0
soru ve cevap verilmiş durumda akıllı olun kerbinle vuruum kafanıza dıbına koduklarım okuyun ibret alın;
- Siz Allah’a inanıyor ve “Allah vardır,” diyorsunuz. Madem Allah var, öyleyse gösterin de inanalım. Küfür dolu bu soru üzerine Şems-i Tebrîzî hazretlerinin kaşları hafif çatıldı ve o inkârcı gurubun sözcüsüne dönerek:
- Sen evvela sormak istediğin bütün soruları sor, ben hepsine birden toptan cevap vereceğim, dedi. O da diğer inkâr kokan sorularını sormaya başladı:
- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylüyorsunuz, fakat sonra da onun Cehenneme atılıp ateşle azab edileceğini haber veriyorsunuz. Peki bu olacak şey midir, hiç ateşten yaratılan bir şeye, ateşle azab olur mu?
Sormak istediğimiz son sorumuz da şudur ki; âhirette herkes hesaba çekilecek ve dünyada yaptıklarının karşılığını görecek, diyorsunuz. Böyle söyleyip de bu insanları niçin sıkıntıya sokuyorsunuz? Bundan dolayı bir hak mı olurmuş! insanları bıraksanız da, herkesin canı ne istiyorsa rahat rahat onu yapsa...
Bu inkârcı felsefeci, ukala ukala, hesap sorarcasına bu soruları yönelttikten sonra cevap beklemeye başladı. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin, az önce ders esnasında talebelerine teyemmümü tarif ederken kullandığı kerbin hâlâ elindeydi. işte bu kuru kerpici, o soru soran inkârcıların sözcüsünün kafasına vurdu ve sorulara da cevap vermedi.
Neye uğradığını şaşıran inkârcılar, Şems-i Tebrîzî hazretlerinin bu hareketine çok içerleyip, derhâl zamanın kadısına gittiler ve şikâyet ederek Ondan dâvâcı oldular. Kadı Efendi de bu şikâyet üzerine Şems-i Tebrîzî’yi mahkeme etmek için çağırttı ve dâvâcıların kendisi hakkında yönelttikleri suçlamaya cevap vermesini istedi.
Mahkemede, başına kerbinle vurulan inkârcı söz aldı, şikâyetini dile getirdi ve:
- Ben Ona cevaplaması için bazı sorular sordum. Fakat O, cevap vermek yerine kerbinle başıma vurdu ve canımı yaktı, dedi.
Şems-i Tebrîzî kendini savundu:
- Kadı Efendi! Bu kimseler bana soru sordular, ben de onlara cevap verdim, buyurdu.
Kadı müdahale etti:
- Sen cevap verdim diyorsun ama, dâvâcı Senin cevap vermediğini ve elindeki kerbinle başına vurduğunu iddia ediyor.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
- Kadı Efendi! Ben o kerpici bunun başına vurmakla, sorduğu üç soruya da cevap vermiş oldum. Şöyle ki: Bana “Allah-ü Teâlâ (haşa) yoktur, varsa göster de inanayım” dedi.
Şimdi bu felsefeci, kafasına vurulan kerpicin acıttığını söylüyor. Oysa ben acıdığına inanmıyorum. Madem acı var, acıyı göstersin de inanalım.
O kimse hemen itiraz etti:
- Tabi ki acıyor, ama gösteremem. Ayrıca acının görünmemesi, onun olmadığı anldıbına gelmez.
- işte Allâh-ü Teâlâ da vardır, fakat görünmez. Onun görünmüyor olması, olmadığı anldıbına gelmez.
Yine bana; “Şeytan ateşten yaratıldı, ateşle nasıl azab edilir?” diye sordu. Ben de ona topraktan mâmul olan kerbinle vurdum ve başı acıdı. Malumunuz olduğu üzere insanoğlu topraktan yaratılmıştır. Aslı toprak olan insana, toprakla vurulunca nasıl canı acıyorsa, aslı ateş olan şeytana da ateşle azap olur.
Yine bana; “insanları bıraksanız da, herkesin canı ne istiyorsa rahat rahat onu yapsa... Bundan dolayı bir hak mı olurmuş!” dedi. Bunun üzerine, benim canım onun başına kerbinle vurmak istedi ve vurdum. Madem insanların yaptıklarından dolayı bir hak olmuyor, öyleyse niçin mahkemeye şikâyet edip hakkını arıyor? Aramasa ya!..
Bu fânî dünyada böylesine küçük bir mesele için hak aranıyorsa, o sonsuz olan âhiret hayatında niçin hak aranmasın?