1. 151.
    0
    Marşlar eşliğinde ve Lütfi’nin önderliğinde sınıfa dalıyordu futbol takımımızın üyeleri. Yan sınıfı yenmişler ve maçtan sonra da dövmüşlerdi üstelik. Kıpkırmızı suratı ve terden vücuduna yapışmış gömleğiyle içeri giren Lütfi, Selma’ya kaçamak bir bakış atardı hemen. Ben ise eski takım arkadaşlarım sahada ter dökerken bir kız gibi sınıfta kalıp Selma’yı gözlemiş oluşumdan utanırdım o sırada. Aşk insana neler yaptırıyor böyle! Selma Lütfi’ye hayranlıkla bakınca da kıskançlıktan çatlayacak gibi olurdum. O bir eylem adamıydı, bir kahraman yani; ben ise edilgen bir zütoğlanıydım, bir anti-kahraman. Elbette habersizdim bundan. Ta ki Selma’ya açıldığım güne ya da geceye kadar...
    ···
  2. 152.
    0
    Kem kümlerle geçen bir konuşmanın ardından, ‘Sevgili olalım mı?’ deme cesaretini göstermiştim, sınıfta ikimiz dışında kimse yoktu; yani ön sırada Sait oturuyordu ama dert değildi. Sait sağır denebilecek kadar az duyabiliyordu, üstelik ne toplama-çıkarma yapabiliyor ne de okuyup yazabiliyordu; kısacası malın tekiydi, ihmal edilebilirdi. Selma’nın ilk tepkisi içimi rahatlatmıştı: Yani şok olmayıp, teklifimi olgunlukla karşılaması… Demek ki birilerinin sevgili olduğundan haberdardı o da, yadırgamamıştı. Oysa bu teklifi geçen sene yapsam çığlıklar atarak sınıfı terk eder ve beni herkese rezil ederdi.
    ···
  3. 153.
    0
    “Olmaz... ” dedi, “yani aslında... sen iyi bir arkadaşımsın.”
    “Neden?” dedim. “Çok mu çirkinim?”
    “Yo, hayır… Gayet efendi ve güzel bir oğlansın sen ama... ”
    “Ama?”
    “Yani nasıl desem ki… Takımda bile değilsin. Yani Saffet, Lütfi ya da Cihan yorgun argın birer savaşçı gibi sınıfa girerken, sen onları tıpkı bizim gibi, yani onlara hayranlık duyan biz minik ve yeniyetme fahişeler gibi izliyorsun... Mesela, işte Sait gibisin sen... Belki ondan tek farkın konuşabiliyor oluşundur... ”
    “Ama herkes top oynamak zorunda değildir ki,” dedim hemen. “Mesela ben de resim çiziyorum teneffüslerde… Bak, işte defterlerime baksana... ”
    Bakmadı, elinin tersiyle itti ferregrafik çizimler de olmak üzere türlü çeşit karikatürlerle dolu defterlerimi.
    ···
  4. 154.
    0
    “Olmaz... ” dedi yeniden. “Sen çok mülayimsin yani... nasıl derler işte… Yahu beni anldıbını bilmediğim nitelemeler kullanmak zorunda bırakıyorsun, defolup gitsene artık! Pasif birisin sen, yani ağabeylerimiz ve babalarımız gibi sert ve azimli değilsin… Sana sığınmak isteyen kızın aklına şaşarım! Ah, pasif ne demek, bilmiyorum ama... Senin yüzünden işte, çıkıveriyor ağzımdan. Eğer küfür gibi bir şeyse özür dilerim ama çok yumuşaksın sen… yani suratın... yüz hatların gerçek bir erkeğinki gibi sert, kararlı, kıvamlı ve keskin değil, daha çok şeye benziyor... ama hayır... bunu söylersem, kendimi anneme şikayet ederim ve o da babama söyler ve babam da kötü sözler söylediğim için pataklar beni... Halbuki birkaç sene sonra, lisede falan yani, kendimi bir o erkeğin bir bu erkeğin kollarına atmamam için dövse beni daha anlamlı olurdu aslında. Ama nereden geldim buraya? Konumuz bu değildi. Neydi? Hah, evet, senin suratındı; yüzün, burnun, yanakların ve bunların bütünselliği falan işte... ”
    ···
  5. 155.
