+1
@49 bu konuda yazılmış kitaplar var ama yavuz sultan selimle ilgili şöyle bir bilgi var
Osmanlı imparatorluğu’nun dokuzuncu padişahı Yavuz Sultan 1512 tarihinde tahta geçti. Babası 2. Bayezıd’in son döneminde memlekette düzen bozulmuştu. Yavuz için en büyük tehlike de Anadolu’daki Şii-Kızılbaş varlığı idi.
Hatta, Amasya’daki Osmanlı şehzadesi Murat bile Kızılbaş olmuş ve törenle taç giymişti. Bu dönemin bu açıdan öteki önemli olayları; Tokat Şehri ileri gelenlerinin Şah ismail adına hutbe okutması, Şehzade Murat’ın 10 bin Kızılbaş ile Kazova’da Nur Halife (Kızılbaş dedesi) ile birleşmesi ve Nur Halife’nin Sivas, Tokat ve Amasya Kızılbaş’larından çok önemli bir kitleyi iran’a zütürmesiydi.
O yıllarda Osmanlı-Safevi sınırı Sivas’a bağlı Suşehri kazasından geçiyor. Buradan Fırat nehri izlenerek Memluk-Safevi sınırına varılıyordu. Divriği, Darende, Malatya ve Ayıntap Memluklerin; Kemah Kalesi, Harput ve Urfa da Safevilerin sınır kentlerini meydana getiriyordu.
Zaten Safevi devletinin kuruluşunda Türk öğesi ağırlıktaydı.
II. Bayezıd’in Anadolu’da Şiiliğe karşı Bektaşiliği tuttuğu Balım Sultan’dan el aldığı, Bektaşi olduğu iddia edilir, buna örnek olarak da onun Hacı Bektaş-i Veli türbesini yaptırdığı ve bu tarikat mensuplarına çok iyi davrandığı gösterilir.
Yavuz, tahttan indirdiği babası 2. Bayezıd’i Bektaşilerin merkezi olan Dimetoka’ya sürgüne gönderir. Tahta geçmek için kardeşlerini ve babasını öldürdükten sonra Yavuz Sultan Selim; Şiilik meselesini ele alır.
Yavuz, Şiiliği ve Bektaşiliği kendisi için büyük tehlike olarak görüyordu. Özellikle Safevi Devleti ve Anadolu’da çok sayıda taraftarı olan Şah ismail’in varlığı onu rahatsız ediyordu. Böyle devam ederse Şah ismail ve Safevi Devleti Anadolu’ya hakim olabilirdi. Anadolu’da Safevi Devleti ve Şah ismail’e sempati besleyen önemli bir Alevi kitle vardı. Anadolu’nun Safevi devletinin bir parçası, vilayeti vb. olması hiç de uzak bir ihtimal değildi.
Sultan Yavuz Selim bu tehlikeyi ortadan kaldırmak istiyordu. O’na göre bunun yolu da önce Şah ismail’in Anadolu bağlantısı olan Alevi halka bir ders vermek, sonra da Şah ismail’in kendisiyle hesaplaşmaktı.
Yavuz Sultan Selim, iran seferinden önce, Anadolu’ya adamlarını göndererek Anadolu’daki Alevilerin sayısını ve gücünü belirlemelerini istedi. Yapılan sayımda Anadolu’da resmi olarak 40.000 Alevi olduğu saptandı.
Yavuz, iran seferine Anadolu’dan başladı. Önce bu deftere geçen 40.000 Alevi’nin katledilmesi emrini verdi. Bu emirle o güne kadar Anadolu’da eşi görülmemiş büyük bir katliam başladı. Alevi yerleşmelerinde taş taş üstünde kalmadı. Alevi inançtaki insanlar en ücra Alevi köylerinde bile yediden yetmişe katledildi, kaçanların aylarca dağlarda izi sürüldü. Bu kıyımdan yalnızca kuş uçmaz kervan geçmez yerleşmelere kaçan Aleviler kurtulabildi.
