unutmamak gerekir ki;
seçim barajından yararlanarak, "kimi seçeceğimizi" önceden ve lider sultası marifetiyle belirleyerek, medyayı eline geçirip kara propagandalar yaparak iktidara gelenler (yani cumhuriyet tarihinin neredeyse tüm iktidarları), dünyaya seçime katılım oranını (en düşük katılım - % 64.3, 12 ekim 1969 genel seçimleri) gösterip "meşru olduklarını" iddia ederler.
hele ki, seçim sonuçlarına "hile" bile karıştırıldığının düşünüldüğü bu dönemlerde "oy kullanmak", "resmen" ahmaklıktır.
bazı ülkelerde abd'ye gidip, birilerinden "icazet" almadan değil iktidar olmak, parti bile kurulamaz. biz de o ülkelerden biriyiz.
- chp'nin, mhp'nin en kritik anlarda akp'ye nasıl destek çıktığını, yolunu açtığını unutmayın.
- erdal inönü'nün politikayı bırakmak istediğini, ama "süleyman demirel başkan seçilene kadar" bırakamadığını; gün be gün, gözümüzün önünde nasıl eriyip gittiğini unutmayın.
- abd destekli darbeleri unutmayın.
- gizli kayıtlarla (ortaya çıkan kayıtlar bir kenarda dursun; çıkmayanlarla kimler nasıl tehdit edilmiştir, kim bilir zorla neler yaptırılmıştır) istenmeyen kişilerin nasıl siyasetten atıldığını (akp içinden bir örnek vereyim hem de: turgut altınok), siyasetten atılamıyorlarsa nasıl cezaevlerine tıkıldığını unutmayın.
- seçimlerin kazananını "ortak bilinç"in belirlemediğini unutmayın. (bkz: 3 aralık 2013 kılıçdaroğlu gülen cemaati buluşması)
- "öküz ölüp de ortaklık bozulduğunda", ortalığın karıştığını unutmayın. (bkz:
cemaat-akp savaşı)
•
**
kimse "oy kullanmak vatandaşlık görevidir" diye kendini kandırmasın; ona bakarsanız zorunlu askerlik de "vatan borcu"dur bu ülkede. (sonra gelsin bedelliler, sahte raporlar..)
"üçüncü dünya ülkeleri"nin yönetilme şeklidir tüm bunlar. sorsan, "halkın kendi kendini yönetmesi" derler.
ancak "demokrasi" kadar, "eşitlik" kadar, "özgürlük" kadar gerçektir "kendi kendini yöneten halklar".
"limon gibi sıkılan halk", kendisini kimin sıkacağına daha ne kadar karar verecek acaba?
halbuki, kararının verilmesi gereken şey çok açık:
"sıkılmak ya da sıkılmamak"..