    0
    “Açık konuş Selma!” diye haykırdım, gerçek bir erkeği taklit ederek. “Lafı geveleme artık. Ne olacaksa olsun. Girerse girsin, koparsa kopsun dıbına koyim! Yoksa sen benim collonun sertleşmediğini falan mı zannediyorsun? Eğer öyleyse bak... ” dedim
    ···
  6. 156.
    0
    “Yo, hayır, alakası yok canım. Eminim pek güzel sertleşiyordur ama her şey collo demek değil ki. Surat da çok önemli, ne bileyim, tavırlar falan da... Sünepesin sen biraz. Ama sünepe ne demek diye sorma sakın, bilmiyorum. Hep senin yüzünden söylüyorum bunları, suçlusun. Suratına baktıkça yani... ” dedi
    ···
  7. 157.
    0
    Mazlumlaştı ve iyice utandı Selma. Cevabı kırgın bir merakla bekliyordum.
    “Bir… şeye benziyor… ama söyleyeceğim bak, anneme söyleme…”
    “Tamam söyle! dıbına koyduracan şimdi, yeter bu kadar tatava!”
    “Şey… bir popoya benziyor… Evet, bir popoya… Oh, be!”
    ···
  8. 158.
    0
    Ve tam da o anda bir şey daha gerçekleşti. Kaderimde bu iki gerçekle neredeyse eşzamanlı olarak karşılaşmak varmış: Selma osurdu, hem de bir erkeğinki gibi, zorlanarak.
    “Osurduğumu sakın kimseye söyleme,” dedi utanarak ve yanağıma bir buse kondurdu. züt suratım kıpkırmızı oldu. Selma’ya döndüm çıkmadan önce:
    “O zaman sen de bir popo-surat olduğumu kimseye söyleme,” dedim aynı şekilde utanarak.
    ···
  9. 159.
    0
    Gülümseyerek göz kırptı. Daha sonra Lütfi ile sevgili oldular elbette ama Selma ile yaptığımız gizli anlaşma beni bir parça teselli edebilmişti. Sanırım ikimiz de anlaşmamıza sadık kaldık, çünkü okul bitene kadar kimse suratımla bu şekilde alay etmedi. işte şimdi anlaşmayı bozmuş oldum, Selma’nın bir gergedan gibi osurduğunu söyledim çünkü. Ama boş ver! Kim bilir o kaç kişiye, ilkokulda kendisine ilan-ı aşk eden bir zütoğlanından söz etmiştir?
    ···
  10. 160.
    0
    Selma az bir zaman sonra gariban futbolcu Lütfi’yi şutladı. Üstelik kızlar arasında, Lütfi’nin ağzının haşlanmış yumurta, soğan ve domates koktuğu konuşuldu bir süre. Demek ki gobit yemeyi seviyordu Lütfi. Ayrılıkla yıkılan Lütfi kendini futbola ve gobite vermiş olmalı. Selma ise yepyeni ilişkilere yelken açtı gözlerimiz önünde. Ortaokul bebeleriyle bile gezip tozdu. Herkes herkesle sevgili olabiliyordu artık. Bir deneme-yanılma çağına, neredeyse şölenlerle, törenlerle girilmiş oldu böylece. Ben ise bunca ziyafetin ortasında, ne olur ne olmaz diye, zaman zaman suratımı gizleme ihtiyacı duyarak, ellerim ceplerimde, asla benim olmayacak küçük kızların bacaklarını seyrederek gezinmekteydim.
    ···
  11. 161.
    0
    bu da böyle bi anımdır panpalar. kendimi sınırlamayarak size başka bir şey anlatmak istiyorum. evet birazdan başlıycam...
    ···
  12. 162.
    0
    Anasının kızıydı o. Şu tastamam annesine benzeyen ve davranışları biraz incelendiğinde yapabilecekleri annesinin yapabilecekleriyle sınırlandırılmış olan kızları kastetmiyorum tam olarak. Anasının gözüyle bakıldığında çok değerli olduğunu anlatmaya çalışıyorum böyle derken. Yine de çirkindi, evet; annesinin gözüyle bakıldığında bile (yanıltıcı evlat sevgisine rağmen ki kargaya yavrusu şahin gibi görünürmüş) çirkin olmaktan kurtulamıyor olmalıydı.
    ···
  13. 163.
