-
26.
+3Atatürk döneminde TORPiL!Tümünü Göster
Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’ DiR. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.
Bakanın gür sesi: “Giriniz!”
Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur. Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur.
“Bay Abidin ÖZMEN Milli Eğitim Bakanı
Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırın.”
Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar.
Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı ismet inönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. inönü, Bakan adına özür dilemiş.
Atatürk: “Yok! Demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse“
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985’te gazetesinde yayımlar.
—————————————————–
Yıl 1935 yaz mevsimi…O günlerde Londra Büyükelçisi Ali Fethi Okyar izinli olarak Ankara’da ve Çankaya’ da misafir. Bilinir ki kendisi, Mustafa Kemal’ in çocukluk arkadaşıdır ve Fethi Bey, Sofya sefiri iken Mustafa Kemal yanında ataşemiliterdir. Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras gelir ve Atina’ dan yeni döndüğünü, Balkan Paktı’na temel felsefe içinde Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili askıda ne varsa hepsini kökünden hallettiğini müjdeler. Mustafa Kemal sakin ve şeklen memnun dinler, hatta kutlar. O gittikten sonra Fethi Okyar’ a döner, gülümser: “Bizim Hariciye Vekili Yunan’ın sadece Atina’dan idare edildiği zannı içindedir” der. Gece sofrada başta Başbakan ve nadir olarak bulunan Genelkurmay Başkanı, sivil-asker devlet büyükleri vardır. Konu açılır, herkes memnundur. Atatürk, düşünceler tamamlandıktan sonra şu TARiH DERSi’ ni verir: “iki ülke ve millet vardır ki, sadece devlet merkezlerinden değil, dünyanın her yerinden, denizlerden bankalara kadar çok yerden idare edilirler. Bunlar Yunanlılar ve Yahudilerdir. Bunlar ve benzerleriyle resmi anlaşmalar hadiselerin sadece bir bölümünü teşkil eder. Hayal kırıklığına uğramamak için bazı milletlerin tarih terkibini de, faaliyet sahasının yaygınlığını da terazinin kefesine koymak şarttır.”
——————————————————————
Çanakkale’de ölen askerleri için 1934 yılında Yeni Zelandalı ve Avustralyalı annelere Atatürk’ün gönderdiği mesaj:
“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bu ulvi mesaj aynı zamanda Wellington’da, Yeni Zelanda Hükümeti tarafından inşa ettirilen Atatürk Anıtı’nda yazılı olup her yıl 25 Nisan tarihinde ülkede düzenlenen ANZAC günü anma törenleri sırasında ülkede mukim Türk Büyükelçisi tarafından okunmaktadır. -
27.
+21935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.Tümünü Göster
————————
Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“
———————
• Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“
————–
Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
“Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
“Kemal!..”
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
“Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
“Üç liram var, Muhlis!..”
“Beş lira lazım, Kemal..”
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
“iki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
“Bu kadar var paşam..”
Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
“Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
“Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..
Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
inanmadınız değil mi?.
inanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için “Ata” Türk’tü o!..
Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012 -
28.
+2Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk’ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk’e belirtir ve Atatürk’te en yakın askeri kışlaya generali zütürür. Askerler generali törenle karşılarlar (Bugünkü gibi değil tabi savaş koşullarında). General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça, ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış, çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor. Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve asker yere düşer; General Atatürk’ e dönerek şunu söyler: “SiZ ÇANAKKALE ZAFERiNi BU ASKERLERLE Mi KAZANDINIZ ?” Atatürk – “EVET Biz Çanakkale’yi bu askerlerle kazandık” dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General’e askeri tekrar sarsmasını ister. General az önce bitkin bir biçimde yere düşen askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama asker kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir. Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk’e sorar: -“Az önce kulağına ne söylediniz ?” Atatürk şunlar söyler : – “ilk başta omuzuna dokunduğunuzda yere düştü çünkü sizi dost olarak biliyordu. ikincisinde ise kulağına sizin bize düşmanımız olduğunu söyledim“.
