0
"bilim için terk edeceksin rahat kıyıları, sokacaksın elini vajinanın altına" der montmartre keşişleri. bazen kaldırımda yürürken karşılaşıyoruz böyleleriyle, ani gözgöze gelmeler, bazen küçük bir gülümsemeyle sonlandırılan kaçamak bakışlar. biliyor muyuz altlarında yatanı bu ancient bakışlı kızların? peki ya hiç düşündün mü vajinada hayat var mı? vajinai mara düzlüklerinde avlanan bakterilerin saklanacak çalı bulamadığı bir dünyayla tanışmaya hazır mısın? gelin bu safariye birlikte çıkalım.
geçen pazar günüydü, yorucu haftanın omuzlarıma bindirdiği ağırlıklarla uyanmıştım güneşli bir güne. birbirine dolanmış çarşaflardan kurtararak ayaklarımı, kalktım yalnızlığa; en sevdiğim kısmını sona bırakmışçasına. sert popomun arasına girmiş beyaz baksırı sağ elimle düzeltiyordum henüz tam açılmamış gözlerimle lavabonun ışığını hafifçe açmaya çalışırken.
sephanın köşesine vurduğum penisimden kısa olan kaval kemiğim sert bir şekilde zonkluyordu. diş fırçalarının olduğu porselene uzandı ellerim. acıyla hissizleşmiş algımın bir oyunuydu porselenin yere düşmesi. düştüğü gibi paramparça olmuş, içindekiler etrafa saçılmıştı. bir çift diş fırçası, bir göz damlası ve bir toka...
bir toka, sevgili michelle; bir toka... dalga geçti benimle o gün. en son samsun'a geldiğinde taktığını hatırlıyorum, kalktığımız ortak sabahın anısına kondurmuştum gamzeli omuzlarına öpücüğümü, sen ayna karşısında saçlarını düzeltirken. sarmıştım fit ve ince belinin sert kıvrımlarını. üzerine giydiğin beyaz geceliğin karnını açık bırakan kısmındaki ipeksi histi beni seni sevmeye hazırlayan. kulağına üflediğim arzulu fısıltımla kabarmıştı ipeksi tenin, tavuk derisi gibi. ensendeki sarı ayva tüylerini, jiletin ulaşamadığı üst dudağımın ucundaki sarı ayva tüylerimle okşadığımı biliyorum sevgilim, hiç unutmamacasına.
dolgun göğüslerini iki elimle kavrayıp sıktığımı, seni göğüslerinden hafifçe kaldırarak vücuduma dayadığımı biliyorum. sırtın göğüs kaslarımla dans ediyordu, bileklerimi çaresizce sardığın narin ellerinle ruhumu tesir ediyordu ilk insandan gelen arzum, hiç tüketemediğin. aynaya baktığımda görmüştüm ikimizi sarmaş dolaş halde; alt dudağını ısırmış, gözlerin kapalı bir şekilde dayamıştın başını arkaya, omzuma. günlerce yağan karın teslim olmuşluğu gibi beyaza bürünmüş gülüşündü, doğmamış çocuklarımda görmek istediğim. bundandı en büyük arayışım, seni bulamadığım her yalnız gecede, başka tenlerde tenine hükmedercesine.
sahi seni nasıl unutacaktım? "michelle, my belle. sont des mots qui vont très bien ensemble, très bien ensemble" döküldü dudaklarımdan, şimdi kadim zamanlarda kalmış gibi gözüken bir melodiyle, yakın eskiye dair hiç unutmak istemediğim. jean-baptiste grenouille'i şimdi anlıyordum. zeynep'in gülüşü, melis'in bacakları, deniz'in beli, özge'nin arzusu, selin'in göğüsleri, demet'in saçları, ellie'nin gözleri, ferah'ın sohbeti... hepsini tek tek toplayıp biriktirsem bulacaktım sanki seni, formülünü, sırtımda bıraktığın tırnak izlerini...
