+38
-4
1-)
italyan büyükelçisi atatürk ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. o zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, büyükelçi "ekselans, dün roma ile yapmış olduğum bir görüşmede hükümetimizin hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi" der. odada buz gibi bir hava eser. ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki dakikalığına odadan ayrılır.
döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. doğruca masasına gider, manyetolu telefondan mareşal fevzi çakmak'ın bağlanmasını ister ve çakmak'a: " paşa, italyan dostlarımız hatay'a gelmek istiyorlarmış. hazır mıyız" der. fevzi çakmak durmu anlar ve "biz hazırız paşam" diye yanıtlar. ata büyükelçiye döner ve: "biz hazırmışız. hükümetinize söyleyin, isterlerse gelip hatay'ı alabilirler" der...
2-)
atatürk'ün pera palas'da kaldığı günlerdir. istanbul işgal altındadır. işgal kuvvetleri komutanları da pera palas'ın salonundadırlar. o sırada atatürk salona iner. ingilizlerin dikkatini çekmiştir. ingilizler şef garsona bu türk subayının kim olduğunu sorarlar. garson "mustafa kemal" cevabını verir. ingilizler mustafa kemal'in çanakkale'deki ününü duymuşlardır, kendisiyle tanışmak üzere onu masalarına kahve içmeye davet etmek isterler ve bunu şef garsonun aracılığıyla ona iletirler. atatürk'ün garsona cevabı şu olur. "bizim geleneklerimize göre daveti ev sahibi yapar. onlar her ne kadar işgal kuvveti komutanları iseler de, ne de olsa misafirdirler. günün birinde gideceklerdir. bu nedenle benimle kahve içmek istiyorlarsa benim masama gelsinler... "
3-)
cumhuriyetin ilanı sonrası pera palas'ta verilen davette; yugoslavya kralı atatürk'e ekselans, biz türkleri çok severiz. o kadar çok severiz ki, zamanında 1.dünya savaşı'nın sonunda ingiltere başkanı d.lloyd george, batı anadolu'yu yunanistan'dan önce bize önermişti. fakat biz yugoslavlar, türkleri çok sevdiğimiz için bu öneriyi reddettik ve anadolu seferine çıkmadık." der: atatürk'de yerinden kalkar, kralın yanına kadar gider, elini sıkar ve gözlerinin içine baka baka" verilmiş sadakanız varmış, geçmiş olsun ekselansları" der.
4-)
ingiliz kralı viii. edward istanbul'a atatük'ü ziyarete geldigi zaman, atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. ziyafetten önce,
-"bana ingiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini, yahut bir aşçı bulunuz !... dedi.
ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan ögrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. atatürk'e dönerek:
- "sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. kendimi ingiltere'de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi. sofraya hep türk
garsonlar hizmet etmekte idi. bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. yemekler de halılara dagıldı.
misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. fakat atatürk:
-"bu millete her şeyi ögrettim, fakat uşaklıgı ögretemedim!"der.
5-)
bir akşam, ankara palas'ta yemek yerken, yandaki masada italyan büyükelçisini gördü. arnavutluk elçisi de oradaydı. gazi; o akşam içkili değildi. ama kendini içmiş göstermek daha işine geldi. arnavut'a doğru eğilerek: 'asaf bey' dedi. 'gazetelerde acayip resimler görüyorum. neler oluyor sizin arnavutluk'ta? operet mi oynuyorsunuz?' bunu söylemekle, kral zogo'nun şatafatlı üniformalarına taş atıyordu. 'hem,' diye devam etti. 'cumhuriyetten ne kötülük gördünüz? ille de başınıza bir kral geçirmeye ne lüzum vardı? üstelik, güttüğünüz siyaset de çok tehlikeli; italyanlar balkanlara sızmak için sizi maşa olarak kullanacaklar.'
italyan büyükelçisi söze karışmak istedi. atatürk, ona döndü; sözlerini herkesin duyması için tercümana yüksek sesle tekrarlatarak, antalya'yı isteyen italyan öğrencilerinin roma'daki türk elçiliği önünde gösteri yapmalarına takıldı. 'antalya bizim italya'daki elçiliğimizin cebinde değil ki,' diye açıkladı. 'antalya buradadır. ne diye gelip almıyorsunuz? ekselans duce'ye bir teklifim var. askerlerini karaya çıkarsın, ondan sonra savaşalım. kim kazanırsa antalya onun olur."
büyükelçi: 'bu bir savaş ilanı mı, ekselans?' diye sordu.
atatürk: 'hayır,' dedi. 'ben burada herhangi bir vatandaş gibi konuşuyorum. türkiye adına savaş ilân etmeye yalnızca türkiye büyük millet meclisi yetkilidir. ama şunu da kafanızdan çıkarmayın ki, büyük millet meclisi, zamanı gelince, benim gibi basit yurttaşların duygularını da göz önüne alır.' "
6-)
1921' de savaşın kızıştığı dönemde ankarada birinci öğretmen kongresi düzenlenir.. ata: "cehaletle savaş, düşmanla savaştan zordur" diyerek kongreyi ertelemez.. öğretmenlere hitaben konuşması biten atatürk, bağnaz milletvekillerinin itirazlarına rağmen kongreye kadın öğretmenleri de davet eden mazhar müfit bey' e (kansu) yönelerek:
"mazhar müfit bey, kongreye hanım öğretmenleri de çağırdığınız için teşekkür ederim.. ancak neden ayrı oturttunuz?.. sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa türk hanımlarının faziletine mi?.. bir daha böyle bir şey görmeyeceğimi ümit ederim.." der ve gider.
