1. 101.
    0
    Neden? Çünkü başından beri söylediğimiz gibi, aminoasitlerin bağ kurmaları analiz edilecekse, bağlanıp bağlanmamaları dizisiyle değil, bağlananların protein oluşumuna olan katkılarıyla ilgilenmekteyiz. Yani aminoasitlerin peptit bağı kurabildiğini zaten biliyoruz. Yazarın hesabı, 500 küsür aminoasitli bir proteinin, bir anda "cart" diye oluşma ihtimali üzerinden yapılmaktadır. Bu yüzden hep 1/2'ler çarpılarak uçuk sayılar çıkmaktadır, daha doğrusu "zorla çıkarılmaktadır". Halbuki kademeli bir değişimde, her bir basamağın iki olasılığı vardır: Bağlanır ya da bağlanmaz. Dolayısıyla her bir basamak, kendisinden önceki ihtimallere bakmaksızın %50 (1/2) ihtimalle gerçekleşir: ilgili bir aminoasit halihazırda oluşan gruba bağlanır veya bağlanmaz. Bağlanırsa, oluşacak olan kompleks analiz edilir ve kimyasal olarak canlılığa giden sürece katkı sağlıyorsa, varlığını sürdürür. Yoksa zaten ilgi alanımızda olmayan bir protein (ya da proteinoid) olmuştur ve konu dışıdır. Yani analiz edilen, aminoasitlerin sistemlere bağlanabilirlikler değil, odağımızda olan bir yapıya bir aminoasidin bağlanıp bağlanmamasıdır.



    Buradaki hile şuradadır: Bir parayı üst üste yazı-tura attığınızı düşünün. Her bir atım, kendisinden önceki atımlardan matematiksel olarak bağımsızdır. Dolayısıyla 100. atışta da yazı gelme ihtimali %50'dir (1/2). Her bir atım (yani "evrimsel kademe") bağımsız bir olaydır. Yazar ise şu hataya düşer: Sanki 100 ayrı paranın, 100'ü de aynı anda atılıyor ve belli bir sıra elde edilmek isteniyor. Bu durumda hesap söylediği gibi yapılacaktır. Fakat proteinlerin oluşumu bu şekilde değil, izah ettiğimiz gibi kademeli olmaktadır.

    Bunu şöyle de izah edebiliriz: Önünüze 100 tane madeni para alın. Bunları yan yana dizin. Otomatik bir makine, bunların her birini, sürekli olarak yazı tura attırsın. Yan yana uygun kombinasyonlarda olanların birbirleriyle bağ kurduklarını düşünelim. Bu durumda, kısa bir süre sonra elimizde birçok ikili madeni para göreceğiz. Ancak çevresel streslerin ve koşulların etkisi altında bunların sadece bazıları uyumlu olabilsin, diğerleri dağılarak tekil hale dönsünler ve makinemiz, bunları tekrar tekrar yazı-tura atmayı sürdürsün. Bu süreçte, ikili sisteme bağlanabilecek bir kombinasyonun oluşması, beklenmedik atılımlara ve moleküler adaptasyonlara neden olabilir. ikili sistemimiz önce üçlü, sonra beşli bir hale dönüşerek büyüyebilir. Bunun gibi farklı birçok sistem oluşabilir. Bunlardan sadece bazıları ortama uygun olabilir ve varlıklarını/formlarını koruyabilirler. Diğerleri elenir ve döngü böyle devam eder. Bu durumda, yazarın matematiksel yaklaşımının neden hatalı olduğu görülecektir: tekdüze yaklaşım.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 102.
    0
    evrim teorisne inanamak diye birşey olamaz..
    hatta teorilere inanmak diye bir şey olmaz, teoriler gözleme dayanır, aksi bir şey gözlersen o teori çöker...
    suyun deniz seviyesinde 100 santigrat derecede kaynadığına inanmak diye bir şey olamaz, çünkü gidip gözlem yaparsın...
    körü körüne sorgulanmadan inanılan şey dindir arkadaşlar
    ···
  3. 103.
    0
    Yukarıda izah ettiğimiz gibi, sayısız miktarda 10'lu, 15'li protein oluştuktan sonra, yine dayanıklı (stabil) olma durumuna göre seçilim sebebiyle daha ileri kombinasyonlar da oluşabilir. işte yukarıda da değindiğimiz gibi, yazarın bu gerçeği fark etmesinden sonra muhtemelen korkarak kendini garantiye yöntemi, Doğal Seçilim'in bahsettiğimiz etkisini yazısı içerisinde reddetmeye çabalamak şeklinde olmuştur. Seçilim, aralarındaki mikroetkileşimler (yani fiziksel ve kimyasal çekim-itim kuvvetleri) olan bütün yapıların basitten karmaşığa giden organizasyonlar üretmeleri sırasında işlemesi muhtemel olan bir doğa yasasıdır. Bu, fizik kurallarınca dikte edilen bir durumdur.

