1. 1.
    +1
    Askerî dehasını kısa sürede siyasal dehaya dönüştürebilen bir liderdir
    Atatürk, askerî dehasını kısa sürede siyasal dehaya dönüştürebilen nadir liderlerden biridir.
    Kendisi de seçkin bir asker ve devlet adamı olan Atatürk’ün en yakın silah ve devrim arkadaşı olan rahmetli ismet inönü’ye göre, “... (Atatürk’ün) büyük vasıfları vardır. Karar sahibidir, kararları açıktır ve bir defa karar verdikten sonra, onu uygulatmak için kişiliği çok etkileyicidir... Bu, bir kumandan için en büyük niteliklerden biridir. Askerî vasıfları hakikaten yüksektir. Her millette, her devirde yüksek vasıfta kumandan sayılır... (Ama) siyasî vasıflarının daha büyük olduğu görülür. Bu ikisi birleşince, Atatürk’ün kişiliği müstesna bir ölçüye çıkmış oluyor... ”
    Atatürk’ün gerçekçiliğini anlatmak için, Lord Kinross’dan bir alıntıyı verelim: “... Atatürk’ün pratik alandaki başarılarını onun gerçekçiliğine bağlamak gerekir... Gerçekçilikten çok uzak bir çağda yetişmiş olan Gerçekçi Mustafa Kemal, olmayacak şeylerin peşinde koşan düşmanı, mantık ve sağduyunun emrettiği gerçeklerle yenerek vatanını kurtardı ve güvenlik içine aldı... ”
    Atatürk’ün gerçekçiliğinde en büyük etken, hiç kuşkusuz, bütün düşünce ve davranışlarına, her zaman, aklın, bilimin ve sağduyunun önder olmasıdır. Çünkü; Atatürk’e göre, “Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur” ve “hayatta en hakikî mürşit ilimdir”.
    Atatürk, bütün yaşamı boyunca, gerçeklere bağlı kalmış; onları, kafasının hayal ettiği veya gönlünün arzuladığı gibi değil, oldukları gibi görmüştür. Her şeyin yok olmuş gibi göründüğü bir dönemde, I. Dünya Savaşı’nı hemen izleyen o çöküntü ortamında, Türk Bağımsızlık Savaşı’na girişmesi, başkalarının sezemediği, gerçekçiliğine dayanır, hayalciliğe değil.
    Atatürk, olumsuz gerçekler karşısında asla yılgınlığa kapılmaz; aksine, iradesi daha da bilenir ve gerçek duruma çözüm bulma yolunda en uygun ve kararlı bir tutuma yönelirdi. Bu önemli noktayı da bir örnekle aydınlatalım. Bağımsızlık Savaşımızda “Direnme Safhası” nı oluşturan 1921 yılında, Türk Batı Cephesi Kuvvetleri, 8-23 Temmuz günlerinde cereyan eden Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sırasında, Eskişehir’in doğusuna çekilmek zorunda kalır. Beliren bu kritik durum üzerine, 19 Temmuz 1921’de savaş alanına gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından inceledikten sonra, ordunun Sakarya Nehri gerisine çekilmesi emrini verir. Bu, gerçekten, cüretli bir karardır. Çünkü; esasen Kütahya-Eskişehir Muharebeleri yenilgisi ve Kütahya, Afyon, Eskişehir gibi önemli yerleşme merkezlerinin kaybedilmesi, ülkede moral gücü sarsmıştır. Şimdi de, Eskişehir doğusu bölgesinde Sakarya kesimine kadar 100-150 km. çekilmekle, geniş bir yurt parçası daha, bile bile düşmana bırakılmış oluyordu. Bunun doğal sonucu olarak, ordunun ve halkın morali daha da bozulabilirdi.
    (Devam edecek)

    Edit: yazı bana ailttir demedim lütfen çarpıtmayın gazedeten alıntıdır..
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    -1
    gazeteci musa ataş, atatürk’ün bursa’ya son gelişinde verilen baloya, yanında hanımı ve pembe tuvaletli bekâr bir bayanla katılmak istemiş, lakin bu bayan, kavalyesi olmadığı için içeriye girememiştir. bunun üzerine musa bey, gazetede çalışırken bulduğu yazara, baloya başka bir bayanla gitmeyecekse pembe tuvaletli bayanla gitmesini rica eder. yazar da kabul eder ve kadınla kol kola baloya giderler.

    önce resmî konuşmalar yapılır. muhabirlerin görevi, bu haberi gazetelerine yetiştirmektir. yazar da gazetesine gitmek üzere salondan ayrılır ve işini bitirdikten sonra geri döner. ancak dönünce ne görse beğenirsiniz! atatürk kendi pembe tuvaletli “dam”ına pek yakın davranmakta, ona sigara ikram edip sık sık dansa kaldırmakta ve büfeye zütürüp içki ikram etmektedir. çiftin neşeleri gayet yerindedir.

    yazarımız ilk şaşkınlıktan kurtulduktan sonra atatürk’ün yanına gider. bu sırada arkadaşları kendisine takılır. “atam, bu gazeteci arkadaşın ddıbını kapmışsınız” derler yılışık bir edayla. atatürk güya bu iddiayı kabul etmez ve yazara, pembe tuvaletli bayanın adını sorar. yazarımız kendisinden öğrendiği ismi söyler, “hatice” der. atatürk “işte” der, “kimsenin ddıbını kapmadığımın ispatı!” daha sonra pembe tuvaletli bayana dönüp “lütfen isminizi söyler misiniz?” der. bunun üzerine bayan, isminin “ataca” olduğu cevabını verir. atatürk de “gördünüz mü?” diyerek muzafferane bir tebessümle kolunu bayan ataca’ya uzatır. (bundan sonrasını bilmiyoruz.) meğer tanışmaları sırasında adının hatice olduğu söyleyince atatürk kadına, “ben olsam, ata’ya bu kadar yakın olduğum için adımı ataca koyardim” diyerek adını o anda değiştirivermiştir!
    ···
  3. 3.
    -1
    lan gibtirin gidin
    ···
  4. 4.
    -1
    atatürk 10. yıl kutlamaları sırasında ankara orduevi’ndeki baloya teşrif eder. bir ara önünde dans eden bir çift dikkatini çeker. karı koca olduklarını öğrenince de öpüşmelerini ister. subay olan koca, emir üzerine zoraki bir öpücük kondurur eşinin yanağına ama atatürk beğenmez bu öpücüğü, samimi bulmaz. “yoksa bu senin eşin değil mi?” diye çıkışır. subay “eşimdir” diye ısrar edince, ona şu emri verir: “o halde eşiniz gibi öpünüz!”
    ···
  5. 5.
    0
    özet geç
    ···
  6. 6.
    0
    @5 ne alaka :D
    ···