1. 1.
    +39 -4
    M.Kemal ATATÜRK'ten ibretlik bir ders... !

    Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kimdir bu?
    Vali yanıt verir; "Efendim kendisi ŞIH'tir. Yörede çok hatırlısı vardır." Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
    "Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan"der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.

    Şıh; "Emrin olur Paşam"
    diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.

    Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister.

    Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; "Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? " Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;

    "Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim" der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;

    "inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.
    Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla... "

    Bugünün Türkiye'sini aslında o zaman anlatmış olan Ata'mızın kemiklerini sızlatmamak dileğiyle...
    ···
  2. 2.
    +22 -1
    Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.

    Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

    — Merhaba nine.

    Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

    — Merhaba dedi.

    — Nereden gelip nereye gidiyorsun?

    Kadın şöyle bir duralayıp;

    — Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?

    Paşa gülümsedi.

    — Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

    Kadın başını salladı.

    — Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

    — Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

    — Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâvur

    Harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin

    Geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan

    Oraya vurup duruyom bey.

    — Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.

    — Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

    Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

    — Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

    Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.

    Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp

    Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. ikisi de ağlıyordu. iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

    — Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye

    Getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

    Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

    -'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.

    ( 'Ananı da al git' deyip, bir anlamda vatandaşa küfredenler var artık zamanımızda )

    Sonra köyüne zütürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'

    Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir..

    Ortada dolaşan saçma sapan elektronik postaları 10 kişiye yollamak yerine, bu tür yazıları herkese yollarsak belki Atamızın değeri daha çok anlaşılır. Belki bazıları da vatandaşla nasıl konuşulacağını daha iyi anlar...

    Acaba kendisini 2 kilo şekere, 5 kilo kömüre satan, bugünkü Türk insanına mı benziyor bu NiNEM..
    Ya da ülkeyi babalar gibi satan siyasilere mi benziyor, ATAM...

    Ne dersiniz?...
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +16
    Mustafa Kemal 1933 senesinin bir bahar akşamı Dolmabahçe Sarayı'nda yabancı ülkelerin elçilerinin ve Ateşelerinin de yer aldığı bir akşam yemeği veriyordu. Yemek boyunca Ata'nın yüzüne dik dik bakan ingiliz askeri ateşesi olan Binbaşı Atatürk'ün gözünden kaçmamıştı . Yaverini çağırıp binbaşıya derdini sormasını istedi. Yaveri de gidip binbaşıya neden böyle davrandığını sordu ve ardından da Ata'ya gelip binbaşının verdiği cevabı iletti:
    -Paşam siz onun Çanakkale de babasını öldürmüşsünüz.
    istifini hiç bozmayan Ulu Önder de yaverine şunu emretti:
    -Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış.
    ···
  4. 4.
    +14
    izmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk üstlerinde..

    Ankara'ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler.

    Ertesi gün kompartımanin kapısını çalar yaveri.

    Açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk.

    Yaveri:

    "Paşam bu ne hal? hiç uyumadınız herhalde.. Niye böylesiniz" der.

    "Ya çocuk.. Kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz.

    Kolumu yastık yaptım, ağrıdı, setremi yastık yaptım, üşüdüm. Bende uyumadım kalktım" der.

    Yaveri:

    "Aman Paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der.

    Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan'ın verdiği tarihi cevap...

    Der ki... :

    "Geç farkettim, hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.

    Hiçbirinize kıyamadım.
    ···
  5. 5.
    +10
    Sene 1938, on kasım…
    istanbul üniversitesi’ nde saat 9′ u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş… Bir alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
    -efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?
    -sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.
    işte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
    -bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki… Der.
    ···
  6. 6.
    +7
    Atatürk bir gün Yalovadaki çiftliğe gittiğinde, Köşk’ün hemen yanındaki çıınar ağacının dallarını kesmeye
    çalışan bir bahçıvana rastlar. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar.
    Bahçıvanın ağacın dalları uzamış ve binanın duvarlarına dayandığı için kestiğini söyler. Atatürk, Bunun üzerine ağacın kesilmeyip binanın yerinin değiştirilmesini emreder. 8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresi kazılır. istanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim, santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur ve bina yaklaşık 5 m kaydırılır ve ve çınar ağacıda kesilmekten kurtulur.
    ···
  7. 7.
    +6
    bir anı da benden geliyor. reserved yazacam şimdi