——-
“Olağanüstü bir devlet adamı. Olağanüstü bir lider. Türkiye’yi baştan yaratan eşsiz bir lider. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı’dan Türkiye’yi yarattı ve modern dünyaya dahil etti. 20.yüzyılın en önemli tarihi kişiliklerinden bence.” Paul Auster. ABD’li roman yazarı, şair ve senarist
—————
Ne diyor: “Mustafa Kemal rakı içerdi kaldırıp atalım!” Fatih Sultan Mehmet’de “şarap” içerdi… Orda ses yok!.. Bugün ki hesaplarına dokunmuyor çünkü… Ona “Hazreti Fatih” diyor; Mustafa Kemal’in içtiği rakıların, kadehlerin sayılarını sayarak onu cehennemlik ilan ediyor… Böyle haysiyet paydası düşük bir anlayış olur mu?.. Prof. Yaşar Nuri Öztürk -
29.
+1Atam'a laf eden capsizlar size gelsin
işgaldeki hali sakın unutma,
atatürk'e dil uzatma sebepsiz,
sen anandan yine çıkardın amma,
baban kimdi bilemezdin şerefsiz. -
30.
+1Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınındaki isimlerden Hacı Tevfik’in torunu, kütüphanecisi ve özel kalemi Nuri Bey’in oğlu Mustafa Kemal Ulusu'dan Atatürk'e ait önemli anektodları Abbas Güçlü ile Genç Bakış programında anlattı. Neleri sevmezdi? Diktatör değil, tek adamdı. Eşiyle pek severek evlenmediği ve asıl aşkının Fikriye Hanım olduğu bir gerçek.Tümünü Göster
Uyumadan 48 saat çalışırmış. Babam 5000’e yakın kitap okuduğunu söylerdi. Okuduğu her kitabı babam da okuyordu. Çünkü sorardı. Savaşlarda cephelerde bile tarih kitabı okurmuş.
Boyu 1.74, elleri çok ufak. Tıraşını kendisi olmazmış.
Fenerbahçeli fakat futbolla çok alakadar değilmiş.
Güreş’i çok severmiş. Zaman zaman köşke pehlivanları çağırarak güreştirir, para yardımları yaparmış.
iyi bir biniciymiş, yüzmeyi çok severmiş.
Silaha çok meraklı, iyi bir atıcıymış.
Yemekle çok arası yok. En çok kuru fasulye pilav sever.
Sürekli içer miydi? Atatürk’ün her sofrasında içki olduğu söyleniyor. Böyle bir şey mümkün değil. Çalıştığı geceler kesinlikle içmezmiş.
Yanında hiç para taşımazmış. Yanındaki çalışanlarının hiçbirini zengin etmemiştir.
Fevzi Çakmak geleceği zaman sofrasında içki olmazdı. Ona karşı büyük saygısı vardı. Köşkte kapıda karşıladığı tek kişiydi.
Çok şık giyinirmiş. Ayakkabılarına çok dikkat edermiş. Kılık kıyafete çok dikkat ederdi. 1930’larda Adana’da, Karadeniz’deki kadınların kıyafetleri çok modern.
Manevi kızı Afet inan onun hayatında çok önemli.
Babam Atatürk öldüğü anda yanındaydı. Babam seve, öpe, okşaya fanilasını, iç çamaşırını kesiyor, ağzını siliyor. Bunlar hep babamdaydı.
Liderler öldükten sonra maskının alınması gerekiyor. Babam onu da yapıyor.
Atatürk ve din- Kuran-ı Kerim’i Türkçeleştiriyor.
Kuran okununca çok duygulanan, ağlayan bir insan. Babam bizzat gördüm derdi. Ayasofya’da Kuran okunduğunda Dolmabahçe’de naklen radyodan dinleyince gözlerinden şakır şakır yaş gelmiş.
Hazreti muhafazid’i en büyük komutan olarak biliyor ve söylüyor.
islamiyet’e çok saygı duyarmış. Dolmabahçe Sarayı’nda sabahın gün ışıklarına kadar devam eden bir düğünde ezan vakti Atatürk manevi kızı Nebile’ye “Hadi bir ezan oku” diyor. Ve okumaya başlıyor. Babam “Tam yanı başındaydım, gözlerinden damla damla yaş aktığını gördüm” derdi.
