-
1.
+6 -1bir anda,
durduk yere,
çok alakasız ve rastgele mekanlarda bulmak kendini,
6 saat, 6 dakika süren bir rüya gibi.
ama tam anlamıyla gerçek,
anlatayım,
ilk olduğunda küçük bir çocuktum.
gündüz ateşle oynamış, is kokuyor diye beyaz sabunla yıkanmış, tertemiz yatağına yatırılmış, masum, sıradan, aptal bir çocuk...
tavanda oynayan soba ışığına bakarak dalmıştım uykuya.
derin bir uğultu geldi divanın altından. cinden periden korkan çocuklardık o zamanlar. kaskatı kesilince belalar def olur sanardık. bekledim çaresizce uğultunun şarkısının bitmesini. net ve tiz bir çınlama ile bitti uğultu.
sonra ışık gözlerimi yaktı.
yatağımda yatan ben,
bir anda kendimi sokakta,
bir hastanenin bahçesinde,
bir arabanın kapı koluna tutunurken buldum.
o kadar çok bağırmışım ki korkudan, başıma üşüşenler arabanın kapı kolundan zor ayırdılar elimi. hiçbir şey konuşamıyor, hiçbir şey hissedemiyordum.
halbuki daha 1 saniye önce yatağımda sobanın gürültüsünü dinliyordum.
birşey beni oradan alıp hiç bilmediğim bu soğuk yere getirmişti.
soğuktu hastanenin bahçesi. istanbul'dan daha soğuktu en azından.
karlar vardı binanın güneş almayan kenarlarında.
kıvırcık kahverengi saçlı bir doktorun karşısındaydım. gözüme ışık tutuyor ve adımı soruyordu.
hızlı nefeslerimden aralık bulup adımı öğrenemeyince sıkı sıkı sarıldı bana.
diğer meraklı gözler bana bakıyordu.
"nerden geliyir bu çocuk. kimi kimsesi yoktir acaba ? kimin uşağısan evlat, deyiver daa"
erzurum'daydım. -
2.
+5o zamanlar ya yediyim, ya sekiz.Tümünü Göster
bilmem erzurum falan.
bi köy bilirim istanbul'dan başka, o da yeşil mi yeşil, nemli mi nemlidir.
çok zaman sonra anladım ilk yolculuğumu erzurum'a yaptığımı.
doktor bütün tehlikeleri çıkardı odadan.
gülümseyerek bakıyordu yüzüme.
"adın ne, en azından onu söyle bana" dedi.
"nuri" diyebildim sadece.
"kaç yaşındasın" diye devam etti.
okula gidip gitmediğimi, kaç kardeş olduğumu falan sordu.
babamın adını, annemin adını, nerede yaşadığımı sordu.
"küçükyalı" dedim.
"istanbul, küçükyalı'mı" dedi.
"evet" dedim.
"buraya kime geldiniz ki" dedi.
işte buydu...
ben buraya birine misafir gelmiş olmalıydım. arada yaşadıklarımı unuttuğum için böyle şaşkındım. aslında yatağımdan kalkmış, arada başka şeyler falan yaşamıştım, sonra buraya gelmiştik falan.
eee, o zaman annem, babam, kardeşlerim... buralarda olmalılar.
"annemi ve babamı istiyorum ben" dedim.
"hadi gel buralardalar mı bakalım" dedi kıvırcık doktor.
çıktık koridora.
polis ordaydı, sakinledin mi delikanlı dedi. cevap vermedim sanırım.
koridor boyunca yürüyüp başka bir odaya girdik.
orada bir şeyler konuştular.
hoparlörden anons falan yaptılar, polis telefonla falan konuştu, insanlar oralara buralara falan koşuşturdular.
o arada bana ayran ve yağlı ekmek verdiler.
arada ağladım.
