büyük bir heyecanla başladım ben bu oyunu oynamaya. çünkü ilk alice i yıllar önce oynamış ve deli gibi sevmiştim. ki oyun piyasasını düzenli olarak takip eden biri olarak, yapımına başlandığını duyduğum ilk andan beri sabırsızlanmaya başlamıştım. wonderland e geri dönmek büyük bir olan çünkü
* harika mekan tasarımları, birbirinden farklı ve yaratıcı silah tasarımları(o zarları hala unutamam amq), boss savaşları ve en önemlisi hikayesi tam anlamıyla beni benden almıştı.
peki maddness returns de bunların ne kadarı var? işte bu önemli bir soru. listeleyerek açıklayacağım;
1-grafikler: harika ötesi. yani alice'in iç dünyası ancak bu kadar güzel bir şekilde gösterilebilirdi. ki oyuna başlamadan önce ilk oyuna girip göz atarsanız, grafik olarak alice'in ne kadar büyüdüğünü ve güzelleştiğini görebilirsiniz. ki zaten olması gereken de bu. sene kaç olmuş amq.
2-mekan tasarımları: ilk oyunun üzerine +1000 koyarak mekan tasarımlarının nasıl yapılması gerektiğini dosta düşmana göstermişler. benim en çok hoşuma giden 5. bölümün başlangıcında gökyüzünde uçan kartlardı. gerçekten atmosfer olarak çok başka bir şey.
3-müzik: harika ötesi müzikler. zaten ana menüden itibaren sizi direkt olarak atmosferin içine sokuyorlar. çok iyi iş çıkarılmış.
seslendirme: gerçekten çok iyi. ingiliz aksanına doyacaksınız.
şimdi buraya kadar her şey güzel. bundan sonrası için bu kadar iyi ve güzel konuşmayacağım.
4- oynanış: genel anlamda hoplamalı zıplama, işte git bunu döndür, git onu aç, git tam zamanında şuraya ulaş diye oradan oraya zıplaya, uça gidiyorsunuz. elinizdeki silahları kullanıp belli özel bölgelere de gidebiliyorsunuz. birde shrink(çekme)denen bir olay var. fena değil, oyuna tat katmış. ama bu oynanış aynı zamanda oyunu baltalayan en önemli özelliklerden birisi. çünkü baya uzun sürüyor bir yerden bir yere gitmek bu oyunda. hoplayıp zıplarken bir anda gitmeniz gereken yerde buluyorsunuz kendinizi ama neden olduğunu unutabiliyorsunuz. bunu geçtim hadi hatırlıyorsunuz diyelim geldiğiniz yeri, bu sefer de sonunda bulduğunuz şey memnun etmiyor. çünkü 2 saat hoplayıp zıplayıp, maksimum 10-20 saniyelik bir görüntüler silsilesi izliyor ve hop yeni bölüme geçiyorsunuz.
5- silahlar: bir tek vorpal blade var lan ilk oyundan. onun dışındaki tüm silahlar yeniden tasarlanmış. biber öğütücü, at kafası ve çaydanlık. 2 tane de aksesuar: saatli tavşan ve şemsiye. şunu söyleyeyim; o çaydanlık son seviye olduktan sonra gerisine neredeyse hiç ihtiyaç duymuyorsunuz. zorunlu kalmadıkça tabi. en zor seviyede oynadım ben oyunu. bu çaydanlık son seviyede tek çekiyordu lan en güçsüz adamlara. ki normal zorluk seviyesindeki oyunlarda ne yapıyordur kim bilir. böyle embesil bir silah olamaz...
upgrade:tek kelimeyle rezalet. adamlar grafiğe, süse, püsüre o kadar çok zaman ayırmışlar ki upgrade i atlamışlar. beni en çok gıcık eden şeylerden biri şu dişler oldu oyun boyunca. başta ne güzel diş topluyorum silah upgradeliyorum diye en ufak bir diş parçası için yapmadığım şaklabanlık kalmazken, silahları full upgradeledikten sonra bu dıbınakoduğumun dişleri hiç bir gibe yaramamaya başladı. bildiğin, her bölümde ebesinin amı gibi karşıma çıkan bu gibim sonik parçalar, bir anda tüm özelliğini yitirdi. işte o anda oyundan soğudum.
bakın oyunun bugları, aşırı güçlü düşmanları, ebesinin amından bana çay püskürtüp ölmeme sebep olan çaycı huur çocuklarından bahsetmiyorum. hatta yannan gibi, bilgisayar sistemim hayli hayli yettiği halde sistem ayarlarını çok kasan ve bu yüzden yavaşlamalara ve çökmelere sebep olan grafik ayarlarından da söz etmiyorum. bu gibtiğimin dişlerinden bahsediyorum. hangi mantıkla ve niye böyle bir şey yapmışlar anlamak mümkün değil. ama olay burada bitmiyor.
6- düşmanlar: niye varlar pek anlamadım açıkcası. mantığını bir defa kaptığınızda hepsini harcamak çok kolay oluyor ama yine de bunu oyun yapımcıları da fark etmiş olacaklar ki bunun çözümünü aynı adamdan bir sürü göndererek çözmüşler. o huur çocuğu çaydanlıklar ise bambaşka bir şeyin konusu olabilir.
7- boss: ilk oyunda bir sürü boss vardı, birini yener diğerine giderdik. herkesi bıçağımızla keserdik. bu oyunda boss denen bir şey var. oyunun sonunda görüyorsunuz kendisini. onun dışında ebesini gibtiğimin oyununun bir tane bile bossu yok. resmen birisi küçük bir çocuğa çikolata uzatıyor, "al ye" diyor ve sonra da çocuk tam çikolatayı alacakken çikolatayı geri çekiyor pekekent. her bölümün sonunda yaptığınız şaklabanlıkla kalıyorsunuz. oyun size muallaklik yapanlardan öcünüzü almanıza izin vermiyor.
8- hikaye: gibik. bu kadar. bildiğin gibik bir hikaye. ilk oyunda adı sanı geçmeyen karakterler, hiç bilmediğimiz yeni bir olay örgüsü ve buna aslında taa ilk oyundan beri bağlı olan karakterler falan filan. hele bir de oyunun sonu var ki evlere şenlik. yok profesör varmışta, evini ateşe vermişte, kaçmışta, sonra bizi yıllarca "forget it alice" diye ayakta gibmişte falan filan.
mekanlar filan iyiydi gerçekten de, şu hikayeyi biraz daha elden geçirselermiş. şu tren gibini hiç ortaya çıkarmasalarmış. oyunun içine biraz adventure ögeleri katıp, oyunun içinde hiç bulunmayan korku ögeleriyle bezeselermiş. her seferinde aynı şeyleri yaptığın sıkıcı dövüş sistemi yerine biraz daha stratejik takılmayı gerektiren düşmanlar olsaymış, oyun baş yapıt olurmuş. ama ola ola güzel grafikli, üç boyutlu, oynandıktan 2 gün sonra unutulacak saçma salak bir oyun olmuş.
ayrıca topladığım her diş parçası oyuun yapımcılarının zütüne girsin. en son 7000 tane diş parçası vardı. gerisini siz düşünün.
özet: gibtir git yok özet mözet.