Anadolu’da Aleviler’in hayatlarını bugün de en ücra köy ve mezralarda; susuz, yolsuz, yüksek karlı dağların arkasındaki yerleşmelerde sürdürmelerinin sebebi budur. Onları o yüksek dağların görünmeyen yamaçlarına işte bu can korkusu atmıştır. Bu korku verme yöntemi Osmanlılar’ın resmi politikası olarak varlığını asırlar boyunca sürdürmüştür.
Bu yüzden Alevi insanı şehre ve onun nimetlerine asırlarca muhtaç kalmış, yeni yeni mağarasından, mezrasından çıkıp insanlığa elini uzatmıştır.
Yavuz’un iran öncesi Anadolu’da giriştiği bu katliamdan Bektaşi geleneğine göre yetiştirilen ve bir anlamda “Bektaşi” de denebilecek Yeniçeriler rahatsız olur. Yavuz, bu kez farklı bir siyaset izleyerek kendisinin; Şah ismail’in adamlarına karşı olduğu Bektaşiliğe karşı olmadığı imajını vermeye çalışır. Hatta kulağını Bektaşi usulü deldirerek balım Sultan küpesi taktırır. Bu çabalarının sonucunda da Yeniçeri Bektaşilerin bir kısmını ikna eder.
Yavuz’un çok hırslı bir devlet adamı olduğu, dünya haritasını önüne açarak, “Bu dünya bir padişaha az gelir” dediği söylenir.
Yavuz’un iran Seferi’nde iki amacı vardı:Bunlardan biri, doğuda Şiiliği temizleyip Horasan ile birleşmek, ikincisi ise, Mısır’ı fethederek dünya ticaret yollarını ve hilafeti elde etmekti. Yavuz böylece bütün dünya Müslümanlarının halifesi olacak, sonra Hz. Ali’den bu yana devam eden hilafet sorununu da çözecekti.
Yavuz, iran Seferi’ne 20 Nisan 1514 tarihinde başladı. Yolda kıtlık başgösterdi. Yeniçeriler bu sefere karşı çıktılar ve isyan çıkardılar. Yavuz, seferden vazgeçilmesini isteyen çocukluk arkadaşı Karaman Beylerbeyi Hemdem Paşa’yı derhal başından vurdurup öldürttü.
Erzincan’ın Tercan bölgesine geldiğinde askerler açıkça itaatsizliğe başladı. Yeniçeriler parçalanmış çarıklarını mızraklara takarak “istemezük” diye bağırıp kazan kaldırdılar. Hatta Yavuz’u öldürmek için çadırına kurşun atıldı.
Bütün bu karşı koymalara rağmen, Yavuz planından vazgeçmedi. Hatta askerin karşısına çıkarak şöyle konuştu:“... Düşmana yaklaştığımız şu anda alçakça bir tavırla geri dönmeyi istemek, kahramanlık azmine yakışır mı? Kahramanlık göstermekten korkanlar karılarının yanına dönsünler siz harbe gitmezseniz ben yalnız başıma giderim.”
Bu ateşli konuşma bir kısım askeri coşturdu. Bu coşkuyla yola devam ediydiyse de, yolda bir yeniçeri, Yavuz’un yolunu keserek öldürmek istedi. Ama asker yakalanarak derhal öldürüldü.
Yavuz’un iran Seferi’ne ordunun özellikle yeniçerilerin karşı koyduğu kesindir. Buna karşılık Yavuz’u destekleyenlerin de bulunduğunu gösteren herhangi bir belge ele geçmiş değildir. Örneğin, ulema bile bir hamiyyet gösterisi yapıp Yavuz’u desteklediğine ait bir tutum içine girmez. Bu konuda Yavuz’un lehinde bir delil olmamasına Prof. Dr. Faruk Sümer oldukça üzülüyor. Bu duruma “hayret verici” bir gerçeklik diyor.
