-
1.
+2Ben bu ceketi buraya koysam aradan 1 milyar yıl gecse o ceket insan olurmu amk çürüttüm
-
2.
0Ateizmi curutebilirim sorulari alayim.
Edit:beyler telden yaziyorum biraz yavasim k.b -
3.
0Allah bizi neden yarattı kardeş?
-
-
1.
0Allah ilk once evreni yaratti ve bu evrenin yeryuzundeki temsilcisi olarak buzi secti
-
-
1.
0Evreni niye yarattı
-
2.
0Kardes kusura bakma biraz uzun ama en iyi anlatan kaynaktan aldim. InsAllah yararli olur.Sâni'-i Zülcelâl ve Fâtır-ı Zülcemâl ve Hâlik-ı Zülkemâl'in bütün kemâlâtı hakikiyedir, zâtiyedir Gayr ve masiva O'na tesir etmez Yalnız mezahir olabilirler"Tümünü Göster
Evet, bütün âlemler O'nun icadıyla var olduğu gibi, bütün ihtiyaçlarını da O'nun tükenmez hazinelerinden tedarik etmektedirler ve bütün kemâlâtlarını O'nun mukaddes ve ezelî kemâlinden almaktadırlar
Bu soruyu soranlar şu hakikatten de gafildirler:
"Allahü Teâlâ'nın kudsî mâhiyeti, mümkinatın mahiyeti cinsinden değildir"
Cenâb-ı Hakk'ın varlığı vâcibdir ve zatîdir, yokluğu muhaldir Mahlûkatın vücudu ise mümkindir, olup olmaması olasılık dahilindedir; O’nun icadiyle yokluktan kurtulup varlık âlemine kavuşmuşlardır Öyle ise, tam istiğna, ancak Allah'a mahsustur, ihtiyaç ise mahlûkların tarafındadır
Bu hakikat Risâle-i Nur'da beliğ ve veciz bir üslûb ile beyan edilmiştir
"O'nun vücudu; zatîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir, zevali muhaldir ve tabakat-ı vücudun en rasihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir Sair tabakat-ı vücud, O'nun vücuduna nisbeten gayet zaif bir gölge hükmündedir Ve o derece Vücûd-u Vâcib, rasih ve hakikatli ve Vücud-u Mümkinat o derece hafif ve zaiftir ki, Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik sair tabakat-ı vücudu, evham ve hayal derecesine indirmişler; "lâ mevcûde illâ hu" demişler Yâni: Vücûd-u Vacibe nisbeten başka şeylere vücud denmemeli; onlar vücud unvanına lâyık değillerdir diye hükmetmiştir"
Allah’ın zâtı gibi, sıfatları da herşeyden müstağnidir ve her türlü ihtiyaçtan münezzehtir Zira O’nun bütün sıfatları zatîdir, sonsuz kemâldedir, mutlaktır Mahlûkatı yaratmakla bu sıfatlarının kemâlinde bir artma düşünülemeyeceği gibi, yaratmamakla da bir noksanlık tevehhüm edilemez
Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından biri hayattır O Zât-ı Akdes'in kudsî hayatı daimîdir, ezelî ve ebedîdir Ezelde hayatı ne ise, şimdi de, ebedde de odur Bütün hayat tabakaları O'nun kudsî hayatının cilvesi ile ortaya çıkar Elbette o Hayy-ı Kayyûmun kendi yarattığı ve bütün ihtiyaçlarını gördüğü, kemâle erdirdiği hayat sahiplerine muhtaç olması hiçbir cihetle düşünülemez
Allah’ın diğer sıfatı da ilimdir O Alîm-i Külli Şey'in ilmi sonsuzdur, mutlaktır Kâinatı yaratmakla olgunlaşmış değildir O Hâkim-i Zülcelâl'in ilmi ezelde ne ise ebedde de odur Bu âlemdeki bütün plân ve programlar, hikmet ve faydalar, hayır ve bereketler hep o ezelî ilmin tecellileridir O ezelî ilmin, bu tezahürlere muhtaç olması elbette düşünülemez