    Eğer yazının devdıbını okuyacak olursanız, moleküler düzeyde seçilimin var olamayacağını iddia ettiği görülmektedir. Halbuki bu tamamen yanlıştır ve modern biyokimya bilgilerimizle çelişmektedir. Günümüzde, moleküler düzeyde bir seçilimin de mümkün olduğu ve bunun sonucunda kimyasal evrimin oluştuğu bilinmektedir.

    Bu konuda söyleyeceğimiz son nokta ise şudur: günümüzde, aminoasitlerin tepkimeye sokulması sonucu çok kısa sürede yapay proteinleri üretmemizi sağlayan yöntemler bulunmaktadır. Örneğin, katı faz peptit sentezi olarak bilinen ve Robert Bruce Merrifield tarafından geliştirilen yöntem buna bir örnektir. Eğer ki doğal süreçlerle aminoasitlerin proteinleri sentezlemesi olanaksızsa, nasıl olur da laboratuvarlarımızda bu tepkimeleri tekrarlayabilmekteyiz? Üstelik bu tepkimelerde, ribozom bulunmamaktadır, tamamen sentetik ve kimyasal bir süreç izlenmektedir. Bunun haricinde, örneğin 2008 yılında yapılan Miller-Urey Deneyi benzeri bir deneyde, sadece 20 temel aminoasit değil, bahsettiğimiz 22 aminoasidin tamamı ile birçok organik molekül birkaç günde, tamamen doğal yollarla sentezlenmiştir. Üstelik yaşamın başladığını bildiğimiz volkanik bacaların etrafında bulunan karbonil sülfat etkisi altında bu aminoasitlerin kendiliğinden peptit bağlarını seri bir biçimde kurarak proteinler inşa ettiği gözlenmiştir. Yani 1/10 üzeri 354 gibi uydurma olasılıklar, bilimsel testler karşısında başarısız olmakta ve kendi kendilerinin geçersizliklerini göstermektedir.
    ···
  4. 104.
    0
    ukarıdaki hesabı okuyan birinin aklına bu kadar yüksek bir olasılığın etrafı proteinlerle doldurup doldurmayacağını sorabilir. işte Evrimsel Biyoloji'nin açıklayıcı gücünü gösteren ve yukarıda izah ettiğimiz matematiksel hesabın doğayı açıklamadaki isabetini gösteren de bu sorunun cevabıdır. Aslında bu hesaba göre etrafın proteinlerle dolması beklenebilirdi (ki bu çok da yanlış değildir, Dünya'da küçük veya büyük yapılı çok sayıda protein bulunmaktadır). Ancak bunun sınırı yine doğadaki yapım-yıkım dengesi ile korunmaktadır. Proteinler yukarıdaki hesaba göre etraf boşken giderek karmaşıklaştıklarında, dengeli olma halinden de giderek uzaklaşırlar. Çünkü eklenen her aminoasit, kimyasal yapısından ötürü bütün sistemin dengesini bozabilecektir. Bu sebeple eklenme olasılıkları (evrimsel basamaklar) matematiksel olarak birbirinden bağımsızken biyolojik olarak birbirine bağımlıdır. Biyolojik bağımlılık lise matematiği ve üniversite Calculus'ü ile izah edilemez. Çok daha fazla parametreye bağlı lineer (doğrusal) olmayan denklemlerle izah edilebilir.