Kimsenin kıyafetine karışmazdı. Batı’yı Türkiye’ye getirmeye çalışıyor. Benim babaannem çarşaflıydı. Köşkte çarşafıyla geziyordu.
ismim O’nun vasiyeti Bir gün babama “Ne mutlu sana bir ailen, yavruların var. Allah bana vermedi ama milletimin babalığını nasip etti, onunla avunuyorum. Biliyorum, erkek çocuk istiyorsun. Beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Ömrüm vefa etmez ise vasiyetimdir, adını Mustafa Kemal koy” diyor.
Soyadımızı da koymuştur. Dedem Hacı Tevfik’in denizci olması sebebiyle “Ulu Su” adını koymuştur.
Atatürk Etnografya Müzesi’ni hiç beğenmezdi. Orada o kadar uzun yıl kalmasını babam içine hiç sindirmiyordu. Babamın en çok üzüldüğü mevzudur oraya defnedilmesi.
Babam inönü’ye kırgındı. Askeri dehasını takdir ederdi. Ama Atatürk’e karşı olan bazı yaşanmış olaylarını biliyordu. Atatürk kıskanılmayacak bir insan değildi. Atatürk, Celal Bayar’ı Başbakan yaptıktan sonra küslük başlıyor. inönü hazmedemiyor.
Atatürk tamamıyla Batılı düşüncelere açık bir insan. inönü daha tutucu!
Atatürk’ün inönü’ye karşı bir vefası vardı. Çocuklarına o yüzden sahip çıktı.
Hasta olduğu dönemde, Atatürk inönü’yü görmek istiyor. Ama istanbul’a gelmesi önleniyor. Suikast yapılır diye.
istanbul Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi bölümünden Yrd. Doç. Dr. Hayrünisa Alp anlatıyor. Atatürk’ün çok sevdiği Florya Deniz Köşkü’ndeki hatıralarından Pera Palas’taki odasına, Şişli’deki Pembe Ev’den Dolmabahçe’deki Saray günlerine işte Ulu Önder’in istanbul’u...
-Atatürk’ün istanbul’unu bize anlatır mısınız? istanbul O’nun için ne ifade ediyordu? istanbul Atatürk’ün, hayatının belki de en mutlu günlerini geçirdiği şehir. Ayrıca birçok devrimi de bu şehirde gerçekleştirdi.
1899- 1919 ve 1927-1938 yılları arasında istanbul’da geçirdiği her an anılarla dolu. Atatürk’ün ilk kez Harp Okulu’na başladığı günlerde geldiği istanbul, hayatının önemli bölümünü geçireceği, kendisinde hayranlık uyandıran bir şehir halini aldı.
Manastır Askeri idadisi’ni bitirdikten sonra 13 Mart 1899 günü bugün genel merkezi Ankara’ya taşınmış olan o zamanlarda Pangaltı’da bulunan Harbiye Mektebi’nde istanbul’da okumaya başladı. -
31.
+11935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.Tümünü Göster
————————
Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“
———————
• Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“
————–
Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
“Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
“Kemal!..”
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
“Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
“Üç liram var, Muhlis!..”
“Beş lira lazım, Kemal..”
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
“iki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
“Bu kadar var paşam..”
Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
“Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
“Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..
Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
inanmadınız değil mi?.
inanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için “Ata” Türk’tü o!..
Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012 -
32.
+1https://bpakman . wordpress.com/ataturk/ataturk-hakkinda/
-
33.
+1Dünya’da bir devlet başkanı adını taşıyan tek çiçek atatürk çiçeğidir. Bu çiçeğin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin’in koyduğu, tüm dünyada bu isimle üretilip satılmakta olduğu söylenmektedir. Ancak bu konuda tam mutabakat bulunmamaktadır. Kesin olarak bilinen Atatürk’ün bu çiçeğin Türkiye’de yetiştirilmesinde gösterdiği özen ve gayrettir.
——————————
Atatürk, Sofya’ya askeri ataşe olarak gönderilir. Bulgaristan henüz 5 yıllık bir ülkedir. Üzgündür Atatürk istanbul’dan gittiği için. Bir pastahane vardır Sofya’da. Diplomatik erkan, genel olarak o pastahanede kahvaltı yapmaktadır. Atatürk de orada yapar kahvaltılarını.
Bir sabah bir köylü girer pastahaneye. Bohçası vardır yanında, bırakır bir masanın yanına, oturur. Bir garson gelir, köylü süt ve kek ister. Garson ise köylünün pastahaneden ayrılmasını ister. itiraz eder köylü. Birkaç garson daha gelip tekrarlarlar dışarı çıkmasını.