çişim geldi tuvalete falan gittim.
sonra karakola gittik.
genç ve ter kokan bir polis abi beni daktilonun başına oturttu oynayayım diye.
tuşlara falan bastım.
adımı falan yazmaya çalıştım.
aynı anda bir kaç tuşa birden basınca daktilo sıkıştı.
polis abi gelip bir parmak hareketiyle düzeltti falan.
akşama kadar oralarda oynadım durdum.
kelepçeli abilerin olduğu demir parmaklıklı bodrum kata falan bile baktım.
komiser amcanın odasındaki uzunca koltukta uyumuşum sonra.
uyandığımda, her zamanki divanın üzerinde yatıyordum.
alnımda kötü kokan bir bez vardı.
annem koşarak geldi odadan. hemen ardından da babam.
yanlarında orhan abi de vardı.
orhan abinin kamyoneti vardı. hastaneye zütürmek için çağırmışlar onu demek ki.
annem alnıma elini koydu, sonra koltuk altlarıma falan baktı.
"ateşi düştü bir anda" dedi.
ben yine ağladım.
olanları anlattım.
rüya görmüşsün dediler.
kıvırcık doktoru, ter kokan polis abiyi, göbekli komiseri anlattım.
gülümsediler.
olay unutuldu gitti 3 gün içinde. -
3.
+5aradan 1 yıldan fazla geçmiş.
sene muhtemelen 85 falan. yaz ayları. ne kadar da sıcak hava.
okuldaydım, demek ki ya haziran, ya eylül falan.
gündüzleri nasıl sıkılıyorum okulda.
öğretmenimden nasıl nefret ediyorum.
nasıl boğuluyorum gri bir şehrin kahverengi okulunda.
anlatıyor öğretmen arada.
ama herkes sırayla kalkıyor tahtaya.
orhangazi, bizans tekfurları, murat hüdavendigar, beyazıt ve timur, falan ile filan.
ilgimi çekmiyor pek.
sıra da bana gelmez nasılsa.
dalayım şurada hayallere derken,
gene o uğultu geldi merdivenlerden.
kalktım ayağa.
"nuri nooluyo" dedi öğretmen sertçe.
"geliyo örtmenim" dedim
ne kapı açıldı, ne bir defter sayfası kıpırdadı yerinden.
o net ve tiz çınlama savurdu bakışlarımı tavana.
bir kaç saniye sürdü içimde kalan nefesi verebilmem. öncesinde sıkıştı kaldı ciğerime.
gözlerimi açmadım.
açmak istemedim.
kulaklarımı da kapattım.
ama aradan sızan sesler iyice korkuttu beni.
motor sesi geliyordu.
ama arabanınkinden farklı.
daha tek tek vuruyordu motor. pat pat pat diye.
ayaklarımı bastığım yer aşağı yukarı, sağa sola sallanıyordu.
yavaş yavaş açtım gözlerimi.
karanlıktı.
yıldızlar vardı, ay vardı.
yine soğuktu.
bir teknedeydim bu sefer.
sıkı sıkı tutundum küpeşteye.
bağırmadım ama.
korktum, ağladım, ama bağırmadım.
bir fener tutuldu yüzüme.
"kimsiiin ?" dedi feneri tutan. yüzünü göremedim.
"abi, ben , şey" diye kekeledim.
"ula kimsinnn ?" diye bağırdı adam.
"kaptaaaan, kaçak yoldu vaaar." diye döndü arkasını.
hani atlasam denize, o kadar da iyi yüzemem.
hem karanlık, hem teknenin ne kadar yüksek olduğunu bilemiyorum.
çaresiz çöktüm olduğum yere.
kocaman bıyıkları olan bir amca geldi yanıma.
tuttu ensemden, döndürdü kendine doğru.
"ne arıyorsun burda. kimin çocuğusun sen ?" dedi.
söyledim adımı, anamın babamın adını, nerede yaşadığımı.
dümenin olduğu küçük kabine zütürdüler beni.
ışıkta yüzüme daha dikkatli baktılar.
toplamda 10 kişi falan vardılar.
motor pat pat pat ses çıkarmaya devam etti. -
4.
+1midem bulandı bir süre sonra.Tümünü Göster
güneş ise halen yoktu.