    Soruya dönecek olursak, proteinlerin büyüklüğü arttıkça, bozunma ihtimalleri de matematiksel olarak artar (1/2 değildir). Üstelik koaservatlar, yani ilkin canlılar içerisinde gelişen proteinler, hücrenin karmaşıklaşması sonucunda Dünya'yı doldurdukça, dışarıdan kimyasal alınma ve parçalayarak kullanılma oranı da artar. Bu sebeple, canlılık gibi aktif enerji üretimi ve tüketimi olan sistemlerin bulunmadığı bir gezegende canlılığın oluşması daha kolayken, heterotrof, yani avlanarak beslenen canlıların varlığında daha iri moleküller oluşamadan, büyük ihtimalle bu canlılar tarafından parçalanır. Bu yüzden ne iri proteinler, ne de karmaşık canlılar aynı gezegende tekrar tekrar oluşamaz. Bu da Evrimsel Biyoloji ile Abiyogenez Kuramı'nın dayanaklarıyla tam olarak uyuşmaktadır.
    ···
  5. 105.
    0
    Esasında, bizim yaptığımız hesap bile tam olarak doğru değildir. Doğada, hiçbir aminoasit düz hesap %50 olarak bir diğer aminoaside bağlanmaz. Doğada, bir kimyasal bağın kurulabilmesini etkileyen milyarlarca farklı parametre olabilir. Bu parametrelerin herhangi bir bölgedeki değerlerine göre aminoasitten aminoaside, bağ sayısından bağ sayısına, protein büyüklüğünden protein büyüklüğüne bağlanma olasılığı %0 ile %100 arasında değişen değerler alır. Yani kimyasal şartlar, sıcaklık, basınç, entropi, vb. milyarlarca değerlerin etkisi altında aynı iki aminoasit bir bölgede %87 olasılıkla bağ kurarken, bir diğer bölgede %12 olasılıkla bağ kurabilirler. Zaten bu sebeple canlılık Dünya'nın her bir tarafında değil, muhtemelen okyanus diplerindeki sıcak volkan bacalarında başlamıştır. Bu bölgedeki parametreler, proteinlerin oluşmasına ve moleküler evrim açısından gelişmesine daha fazla imkan vermektedir. işte bu açıdan baktığımızda, aminoasitlerin birbirlerine bağlanma olasılıkları, o andaki biyolojik, kimyasal ve fiziksel etmenlerden etkilenir. Bu sebeple önceki olaylar, sonraki olayları bağlar. Fakat yazı içinde de dediğimiz gibi, bu kadar karmaşık sistemleri gerçekçi olarak modelleyecek bilgisayar işlemcilerinden de, programlardan da, matematiksel verilerden de yoksunuz. Belki gelecekte bu olaylar çok daha net açıklanacaktır.



    Öte yandan yazarın verdiği hatalı hesaplama ile bizim burada verdiğimiz bilimsel izahı, matematiksel bağımlılığın değerlendirilmesiyle ilgilidir. Son kez tekrar edecek olursak, yazar bütün olayları birbirine bağlayıp karıştırarak, çarpabildiği kadar 2'yi birbiriyle çarpmış, devasa sayılara ulaşmıştır. Halbuki bir "t" anındaki aminoasit bağlanma durumu, "ya bağlanır, ya bağlanmaz" şeklinde, 1/2'dir (bir de sol el hesabı işin içine katılırsa 1/4'tür). Ancak öyle her şeyi birbirine karıştırıp da, her şey bir anda olacakmış gibi hesap yapılması, bu tip sorunlu sonuçlar çıkaracak ve bilim düşmanlarının işine gelecektir.



