+4
Anlamayı deneyin bizi o ç ler-Müslim-atayiz-yavudi-christ herkes okumalı
Biz de Ateist doğmadık dostum... Bizim de tanrımız vardı bir zamanlar senin gibi... Biz onu veya o bizi kaybetmeden önce biz de sığınırdık dualara, cennete, meleklere... Kabul ediyorum rahatlatırdı içimizi yanımızda olduğunu düşünmek... Umudumuzun kaynağı bize olan sevgisiydi... Korurdu bizi başımız ne zaman sıkışsa, ne zaman darda kalsak... Görürdü yaptıklarımızı, günahlarımızı, sevaplarımızı... Çocukluk işte, az şov yapmazdık gözüne girmek için... Sevdiklerimiz sıralamasında annemiz ve babamızdan önce gelir, peşi sıra da peygamberini getirirdi... Severdik kısacası zat-ı şahaneyi...
Peki ne oldu da herşey değişti birden ? Neden kanlı bıçaklı olduk ? Neden sevgi bitiverdi aniden ? Bizmi nankördük yoksa o mu değişmişti ? Çocukluğumuzda ki o sevecen "Allah baba" nereye gitmişti ? Büyüdükçe, çocuksu masallar niye yerini korku hikayelerine bırakmıştı ?
Birileri onunla ilişkimize çomak soktu sanırım... Rahatsız etmiş olmalıydı birilerini çocuksu pervasızlığımızla tanrıyı dost tutmamız... Önce hiyerarşi girdi devreye, dünya ve ahiret üzerinde ki yerimiz belirlendi... Bize verilen bilgi bunun tanrının isteği olduğuydu... Demek tanrı muhabbetimizden sıkılmıştı... Hiyerarşide ki yerimiz artık an altlardaydı... Kimler yoktu ki bizden önce, imamlar, hocalar, şıhlar, şeyhler, ulemalar... Tanrı ile artık direkt iletişim kurmamız söz konusu bile değildi... Derdimizi anlatmamız için bir sürü bürokrat ve komisyoncunun kıçını öpmemiz gerekiyordu... Hani tanrı bizi her yerde ve her zaman duyuyordu?
Sonra kurallar geldi, ritüeller, görevler peşi sıra döküldüler... Çocukluk bitmiş ve hizmet çağımız gelmişti... Sevecen dostumuz, umudumuz ve koruyucumuz istek ve arzuları bitmeyen bir patrona dönüşüvermişti... isteklerinin olmaması ise onu çok öfkelendiriyordu... Yeri geliyor cehennemi sokuyordu gözümüze, yeri geliyor sevdiklerimizi elimizden almakla tehdit ediyordu... Nasıl dostluktu bu?
Üstelik isteklerinin ne ona ne bize bir faydası vardı... Sadece aracıların semirmesine yarıyor, üstüne üstlük de aramızın açılmasına sebep oluyordu... Ne yaparsak yapalım yaranamıyordukta... Hiç bir şey yapmadan kanımızı emen aracı takımı iyi kul oluyordu da, biz hala günahkâr ayak takımı olmaya devam ediyorduk...
Sonunda ilişkimizin suyu çıkmaya başlamıştı... Aracı takımı işi arsızlığa vurmuş, alenen sırtımıza semer vurma aşamasına gelmişti... " Ulan bunlar bizi beceriyor galiba" dememiz pekde uzun sürmedi... Aracıyı aradan kaldırıp ona ulaşmayı denemek istedik... Belki de çocukluğumuzda ki tanrı da bize ulaşmaya çalışıyor da bu şerefsizler engelliyordu... Kendi sözlerini dinlemeye karar verdik, yazdığı kitabı okumak istedik... Aracılar orada da iş başındaydı... Kitap ellerindeydi ve sadece kendilerinin okumasına izin vardı... Sebebi de yazılanları anlayamayacak kadar salak olmamızdı... En iyi dostumun bana ulaşmak için yazdığı kitabı, benim anlayamayacağım bir dilde yollaması hiç mantıklı gelmemişti... Neyse ki zamanla, araştıra, soruştura, kafayı yemeye ramak kalmışken kitabı okumanın bir yolunu bulmuştuk... Fakat bu kitabın çocukluğumda ki o sevgi dolu tanrıya ait olması imkansızdı... Nefret, kin, zulüm, kulluk, ceza(hemde ne ceza), rüşvet, bize yasakladığı ne varsa kendi kitabında o vardı... Sadece egosunu tatmin için bizleri diğerlerini yok etmeye teşvik ediyor, düşünmeden biat etmemizi istiyor, bizi sadistçe cezalarla tehdit ediyor ama yine de hepimizi sevdiğini söylüyordu... Ben büyüyene kadar ne olmuştu da böyle, o sevecen, müşfik tanrı, bir gazap tanrısına dönüşmüştü?
