+1
şimdi buraya bi yazı atıcam bütün soru işaretleriniz gidecek
edit:
Bugün fikrî zemînde savaş açmam gereken konunun, AŞK denilen yanılsama olduğuna dâir mesajlar aldığımdan ötürü bu tür paylaşımlar yaptım.
Verdiğim kalıcı rahatsızlıktan ötürü özür filân dilemiyorum.
Sanbay acı söyler.
Ahmaklar bir aşkın ardından zırlarken veyâ yeni bir aşk için heyecân duyarken; zekiler çalışır veyâ 14 Şubat'ı îcâd eder.
•
**
Beşerî aşk, iki kişilik batıl bir dîndir.
Yüzük gibi dînî sembolleri, sevgi sözleri ve ortak kelîme haznesi gibi ilâhî ve telkînleri, sıcacık bir yuva hayâli gibi cennet vaatleri vardır.
Vaatlere olan îmân eksilince aşk biter, ilâhî ve telkînlerin beyin yıkama metodları olduğu düşünülmeye başlanır, semboller birer etiket gibi algılanır.
•
**
Aşk acısı zannedilen şeyin esâs sebebi, aile tarafından tatmîn edilmesi gereken sevgi ve şefkat gibi duyguların yeterince doyurulmamış olması ve sâhibsizlik hissidir.
Varoluşun ma'nâsızlığından kaçma türlerinin birisi de budur.
Çözüm yolu ise, bu hakîkati hîçbir zamân akıldan çıkarmadan, aşk zannedilen şeyin bir yanılsama olduğunu ve bu serâbın gerçek dertlere bir çözüm sunmayacağını bilerek kendi hayâtını Erdemlilik zemininde kurmak ve kendi ayakların üzerinde durmaktır.
Hayâtta başarılı oldukça ve maddî - mânevî güç kazandıkça bu tür duyguların; sevgi ve şefkât ihtiyâcı ile birlikte birtakım doğal hayvânî içgüdülerin yanlış bir yorumlanması olduğunu anlarsınız.
Şimdi, fikir üretmek ve maddî güç kazanmak sırasıdır.
O hâlde, kolay gelsin.
•
**
"Beni aşka inandır" diye bir parçayı seslendiren grubun adının "Kolpa" olması ne ironik.
•
**
Bir şeyin seni duygulandırması, onun doğru olduğunu göstermez.
Bîlakis, neredeyse bütün yanlışlar insânı duygulandırarak cezbedenlerdir.
Sözde arkadaşlıklar, futbol fanatizmi, beşerî aşka dâir saçmalıklar; işte bunlar, insânı hep duyguları aracılığı ile zehirler.
•
**
Sevgili ergen dostum...
Âşık olduğun insânla tanışmana vesîle olan sıradan tesâdüfleri, inanılmaz bir kader diyerek dramatikleştirmek zorundaydın.
Aksi hâlde kendini âşık olduğuna inandıramazdın.
Âşık olduğun kimse benim bakış açıma göre gâyet döl isrâfı ve gereksiz bir kimse olsa da, senin için bir anlam ifâde ediyor.
Çünkü bu anlamı, hormonlarının dikte etmesi ile sen inşâ ettin.
Aşkın ve tutkunun gözlerine çektiği perde inince, onun burnunun aslında ne kadar da büyük olduğunu ve kulaklarının kepçeliğini en az benim kadar göreceksin dostum.
•
**
(+18'dir. Balaları uzak tutun.)
Hızlıca karalamıştım, imlâyı kafaya takma.
Aşk konusunda:
Bu konuda aklımdaki fikir..
Üç ayrı fikrin bir sentezinden ibâret..
Birincisi Arthur Schopenhauer'in Aşkın metafiziği adlı kitabında verdiği örnekten yola çıkarak..
insân soyunun devâmını sağlamak için, aşık olur.
Yani üremenin süslenmiş hâline aşk denir diyor.
Ben buna katılmakla birlikte sığ yani yetersiz olduğunu biliyorum.
Diyor ki.. Kadınlar, hamile kaldıktan sonra, 9 ay boyunca doğurganlıkları sekteye uğrarken..
Erkekler, her ân yeni döller üretmeye hazırdır..
O yüzden, Doğa erkeği çapkınlığa iter...
Bir de şunu söylüyor özetle...
insân, karşısındakinde, kendi genetiğindeki ekgiblikleri arar.