    Şahsın düştüğü en kritik hatalardan bir diğeri şudur: Yazar, hesabını 1/2 üzerine kurduğunda, konuyu yazı-turaya benzetirsek, her seferinde -örneğin- yazı gelmesi ihtimali üzerinde durur gibi hesap yapmıştır. Yani 20 aminoasit varsa, bunların iki tanesi arasındaki bağın oluşmasına 1/2 olasılık vermiştir. Bu sebeple, her bir adımda 1/2'leri birbiriyle çarparak, "üst üste 500 kere yazı gelme ihtimali" gibi bir hesap çıkarmıştır. Bu yüzden sayı, aşırı küçülmüştür ve olasılık "imkansız" gibi lanse edilmiştir. Halbuki, örneğin 120. basamakta, 120 aminoasitten oluşan bir proteine, 121. aminoasidin eklenip eklenmemesi durumu %50 iken, 121. aminoasidin türü (ne olduğu) hesaba katıldığında, 1/2 oranı doğru bir oran olmamaktadır. Zira bir proteine katılacak aminoasitlerin türü, dizilimsel olarak önemli olsa da, proteinin oluşabilmesi açısından önemli değildir. ilkin şartlarda, her şekilde protein, rastgele oluşmuştur (ve hala oluşmaktadır), ancak bunlardan sadece canlılığın yapısına katılıp, dengeli olabilenler sürerlilik kazanmış ve genetik materyalin evrimleşmesiyle sabitlenmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 106.
    0
    @70 protein olmadan canlı olmaz amino asit olmadan protein olmaz ve amino asitler her yerde var demişmiydik... demiştik
    özet geçtik anlamıyorsun... ayrıca bana sövmüşsün ben ateist olarak günaha girmedim ama sen inanan(yalanına)olarak günaha giriyorsun... yani sen vegibalı huursun(bi günahı çok görmem sana)
    ···
  7. 107.
    0
    Yazarın çarşıyı evdeki hesabına uydurmak adına "yarattığı" olasılıklardan biri de kiralite (chirality) adını verdiğimiz aminoasit simetrisidir. "Kiral" aminoasitlerin moleküler dizilimi, sağ ve sol el gibi birbirinin ayna görüntüsüne sahip olabilmektedir. "Akiral" aminoasitler ise, "kabak" kelimesinin tersinin de "kabak" olması gibi, ayna görüntüsü, orjinal görüntüsünün aynı moleküler dizilime sahip aminoasitlerdir. Kısaca akiral aminoasitler simetrik, kiral aminoasitler ise asimetriktir. Kiralitenin en sık kullanılan kategorizasyonu D- ve L- dizilimleri olarak isimlendirilen bir yöntemdir. Aslında tam olarak doğru bir anlatım olmasa da, D-aminoasitlerinden oluşan proteinlere sağ elli, L-aminoasitlerinden oluşan proteinlere ise sol elli denir.

    Doğada canlıların yapısına katılan proteinlerin çoğu, tam olarak bilinmeyen bir sebeple sol elli aminoasitlerden oluşur. Genelde Evrim Karşıtı olan bilim düşmanları, kendilerinin de herhangi bir açıklaması olmamasıdan ötürü bu simetri konusundan yola çıkarak Evrimsel Biyoloji'ye eleştiri getirdiklerini sanmaktadırlar. Bu eleştirilerinin temelinde de Miller-Urey Deneyleri'nde kendiliğinden oluşan proteinlerin çoğunlukla sağ elli olması gelmektedir.