üşüdüğüm için bana çay verdiler.
içinde şeker yoktu. yine de içtim birazını.
"gerze limanına bırakalım, jandarmaya telsiz edelim" dedi kocaman bıyıklı amca.
aldığı emri arka tarafa doğru bağırdı genç olan.
"kimin çocuğusun oğlum sen? ne işin var teknede? bak tehlikeli yolculuk bizimkisi ? giden olur, dönen olmaz bazen... karadeniz bu" dedi.
"amca, ben kendimi bir anda başka yerde buluyorum bazen. daha önce de oldu bu. suçum yok. annemi babamı seviyorum ben. bizim alpaslan kaçar hep evden. ama ben kaçmam hiç . vallahi bak " diye ağladım.
"tamam tamam. bak seni jandarma abilere verecez, onlara anlat tamam mı. annenin babanın adını, evinin yerini falan deyiver onlara. evinden uzaklara gitme bi daha tamam mı."
"tamam"
bir süre sonra tekne ışıklara doğru yol almaya başladı.
yani aslında he o yöne yol alıyormuş ama, ışıklar belli olmaya başlamış. toplasan 10 tane ışık ya var ya yok. içinde bir kaç tane de mavi ışık yanıp sönüyordu. polis arabası gibi.
motor pat pat yapıyordu. ses karşıki koyaklardan geri geliyordu. limandan kocaman bir ışık tuttular yüzümüze. halatlar atıldı, eller sıkıldı.
beni bir cipe bindirdiler.
çalkalana çalkalana gittik biraz. kimse bir şey sormadı.
üşüdüm diye asker abilerden biri üzerime yeşil bir parka verdi.
"bak başçavuş oldun" dedi gülerek.
kolunda ay yıldız, altında ve kenarlarında sarı çizgiler vardı.
şapkam da olsaydı, bi de silahım.
ne güzeldi askerler arasında olmak. savaşa gidiyorduk sanki. atatürk'ün askerleri gibi.
taş bir binanın önünde indik cipten. kapıdaki asker abi bağırarak selam verdi bize.
içeride kimsecikler yoktu. odanın birinin kapısını açtılar. içeride yine kimse yoktu.
biraz bekledikten sonra bir abi geldi. üzerinde üniforması yoktu. ince bıyıkları vardı. gülümsedi bana.
"evet delikanlı. adın ne senin ? "
"nuri, abi"
"kaç yaşındasın nuri?"
"9, abi "
"okula gidiyon mu ? "
"evet, ahmet rasim ilkokulu'na gidiyorum"
"ama burda öyle bir okul yok. Sinop'ta da yok. nerelisin sen ? nerden geldin ?"
"istanbul'daydım ben. okuldayken bir ses duydum. sonra burda buldum kendimi. bir de baktım teknedeyim"
"nasıl, nasıl... bir dakika şimdi."
"valla bak. yemin ederim yalan söylemiyorum. allah kuran ekmek çarpsın böyle oldu"
"tamam ağlama, bak burada asker abiler ağlamaz. ağlayana şapka da vermezler, silah da. sen şimdi anlat bakalım. evin nerde senin ?"
anlattım evimin olduğu yeri. hatta kedilerimin adını bile söyledim ona. topal, keko, tutu falan. abi çoğunu yazdı. arada telefonla falan da konuştu. asker abiler bana ekmek ve yağ getirdiler. şekerli çay da...
sonra asker abilerin kaldığı tek katlı uzun binaya doğru gittik. içeride bir sürü yatak vardı. bir kişi altta yatıyordu, diğeri üstte. hep ranzamız olsun istemiştim.
koğuştan girerken yanımdaki asker abi bağırdı.
"koğuş kaaaalk. içtima gayrısıızz. bakın orgeneral geldi koğuşa."
"havacı mı, karacı mı, denizci mi bu torun?" dedi ranzaların arasından biri.
gülüştüler falan.
sonra beni koğuşçu dedikleri bir abiye emanet ettiler. o da bana kocaman bir bıçak verdi. ama kenarları hiç keskin değildi.