Tırsmıştık... Hani en iyi arkadaşınızın eli kanlı bir pgibopat olduğunu öğrenir de ne halt yiyeceğinizi bilemezsiniz ya, işte öyle bir ruh hali içerisindeydik...
Durumun vehametini kavramak için araştırmaya başladık... Acaba gerçekten böylemiydi yoksa yine birileri bizi kafalıyormuydu... Araştımalarımızın bizi zütürdüğü yer ise iyiden iyiye kafamızı karıştırmıştı "Aradığımız kişiye ulaşılamıyordu"... Aniden ortadan yok olmuştu çocukluk arkadaşımız... Hemde varlığına dair hiç bir kanıt bırakmadan... Herkes onun var olduğunu söylüyor ama kimse nerede olduğunu söyleyemiyordu... Hiç bir kanıt yoktu varlığına dair, sadece yarattığı korku düzeni onu sahipleniyordu...
Sonunda aramaktan vazgeçtik... Uzun zaman onun bizi bulacağı umudunu koruduk ama sonunda o umudu da tükettik... Travmalar yaşayanlarımız oldu, zorlandık ilk zamanlar... Hala da alışkanlıklarımız bazen bize onu anımsatıyor... Ama artık ilişkimiz bitti, medeni bir şekilde ayrıldık...
Zaman bizden yana oldu sonraları... Ufkumuz genişledi, özgürlüğümüzü kazanınca... Prangalarımızdan kurtulduk, fikrin sonsuz çeşitliliğine kucak açtık...
Artık onunla değil derdimiz aslında... O bizim için artık "yok tanrı"... Her tartışmamızda adı geçse de, şu an olduğu gibi adına uzun yazılar yazsak da davamız onunla değil aslında bizim... Davamız onun adına yaratılan hapishanenin yargıçları, savcıları, gardiyanları ve hatta mahkumları ile...
Dışarıda koskoca ve özgür bir dünya var diyoruz onlara... Duvarlar yüksek sesimizi duyuramıyoruz...
Artık, bu saatten sonra bize sorulacak soru"Niye inanmıyorsunuz ?" değil, "Niye mücadele ediyorsunuz ?" olmalıdır... Öyle ya, ateistlerin profiline baktığımız da, (erkekleri bir kenara koyarsak) ateist kadınların genelde eğitimli, kariyer ve erk sahibi olduklarını görürüz... Rahatları yerindedir yani, mücadele etmeseler de din tarafından ezilme olayını çoktan aşmışlardır... Biz erkeklere gelince... inanmasak bile neden "eril" bir tanrının bize tanıdığı imkanlardan yararlanmayız ? Öyle ya din bizim rahatımız ve hatta hevamız için dizayn edilmemişmidir ? Niçin bunları redddedip, bir de üstüne üstlük "yakılasılardan" olmayı tercih ederiz...
Dinlerin amacı, insanların vicdanlarını, kendi kalıplarına göre dizayn etmektir... Çocukluktan itibaren bireyin vicdanı köreltilerek yerine dinin istedikleri yerleştirilmektedir... Ahlak için de aynı durum söz konusudur... Dogmayı, vicdan olarak algılayan bir beynin, onun kurallarını da ahlak olarak görmesi gayet normaldir...
Sorulabilir... Bireysel vicdan ve ahlakın yerini, toplum yararı için düzenlenmiş, kuralları ve yaptırımları olan bir ahlak ve vicdanın alması kötümüdür ? O ahlak ve vicdan toplum için değil, birilerinin iktidarı için yaratılmışsa kötüdür... Ayrıca kurallar, kalıplar ve yaptırımlarla sınırlanmış ahlak ve vicdan, ahlak ve vicdan değildir...
Bir şeyin ahlaki olmasının en önemli şartı, insanı iyiye yönlendirmesidir... Dinler ise insanı biata, sorgulamamaya, itaate yönlendirir... Birey bu durumda iyiyle kötü arasında ki farkı nereden bilecektir ? Özgür iradenin olmadığı yerde ahlaktan söz etmemiz mümkün müdür ? Ya da şöyle söyleyeyim, başkasının ahlakını ahlak olarak kabul edebilir mi birey ?
Bilirsiniz ateistlere hep aynı gönderme yapılır... "Tanrı, cennet, cehennem, korkusu olmayan bir insan her türlü kötülüğü yapabilir"... Ateist kötülükten, bir şeylerden korktuğu için uzak durmaz... Ateist kötülükten, kötü olduğu için uzak durur... Kötülüğü ve iyiliği değerlendirme de tabu ve dogmalarla sınırlandırılmadığı için de özgürce, sadece vicdanına dayanarak yapar seçimini... Kimsenin yaptığı yanlışı, sadece kitapta öyle diyor diye sürdürmez...
işte bu yüzdendir ateistin mücadelesi... Özgür iradesi ona yanlışı göstermekte, vicdanı da mücadele etmesini emretmektedir...
Bilmektedir ki, herkes özgür olmadıkça, o da özgür olamayacaktır...
Tümünü Göster