1. 251.
    0
    24. seferde 1918'de ölsen 1939 yılına kadar 21 yıl yapıyor.

    24. hayatında minimum 22 yaşında olsan ve 25. hayatında da minimum 30 yaşında ölsen 26 hayatında da 10 yaşında ölsen;

    1918+22+25+10=1975 yapıyor.

    yani takriben 1942 yılında yaşaman gereken şeyi minimum 1975'te yaşayabilirsin. Zaman algın tarih bilginin yetersizliği yüzünden duman olmuş

    bundan sonra daha usturuplu yaz koçum.
    ···
  2. 252.
    0
    @83 te gerçek olduğunu söylemiş şimdi hata yapmış olabilirim bu film bAya ilham verdi daha iyi sallıycam diyor. gibtir git yalancı bin
    ···
  3. 253.
    0
    anlattıklarının gerçek olma ihtimalini düşündüm. Bence ölüp gitmek daha iyi.
    ···
  4. 254.
    0
    hayırlısı be gülüm
    ···
  5. 255.
    0
    a man from earth'ü izleyip gelmiş hikaye yazıyo bin
    ···
  6. 256.
    0
    yarım saatte hepsini okudum bekliyorum
    ···
  7. 257.
    0
    rezerve
    ···
  8. 258.
    0
    devam et panpam takipteyiz
    ···
  9. 259.
    0
    Anlat panpa merakta bırakma
    ···
  10. 260.
    0
    rez reenkarnasyona bayılırım amk
    ···
  11. 261.
    0
    26. hayatın güzelmiş kardeş.
    ···
  12. 262.
    +3
    27 nci hayatımda amerikadaydım.

    çok sorunlu bir çocukluk geçirdim.
    babam evdeki herkese kötü davranıyordu.
    yine herkese kötü davrandığı bir gece annemi gözlerimin önünde boğarak öldürdü.
    çok kötü bir yatılı okulda sürekli dayak yiyerek büyüdüm.
    taciz ve kötü muamele hayatımın en olağan durumlarını oluşturuyordu artık.
    18 yaşına geldiğimde küçük bir kasap dükkanında çalışmak üzere istihdam edildim. sevmediğim patronum ve onun da sevmediği karısı ile 2 ay kadar yaşamak zorunda kaldım. dükkanın arka bölümündeki tezgahın üzerine serilen bir yatakta uyuyordum. kendime ait hiçbir şeyim yoktu.
    çok iyi bıçak kullanıyordum artık.
    bir iki kez de koyun kesmiştim.
    bıçağın bir canlının derisine geçerken çıkartığı gıcırtı beni büyülemişti.
    artık koyun kesmek için sabırsızlanır haldeydim.
    büyük bir danayı kesmek için patronuma göreve hazır olduğumu ima ettim. ama dinlemedi beni bin. cevap bile vermedi.
    insan teninde bıçağın çıkaracağı sesi merak etmeye başladım.
    bir kaç küçük çizik attım sol mememin altına. aynı şey değildi. bıçağın sesini duyamamıştım. hissetiğim acı duyduğum hazzı gölgelemişti.
    bir gece iyice keskinleştirdiğim ve dezenfekte ettiğim bıçağımla beraber sokağa çıktım.
    oldstone caddesinin arka sokaklarında hareketlenme yeni başlıyordu.
    burası bulunduğum şehrin gayri meşru işlerinin görüldüğü tekinsiz bir mekandı.
    fahişeler burada bulunurdu.
    sarı saçlı bir fahişe aradım.
    henüz 18 yaşımın içindeydim. genç ve yakışıklıydım. normal bir kadının bile reddedemeyeceği bir tipim vardı.
    sarışın bir fahişeyi para karşılığı ilişkiye ikna etmek çok sürmedi.
    demir merdivenlerden karanlık kaygan basamaklardan geçerek rutubet kokan bir apartmana girdik.
    yürürken topuklarının sesinden rahatsız olmuştum. sanki bilerek daha sert basıyordu yere.
    daha bir sigarası bile bitmeden diğerini yaktı. ağzı çok kötü kokuyor olmalıydı. vajinası ve koltuk altlarının da aynı koktuğuna emindim.
    peşi sıra girdim odaya.
    ellerini beline koyup çocuğunu kucaklamak için kollarını açan bir anne edasıyla çağırdı beni yanına.
    kaşlarının bir tanesini yukarı kaldırdı vahşice.
    "hadi yakışıklı. gel yanıma. ben de arada güzel birşeyler yaşayayım değil mi" dedi.
    bu davet ifadesiydi.