"bak bunun adı süngü. korkarsan bunu silahının ucuna tak" dedi.
ben üst ranzada yatmak istedim. "düşersin komutanım" dedi gülerek.
sonra yattım yatağa. süngümü de yanıma koydum.
üstümdeki ranzanın altındaki suntada rakamlar yazıyordu. her biri çizilmiş rakamlar. kalp işaretleri, yılan resimleri vesaire. çizenler çok kötü çizmiş ama. hepsini okumak epeyce zaman alırdı, o kadar yazı... hep "şafak" diye birşeyler yazmışlar. garipleşmiş buradaki asker abiler.
gözlerim kapanırken dışarıdaki asker abiler değişik ses tonlarıyla ve sırayla rakamlar söylüyorlardı. en son başka bir asker abi "emir ve görüşlerinize hazırdır komtanım... SOOL" diye bağırıyordu.
gözlerim kapandı.
uykunun kalanında gereğinden yumuşak bir yastık ve kolonya kokusu hissettim. gözlerimi açtığımda çok fazla ışıktan rahatsız oldum. koluma iğne batırmışlar ve ucuna bir hortum bağlamışlardı. koltuğumun altında ıslak bezler vardı. tam hepsinden kurtulacaktım ki annem elimi tuttu.
"oğlum nooluyo sana, ne senin hastalığın ?" diye ağlamaya başladı.
ben de ağladım o ağlayınca.
doktor geldi. gözlerime fenerle baktı. kulağıma bir şeyler soktu.
sabah olunca hastaneden çıkıp eve gittik.
bir kaç kez daha hastaneye zütürdüler beni.
hatta çok güzel bir ablayla uzun uzun konuştuk. ama ona nerelere gittiğimi ve kimleri gördüğümü, kısacası neler yaşadığımı anlatmadım. -
-
1.
0Lan sözlükte 1. nesil kalmış mıydı?
-
2.
0serkan'a sorun...
ne kadar kaldığını,
neden bu kadar az kaldığını o söylesin.
-
1.
-
5.
0yine yaz aylarından birinde,
heybeliada'daydık.
değirmenburnu'nda kilimden ve çamaşır ipinden yapılma bir salıncağın içinde sallanıyordum.
çam ağacının ince yaprakları güneşi perdelemeye yetmiyordu. adaya yaklaşan motorların sesi ile arada geçen fayton takırtısı birbirine karışıyordu.
hava sıcaktı.
ben sakızı çam ağacındaki reçineden mi yapıyorlar diye düşünürken uğultu yavaştan yaklaşmaya başlamıştı bile.
korkmuyordum artık.
gel bakalım der gibi doğruldum salıncağın içinde.
annem çekirdek yiyor ve martı gibi denizi tarıyordu gözleriyle.
"anne korkma tamam mı" dedim.
çekirdek paketini fırlattığı gibi yanıma koştu. o yanaklarımı tokatlarken gözlerim çoktan kararmış, kulaklarım o net çınlamadan başka şey duyamaz hale gelmişti.
sonra burnum kötü kokular almaya başladı. bakalım bu sefer kimlerle nereleri gezeceğim diye düşünürken açtım gözlerimi.
hiçbir şey göremiyordum.
tıpkı bizim köy gibi inek taku kokuyordu.
bağırsam mı diye düşündüm.
uzaktan silah ve köpek sesleri geliyordu.
karanlığın içinde bir ışık sızıntısı gördüm.
emekleyerek gittim. o tarafa. yer vıcık vıcıktı.
ışığın sızdığı küçük çatlağa yaklaştım.
dışarıda bir tepenin üstünde bir çift araba farı vardı.
içinde bulunduğum binayı aydınlatıyordu farlar.
arada farların önünden birileri koşarak geçiyor, bağrışıyordu.
bitişik odada birileri bilmediğim bir dilde konuşuyordu.
bir bebek ağlıyordu. -
-
1.
+1ustam bu da 36 kez dünyaya geldim gibi olmasın be lütfen lütfen yalvarıyorum yarım kalmasın
-
1.
