/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 5.
    +1 -1
    Ataturk'u ovme var cugu!
    ···
  2. 4.
    +1
    Okumaya uşendim Atatürk e hakaret ediyosan giberim belanı
    ···
  3. 3.
    -2
    Baya uzanmuş panpa. Ozet nerde aminakodugum?
    ···
    1. 1.
      +2 -2
      O gibtiğiminin zamanından ferre izlerken saatlerini ayırıyorsun da şurda bişi okumak için 2-3 dakkanı ayırmıyorsun huur cocugu şimdi gibtir git burdan
      ···
  4. 2.
    0
    sir winston sandın lan.
    ···
  5. 1.
    +2 -2
    KAYSERi'DEKi SÜRÜ SAHiBi
    ATATÜRK sık sık halkı ve memleketi görmedikçe
    rahat edemez, bu yüzden ansızın gezilere çıkardı. Balolara, eğlencelere, davetlere
    de gidişi ansızın olur, okullara haber vermeden baskın
    yapar, derslere katılırdı. Bu yüzden birçok kimse
    gafil avlanır, hazırlıksız olduklarından şaşkına
    dönerlerdi.
    Yurt gezilerinde de çoğunlukla böyle olurdu. Önceden
    hazırlanmış bir gezi programı yoktu. Gece
    sofrada, ertesi gün falanca yere gidilmesi istenir,
    sabah olur olmaz da hareket edilirdi. Çok zaman gidilen yerin ilgilileri bizi yüzleri traşlı, yahut düzgün
    olmıyan kıyafetlerle karşılamağa dara dar yetiştikleri için Atatürk, bunların telâşlarıyla inceden
    inceye alay ederdi.
    1931 yılındaydık. Yine böyle ansızın çıkılmış yurt
    gezilerinden birinde bulunuyorduk. Trenimiz Kayseri
    istasyonundan kalkmak üzereydi. Bir de baktım, çoban
    kıyafetli bir adam, kalabalığı yararak bulunduğumuz vagona yaklaşmağa çalışıyor.
    Bir olay geçtiğini anlamıştım. Vagonun kapısını
    araladım. Beni kapıda gören çoban kıyafetli adam:
    — Atatürk'ü görmek istiyorum, nerededir? Dedi.
    — Yaverlerden izin almadan Atatürkü göremezsiniz.
    Diye cevap verdim.
    Ada m ısrar ediyor, ben bırakmıyordum. Aramızdaki tartışma gittikçe kızışıyordu. Ada m da inatçı
    mı, inatçı...
    Biz böyle çekişe duralım, Atatürk bizim konuş­malarımızı bulunduğu vagonun penceresinden duymuş.
    Başını uzatarak:
    — Çelebi, ne istiyor bu adam? Diye sordu.
    — Efendimizi görmek istiyor, Paşam. Dedim.
    — Al gel efendiyi öyleyse...
    Adam önüme düştü, ben arkada, beraberce vagondan
    içeri girdik.
    Benim çoban sandığım adam meğer davar sahibiymiş.
    Başladı Atatürk'e serencdıbını anlatmağa:
    Beşyüz koyunu ile davarı varmış. Bunları satmağa Ankara'ya zütürürken baytar yolunu kesmiş.
    «Kayseri'de hastalık var, hayvanları zütüremezsin.»
    demiş. Bunun üzerine adamcağız baytara yalvarmağa
    başlamış:
    — Efendim, Kayserinin her yerinde mi hastalık
    var ? Her yerinde olmaz ya... Bu şehrin garbı var, şarkı
    var. Hiç olmazsa buralardan bana bir yol versinler.
    Hastalık olmıyan bir yoldan geçireyim. Demiş.
    Ama bir türlü bu hayvanlara yol verilmemiş. Davar sahibi, hayvanlariyle eli böğründe kalmış. Ne
    yapsın, neylesin, derdini kime açsın. Validen umudunu
    kesince, birden Atatürk'ün Kayseri'ye geldiğini
    duymuş.
    — Varıp gideyim, Ata'ya derdimi ileteyim. Belki
    O'nun sayesinde feraha çıkarım. Diye düşünmüş.
    Hayvanları otlağa bıraktığı gibi soluk soluğa istasyona
    yetişmiş.
    Davar sahibini büyük bir dikkatle dinliyen Atatürk, trenin hareketini geciktirdi. Vali ile baytarı çağırttı. ikisi de zaten istasyonda bulunuyorlardı.
    ikisine birden dönerek:
    — Bu arkadaşın sürüsüne neden mâni oldunuz?
    Diye sordu.
    Baytar kekelemeğe başladı. Ne cevap vereceğini
    şaşırmıştı:
    — Şey efendim, bu mıntakada hastalık var da,
    ondan müsaade etmedik. Deyince bu defa da Valiye
    döndü:
    — Siz ne dersiniz Vali Bey ? Diye sordu. Vali
    ezile büzüle:
    — Efendim, doktor haklıdır. Deyince Atatürk
    kızdığını belli ederek:
    — Demek bu sürü sahibi burada hayvanlariyle
    beraber ölsün. Siz de seyirci kalın... Sizin maksadı­nız malûm, anlaşıldı. Dedi. Sonra daha fazla öfkelenerek
    :
    — Şu köylü kadar da olamadınız. Bu adamın
    şarka, garba aklı eriyor da, sizin neye ermiyor a
    mübarek adamlar ? Dedi.
    Vali ile baytarda şafak atmıştı. Önlerine bakı­yorlardı. Hemen sürü sahibine dönerek:
    — Baba, şimdi sürünü topla. Şehrin tam göbe­ğinden Ankaranın yolunu tut. Eğer sana mâni olmak
    isterlerse, hiç çekinmeden bana telgraf çek. Ben senin
    olduğun yere yetişirim. Dedi.
    Adam teşekkür edip, Atatürk'ün ellerine sarıldıktan
    sonra yanımızdan ayrıldı. Atatürk tekrar Valiye
    dönerek şu soruyu sordu:
    — Nedir bu hal. Bu saçma hali görmediniz mi ?
    — Paşam farketmedik...
    — Tabii sen farketmezsin, o farketmez. Memleketin serveti de böylece harcanır gider.
    Vali ile baytarın önlerine bakarak öyle bir gidişleri vardı ki...

    Not: Cemal Granda Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri adlı kitaptan alıntıdır.
    Tümünü Göster
    ···