7-)
kurtuluş savaşı'ndan sonra muharip milletlerin elçileri ve ataşelerine bir kabul töreni düzenlenir. davet çok güzel bir biçimde devam ederken ingiliz ataşesinin ters bakışları mustafa kemal'in gözünden kaçmaz. ne olduğunu sormak üzere yaverini gönderir.
-'paşam siz ingiliz ataşesinin babasını çanakkale'de öldürmüşsünüz.'
bunun üzerine mustafa kemal atatürk ayarı verir:
-'sor bakalım babasının çanakkale'de ne işi varmış.'
8-)
atatürk bir gün amasya ziyareti sırasında valilik konağına gider.. konaktaki karşılama telaşı ve keşmekeşin arasında gözü birden nerdeyse sakalı göbeğine kadar gelecek bir adama gözü takılır.. hemen bu şahısın kim olduğunu valiye sorar valinin bu kişinin şıh olduğunu söylemesinden sonra bu kişiyi yanına çağıran paşa ile şıh arasında şu diyaloglar geçer
-bak şıh efendi inancın dine bağlılığın ölçüsü sakalda değildir senden rica etsem sakalını en azından peygamber efendimizinki kadar kesebilir misin ?
-emriniz olur paşam
aradan günler geçer ve atanın aklına bu durum takılır hemen amasya valisini arayarak durumu sorar. vali süklüm püklüm ve binbir çekince içinde şıhın sakalına dokunmadığını ataya bildirmek zorunda kalır.. ata bu konuşmadan sonra hemen eline bir kağıt kalem alır ve yaverlerinden bu yazıyı derhal, amasya valiliğine iletilmesini ister..
ertesi gün ata şıhın amasya'dan ankaraya gelmek üzere yola çıktığını öğrenir. ancak durum inanılmazdır sakalları göbeğine kadar gelen şıh saçını sakalını kesmiş ve sinek kaydı tıraşını olmuş bir şekilde ata ile görüşmeye ankara'ya gelmiştir.
yaverler ve atanın çevresindekiler bu duruma inanamazlar
aman paşam ne yaptınızda 40 yıldır sakallarına dokunmayan şıhın bu hale dönmesini sağladınız derler. ata gayet vakur bir şekilde ''dün akşam amasya valiliğine bu kişiyi afyon'a vali olarak atadığıma dair tebliğ ilettimder.
bu olay karşısında bir not yazan ata bu notun şıha iletilmesini yaverlerinden ister. şıhın okuduğu yazıdadediğimi dinleyip inancın ölçüsünün sakal olmadığını anlamana gerçekten çok sevindim. valilik husuna gelince bu gün koltuk sevdası uğruna 40 yıllık sakalından vazgeçen yarın başka şeyler için milletinden de vazgeçer.. seni buralara getirdiğim için kusura bakma memleketine dön.. sağlıcakla kal
9-)
lozan konferansı sırasında bir kadın gazeteci türkiye'ye gelerek mustafa kemal atatürk'le görüşüyor.
-neden kendiniz gitmediniz de lozan'a bir sağır generali gönderdiniz ?
mustafa kemal atatürk şöyle yanıt verir:
-madam bize bundan sonra kulak gerekli değil! biz söyleyeceğiz batı dinleyecek! bunun için bir sağır generali gönderdim.der.
10-)
itilaf devletlerine bağlı donanmalar istanbul'a girmiştir. istanbul işgal edilmiştir.
mustafa kemal atatürk ah napıcaz vah napıcaz diyenlere
'geldikleri gibi giderler' der.
11-)
atatürk’ün adana’da hatay için:
- kırkasırlık türk yurdu yabancı elinde kalamaz!
demesinden iki gün sonraydı. mersin’de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu. yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir levha tutan bir kaç genç kız çıktı. levhada şu yazı vardı: “suriye hemşehrinizi de kurtarın!”
suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. türkiye’yse artık dinci değil, milliyetçi bir devletti. suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. lakin kurtarmaya kalkmak fuzili olurdu.
etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; atatürk’ün de gözleri ıslanmış değildi. suriyelilerin 1. dünya savaşı’nda türk düşmanlarıyla birleştiklerini, türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.
- her millet, layık olduğu yaşayışa erer!.. dedi ve yürüyüp gitti.