Çok yüzeysel bir örnek olarak:
Erkeklerin, yüzü pürüssüz kadınlardan bilinçsiz olarak daha çok hoşlanmasını, yüzü pürüssüz olan kadınların hormonal açıdan daha sağlıklı ve dolayısıyla daha doğurgan olmasına bağlamış.
Veyâ kısa boylu birinin uzun boylulardan hoşlanması, dişleri eğri olanların, inci dişlilere ilgi duyması gibi daha yüzeysel fikirleri de var.
Özetle, Arthur Schopenhauer aşkın kökenine soyun devâmını ya'nî Freud'u etkileyecek biçimde cinselliği koymuş.
ikincisi Carl Gustav Jung'un anima ve animus kuramında anlattığı durum.
Her erkeğin içinde bir kadın ve her kadının içinde ise bir erkek vardır diyor.
Yani, bir erkeğin kafasında; annesinden, ablasından, çevredeki kadınlardan ve kendi içindeki ostrojen gibi kadına dâir bileşenlerden ötürü bir kadın prototipi vardır... Bu prototipe en uygun olan kadına âşık olur.
Eğer tanıdıkça, kadının aslında bu prototipe pek de benzemediğini idrâk etmeye başlarsa, işte orada aşkın ve heyecanın bitimi başlar...
Tam tersi, kadınlar için de geçerli.
Her kadının içerisinde, babasından, abisinden çevredeki erkeklerden sentezleyerek oluşturduğu ve testesteron gibi erkekliğe dâir kendi içerisindeki biyolojik bileşenlerden kaynaklanan bir erkek prototipi vardır...
Zamânla, karşıdaki adamın bu prototipe uymadığını anladığında aşk ve heyecan biter...
Üçüncüsü ise Baruch Spinoza'ya âid şefkat kavramı.
Ki ben en çok bunun gerçekliğine inanmaya yatkın olduğum için, geçen de aslında sana bundan bahsetmiştim.
insân, ki özellikle erkek, annesinin karnındaki huzûrlu günleri özler ve karşıdakinde de şefkât arar diyor...
Özetle budur.
•
**
Aşk acısı, iyi bir aileye sâhib olmamanın göstergesidir.
Anne ve babasından yeterli sevgiyi gören ve kendisine güvenen bir kimsenin aşk acısı çektiğine tanık olmadım.
•
**
Hayâtta, işyerinde ve arkadaşları arasında başarısız görülen kimselerin aşk acısına daha yatkın olduğunu gözlemledim.
Başarısızlık hissi ile aşk acısı paraleldir.
•
**
Evlendikten sonra günden güne çirkinleşmenin sebebi aslında fiziken de çirkinleşiyor ve yaşlanıyor olmanla ilgili değil:
"Evlendikten sonra kocan tarafından çantada keklik olarak görülmeye başlaman."
Gerdek gecesinden bir sonraki sabah; kocan, seninle aynı yatakta uyanmaktan ötürü tiksinti ve yükümlülük hisleri ile karışık bir duygulanım içerisinde olduğunu henüz kendisine bile îtirâf edememişti.
Aşk, elektrik ve su faturaları gelmeye başladıkça bitti. Artık aşkın yerini mecbûrî birliktelik aldı.
ilk çocuğunu doğurduğun ân, müebbed hapse çarptırılmış oldun.
Genel aftan yararlanıp hapisten çıksan bile, sen artık mahkûm damgasını yemiş bir insândın.
•
**
AĞLAK: Bir Erdemsiz türü. Yalancı bir beşerî aşk uğruna bireyliklerinden vazgeçenlerdir.
Erdemliler, ağlaklara şöyle der:
“Seni annen kadar hîçbir kadın sevmeyecek, seni annen kadar hîçbir adamın sevmeyeceği gibi. “
Erdemliler, ağlaklara şöyle der: “Sevgini hak etmeyeni, sadâkâtinle oyalama.”
•
**Hayât cilveli bir kevâşe gibi nazlanır durur da, kendisini elde edilmez bir kıymet gibi sunar.
Kafası karışık olan kişioğlu, onun işvesine aldanıp, o nazlı dilberin peşinden koşar ve ömür tüketir.
Lâkin, onun güzelliklerine sâhib olundukça, "hayât" adlanan bu dilberin hiçbir çekiciliği kalmaz.
Cilveleri bayağı gelmeye; o keskin bakışları sönükleşmeğe başlar.
Bunu erken fark eden kimseler, hayâtın sâhte keremlerine değil; ulvî mefkûrelere, kutlu ülkülere ömrünü adar.
•
**
bir türkçü
Tümünü Göster