    Tabii günümüzden birkaç on ila birkaç yüz yıl gerisinde kalmış bilgilere sahip bu insanların modern çalışmalardan bihaber oldukları aşikardır. Bugün biliyoruz ki, bir ortamdaki su, ısı ve radyasyon miktarı oluşan aminoasitlerin kiralitesini belirlemektedir. Örneğin canlıların yapısına oldukça az katılan ve milyarlarca yıl boyunca kiralitesini koruyabilecek kadar istikrarlı yapıda olan izovalin üzerinde yapılan araştırmalar, bir aminoasidin bulunduğu ortamda neden sol elli veya sağ elli olabileceği hakkında bilgiler vermektedir.
    ···
  8. 108.
    0
    NASA tarafından yapılan bir araştırmada, kuyrukluyıldızların toz halindeki kuyruklarında, çok yüksek oranlarda sol elli aminoasitler bulunmuştur. Üstelik, su miktarı arttıkça sol-elli aminoasitlerin oranının da arttığı gösterilmiştir. Bunun haricinde, meteor çarpmaları sırasında oluşan basıncın, sağ-sol el simetrisini tersine çevirebildiği bilinmektedir. Bu da, yazarın matematiksel hatasına bir diğer açıdan ışık tutmaktadır: hesaba katılmayan ve beklenmedik olaylar, büyük çapta değişimler yaratabilir. Örneğin kiralite üzerinden gidilen matematik hesabında meteorların ve kuyrukluyıldızların etkisi hesaba hiç katılmaz. Ancak yapılan araştırmalar, meteor çarpmaları ile kuyrukluyıldızların su yüklü kuyruklarından Dünya'ya taşınan sol elli aminoasitlerin yaşamın başlangıcına ciddi anlamda katkı sağladığını göstermektedir. Matematiksel olarak hesapladığımızda anlamsız derecede sonuçlar veren olasılık hesapları, gerçek dünyada tutmamaktadır. Hem de, yine yapılan son çalışmalarda, sağ-elli aminoasitler üzerine kurulacak bir yaşamın da varlığını gayet başarıyla sürdürebileceği ortaya çıkarılmaktadır. Elbette bu bilgi neden canlıların baskın olarak sol-elli aminoasit kullandığına ışık tutmaz; ancak belki de, aminoasit simetrisi yaşam için sandığımız kadar kritik önemde olmayabilir. Yani galaksimizin ve Dünya'nın oluşumunda ve sonrasında bulunan yüksek sol-elli aminoasit derişimi, ister istemez günümüz canlılarının sol-elli aminoasitler üzerine kurulu bir atanın torunları olmalarına neden olmuş olabilir.



    Bunun haricinde zaten yazarın matematik konusundaki yetersizliği "sol elli olma ihtimali" ile ilgili yaptığı hesaptan kolaylıkla anlaşılabilir. ilkokul matematiğinden hatırlanabileceği gibi, birbirine bağlı olan olasılıkların sonuç olasılığını hesaplamak için her bir olasılık birbiriyle çarpılır. Tek bir soru soracağız: Bir proteinin içerisindeki aminoasitlerin sol elli olma olasılıkları, birbirleriyle bağlı olan olaylar mıdır? Neden 584 aminoasitlik bir proteinin içeriğinin sol elli olma ihtimali inatla 1/2'ler birbiriyle çarpılarak yapılmaktadır? Zaten yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bu aminoasitler bir anda bir araya gelerek sol elli olmamışlardır. Çeşitli nedenlerle sol elli olarak oluşan veya sol elli hale dönüşen aminoasitler bir araya gelerek proteinleri oluşturmuşlardır. Tüm bunlar hesaba katılacak olursa, kiralite hesaplarının ve benzerlerinin ilkokul matematiği ile 1/2'leri birbiriyle çarparak yapılamayacağı anlaşılmaktadır.

    Esasında bu hataların hepsi evrimsel süreçlerin yönlendirilmiş olması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bu ekolden olan insanlar, farklı kombinasyonlar arasından sürekli yapılacak olan bir seçilim sonucu canlılığın oluşamayacağı iddiasındadırlar. Bu sebeple, hedefi olan bir ürün üretmek penceresinden doğayı ve biyolojiyi değerlendirirler. işte bu yüzden, son ürünlerin hep o son görevlerini yapmak amacıyla var olduklarını sanarlar. Bu ciddi bir yanılgıdır. Çünkü günümüzde biyokimya ve biyoloji dahilinde baktığımız neredeyse hiçbir unsur esasında o işi yapmak için var değildir ve kendisinden önceki basamaklar tespit edilebilir. Genellikle bu basamaklarda, bu kimyasallar ve yapılar farklı görevler görürler. Benzer şekilde, var olan yapıların kısmen ya da tamamen değişimi sonucu yepyeni görevler edinebilen kimyasallar ve yapılar bulunmaktadır. Hatta sırf bu yöntemler kullanılarak çeşitli hastalıklarla mücadele bile edilmektedir. Dolayısıyla teleolojik, yani amaca dayalı bir hayat görüşü, bilimsel temellere oturtulamaz.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 109.
    0
    @1 müzelerde dediklerin var bin.