Cenâb-ı Allah'ın sıfatlarından biri de Kudrettir O Kadir-i Külli Şey'in kudreti sonsuz kemâldedir Her şey varlığında, devam ve bekasında o ezelî kudrete muhtaçtır Mahlûkatın yaratılması veya yaratılmaması, O'nun mutlak kudretinde hiçbir değişiklik meydana getirmez Yaratılan bütün varlıklar, O'nun kudretine mahkûm ve muhtaç, O ise her şeye hâkim ve her şeye kadirdir
irâde, Sem’, Basar gibi diğer sıfatlar da bunlara kıyas edilebilir ve Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları itibariyle de her türlü ihtiyaçtan münezzeh olduğu açıkça anlaşılır
Bu noktaya kadarki açıklamalarımızda her şeyin Cenâb-ı Hakk'a muhtaç olduğunu ve O’nun hiçbir şeye muhtaç olmadığını bir derece açıkladık
Şimdi de "O halde bu kâinatı niçin yarattı?" sorusuna cevap verelim:
Kâinatın yaratılışındaki hikmetler, esrarlar sonsuzdur Öncelikle şunu belirtelim ki:
Cenâb-ı Hak herşeyden müstağnidir; kâinatın varlığı ile yokluğu o’nun için eşittir, müsavidir Lâkin mahlûkat için, adem ile vücud yani yoklukta kalmakla var olmak bir değildir Yâni mümkinatın varlık âlemine çıkması, yoklukta kalmalarından kendileri için sonsuz derecede daha hayırlıdır Zira yokluk sırf şerdir; varlık ise sırf hayırdır, şereftir, kemâldir O halde mahlûkatın yaratılmasındaki bütün hayırlar, faydalar, menfaatler onlara aittir Allahü Teâlâ mahlûkata bakan bu maslahat ve faydalar için onları yoklukta bırakmamış, lütuf ve keremi ile varlık sahasına çıkarmıştır Yani, onlar için şer olan yokluğu değil, hayır olan vücudu, varlığı irâde etmiştir
Kâinatın yaratılış hikmetlerine gelince, bunlar iki cihette düşünülür:
Birincisi; Cenâb-ı Hakk'a, ikincisi ise hayat sahiplerine, özellikle şuur ve akıl sahiplerine bakar
Birinci Hikmet:
Bu kâinatın yaratılmasındaki en önemli hikmet, Allahü Teâlâ'nın kendi manevî cemâl ve kemâlini, yâni kudretinin harikalarını, zenginliğinin genişliğini, ihsanının meyvelerini, şefkat ve merhametinin tecellilerini kainattaki varlık âynalarında bizzat görmek istemesidir
Evet "Nihayet kemâlde bir Cemâl ve nihayet cemâlde bir Kemâl, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir kaidedir" hakikatince Cenab-ı Hak sonsuz cemâl ve kemâlini mevcudat âynalarında bizzat seyretmek, sonsuz sıfatlarını ve Esmâ-i Hüsnâ'sını tecelli ettirmek istemiş ve bu âlemi yaratmayı irâde etmiştir
Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları tecelli etsin veya etmesin, nihayet kemâldedirler Ancak Esmâ-i Hüsnâ'sının kemâli mevcudatın yaratılması ile kendini gösterir
Evet, madem Cenâb-ı Hak sonsuz bir kudret sahibidir, bu kudret-i Ezeliyesi tezahür için böyle muhteşem, muazzam bir alem ister Hem madem O Zât-ı Zülcelâl'in sonsuz ilmi vardır Bu ilim, her harfinde, satırında, sayfasında binler hikmet ve maslahatlar bulunan bu kâinat kitabının telifini iktiza eder Bütün ilâhî sıfatlar bu kâinatın yaratılmasını gerektirdiği gibi, bütün esmâ-i Hüsnâ da ayrı ayrı güzellikte, değişik mahiyette, farklı suretlerdeki şu mevcudatın yaratılmasını iktiza ederler Meselâ, Hâlık ismi mahlûkatın yaratılmasını, Muhyi ismi canlıların icadını, Rezzâk ismi rızık vermeyi, Kerîm ismi, ikramı, Lâtif ismi lütuf etmeyi isterler -
3.