    ona dokunmak bile istemiyordum.
    bıçağım sabırsızlanıyor, daha da keskinleşiyordu... müdahale edemesem, zaptedemesem beni kesecekti sanki. vahşi bir hayvan gibiydi bıçağım... et istiyordu...
    parkamı çıkardım. bıçak iç cebindeydi.
    arkamdaki koltuğa bırakmak için eğildiğimde bıçağımı iç cebinden çekiverdim.
    yüzümü fahişeye dönerken bıçağı arkama aldım.
    sakin ve mutluydum.
    güçlü ve umutluydum.
    kadına doğru bir adım atıp bekledim.
    gözleri çoktan soru sormaya başlamıştı. kaşlarını çattı.
    "sen de amma arızalıymışsın haa" dedi.
    bu küçümseme ifadesiydi.

    yanına oturdum.
    çok ama çok hızlı olmam gerekliydi. ağzını kapattım sağ elimle.
    sol elim halen arkamdaki bıçağı zaptediyordu.
    gerisin geri yatırarak üstüne çıktım. kıpırdıyor bana saldırmaya çalışıyordu.
    elimi iyice bastırdım burnuna ve ağzına.
    bir iki nefes alabildi o boğuşma sırasında.
    sol elimdeki bıçağın ışıltısını gördüğünde gözlerinin siyah bebekleri kocaman oldu. kaşları yukarı kalktı.
    bu şaşırma ifadesiydi.

    daha fazla tutamıyordum onu.
    sol elimde tuttuğum bıçağın arka tarafıyla kafasının üst tarafına hızlıca vurdum.
    bayılmayınca yeterince hızlı vuramadığımı anladım.
    sol elimle çok şiddetli vuramıyordum. sağ elim ise halen ağzını ve burnunu kapatıyordu. bıçağı bırakıp el değiştirdim. o sırada bağırabilirdi. ama o bağırmak yerine derin bir nefes almayı tercih etti. aldığı nefesi sese dönüştüremeden sol elimle bastım gırtlağına. artık ağzı boş olsa bile bağıramazdı.
    dudaklarıyla lütfen demeye çalışıyordu sanırım. sadece ağzına doldurduğu küçücük hava kelimeyi tamamlamaya yetmeden bitiyordu.
    sağ yumruğumu burnunun ortasına indirmemle nefesi tamamen kesildi.
    bıçağı alıp boğazına dayadım.
    bıçağı çekerken çıkan ses çok mutluluk vericiydi.
    sonrasında fışkıran kanlar üzerime gelmeden kalktım üstünden.
    kanlar şiddetini yitirirken debelenen vücudu da titremeyi ve çırpınmayı bıraktı.
    çıplak kollarını ve omuz başlarını doğradım.
    baldırlarını ve ayak bileklerini.
    sırtında derin yaralar açtım.
    bıçağım mutlulukla şarkılar söylüyordu.