sanırım penis kadar sert bir kahve başlatacaktı bu miskin günümü. mutfağa geçtiğimde oynadım köpeğim gölge'nin yelesiyle. salladığı kuyruğuydu belki de ruhuma sirayet eden pozitifliğin sebebi. kahveyi kupaya doldurduğum sırada bir el sertçe kapımı yumrukladı. yumruğun aceleciliğiydi yavaş hareket etmemi hakeden. sabah ereksiyonumu gizlemek için kanepenin üzerine bıraktığım kırmızı bir t-shirti giydim. kapıyı açtığımda gördüm karşımda dikilen aceleci bakışları. "benimle hastaneye gelir misin montmartre?" diyordu begüm, nefes nefese kalmış bir şekilde. "n'oldu mademoiselle?" diye sordum kahve kupasının üzerinden bakan gözlerimle, buğunun izin verdiği ölçüde. "ürologla randevum var ama arabam çalışmadı, sen bırakır mısın? kaçırmak istemiyorum." diyordu. "yalnız randevu fgansızca big kelimedig ma belle" dedim göğüs kaslarımı oynatarak. "ihtilalin zamanı değil montmartre, penisine bir şey giy gidelim" dedi.
izin alıp odama çıkmıştım. üstüme ciksiliğimi gizleyecek birkaç şey giydikten sonra yürüdük arabaya doğru. üroloğa vardığımızda bekliyordum kapıda. çok değil, bir-iki dakika geçmişti ki kapı açıldı. begüm umutsuz bir ifadeyle fışkırdı içeriden. "ürolog'un kamera çubuğu bozulmuş, açılmıyor. yarın bidaha geleceğim" dedi, indirdiği kaşlarıyla, çaresizce dururken karşımda.
begüm'ün elinden tutup içeriye daldım, tahminen 45 yaşında kadın bir doktor aleti kurcalıyor, kenara not alıyordu. "arkadaşım yagın gelemeyecek mon cher, bugün yapmamızın imkanı yok mu?" diye sordum kendinden emin bir ses tonuyla. elini tuttuğum begüm, koluma sarılmış, omzumun arkasından olanı biteni çaresiz bir şekilde izliyordu. doktor arkasını dönüp; "malesef yakışıklı evlat, makine soğuk" dedi. "merde!" fırladı dudaklarımdan. begüm bir kez daha çaresizce düşürmüştü omuzlarını. begüm'ü bir arkadaş olarak seviyordum ama hiç sevişmemiştik, arkadaş çevresindeki güzel kızlardan faydalanıyordum ama begüm'ün ruhumu delen bakışları benden hoşlanıyor olabileceğini ortaya seriyordu.
tam arkamızı dönmüş dışarı çıkıyorduk ki; "durun, bayım! bana döner misin?" dedi doktor, telaşlı bir ifadeyle. bir kez daha yüzyüzeydik heyhat doktor benim penisime bakıyordu. "biliyorsunuz ki tıpta ayıp olmaz... " diye söze başladı. devdıbını ikimiz de merak ediyorduk. "senin penisin de gayet büyük duruyor, çalışmayan kamera çubuğu yerine kullanabiliriz." dedi. bu penisimin begüm'ün içine gireceği anldıbına geliyordu. "eğer benim yardımımla iyi olacaksan her şeyi yapmaya hazırım begüm." dedim, begüme devirdiğim bakışlarımla. "gerçekten yapar mısın?" diyordu parlayan gözlerle. "öyleyse bu akşam kamerayı alıp size gelirim" dedi doktor.
akşam olduğunda çaresiz bekleyişimiz sürüyordu begüm'le. "çok acıtma lütfen" diyordu penisimi izleyen çaresiz bakışlarla. kapının çalınmasıyla bölündü kasvetli ortam. elinde bir çantayla girmişti doktor içeri. siyah ipek çorap, siyah topuklu ayakkabı, siyah bir mini etek ve kurşuni renkte bir gömleği vardı. inci kolyeyle süslediği çilli boynu olgun bir kadın olduğunu vurguluyor, gözlükleri ise bilgeliğini tasvir ediyordu. "fazla zamanım yok" dedi.