    0
    Yanımda yapış yapış uyurken horluyordu, bazen de yatağa gömülmesi ve çaresizliğindeki bunaltıcı havayı belli belirsiz hırıltılarla süslüyordu. Belki on dakika önce o kalın, kısa ve bunca güdüklüklerine rağmen biçimsiz olabilmeye fırsat bulabilmiş parmakları penisimi ve hayalarımı mıncıklamaktaydı. Şimdi parmaklar da uyuyor sanki; beş altı kilo yağlı koyun eti yedikten sonra yatağa yığılmış kel, şişkin suratlı, tiksindirici adamlar gibi parmakları; göbeğinin üzerinde kıpırtısız bekliyorlar, kendisi gibi parmakları da uyuduklarının farkında değiller.
    ···
  14. 164.
    0
    Horluyordu ama anasının biricik kızıydı o. Galiba şu anlamsız merhamet hissi bu noktadan doğuyor ya da yakınlarda bir yerden. Aslında bunu bir noktaya, sebebe dayandırma çabam da yok ama tuhaf bir şeyler seziyorum, sanki merhametin sebebini tayin edip onu anlamlı kılabilirsem yoğunluğu azalacakmış gibi. Başıma pek sık geliyor bu hal.
    ···
  15. 165.
    0
    Kafasında tuhaf bir yamukluk var, hem izleyen hem de iye olan kişi için rahatsız edici, yamuk bir kafatası yani. Ama saçları yağlı, incin, bakımsız, dalgalı yani doğal halindeyse yamukluk hemen hemen hiç belli olmuyordu. O yine de her fırsatta kuaföre koşup düzleştiriyordu saçlarını. işte o zaman kafası yamukluğa tamamen boyun eğiyordu. Onca çirkinliğine gizlice ama pek o kadar çekinmeden isyan edişindeki trajikomediyi sezebilen kuaförlere de kim bilir ne saçma duygular hissettiriyordu?
    ···
  16. 166.
    0
    Yine de diğer güzel kızlara özendiği için (çağımızda fönlü saç gerçekten pek tahrik edici bir ayrıntı haline gelmiş durumdadır) bundan vazgeçemedi hiç, ‘vazgeçemedi’ diyorum ama vazgeçmeye çalıştığını görmediğim için ‘vazgeçmedi’ desem daha doğru olur galiba. işte bu görünümün ardından bana biçimsizce ulaşan bir takım tuhaf hislerin etkisiyle (galiba), ona delicesine acırken, aynı derecede de tiksiniyordum ondan.
    ···
  17. 167.
    0
    ağzı ağzıma dayalıyken mide kokusu doluyordu ağzıma, beynime. Diş etlerimi hırsla yalarken (adeta diş etlerimle dişlerimin arasına nüfuz etmeye çalışan diliyle), dudaklarımı dişlerken gözleri daima kapalı olurdu, benimkilerse açık. Görmüyordu, kendini bir prenses sayıyor olmalıydı. Acaba beni ne olarak düşlerdi? Sormadım hiç bunu, merak da etmedim. Belki bir film aktörüydüm. Gözler kapalı ne olsa! Et ise aynı et! Sebep anası, o ve onların ikili kombinasyonları değil sadece, mide kokusu da var. Ama bunlar tiksinti sebebi olabilir ancak, yani öyle olmalıydı.
    ···
  18. 168.
    0
    Ve bu tiksinti mide bulantısı gibi bir şey değil. Nasıl açıklasam? Bir çeşit algı bulanması mı demeliyim yoksa his bulanması mı? Sanki iradem hayal gücümün bütün kurmacalarını dışlıyor, teknik bir sorun gibi. Her şey yerli yerinde ama canımı sıkan bir uyumsuzluk var ya da sadece bana öyle geliyor. Benim yapısal bir sorunum olabilir bu, bir defo gibi.
    ···
  19. 169.
    0
    sen bensen ben kimim amk neyse rezerved
    ···
  20. 170.
    0
    O zaman şöyle düşünesim geliyor: Her ne kadar özne olsam da beni tetikleyen bir de nesneye ihtiyacım var, demek ki onun da payı var. Boşaldığımdaysa, bu tiksinti-merhamet karışımı huzursuzluk ve huysuzluk verici bir güçle çözülüveriyor adeta. Bazen tiksinti yok ediyor merhameti. Yanakları tamamen kan rengi oluncaya dek tokatlamak istiyorum onu o zaman, ya da boynu da incinecek şekilde kulağını hızla yumruklamak. Ama bunlar bana haz vereceğinden değil, kesinlikle haz aramıyorum o sırada; aksine köşeye sıkışmış gibiyim ve bu öldürücü tiksintiden kurtulmanın bir yolu olarak görüyorum sadistliği. Belki bir anda ona acıyabileyim diye...
    ···