-
6.
0"kimse yok mu" dedim.Tümünü Göster
konuşmalar kesilmedi.
sesimi biraz daha artırdım.
"kimse yokmuu"
konuşmalar kesildi.
bulunduğum karanlık yere açılan tahta kapı aralandı.
"kim var orda" dedi bir adam sertçe.
"ben... ben kayboldum... annemi istiyorum... kayboldum ben" dedim.
"kimsin ki sen ?" dedi adam... karanlıkta gözleri beni arıyordu. sessizce çıktım yerimden.
adamın elinde küçük bir tüfek vardı. bizim köydeki tüfekten küçük, ama daha girintili çıkıntılıydı.
"gel bu tarafa, bu tarafa" dedi adam. tüfeğini kayışından sallayarak arkasına doğru attı.
bu sefer korkuyordum işte... hem de ilk seferinden daha çok. her yer kötü kokuyordu ve birisi tehditkar bir şekilde bana doğru yürüyordu.
"sen kimin çocuğusun, burda ne işin var ?" dedi abi. yaşı babamdan fazla değildi.
"ben kayboldum abi" dedim.
"misafir misin ?" dedi.
"evet" dedim. ( niyeyse ! )
"kime misafirsin?" diye sordu.
"osman amcalara" dedim. ( osman da kimse !)
"hangi osman ?" dedi.
tam cevap verecektim ki, öbür odadaki abi "hele gel gel, bırak orayı" dedi.
beni kolumdan tutup içerideki odaya aldı. "sen burda bekle, bu duvara yanaşma" dedi.
dışarıdaki farların ışığı küçük, yüksek camdan giriyor odayı kısmen aydınlatıyordu.
o zaman gördüm, biri bebek, biri benim yaşlarımda iki çocuğa sarılmış beyaz tülbentli kadını. onun yanına doğru emekledim. kadın anlamsız bir şekilde yüzüme bakıyordu.
iki abi gene bilmediğim dilde bir şeyler konuştular.
farlar yönünü değiştirmiş olmalı ki karanlık daha da arttı.
abilerden biri cebinden bir kibrit çıkarıp çaktı. ilkinde yanmayan kibrit ikincisinde alev aldı. odanın içine şöyle bir tuttu. kibrit sönmeden hemen önce bana baktığını gördüm. o da şaşkındı.
farlar iyice yok oldu.
bir kibrit daha yandı. sonra bir gaz lambasını yaktı abi.
kadın bilmediğim o dilde bir şeyler söyledi. kızgın gibiydi. bebek ağladı. yaşıtım olan çocuk annesine daha da sıkı sarıldı.
lambayı yüksekçe bir yere astılar.
"hele gel bakalım çocuk" dedi abilerden biri.
ayağa kalktım.
"hangi osman'mış bu?" dedi.
"ben de bilmiyorum ki abi" dedim. "sadece osman işte. babamın arkadaşı... bi de akrabamız."
"sen nerelisin?, buralısın ?" dedi öteki abi. bir gözü küçük bir aralıktan dışarı bakıyordu.
"istanbul" dedim.
"burası olmak isteyeceğin bir yer değil arkadaşım" dedi abilerden genç olanı.
"bak adamlar gelmiş, köyümüze ateş ediyor. sen ise ineğimizin yanında beliriyorsun. adın da yok, amacın da belli değil"
sustum. zaten anlatacak ne vardı ki. o an kendimi sınıfın en zeki çocuğu ersan gibi hissetmek istedim. her şeyden sihirli sözleriyle sıyrılan, herkesin sevdiği ersan gibi. illaki sihirli kelimeler vardı, hangisini hangisinin ardına koysam diye düşündüm. ama öğretmenin ev ödevi olarak verdiği o salak matematik ödevlerinin karşısındaki kadar çaresizdim o an. beynim "çok başarılı olmak isteyen ama temeli olmadığı için yeterince başarılı olamayan" sıradan bir çocuğun beyniydi. sihirli kelimelerin de sayılar gibi bir mantığı vardı sanırım.
bu yüzden kolay olanı seçtim. sustum.