hızlı bir şekilde dalmıştı salona, üzerinde kısa bir pijama şort olan begüm'ü işaret parmağıyla yönlendirdi kanepeye doğru yeşim. kadının adı yeşim'di. çantasından çıkardığı kameraların kablolarını çözüyordu. "uzan" dedi begüm'e. siyah koltukta oturan begüm biraz kaykılmış, oturduğu yerde yatar pozisyona gelmişti. kafası koltuğun sırt kısmında, sırtı oturma minderindeydi. "şortunu çıkart" dedi. begüm kızarmış yanaklarla tereddüt edercesine yavaş yavaş çıkardı. yeni alınmış kıllarıyla parlayan vajinası önümdeydi. begüm ortalama güzellikte bir kızdı, hafif kiloluydu, yağlı baldırları vajinasının kenarlarını dolduruyordu. yeşim, tükürüklediği eliyle begüm'ün klitorisini uyardı. "gel" dedi bana. kendinden emin cümleler kuruyordu. bu kez şortumu çıkarma sırası bendeydi...
şortumu çıkararak diz çöktüm begüm'ün önünde. artık vajinasıyla penisim aynı düzlemdeydi. yeşim sol eliyle penisimi kavramış, okşuyordu. bu kez "makine soğuk" deme sırası bendeydi. yavaş yavaş kalkan penisim tam performasa ulaşmıştı. yeşim kamerayı penisime yerleştirmeye çalışıyor, üzerine sabitliyordu. çantanın üzerindeki ekrandan artık penisimin önü gözüküyor, hayata yeni bir bakış kazandırıyordu. artık her şey hazırdı. begüm'ün içine girip kameraya söylenen şekilde yön verecektim.
"gir" komutuyla girdim içine. küçük bir ışık kameranın önünü aydınlatıyor, pembe vajinayı gözler önüne seriyordu. bu sırada yeşim bir penisime bir de ekrana bakıyordu. gözlüğünü çıkarmıştı, gözlüğünün ucunu ağzına almış dişliyordu. "penisin de büyükmüş" dedi gülümserken. nedenini çözemediğim bir şekilde bir eli popomda bir eli de testislerimdeydi. ikisiyle de okşuyordu. "her şey bilim için" dedi söz arasında.
artık tamamen begüm'ün içindeydim. az önce testislerimde olan elleriyle ekranda bir şeyler yapıyordu yeşim. blurlu görüntü yavaş yavaş netleşmeye başladı. begüm meraklı gözlerle bize bakıyor, acı ve zevkle haykırdığı iniltilerini gizlemeye çalışıyordu. yeşim ise gözlerini büyütmüş bir şekilde "şuna bak!" dedi, dirseğiyle testislerimi dürterken. görüntüye inanamamıştım. vajina duvarlarında avlanan insan figürleri, bufalolar, dans eden kadınlar ve penisli erkekler vardı. begüm ise meraklı gözlerle yüzümüze bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "hiyeroglifler... " dedi yeşim, "nasıl olabilir?". "haa onlar mı?" diye bir tepki verdi begüm. reankarnasyona inanan bir kızdı, "önceki yaşamımda mağaraydım" dedi gözlerini yukarı devirerek umursamaz bakışlarla. ironik bir akşamdı, kim ciddi kim değil çözemiyordum. içten gelen dürtülerle bir ileri bir geri yapıyordum hala. "dur" dedi yeşim, "bilim için yapıyorsan tamam ama gibiyorsan ayıp" dedi. içgüdülerime dizgin vurmuş bir şekilde çıkardım penisimi begüm'ün vajinasından. vajina suyuyla kaplanmıştı, yeşim bir selpak verdi silmem için.
Tümünü Göster