Köylü öfkelenir ve bağırmaya başlar. “Senin sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu ben üretiyorum. -
-
1.
0bir yer
-
1.
-
34.
+1Gazi, ismet Paşa’yı Eskişehir istasyonunda sevgiyle kucaklar, bağrına basar. Olan biteni ismet Paşa’nın ağzından dinlemek için sabırsızlanmaktadır. ismet Paşa’yı Lozan’dan beri takip etmekte olan yerli ve yabancı basın ordusu da Eskişehir’e gelmiştir.Tümünü Göster
Mustafa Kemal ve ismet Paşa yanındakilerle birlikte Eskişehir istasyonundan ayrılırken bir fırsatını bulup yanlarına kadar gelen bir Fransız bayan gazeteci şöyle sorar:
“-Paşam Lozan Konferansı sırasında çok hararetli ve hırçın görüşmeler oldu. ismet Paşa çok güzel Fransızca bilmesine rağmen çok ağır duyuyor. Ağır duymasından dolayı da söylenenleri dinleyemediği kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu arada konferansın ikinci defa açılacağı duyumları var. Şayet konferans ikinci defa açılırsa, ismet Paşa’nın yerine daha iyi duyan ve dinleyen bir kimseyi gönderseniz daha çabuk netice alamaz mısınız?
Günlerdir bir çocuk sabırsızlığı ile ismet Paşa’yı bekleyen Gazi, o alev alev yanan gözlerini bayan gazeteciye çevirerek şöyle der:
“Hanımefendi, 600 sene siz söylediniz biz dinledik. Oysa bundan sonra biz söyleyeceğiz siz dinleyeceksiniz. ismet Paşa’nın duyacakları değil söyleyecekleri mühimdir. Konferans açıldığı zaman Lozan’a başdelege olarak tekrar ismet Paşa gidecektir. “
Konferans ikinci defa açıldığı zaman Türkiye’yi temsilen ismet Paşa Başdelege olarak gene Lozan’daydı ama ingilizler ve Fransızlar kendi delegelerini değiştirmişlerdi.
ingilizler Lord Curzon’un yerine ingiltere’nin Türkiye eski Büyükelçisi Sir Horas Rumbold’u, Fransızlar ise Bombard’ın yerine General Pelle’yi göndermişti.
Müttefikler ismet Paşa’nın dediklerini duymuş ve dinlemişler, 24 Temmuz 1924 günü de Türkiye’nin bağımsızlığının belgesi olan LOZAN ANTLAŞMASI’nı imzalamışlardı.” S. Eriş Ülger, Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 69-71
……………………
değirmenAlman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve ‘Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
– Buyrun?
– Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
– Satmıyorum ki ne parası?
– Saçmalama Kral istedi.
– Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
– Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
– Çağırın bakalım bana şu adamı.
Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick;
– Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
– Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
– Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
– Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
II. Frederick ayağa kalkıyor;
– Unutma ki ben Kralım!
Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
– Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!
Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. “Berlin’de hakimler var!”
– Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick diyor ki;
– Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.
Ve 31 Aralık 1917. Berlin’de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;
– Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O Mustafa Kemal Atatürk. Sunay Akın’dan
…………………
”Mustafa Kemal’in mirlivaliğa (tümgeneral) terfi iradesi cebimdedir. ama siz onu bilmezsiniz. O hiç bir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik (mareşallik) ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlik ister“ Enver Paşa
Enver Paşa’nın bu sözleri aktarıldığında Mustafa Kemal şöyle der:
“Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim…‘‘ Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, Cilt I, s. 144
—————————
Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;
Bir gün Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçiyorduk.
O zamanlar Samanpazarı’nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk’ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.
Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata’yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;
– “Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için
bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok” dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin
nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;
– “Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler,
müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim” dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;
– “Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz” dediler.
Kitapçı;
– “Paşam 40 lira istemişlerdi” deyip yine halı sahibinin ismini vermedi.
Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek
ve sıkılarak;
– “Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam” dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira
bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi’nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
– “Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama,
kapısını kimseye kapamıyor” diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
– “Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine
yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz.” dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi’nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında
karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı
evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
– “Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.” dedi.