"sabah bakarsınız olacağına" dedi yaşı biraz daha fazla olan abi.
genç olanı gülümsedi bana. yandaki mindere uzanıp köşeye doğru attı.
"geç sen otur, konuşalım biraz daha sonra" dedi
beraber tahta bir kapıdan çıktılar. dışarıda bir iki kişi daha vardı.
onlarla konuşmaya başladılar.
arada biri türkçe konuştu.
"arkadaşlar, bakın bu işi çok uzattınız. o kadar anlamsız ki husumetiniz. kör dövüşüdür bu yaptığınız"
"öğretmen, bak, her yol denendi, kaç defa söyleyecez bunu. devlet arabulucu olmuyor. zaten devlet, asker hep kulak çekiyor, fırça atıyor. demiyor ki kavuncular haklıdır, veya haksızdır. demiyor ki kökçüler haklıdır, veya haksızdır. aranızda halledin diyor. kızıyor. gidiyor. sıkıyönetim diyor, silahlara el koyuyor. sonra bir yerlerden gene silahlar geliyor. gece yarıları bakıyoruz tepeden şahan gibi bakıyor kavuncular. örgüt diyor, çıkar kavgalarınız sınıfımızın ve halkımızın kavgasından yüce değildir. onlar da bir o yana oynuyor, bir bu yana oynuyor. biz bıkmadık sanki. biz bıkmadık sanki ?"
"ali, kardeşim, sen lise mezunu adamsın. az akıllı olmanı beklerim ben senin. bir mera için tüm bunlar... acımasızca, saçma, tehlikeli... gerek var mı ?"
"o mera bu hayvanın her şeyidir. hayvan da bizim her şeyimizdir. tek gelir kaynağımızdır. kaç kişidir giden huduta ? geri gelen kaç kişidir ? artık kaçak zordur ? vallahi herkes bardağın içindedir. dolmaaaz, taşaaaar."
"ooof of ali... ne diyeyim bilmem ki size... "
"bişey deme öğretmen. sen kendini kolla yeter... kıymetlisin. "
"demin içeride biriyle türkçe konuştun. misafirin mi var ?"
"yav hele... sorma... bir bak... bu çocuk bizim ahırdaydı... kime geldin diyorum, osman diyor. keke osman'ın kimsesi yoktur ki ona gelsin."
bir öğretmen yardım edebilirdi bana. çıktım ben de kapıya yavaşça. dışarıda 4-5 kişi daha vardı şimdi.
"gel delikanlı" dedi öğretmen. çenemden tutup ay ışığında yüzüme baktı.
"adın ne senin ?"
"nuri."
"kaça gidiyorsun nuri ?"
"beşe geçtim"
"kayıp mı oldun sen ?"
"evet."
"gel benimle" dedi.
kısa bir yürüyüş yaptık. abilerin neden başka abilerle kaga ettiğinden bahsetti. kaç öğrencisi olduğundan bahsetti. buranın van'ın başkale ilçesine bağlı kökçü köyü olduğunu öğrendim. bir öğretmene güvenmediğim için, ya da daha doğrusu hiçbir öğretmene güvenmediğim için ona aslında neler yaşadığımı anlatmadım. bana ekmek ve sarı tereyağı verdi. tereyağı kötü koktuğu için ekmekten biraz yedim. sobanın sıcağında sert bir yatağa yattım o gece.
uyandığımda ise yine geri gelmiştim, hastanedeydim.
annem artık korkmuyor gibiydi.
babam da gülümsüyordu.
"dayıları gibi cinli bu" dedi.
ben de gülümsedim.
gece adada kaldık.
balkonda çekirdek çitledik.
onlara da anlatmadım.
belki bir daha olmaz diye düşündüm.
olmamasını diledim.
ama bir yandan,
farklı olmak hoşuma gidiyordu.
keşke yaşadıklarıma inanacak birileri olsaydı.
ne kadar güçlü olurdum kim bilir ?