0Panpa bu da 2.kisim. Cenâb-ı Hak, sonsuz kemâldeki Zâtını, kudsî sıfatlarını ve Esmâ-i Hüsnâsını sevdiği gibi, o esmanın tezahürünü de yani varlıklar üzerinde tecelli etmesini de sever Bu ise kâinatın yaratılmasını gerektirir Cenâb-ı Hakk'ın kendi zât sıfat ve esmasını sevmesi hak olduğu gibi, o esmânm tezahürünü istemesi de haktır Elbette kâinatı yaratmakla lûtfunu, keremini, ihsanını, ikrdıbını onda göstermesi, kainatı yaratmamasından daha güzeldir Meselâ, bir padişahın hazinelerinde bulunan çeşit çeşit cevherleri, türlü türlü nimetleri emri altındaki halkına ihsan etmesi, onları hazinesinde saklamasından daha hayırlıdır Keza, bir âlimin ilim ve maharetinden başkalarını faydalandırması, hiçbir eser yazmamasından daha hayırlıdır Aynen öyle de, Allahü Azîmüşşan'ın sonsuz hazinelerini ilim dâiresinden kudret dâiresine çıkarması, mahlûkatına ikram ve ihsanda bulunması, böylece cemâl ve kemâlini seyr ve temaşa ettirmesi, mahlûkatını yoklukta bırakmasından elbette daha hayırlıdırTümünü Göster
işte, Allahü Teâlâ Hazretleri bu kâinat sarayını ve onda misafir olan insan nev'ini ve bu nev'in en mükemmel fertleri olan evliya ve enbiyâyı, bilhassa risalet görevini en mükemmel surette yerine getiren Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizi bu hikmetlere binâen halketmiştir
Bu hakikati Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan buyurmaktadır:
"işte Cenâb-ı Hakk'ın bütün kemâlâtı ve Esmâ-i Hüsnâ'sının bütün meratipleri ve bütün faziletleri, hakiki kemâlât olduklarından bizzat sevilir "Mahbubetün lizatiha"dırlar Mahbub-u Bilhak ve Habib-i Hakikî olan sıfat ve esmasının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder Hem o kemâlâtın mazharları, âyineleri olan san'atını ve masnuatını ve mahlûkatının mehasinini sever, muhabbet eder Enbiyâsını ve evliyasını, hususan Seyyid-ül Mürselîn ve Sultan-ül Evliya olan Habib-i Ekrem'ini sever Yâni, kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin âyinesi olan Habibini sever Ve kendi esmasını sevmesiyle, o esmasının mazhar-ı camii ve zîşuuru olan o Habibini ve ihvanını sever Ve san'atınıı sevmesiyle, o san'atın dellâl ve teşhircisi olan O Habibini ve emsalini sever Ve masnuatını sevmesiyle, o masnuatına karşı: "Maşâallah, Bârekallah, ne kadar güzel yapılmışlar" diyen ve takdir eden ve istihsan eden O Habibini ve O'nun arkasında olanları sever Ve mahlûkatının mehasinini sevmesiyle, o mehasin-i ahlâkın umumunu cami olan O Habib-i Ekrem'ini ve O'nun etba ve ihvanını sever, muhabbet eder"
Şurası unutulmamalıdır ki, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbeti, memnuniyeti, şefkati, O'nun mukaddes zâtına ve ulûhiyyetinin şânına lâyıktır, mahlûkatın muhabbetine, sevgi ve şefkatine benzemekten münezzehtir
ikinci Hikmet:
Kâinatın yaratılmasındaki hikmetlerin ikinci ciheti hayat sahiplerine, bilhassa akıl ve şuur sahiplerine bakar Bu da iki noktada incelenebilir:
Birinci nokta; "Mahlûkatı halkettim ki onlar benden fayda görsünler, ben onlardan değil" hadîs-i kudsîsinin beyanı ile canlıların Cenâb-ı Hakk'ın inayet ve ikrdıbına, lütuf ve keremine mazhar olmalarıdır Bütün hayat sahiplerine bir kemâl, bir lezzet, bir feyz ihsan etmiş, onları hayatlarının devamı ve bu alemden faydalanmaları için çeşitli cihazatlar ile donatmışır Onlara farklı ihtiyaçlar, arzu ve iştihalar vermiştir Bunların tatmini için de zemin yüzünü çeşitli nimetlerle dolu bir sofra haline getirmiştir Bu sofralardaki nimetlerle hem onlara lezzet vermiş, hem de devam ve bekalarını temin etmiştir Bilhassa insan nev'ini akıl, hayal, hafıza gibi kıymetli âletlerle donatmış, bütün nimetlerini ona teveccüh ettirmiştir
Allahü Azîmüşşân'ın yoktan yarattığı şu mahlûkatına muhtaç olması düşünülemez Düşünülürse şu sorulara cevap verilmesi gerekir: Cenâb-ı Hak, mahlûkatın hangi kazancına, çalışmasına, fikrine muhtaçtır? Yâni, şu canlı varlıklar O Ganiyy-i Mutlak'ın hangi işini görmektedirler Cenâb-ı Hak onların yemesine mi muhtaçtır, içmesine mi? Doğmasına mı muhtaçtır, ölmesine mi? Balıklar yüzmeleriyle, kuşlar uçmalarıyla, hayvanlar büyüyüp çoğalmalarıyla, insanlar ilmi keşifleri ve ilerlemeleri ile şu kâinatın hangi noksanını tamamlamakta, Cenab-ı Hakk’ın -hâşâ- hangi ihtiyacını görmektedirler? Halbuki bütün hayat sahipleri O'nun mülkünde yaşamakta, O'nun lûtfuna her an mazhar olmaktadırlar
Bu âlemin yaratılışının hayat ve şuur sahiplerine bakan ikinci ciheti ise,
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Zariyât: 56) ayetinin ders verdiği gibi, “şuur sahiplerinin Allah’ı bilmeleri, tanımaları ve O'na ibadet etmeleridir”
insanlar o Mabud-u Bilhakk'ı tesbih, tekbir, hamd ve şükür ile ubudiyet vazifelerini ifa edip, O'na yakınlık kazanır, ebedî saadete mazhar olurlar Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir:
"Kat'iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi 'iman-ı Billâh'tır Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı Billah içindeki 'Marifetullah'tır Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki 'muhabbetullah'tır Ve ruh-u beşer için en halis sürür ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyye'dir Evet, bütün hakiki saadet ve halis sürür ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahdadır Onlar, onsuz olamaz Cenâb-ı Hakk'ı tanıyan ve seven nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır"
Bu ifadelerden de açıkça görüldüğü gibi hakiki saadet ve sürura ancak marifetullah ve muhabbetullah ile erişilir Bunlarla Allah’a manen yakınlık peyda edilir Bundan hâsıl olan şeref, saadet, kemâlât, menfaat ancak kullara aittir Allahü Azîmüşşan'ın kullarının tesbihine, ta'zimine, ibadet ve itaatına muhtaç olmadığı açıktır
Bütün varlıklar O'na ibadet etseler O'nun kemâli zerre kadar artmayacağı gibi, O'na isyan etseler O'nun izzet ve kemâlini zerre kadar noksanlık gelmez
Bu konuyu büyük tefsir alimi Elmalılı Hamdi Yazır'ın bir tefekkür ve ibret levhası olan aşağıdaki ifadeleri ile tamamlayalım:
"Bilfarz O'nun kürre-i kamerinde insanlar olmadığı gibi, arzında da olmayabilir, bundan dolayı bâ-rigâh-ı azametinden ne eksilir?