Atatürk de;
– “Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve
içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz.” diyerek halıyı açtırdılar
ve odaya serdirdiler.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi
kapıya kadar uğurlayarak;
– “Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…” derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;
– “Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.” diyerek veda edip ayrıldılar. Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar. Prof. Yurdakul Yurdakul -
35.
+1Yıl 1924, aylardan Haziran, Cumhuriyetimiz kurulalı 8 ay olmuş. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (henüz soyadıkanunu çıkmamış) ve bir avuç arkadaşı, birbiri ardına yapacakları devrimlerin ön hazırlığını yapmakla uğraşıyorlar.Tümünü Göster
Köşk’den baş yaver Salih Bozok bey beni arıyor ve “Gazi”nin beni derhal görmek istediğini söylüyor. Acele ile Çankaya’ya Köşk’e gidiyorum ve çalışma odasında masası başında oturan “Gazi”nin karşısına geçiyorum. “Otur çocuk” diyor ve bana bir
evrak uzatıyor. “Sesli oku çocuk!!!” diyor.
Evrak bir mektup. Sol üst köşesinde Fransızca yazılmış, “Sovyet ve Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Genel Sekreterliği” amblemi var. Mektup tercümesi
şöyle:
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine.”
Bizler dost ve kardeş S.S.C.B., siz sayın cumhuriyetinize kuruluşunuzun 1.nci yıl dönümünde bir armağan vermek istiyoruz. Moskova Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu’nu Beethowen’in 9. Senfonisini seslendirmek üzere, günü tarafınızca belirlenen bir tarihte, Ankara’ya yollamak istiyoruz.
Bu armağanımızı kabul ederseniz kıvanç duyacağız.
Hürmetlerimle,
Vladimir Ilyich Lenin
Genel Sekreter“
Bu mektubu okuyunca çok heyecanlandım, ve düşünmeden “Paşam, bu fırsatı kaçırmayalım” dedim. Mustafa Kemal Paşa bir an düşündü ve “Çocuk, bu konseri nerede vereceğiz. Park’ta olmaz, kapalı konser salonumuz ‘yok’” dedi.
Bende “Paşam, müsaade ederseniz, Cebeci deki Halkevi’nin iç mekanını bu konsere uygun düzenleyelim ve konseri orada verelim” dedim.
Paşa “Tüm sorumluluğu üstüne alıyor musun” diye sordu. Bende ‘evet’ deyince; Salih Bey’e döndü, “Maarif Vekilini ara, Cevat Memduh’u ona gönderelim, gerekli hazırlıklar yapılsın; 30 Ekim 1924 akşamı bu konseri Ankara’da dinlemek istediğimizi, resmi bir yazı ile Lenin’e bildirelim” dedi.
Ben eteklerim zil çalarak, ama biraz da endişeli, Köşk’ten ayrıldım. Halkevinin taş duvarları keten örtüler ile kaplandı, orkestra ve koronun yer alacağı, ahşap platform inşa edildi. Birde, girişin hemen üstüne ahşaptan merdivenle çıkılan bir cumhurbaşkanlığı locası inşa edildi.
Büyük bir heyecanla, konser gününü beklemeye başladık. 100 küsur kişiden oluşan bu orkestra ve koro elemanları, gruplara ayrılarak Ankaralıların evlerinde misafir edildi. Çünkü kalacak otel yoktu.
Biz konser gününü beklerken, Salih Bey tekrar beni aradı ve “Gazi”nin yanında konseri izleyeceğimi bana bildirdi. Konsere, tüm yabancı elçilik mensupları, tüm bakanlar ve millet vekilleri, orkestra üyelerini misafir eden Ankaralı aileler ve bir miktar basın mensubu davetli idiler.
Ben Gazi Paşa ile Cumhurbaşkanlığı locasına geçerken, tüm orkestra ve korosu ayağa kalktı ve bizim istiklal Marşımızı 4 sesle söylediler.
Ben Paşa’nın irkildiğini ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Neyse herkes tekrar yerine oturdu ve çok başaralı bir konser dinledik.
Konserden sonra verilen resepsiyonda, Salih Bey bana uzaktan işaret etti ve ben tekrar Gazi Paşa”nın yanına gittim.