Defterdar Piri Mehmet Paşa ise taarruzla ilgili olarak şöyle diyor:
“Akıncıların büyük bir kısmı Alevidir. ihtimal bunlar gizlice düşmanın Şiilik Mezhebi’ne inandırılmış olabilirler. Bunlara düşünme vakti bırakıldığı takdirde onların tarafına geçmeleri ve hiç olmazsa isteksiz ve gevşek hücum etmeleri ihtimali vardır. Bu sebeple muharebenin tehiri tehlikeli olabilir. Şafakta taarruza geçilmesi doğru olur.”
Bu savaşta Osmanlı ordusunun mevcudu 120 bindi. Bunun 80 bini sipahi, 10 bini de yeniçeriydi. Şah ismail’in kuvveti ise sayıca bunun yarısı kadardı. Üstelik Safevi Ordusu ateşli silahlardan da mahrumdu.
Çaldıran Savaşı’nı Osmanlı ordusu kazandı. Şah ismail’in ordusundan 14 Han, Yavuz’un ordusundan 10 Sancak beyi öldürüldü.
Şah ismail’in bütün mal varlığı, hazineleri Osmanlı’nın eline geçti. Şah ismail’in eşi Taçlı Hatun’un esir düştüğü savaşta çok sayıda asker öldürüldü.
Çaldıran mağlubiyeti zaferden zafere koşan Safevi hükümdarında derin bir manevi çöküntü yarattı ve Şah ismail kendini içkiye verdi.
Yavuz, Çaldıran dönüşünde de Anadolu’nun kilidi olan Erzincan-Kemah kalesini fethetti. Şah ismail’in Erzincan Valisi Rumlu Nur Ali Halife’yi de, Dersim Ovacık’ta Tekir Yaylası denilen yerde ağır bir yenilgiye uğrattı.
Böylece Safevi devletinin Anadolu’daki genişlemesi kesinlikle engellendi. Çaldıran “zaferi” Doğu Anadolu’yu Osmanlı’ya açmıştı ama, bu Osmanlı-iran savaşlarının bittiği anldıbına gelmiyordu. Ayrıca bu seferlerin sonucu olarak Celali ayaklanmaları da tarih sahnesinde baş göstermişti.
Böylece kuruluşunda önemli ölçüde Türkmen nüfusun olduğu Safevi devletini gene Türk ama Sünni Osmanlı devleti yenilgiye uğratmış oldu.
Çaldıran’da karşılaşan iki ordunun askerlerinin çoğunluğunun aynı dili (Türkçeyi) konuştuğunu birçok tarihçi yazar.
Çok sayıda tarihçi; Safevi devletinin hem dayandığı kitle açısından hem devlet teşkilatı ve kültür bakımından tarihe Türk devleti olarak geçen birçok devletten daha çok Türk özellikleri taşıdığını öne sürerler. Safevi Devleti’nin resmi dili de Türkçeydi.
Doğan Avcıoğlu bu konuda, “Safevi devleti, onaltı Türk devleti arasında yer alan Gazne ve Hindistan Babür imparatorlukları’ndan, hatta iran Büyük Selçuklu Devletin’den daha çok Türk devletidir” diye yazar.
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran seferinden sonra, 1517 yılında Mısır’ı fethederek Şii ismaililer’in devletine de son verdi. Yani, Yavuz’un doğu seferi Şii savaşıydı. Mısır’ı fetheden Yavuz, Mısırlılar’ın elinden hilafet makdıbını da aldı. Asırlardır birçok savaşa ve müslüman kanının dökülmesine sebep olan hilafet artık Osmanlı’daydı.
Yavuz Sultan Selim, koyu Sünnilik taraftarı idi. Hilafet makdıbını elde ederek üç yüz milyon Müslümanın halifesi olmak O’nun en büyük ideallerinden biriydi.
Tümünü Göster