17.bu topraklarında yüzyıllar boyunca süregelen
alevi katliamlarını da upuzun bir süreç olarak değerlendirmeye kalktığımızda, ister istemez önümüze çıkacak ilk soru şu olacaktır: bu karanlık zincirinin ilk halkasını meydana getiren olan neydi? orada ne yanlış gitmişti de islam dini içerisinde önce bir ayrışma başlamış, bu ayrışma zamanla ‘ötekileştirmeye’, en son evrede de bir planlı kıyım politikasına evirilmişti? bu soru, kaçınılmaz olarak bizi yolun en başına, müslümanlığın anadolu’ya girişine, türklerin müslümanlaştırılmasına kadar zütürecek, orada resmi olmayan, okullarda okutulan kitaplarda yer almayan bir tarihle yüz yüze getirecektir. işte yolculukta, bir yandan ‘gayri resmi tarihin’ merceğinden görünen manzaraya şaşkınlıkla bakakalırken, biryandan da şimdiye dek önümüze konmuş olan o ‘kesin doğruları’ yeniden gözden geçireceğiz.
türklerin müslümanlığı kabul etmeleri hiç de öyle güle oynaya olmamıştır; biraz irdelenip araştırıldığında görülecektir ki bu kabullenişin arkasında, bize öteden beri söylenegeldiği gibi bir gönüllülük, bir dirençsiz kabullük değil, koskoca kıyımlar tarihi yatmaktadır. neredeyse ciksen yıl süren (670–750) bu kıyımlar, yağmalar tarihi bilinçli ve kurnazca bir eylem şekli olarak hep gözlerden uzak tutulmuş; resmi tarih kitaplarında verilen örneklerle, islamiyet’in yayılışında bir hoşgörü anlayışının egemen olduğu izlenimi yaratılmış, bununla da kalınmayıp adeta bir gül bahçesi resmedilmiştir. oysa tarihi gösterilenden, önüne koyulandan ibaret saymayıp, onu farklı şekilde okumak isteyen herkesin de kolaylıkla göreceği üzere, arap yarımadasında kılıç şakırtıları arasında ilerleyen müslüman araplar, ulaştıkları başka topraklarda da kılıçlarını bir kez olsun kınına koymamışlardır. işte din adına çekilen bu kılıç en çok, dört halife dönemi’nin (632–661) hemen ardından başlayan emeviler zamanında kana bulanmıştır. adı her günümüzde bile zalimlik, kötülük, hilebazlıkla eşanlamlı görülen emevi hanedanlığı, ali’nin 661’de öldürülmesinin ardından halifeliğini ilan eden muaviye tarafından kurulmuş, abbasilerin iktidarı ele geçirdiği tarih olan 750 yılından dek hüküm sürmüştür. dikkat edileceği gibi resmi tarihin dilinden, türklerin araplarla dostluk kurup, islam’a sıcak bakmaya, ardından da toplu halde müslümanlığı kabul etmeye başlamalarının ateşleyici unsuru olarak sunulan talas savaşı, tam da emevi devletinin yıkılışından hemen sonra, 751 yılında olmuştur? peki bu tarihe kadar islam’ın yayılım savaşları esnasında, araplar türklerle hiç karşılaşmamış, bu iki halk birbirlerinden hiç etkilenmemişler midir? çinlilere karşı kol kola girilen talas savaşı’ndan önce bu halklar arasında nasıl bir ilişki olmuştur? yoksa bilmemiz gereken ve bize lazım olan yegâne bilgi, kitaplarda yazılı olan şu satırlardan ibaret midir? “araplar ve türkler, talas savaşı (m.751) ile çinlilere karşı ortak mücadele etmişlerdir. bu savaş sonrası oluşan, dostluklar beraberinde türklerin hızla islâmlaşmasını ve islâm devletinin hizmetinde görevler almasını sağlamıştır.” talas savaşı sırasında, araplarla ilk dirsek temasında bulunan ve bunun sonucu olarak da islamiyet'i topluca kabul eden ilk türk devleti karahanlılar, türklerin müslümanlaşması tarihinde önemli bir yere sahiptirler. ismail hakkı küpçü, talas savaşı başlıklı yazısında bu olayı şu cümlelerle anlatır: “… islam imparatorluğu’nda emeviler yıkılarak (750), yerine abbasi sülâlesi gelmişti. bu durumun gerçekleşmesinde horasanlı türk olduğu söylenen
ebu müslim’in (kendisini o bölgedeki milletlerin hepsi, kendi ulusundan biri olarak görüyordu. bunun nedeni bölge halkının emevilere karşı duydukları nefretti) çok önemli bir rolü oldu. ebu müslim kendisinden yardım istenince, arap liderleri gibi düşünmedi ve komutanı ziya bin salih’i gönderdi. kartuk türkleri (karahanlılar devletini kuran ana boydur) ise zaten çinlilere düşmandı. onlar da olumlu cevap verdiler. böylece 751’de birleşen kuvvetler, talas nehri kıyılarında çin ordusunu ezdiler.” aslında horasan halkının “emevilere karşı nefret duy”masının altındaki nedenler saymakla bitmeyecek kadar çoktur; bu nefret bir günde değil, onlarca yılda, kıyımlar ve katliamlar sonucunda ortaya çıkmış, kendini göstermiştir. bu nefreti var eden sebeplerden biri,
erdoğan aydın’ın, türklerin müslümanlaştırılmasının resmi olmayan tarihi alt başlıklı, nasıl müslüman olduk? kitabında, emevi hükümdarlarından ii. ömer (717–720) dönemine ilişkin bir bölümde şu şekilde yer alır: "türkler her vesileyle ayaklanmaya ve önceki dinlerinin gereklerini sürdürmeye devam etmişlerdir. nitekim vali cerah’ın horasan’da geçirdiği belli bir zaman sonrasında halife ii. ömer’e yolladığı mektuptaki düşünceleri de bu durumu kavramak açısından vurgulayıcıdır: “horasan’a geldiğimde fitne ve karışıklık çıkarmaya düşkün bir kavimle karşılaştım. onların hakkından ancak kılınç ve kırbaç gelecektir.”
650’li yıllarda başlayan ve 700’lerde tam anlamıyla işgal ve sömürgeleştirme hareketine dönüşen arap saldırılarından sonra, türkler nihayet müslümanlaşmaya kabul edilebilir bir seçenek olarak bakmaya başlarlar. elbette bu süreç müslümanlaşmış türklerin, kendinden olmayan diğer ‘kâfir’ türk boylarını katledecekleri, kendi aralarında kan dökecekleri, sünni mezhebini kabul etmeyenleri kılıçtan geçireceği bir geçiş sürecini de ister istemez beraberinde getirecektir. ancak türk halkının sünniliği tamamıyla içselleştirmesi için bir 450 yıl geçmesi gerekecektir; bu tarih,
yavuz sultan selim’in, resmi islam’ı hazmedemeyen halkın muhalifliğini tasfiye ettiği, kökünü kazımaya giriştiği ilk kanlı alevi katlidıbına denk gelir.