“Çocuk, derhal pasaportunu hazırla! Fransa’ya gidiyorsun” dedi. Ben “Paşam niçin gidiyorum” deyince, “ Bak oğlum, taşıma su ile değirmen dönmez. Sen şimdi Fransa’da gerekli müzik eğitmenlerini ikna edeceksin ve onları Ankara’ya davet edeceksin. Biz burada konservatuarı kuracağız ve eğitimli müzisyenler yetiştireceğiz” dedi.
Bu öykünün sonrasını hepiniz biliyorsunuz: Mugibi Muallim Mektebi’nin konservatuara dönüştürülmesi, Riyaseti Cumhur Orkestrasının kurulması, Opera Binası’nın açılması; orkestranın çeşitli il ve ilçelerde klagib müzik konserleri vermesi ve halkımızın yavaş yavaş kulağının bu tip müziğe uyum göstermesi.
Bu gerçek öykü yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir devrime ışık tutan ve yol açan bir öyküdür. Bu öyküyü bizzat yaşamış rahmetli müzikolog Cevat Memduh Altar’dan defalarca dinledim. Selçuk Şahin.
……………………..
Atatürk 1922’de Bursa’da kendisini karşılayan çocuklara diyor ki:
“Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız!
Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz.
Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!”
…………………………
“…Mustafa Kemal’de hayran olduğum iki olağanüstü nitelik var. Biri alev gibi parlayan yurt sevgisi; öteki, eserine mutlak bir mantık ve birlik sağlayan özgüven… Bir tek adam her şeyi tasarlamış, her şeyi gerçekleştirmiştir. O’nun kazandığı ün ve gördüğü saygının yüceliği ve eşsizliği kolayca anlaşılır……Sizlere şunu söylemek isterim ki; Mustafa Kemal’e katip olmak isterdim. Sebebi de, O’nun her akşam sofrasında bulunup, yüksek fikirleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur. Böylece her akşam üniversite bitirmiş olacaktım. Çünkü Mustafa Kemal ile bir saat sohbet etmek bir üniversite bitirmek kadar değerlidir…” EDOUARD HERRiOT. Fransa eski Başbakanı
—————————-
Necmettin Sadak Atatürk’e sorar:
-Madem ki bu meclis Cumhuriyet ilan etmeye kendisini selahiyetli gördü; o halde başka bir meclis bir gün meşrutiyet ilan ederse ne yaparsınız?
-Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarım.”
…………………………..
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
“Geldikleri gibi giderler”
“Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.”
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.“
“Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”
“Egemenlik verilmez, alınır”
“Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir”
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
“Yurtta sulh, cihanda sulh!“
kaynak: https://bpakman . wordpress.com/ataturk/ataturk-hakkinda/ -
36.
+1B. Pakman’ın notu: Bu palavra falan değildir. Büyük insan italyanların savaşçı millet olmadığını biliyordu. Nitekim Libya’da zavallı bedeviler tükeninceye kadar yenilgi üstüne yenilgi aldılar. 2. Dünya savaşında Yunanistan’da rezil oldular. Almanlar o kadar cephede savaşırken mecburen gelip hem italyanları kurtarmak hem de Yunanistanı kendileri işgal etmek zorunda kaldılar.Tümünü Göster
—————-
Atatürk aynı zamanda Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi bu gelecekteki muhtemel savaşta da (II. Dünya Savaşında) tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerikan müdahalesiyle mağlup edilebileceğini de sözlerine ilave edip şöyle devam etmiştir:
– “Avrupalı devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasi meseleleri her türlü milli bencilliklerden uzak ve yalnız toplum yararına uygun olarak son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi ingiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar problemi olmaktan artık çıkmıştır. Bu gün Avrupa’nın doğusunda bütün medeniyeti ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını topyekûn bir şekilde ihtilali gayesi uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılar’ca henüz malum olmayan yepyeni siyasi metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarında bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşüncelerini mükemmelen istismar ederi, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinlerini tahrik etmesini bilen Bolşevikler yalnız Avrupayı değil, Asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almıştır.“
……………..
“Saltanat çürümektedir. Bir gün hep birden çökmesi ihtimali vardır… Almanların, I. Dünya Savaşı’nı kazanması imkansızdır.” Mustafa Kemal’in Halep’ten istanbul’a 20 Eylül 1917’de gönderdiği rapordan bir bölüm.
……….