    türkiye'nin rusya büyükelçisi(ismini bilmiyorum) türkiye'ye gelip gazi paşa ile konuşmak ister. gazi paşa ile büyükelçi

    konuşurlar. büyükelçi anlatır;

    -"paşam, stalin'in doğu sınırımızla ilgili bazı planları varmış. ordayı işgale gelecekmiş sanırım" der.

    gazi paşa, sinirlenir. hiddetlenir. bağırarak der ki;

    -"söyle o stalin midir kalin midir denen koca herife! biz türkler asırlardır moskova'nın göbeğinde rakı içmiş bir

    milletiz! yine gelir, yine içmesini çok iyi biliriz!" der ve konuyu kapatır.

    işte bizim böyle bir liderimiz vardı. onu sevmeyenler, umarım bir gün onun kıymetini anlar.
    ···
  8. 8.
    +6
    Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
    - Binbaşı mısınız?
    - Hayır.
    - Albay mı?
    - Hayır.
    - Korgeneral mi?
    - Hayır.
    - Peki nesiniz?
    - Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
    - Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..

    General SHERRIL
    ···
  9. 9.
    +7 -1
    @18 sana tarih öğretenin beynine attırayım.

    Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu
    + Dünyanın en büyük insanı kimdir?
    - Timur'dur Paşam!
    + Değil.
    - Fatih'tir.
    + Değil.
    - Yavuz Sultan Selim.
    + Değil.
    - Alpaslan.
    + Değil.
    - Napolyon.
    - iskender.
    + Değil.
    Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı:
    - Sizsiniz Paşam., dedi.
    Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:
    + Dünyanın en büyük insanı Hz. muhafazid'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. muhafazid'dir.
    ···
  10. 10.
    +3
    @2. cidden gözlerim doldu. ne canlarla ne kanlarla alınan vatan şimdi 3-5 kuruşa yavaaş yavaş...
    ···
  11. 11.
    +3
    hepsini okudum panpa verdim sukunu

    Allah bir ülkeye yardım etmek istiyorsa başına atatürk gibi bir lider gönderir.
    ···
  12. 12.
    +1
    gözlerim doldu bin herif
    ···
  13. 13.
    +1
    şuku panpa hepsine
    ···
  14. 14.
    +1
    bastım sukunu pampa
    ···
  15. 15.
    +1
    cidden gozlerim doldu lan.
    ···
  16. 16.
    +1
    gerçekten de ibretlik. 4'ünü de bildiğim halde okuduğumda tekrar tüylerim diken diken oldu. devdıbını bekliyorum.
    ···
  17. 17.
    0
    @1 ve @32 yi okumamıştım feyz aldım.
    ayrıca @19 da uydurma gibi geldi. öyle hikaye mi olur amın evladı.
    ···
  18. 18.
    0
    bu günün Türkleri, yüzyıllar önce Avrupa' yı titreten canlı millet durumuna erişmiştir. Ve bu aksam O büyük ulunun başında bekleyen Türkiye, güçlü ve dipdiri Türkiye' dir.

    Pierre Dominique
    Gazeteci
    ···
  19. 19.
    0
    mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam, bütün rütbeleri, kazanmıştır. O memlekete, bulabilecek en şerefli isim Ona verilmiştir.

    Mercel Sauvage
    Gazeteci
    ···
  20. 20.
    0
    atatürk'ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat isviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve Türkiye'de yürürlüğe koymak! Bu adeta dehanın da üstünde bir şey. Hukuktan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. işte buna hayranım!

    Eduard HERRIOT
    Fransa Milli Meclis Başkanı
    ···