    tanrının olmadığı ispatlanamayacağı gibi tanrının olduğuda ispatlanamaz.
    ···
  10. 110.
    0
    Aminoasitler, "doğru" bir dizilime girerek proteinleri oluşturmazlar. Fiziksel ve kimyasal yapılarının müsaade ettiği her bağı kurabilirler. Bu, peptit bağıdır. Ancak bu bağın hangi iki aminoasit arasında kurulacağına, aminoasitlerin kimyasal ve fiziksel yapısı karar verir.



    Bizim için "doğru dizilim", biz bugün dönüp baktığımızda canlılığın içerisinde gördüğümüz dizilimdir. Bir başka dizilimle canlılık var olsaydı, bu defa "doğru dizilim" diye bu dizilimi gösterecektik. Eğer ki elmaslar düşünebiliyor olsalardı, onlar için "doğru dizilim" kömürdeki atom dizilimi olacaktı. Yani doğada, bir şeyin "doğru" olup olmadığına çevre şartları ve zaman karar verir. Dolayısıyla eğer ki bir dizilim çevreye yeterince uygunsa ve dirençliyse, "doğru"dur. Bu sebeple, aminoasitlerin "doğru" bir dizilimi "bilmesi" gerekmiyordu. Zaten bilmiyorlardı da, Evren'de hiçbir varlık çevresinden bağımsız veya üstün bir öz bilince sahip değildir. Aminoasitler, çevrenin baskısı altında katrilyonlarca farklı şekilde birleştiler. Bunlardan sadece çevreye en uygun olanları kaldı, diğerleri bozundu veya canlılığın yapısına katılamadı. Sonrasında "insan" denen tür evrimleşti, geçmişine baktı ve "Bu dizilim doğru dizilimdir." dedi. Halbuki böyle bir "ön-doğru" (a priori) dizilim söz konusu değildir.



    Sunduğumuz hesaplama biçiminde bu şekilde her seferinde "doğru" bir adım bulunmuyor. Bir örnekle anlatalım:



    Diyelim ki canlılığa ulaşmamızı sağlayacak kimyasal dizilim, ("doğru dizilim") şöyle olsun: ABCDEFG. Ortamda ise 100 tane A, 100 tane B, 100 tane C, 100 tane D ve 100 tane G olsun (hatta Z'ye kadar daha birçok farklı çeşit kimyasal da olsun -ki Dünya'daki kimyasalların çeşidi bundan milyonlarca kat fazladır). Her biri birbiriyle bağ kurabiliyor olsun; ancak doğru dizilimin daha dengeli bir yapıda olmasından ötürü, örneğin AB oluştuğunda C'nin bağlanabilme ihtimali, diğerlerine göre yüksek olsun (ki yazımızda bahsettiğimiz ve aslında gerçek hesapların çok daha karmaşık ama çok daha muhtemel sonuçlar vereceğini söylememiz bundandır).



    Şimdi, belli bir süre geçtikten sonra bu kimyasallar arasında birçok çeşit bağ kurulmuş olacak. AB, CG, AD, DG, GG, CD, BG ve daha nicesi. Hatta daha büyük yapılı moleküller de oluşarak: ABG, CFG, DFG, BBB, BCC ve daha nicesi...



    işte yukarıda verdiğimiz alıntıdaki hesaba göre, bu bağlanma bir seferde gerçekleşecek ve ABCDGEF oluşuverecektir. Eğer oluşamıyorsa da (ki bir anda oluşma olasılığı gerçekten de düşüktür), "canlılık doğal süreçlerle var olamaz" sonucuna varılacaktır. Ancak aklı başında olan ve evrimsel biyolojiye dair en azından temel düzeyde bilgilere sahip herkes doğada olanın bu olmadığını bilecektir. izah edelim:



    Oluşan karmakarışık, bir öncekinden biraz daha büyük, ancak gelecekte olacaktan daha basit yapılı bu kimyasallar, zaman geçtikçe farklı şekillerde birbirlerine bağlanacaklardır: ABGDF, ADFGB, BBDGF, EFDGHEDHDGF ve hatta belki de çok daha uzun, çok daha karmaşık şekillerde: AADGFDCGDGDAABBEFEFDGCDD şeklinde. Ancak, bunların hepsi aynı kararlılıkta, ortama aynı uygunlukta, kimyasal olarak aynı dengelilikte değildir. Dolayısıyla dengesiz yapılar bozunacak ve ortamdaki kimyasalların çeşidini yeniden arttıracaklardır. Örneğin belki basitten karmaşığa giderken, yukarıdaki uzun sıralamada var olan AABBEFEF zincirinin oluşması fizikokimyasal uyumsuzluktan ötürü mümkün olmamaktaydı, ancak uzun zincirin öz yapısından ötürü zincir içerisinde var olabildi ve sonra dengesizlikten ötürü bozununca tek başına kaldı. Bu zincirin varlığı, belki de normalde kendi başına var olamayacak olan (yine fizikokimyasal durumundan ötürü) ABCDG molekülünün oluşma ihtimalini arttırdı. Bu durumda canlılığın en önemli adımı, tamamen rastgele birleşen kimyasalların sayısız deneme yanılma, oluşma bozunma durumları sayesinde atılabilmiş oldu. ABCDG oluştuktan sonra, daha önceden ortamda yine kendiliğinden oluşmuş olan EF grubu bunlara uygun olan noktadan bağlandı ve canlılığın en ilkin versiyonu doğmuş oldu: ABCDEFG.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 111.
    0
    1-protein bir element bileşik dizilimidir tesadüf sonucu oluşabilir
    2-ilk önce bir hücreli canlılar denize düşen yıldırımlar sonucu şekillendi ve enerji ve dizilim sahibi oldular.
    3-ara dönem fosilleri var ama anan üstüne oturmuş ya da toz hale gelmiş olabilir

    bunların mantıklı açıklamasını ararken yılanın ademe elmayı zorla yedirmek için konuşması zoruna gitmiyor değil mi bin
    ···
  12. 112.
    +1
    Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kısa bir süre içerisinde, seçme ve eleme mekanizmasından ötürü, çok farklı çeşitte kimyasalların oluşabilmesidir. Doğada sadece halihazırda bulunan aminoasitler, yazarın iddia ettiği gibi bir araya gelerek proteinleri oluşturmak zorunda değildir. Süreç içerisinde birçok farklı yapı oluşup, bozunabilir. Zaten "canlılık" dediğimiz şey, halen sayısız "cansız" tepkimenin bir arada bulunduğu yapılardan ibaret. Dolayısıyla eğer bir insan bu gerçekleri anlamak istiyorsa, anlamaması için hiçbir sebep yok. Ancak art niyetliyse... işte o zaman yapacak çok da bir şey kalmıyor.



    Elbette hesaplar bir proteinin bir anda, son haliyle var olmasına yönelik yapılacak olursa, yani "yaratılmasına" yönelik yapılacak olursa, "imkansız" sonucu çıkacaktır. Bu çıkarımı yapmak için matematiğe dahi gerek yoktur. Her bilim dalı, herhangi bir şeyin "bir anda var edilmesi" konusunda bu sonucu verecektir. Ancak eğer ki kademeli bir karmaşıklaşma hesaplanacak olursa, oranlar o ihtimaller o kadar yüksek çıkmaktadır ki, bu karmaşık proteinlerin doğa yasaları altında oluşmamaları imkansız olurdu.