Ankara… Cumhuriyetin 10. yılı… Kutlamaların tümüne katıldığı için yorgun düşen Atatürk, geç saatlerde Ankara Palas Oteli’nde, Başbakan Şükrü Kaya ve yazar Ruşen Eşref Ünaydın’la sohbet ediyor. Ruşen Eşref bir ara “Paşam etraf çok kalabalık. Korumaları biraz artırsak mı?” diye soruyor. Atatürk “Hayır, olmaz!” diyor. “Bu, icraatından emin olmayanların yapacağı iştir!”
………
O kadar çok ki.. Hollanda Amsterdam’da ve Yeni Zelanda’nın başkenti Vellington’daki Atatürk anıtları, Romanya Bükreş’te, Kırgızistan ve Kazakistan’da, Venezuella La Plaza Santa Sofia’da, israil’de, Bakü’de, Gence’de Atatürk heykelleri var. Bakü’de ayrıca Atatürk Parkı var. Japonya Kuşiminto’da Atatürk’ün ata binmiş büyük bir heykeli, şehir meydanına konmuş. Roma, Yeni Dehli, Bakü ve birçok ülkenin başkentlerinde, Gence’de Atatürk bulvarları/caddeleri var.
…….
Fransa Büyükelçisi, Atatürk’ün masasına gelerek bir davette bulunuyor: “Sayın Cumhurbaşkanı, sizi istanbul veya izmir Limanı’ndan Türk Bayrağı çekilmiş bir harp gemisiyle alarak, donanmamızla ülkemize zütürmek istiyoruz. Orada Fransız Orduları Başkomutanı olarak karşılanacaksınız!” Atatürk’ün cevabı hazırdır: “Teşekkür ederim mösyö. Böyle bir gezi düşünmüyorum!..” Fransız Büyükelçi ayrıldıktan sonra Atatürk, masadakilerin şaşkın bakışları arasında tarihi konuşmasını yapıyor: “Beyler… Bunlar bize hâlâ Doğulu gözüyle bakıyorlar. Adam bana bir aşiret şeyhini imrendirecek tantana teklif ediyor! Bu efendi hangi Batılı devlet adamına bu teklifi yapabilir? Gülerler adama! Bizi hâlâ böylesine basit şeylerle elde edebileceklerini sanıyorlar. Öğrenemediler bir türlü!.. Ama öğrenecekler, öğrenecekler! Haydi Beyler Cumhuriyetimize…”
• * * * *
Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda sınıf arkadaşı Ali Fuat’la (Cebesoy) sohbet ediyor:
“Ali Fuat, senin Fransızcan çok iyi…” “Senin de matematiğin Mustafa…” “O zaman şöyle yapalım: Sen bana Fransızca çalıştır, ben de sana matematik…” “Ama senin Fransızcan da iyi…” “Daha iyi olmalı…” “Tamam Mustafa, öyle olsun…” “Biraz Makedonca biliyorum ama Fransızca, Arapça, Almanca ve ingilizce de öğrenmek istiyorum.” “Başka ne kaldı ki?..” “Arapça bilmemiz şart! Topraklarımızın pek çoğu oralar. Fransızca diplomasi dili…” “Almanca?..” “Almanlar kadim müttefikimiz değil mi?.. Öğrenmek şart Ali Fuat… Ben iyi bir komutan olacağım… iyi bir komutan…” -
37.
+2 -1Atam benim be
-
38.
+11935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.Tümünü Göster
————————
Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“
———————
• Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“
————–
Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
“Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
“Kemal!..”
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
“Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
“Üç liram var, Muhlis!..”
“Beş lira lazım, Kemal..”
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
“iki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
“Bu kadar var paşam..”
Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
“Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
“Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..
Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
inanmadınız değil mi?.
inanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için “Ata” Türk’tü o!..
Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012 -
39.
0Olm hepsini biliyorum bende bir şey var sandım ama ATAM var şuku
-
40.
0Okurum dırsun
-
41.
0Bu dursun lazım olır
-
42.
0Reserved
-
43.
0Okumayin atatürk oldum
-
-
1.
0Çok komik huur çocuğu
-
1.
-
44.
0Emek vermişsin panpam belli.Bu kadar guzel baslık açtıgın içinde seni tebrik ediyorum inşallah trend e girersin...
-
45.
0Rez alıyorum
başlık yok! burası bom boş!