0
Anarşizm, şiddetin karşısında, özellikle, global kapitalizmin sistemleştirip, içselleştirdiği ve "benimsettiği" şiddetin karşısında BARIŞ'ı savunur. Hele hele bugünkü devletlerin uyguladığı her çeşit şiddetin karşısına, (tüketim şiddeti de dahil) alternatif politikalarıyla, şiddetsiz, daha az tüketim ve çalışmayla, karşılıklı dayanışmayı esas alan yaşam örnekleri sunar.
Amerika, Batı devletleri ve diğerleri de dahil olmak üzere, tüm devletlerin, ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel politikaları, temsil ettikleri sınıfın lehine, yoksulların aleyhinedir.
Ortada bir pasta vardır ama bu pastadan payını, sanıldığı gibi, Batının ezilen sınıfı değil, egemen sıınıfları yararlanır. Bu bakımdan, yeryüzünün yoksullarının kaderi ortaktır. Paris sokaklarında başlayan bir isyanın, istanbul sokaklarındaki isyanla rengi ve sesi aynıdır. Ortak bir mücadelenin parçaları hem de bütünüdür bu farklı yerlerdeki direnişler. Ezilenlerin, "Avrupalısı, "yerlisi" , "Amerkalısı", "Almanı", "Türkü" yoktur.
Kapitalizmin yarattıığı ekolojik, kültürel, ekonomik şiddetine karşı durmak için, şiddeti, şiddetle karşılamayı değil, şiddetin barınamayacağı, yeniden yeniden üretilemeyeceği oluşumlara ihtiyaç vardır.
Kapitalist sistem kötüdür ama bu sistemin içinde herkes vardır. Dolayısıyla, sistemi değiştirmeye, kendi küçük dünyalarımızdan başlamak zorunluluktur. Sistemi suçlayıp, zaman zaman (1 Mayıs gibi günlerde) ibadet edercesine meydanlara koşmak yeterli midir? Elbette ki değildir. Böyle şeylerin yapılmasına itirazım yok ama, bu tür şaşahalı olayların ateşi çabuk söner. Bunların dışında, toplumsal dönüşüm için, gerçekten kalıcı, günlük yaşamımızı da içine alan, anarşist düşünce ve politikaların yaşama geçirilmesidir.
Geçen Ekim ayında, Direnistanbul çok güzel, övgüyü hak eden pratikler sergiledi günlerce. Balat, Tozkoparan ve buna benzer mahallere uzanan bir direniş festivaliydi bu. Keza, Keredeniz isyanda, Mersin Anti Nükleer Festivali gibi oluşumları da saymak yerinde olacak. Buralarda mücadele veren, evsizilerin, susuzların, tarlası -bahçesi ve köyü yıkılanların, işten atılan mazlumların bir parçasıyız.. Kimseye önderlik etmek gibi bir düşüncemiz olamaz, olanlarla da mücadele ederiz. "Biz" sadece, bu kalabalık mazlum çoğunluğun bir parçasıyız.
Sistemin yıkıcılığını görmek için de anarşist, solcu vb olmak gerekmez. Yığınlarca insan bunun farkında ve bilincindedir. Çoğunun,"kaderdir ne yapsa yeridir", diye mırıldandığını duyar gibiyim. Fakat, insanları sokağa taşımayan, duyarsızlıkları değil, gerçekten bir umudu ateşleyecek mücadele örnekleri göremediklerindendir. SonTekel işçileri mücadelesini burada olumlu bir örnek olarak anmakta yarar var.Hem işciler, hem dayanışma gruplarının gösterdiği pratik açısından. Artık birşeyler eskisi gibi değil sanki. insanlar direniyor!
Bugüne kadar yaşanan devrimci pratikler hep yenilgiyle sonuçlanmıştır. Bunların detaylarına girmek, bu yazının sınırlarını aşar. Yalnız şu kadarına değinmekte yarar var:
1936 ispanya Devriminin esas yenilgisi, devrimi erteleyip, faşizmle savaşı esas almasıdır. Halbuki, savaşmak için savaş değil, devrim için savaş olmalıydı. Ancak ve ancak bu yöneliş, devrime katılan yığınların ruh ve bedenini sağlam tutabilirdi.
Kim ne derse desin, barış, savaştan güçlüdür. Barış'ın ANARŞiSiNi yaratmak pasifizim değildir. Varolan topluma alternatif olarak, yaşamın her alanını kapsayan yaşam deneyimleri neden olmasın? Örneğin, Mimari de dahil, cocuk bakımı, aşk hayatımız, ev işleri, sosyal ilişkiler, iş yaşamı, sistemi yıkmak kadar anarşist politikaların içindedir, olmak zorundadır. Sistem de bunları, bizim adımıza örgütleyerek ayakta durmuyor mu?
Anarşi bir dönem yaşanan öğrenci hobisi değil, yaşamın kendisidir. Örgütlenmeyi önemser. Hiyerarşik örgütlenme va kurumlara karşı olması demek, örgütlenmeyi reddediyor anldıbına gelmemektedir. Yukarıdan dayatılan disiplin değil, öz disiplini geliştirmeyi önemser.Var olan, yazılı yazısız yasa ve kurallarla değil, anarşist etik ve sorumlulukla davranmayı esas alır. Ve bir anarşist, toplumu değiştirmeden önce, kendisini değiştirmeyi esas almalıdır. Bu, uzun bir yolculuktur; her aşamada başkalarıyla, karşılıklı öğrenerek, deneyerek yürünecektir.
Anarşinin, mor ve pembe renkleri de vardır. Cinsiyetçiliğe, gay-lesbiyen, biciksüel, tranciksüel ayrımına izin vermez. Irkçılığın, milliyetciliğin olduğu gibi, yaşlılara, çocuklara, hayvanlara, doğaya karşı ayrımcılığın, dışlamanın da karşısındadır.
Şimdilik aklıma gelen ve görebildiğim şeyler bunlar. Eminim, bunları paylaşarak daha iyisini yazmak mümkün. Önemli de değil. Ben sadece anladığım kadarıyla anarşiyi anlatmaya çalıştım.
Mücadele alanları belli. Önemli olan, bunların pratiğe geçirilmesidir. Bu toplumda olmaz diye birşey yok. Bugün olmazsa yarın hiç olmayacaktır. Unutmayalım ki, "küçük" "küçük" mücadele ve isyanların toplamıdır devrim. Olmadık bir sabah uyandığımızda yaşayacağımız ütopya hiç değildir.
Haydi öyleyse, sokak ve mahaller bizim, onları geri istiyoruz!
Tümünü Göster