurtopu gibi bir derdin daha oldu.
iş hayatındaki seçimlerimizi para yönlendiriyor, en fazla parayı en garanti şekilde kazandıracak meslek en güvenli yol olarak görülüyor, evet bir çok sabit giderimiz ve bunları karşılamak için paraya ihtiyacımız var ama aslında en büyük gider kalemimiz mutluluk.
Sahip olduğumuz parayı hep bizi daha mutlu edeceğine inandığımız şeyler için harcarız, peki bir oyun sonunda ayakta alkışlanan tiyatrocu o an yaşadığı mutluluğa eşdeğer bir mutluluk yaşamak için ne kadar harcamalı?
Demem o ki; ön yargılarımızdan ve korkularımızdan sıyrılıp kendi ruhumuza teslim olmamız şart, ancak o zaman hayatta olmamız anlamlı olabilir aksi halde programlanmış bir hayatın esiri olarak yaşlanırız, aynaya baktığınızda o beden o ruha ait değilmiş gibi gelir, hatta bazen aşırı bacanak hissederiz...
Mutlu sonlar sadece filmlerde olur, çünkü hayat tek senaryo üzerine kurulu değildir ve mutlu/mutsuz yüzlerce hikayenin toplamından oluşur.
O gerçek "son" geldiğinde sen aramızda olmayacağın için istatistiklere gömülmenin anlamı yok.
Biraz sıyrılmayı dene kaygılarından, katıldığın düğünlerle gömdüğün cenazeleri unutamazsın ama aynı yoldan geçmiş insanların tekrar anlamlı şeyler yaşadığını görerek hayata bağlanabilirsin.
Gerçekten dünyada başına gelebilecek tek kötü şey kendi ölümün, onun dışında yaşadıklarının tamamı tecrübe.
Hayatını film şeridi gibi geçmeye başladığında gözünü boşluğa sabitlemiş gülümsüyor isen iyi bir hayat yaşamışsın demektir ve bunun bitmek bilmeyen stresli mesai saatleriyle elde etmen pek mümkün değil.
Yani hayatının çoğunu para kazanmak için harcıyorsan, korkarım izlediğin o son film de ofiste geçiyor olacak.
Sevdiğin işi yapıyorsan lafım yok, ama mümkün olduğunca çok gezip çok insan tanımak lazım.
Yürüdükçe güçleniyor bacakların.
Gördükçe berraklaşıyor zihnin.
Sevdikçe gençleşiyor kalbin.
Sen de biliyorsun bunun için yaratıldık, en büyük ahmaklık kendini tekrar eden karbon yıllar.
Bazen kendimi aşırı azrail gibi hissediyorum, bir gün hepinizle karşılaşacakmışım gibi, o gün geldiğinde bana anlatacak hikayelerin olsun, yolda canımız sıkılmasın, yol uzun, güle oynaya gidelim olur mu?