    Umuyoruz ki açıklayıcı olmuştur.
    ···
  13. 113.
    0
    soru sormuştun ya kanka. alıntılayarak cevap verdim. okursun işte bi ara.
    ···
  14. 114.
    0
    yine kıvrımsız beyinler toplanmış
    ···
  15. 115.
    0
    ahaha billy shawnın müridi * sen evrimi çok yanlış anlamışsın, 1 ve 2 evrim teorisinin alanına girmez bi kere. ama sorduğun için söyleyeyim

    1 ve 2 için miler-urey deneyini inceleyebilirsin.
    3 için de sen fazla x-men izlemişsin :D mutasyonla evrim örneği için de lenski deneyine bak.

    edit. uğraşmayın şu şakirtlerle amk sorduğu sorudan tek kelime evrimle ilgili bilgisi olmadığı belli. merak etse araştırır, kafa gibiyor sadece.
    ···
  16. 116.
    0
    @98 senin hayatini gibiyim amk onu okuyacagima gotume fosil sokar ölürüm daha iyi
    ···
  17. 117.
    0
    e bi soru soruyosun. tek cümlelik bir cevap mı bekliyorsun? asfasdsa

    al elin oğlu karalamış bir şeyler. ben anlamam. ama soruna cevap vermiş işte. ister oku ister okuma.
    ···
  18. 118.
    0
    timsah niye hiç degismedi lan? meteor yagmurundan sag kurtuldu hala aynı hala aynı
    ···
  19. 119.
    0
    @97 cevap işemeli sıçmalı oldu gerçekten.. ama ben @1 i ikna ettiğini düşünmüyorum
    ···
  20. 120.
    0
    @76 abiyogenez =demişler ki canlıdan cansız olur
    biyogenez =demişler ki canlıdan canlı olur
    panspermia =uzaydan geldik demişler
    fototrof =ilk canlı fotosentetiktir
    hetetrof =ilk canlı hetetroftur

    • bunlar arasında en mantıklısı hetetroftur ki abiyo ve biyo zaten çürütülmüştür.

    şimdi evrimden başlayalım evrim mutasyon değildir bunu bil önce

    mutasyonlar tetikleyebilir ancak evrim böyle işler:

    1)kalıtsal çeşitlilik+(var ise mutasyon) canlıların birbirinden farklı olmasını sağlar(hepimiz insanız ama vücud direncimiz yapımız yüz şeklimiz soğuğa sıcağa dayanıklılığımız genlerimiz farklılaştıkça farklılaşır.

    2)çevre şartları:birey sayısı arttıkça çevre direnci maksimuma doğru gider yani popülasyondaki canlı sayısını azaltmak ister işte burada sıcak, açlık,susuzluk gibi faktörler devreye girer

    3)adaptasyon:çevre şartları azıtınca mesela susuzluk olsun,2 tane insan olsun birinin böbreklerindeki henle kulbu felan uzun diyelim(su geri emilimi için) bu adam idrarla daha az su atıcak(tamamiyle örnek az sulu idrar zehirli olur normalde)bu yüzden daha az su kaybedicek diğeri bu adamdan önce ölecek. Sonra bu bin gidip karıyı gibecek bundaki henle kulbu uzun olma geni çocuklara geçecek(geçmeyedebilir olasılık bunlar ben geçmiş olarak örneğe devam edicem) sonra doğan çocuklarda diğerlerine göre suyu daha verimli kullanacak bu sayede bir süre sonra henle kulbu kısalar ölecek uzunlar coğalacak.

    4)doğal seçilim:böylece ortamda suyu iyi değerlendiren vatandaşlar galip geldi ve evrime uğradı, yeni tür susuzluğa karşı dayanıklı bireyler içeriyor.

    en basit böyle anlatılır verdiğim örnek çok saçma ama anla diye böyle anlattım.

    şimdi senin anlayacağın atamızdan anlatıyorum

    Atamız olan iki grup var.1.grup A bölgesinde---evrim---maymun
    2.grup B bölgesinde---evrim---insan(aynı türden farklı 2 tür oluştur böylece tek canlıdan bir sürü tür oluşabilir anladın mı?)farklı koşullar farklı evrimlere sebebiyet verebilir

    ara forma gelelim ara formu doğru anla önce ara form yarın maymun yarı kurbaga değil bak mesela homosapien insan ve homosapienin babası arasında bir ara form (x türü---homosapien---insan) homosapien fossils yazsan zaten göreceksin bin biraz araştır.Ara form dediğiniz şey 3 nesil arasında kalan 2. nesildir ortadakidir.

    önemli edit:gene balina diyorum git balinaya bak araformun kralı
    Tümünü Göster
    ···