Güneşinden ziya ve hararet fışkırıyor, kamerinden mehtaplar aksettiriyor, hâk-i tireden mehlikalar yaratıyor, nesiminden sinelerinize inşirah veren nefesler dökülüyor, milyonlarca senelik mesafedeki yıldızlardan, şu çıktığınız ve nihayet gömüleceğiniz topraklara nurlar yağdırıyor, zerratında nice nice ihtizazlarla tesirler uyandırıyor, dağların başında bitirdiği nebatattan rızıklar izhar eyliyor; sinenizde kimyahaneler, dimağınızda hikmethaneler açıyor, damarlarınızda nehirler akıtıyor, sinirlerinizde akıllarınızı şaşırtan nice yol şebekeleri dokuyor, adalelerinizde sermayeler gizliyor, daha ve daha birçok harikalarla vücudunuzu teçhiz ediyor, hey'et-i mecmuasını bir âheng-i vahdetle muntazam bir makine halinde tesis eyliyor ve kuvve-i muharrikesini içinize yerleştiriyor, iktizâ eden plânlarını ruh ve şuurunuza resmediyor, zihin denilen bir hazine, akıl namında bir miyar, fikir dedikleri bir âlet, irâde dediğimiz bir miftah da bahşeyliyor ve her birini yerli yerinde, gaye-i hilkatlarına göre istimal edebilmenizi teshil için size birtakım tatlı, acı ihtarlar, işaretler, meyiller, şehvetler de veriyor, daha büyük bir inayet-i rahmet olmak üzere sadık ve masduk emin rehberlerle açıktan talimat da gönderiyor, nihayet makineyi işletip, tecrübelerini size gösterip, hikmet-i hilkata göre kullanmak ve istifadeler etmek için yed-i emanetinize teslim ediyor
Allah, bütün bunları yapıyorsa, size ve sizin iradenize, muavenetinize ihtiyacından değil, size mahlûkatı içinde bir mevki-i mümtaz, bir salâhiyet-i mahsusa vererek bekam etmek için yapıyor
Siz doğmadan evvelki, doğduğunuz zamanki edvar ve etvar-ı vücudiyetinizi hiç düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize deva, korkularınıza melce, sıcaktan soğuktan, açlıktan susuzluktan, vuhûş ve haşeratın hücum ve tasallutundan kendinizi koruyacak vesaiti bulduğunuzda şu kürre-i arz yapılırken, taşları toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu, havası henüz kimyahane-i kudrette inbiklerden çekilirken siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç tasavvur ediyor musunuz?”
diğerleri 1 -
1.
-
1.
-
4.
0neden sadece arap bölgesine peygamber indi daha çok oldugu söyleniyor hadi bazı milletlerin efsanelerinde geçen isimlerin bir kısmı diyelim ki peygamber ama niyeyse çoğu ırka peygamber gönderilmemiş kızılderililer islamiyetin doğusundan 800küsür yıl sonra kendileinden başka bir grupla karşılaştı şimdi bunlar müslüman değil diye yanacakmı
-
-
1.
0Kardes sadece arap bolgesine degil ki en az 200 bin 400 bin arasi peygamber geldigi soylendi. yani eski Türk devletlerinde tek tanri inanci vardi yani bu da turklere de peygamber geldiginin isareti olabilir. Ayrica israilogullarina bir suru peygamber geldi ama israilogullari arap degil
-
2.
0arap bölgesi dediğim ortadoğu işte dediğimi anlamamışsın bazı ırklara gelen peygamberler hadi diyelim efsanelerde geçen isimler ama niyeyse çoğu ırkın peygamberlerle ilgili bir kaydı yok
-
3.
0Panpa biz sadece bize bildirilen peygamberleri biliyoruz ama hiçbir ırkın peygambersiz bırakılmadığı bildirildi bize eğer sadece ortadoğu ya peygamber gönderilseydi diğer ırklar nasıl mesul tutulabilir? Adı islamiyet olmasa da islamiyet anlayışında bir din bütün ırklara peygamberler vasıtasıyla bildirilmiştir.
diğerleri 1 -
1.
-
5.
0Neden tüm dünya aynı iklimde yaratılmadı? Neden afrikalı çocuklar susuzluktan ölürken diğer taraftakiler varlık içinde yaşadı? Sınav için diyeceksin ama o afrikalı çocuk isyan etmekte çok haklı bence
-
-
1.
0Kardes simdi kim daha basarili olur sinavda? Daha cok calisan zorluk ceken basarili olur Allah onlara ahirette bizden daha yuksek yerler vaadetmistir.
-
1.
-
6.
0up up up
-
7.
0ulan ateizmi çökertecem diyosun ateist adama allah la örnek veriyorsun davar, adam inanmıyor mantıkla cevap ver
-
-
1.
0Ben kardes inancima uygun olarak soyluyorum eger anlamadiklari bir sey varsa onlarin uzerinde duruyorum ilk once inanc agirlikliyim sonraki cevabimizda bu inancimla acikladigim cumlenin aciklamasini yapiyorum.
-
1.
-
8.
0Allahın bizim ibadetimize ihtiyacı mı var ?