    üstümü başımı iyice temizledim.
    parkamı giyip çıktım odadan.
    ilk sokakta kimse yoktu.
    ikinci sokak ise yeni yeni doluyordu.
    ana caddeye çıkarken arkamdan gelen bir patırtı yetişti bana.
    biri koluma girerken diğeri elindeki büyükçe bir sopayı enseme indirdi.
    sonrası karanlık.

    uyandığımda ellerimden ve ayaklarımda zincirlendiğimi farkettim önce.
    başımda şişmanca bir polis duruyordu.
    "nasıl bir hastalık bu sizinkisi halen anlayamıyorum" dedi polis.
    "bunca yıldır katillerle uğraşıyorum... ama halen anlayamıyorum."

    hiçbirşey söylemedim.
    dövdüler,
    parmaklarımı kırdılar,
    saçlarımı yoldular.
    ama ben hiçbirşey konuşmadım.

    hücremdeydim. gece mi gündüz mü bilmiyordum. ağzımda kırılmış dişlerden birinin acısı diğer tüm acılarımı bastırıyordu. dil çekilen dişin yerinde yatarmış. dilim sürekli boşluklarda dolaşıyordu.
    parmaklarımı kullanamıyordum,
    çenemi tam olarak açamıyordum.
    ayağa kalkamıyordum.
    demir kapının göz hizasında beliren bir ışık zaten bulanık gören gözlerimi iyice kamaştırdı.
    bir süre sonra demir kapı komple açıldı.
    içeriye beyazlar giymiş bir adam girdi.
    ardından 2 sandalye ve küçük tahta bir masa.
    masanın üzerine 2 adet mum koydu beyazlı adam.
    sandalyelerden birine oturdu.
    bana bakıyordu.
    konuşmak ister misin? dedi.
    konuşmadım.
    ben konuşabilir miyim. dinler misin? dedi. cevap vermedim.
    "soylediklerime inanmayacaksın... sen bilirsin... ama dinlemekten başka çaren de yok gibi...
    öleceksin... seni idam edecekler... yapabileceğin hiç bir şey yok... kaybedecek hiçbir şeyin yok... "
    ayağa kalkıp etrafımda dolanmaya başladı... yaşlıca bir adamdı... sürekli gülümseyerek konuşuyordu... ama gözleri bir şey arıyor gibiydi...
    "sen bir lanete veya bir hediyeye sahipsin... önceki hayatlarının hepsini hafızanda bir yerlerde tutuyorsun... binlerce yıldır, hergün, detaylıca yazılmış bir günlük var kafanın içinde... eyalet mahkemesi seni binlerce volt elektrikle öldürse bile hafızandaki bu defter senden sonra birine / birilerine / belki de birkaç kişiye birden iletilecek...
    bunu anlamanı beklemiyorum... sadece saçma şeylere inanıveren salaklardan biri olmanı ümit ediyorum... onlardan bolca var zaten dünyada"
    "bana karşılığında ne vereceksin" dedim. yine gülümseyerek bakıyordu yüzüme.
    "sana hiçbirşey veremem... ama senden sonrakilere çok şey verebilirim... "
    "benden sonrakilerden bana ne... bana ne vereceksin"
    "sana hiçbir şey veremem. senin yolun bitiyor. senden sonrakilerin ise henüz başlamadı... anlatacaklarımı dinle... ölmeden hemen önce ne kadar gerçek olduklarını anlayacaksın zaten... senden istediğim tek şey, ölmeden hemen önce beni ve söylediklerimi hatırlaman"
    "bak yaşlı adam... ne anlatacaklarını merak bile etmiyorum... bu romantik mumlar eşliğinde anlatacakların fare cıvıltılarından daha değerli değil... fazla vaktimi alma artık... çünkü zaten hiç kalmadı... "
    "ölürken kalçanda ve omzunda bir acı hissedeceksin... sen öldürücü darbeyi her zaman buradan alırsın... "
    omzuma dokundum... herşey normal gibiydi... bu beyazlı adam bir falcı mı, yoksa bir şarlatan mı? tüm bunları bana niye anlatsın ki? idama mahkum edilmesine kesin gözüyle bakılan genç bir pgibopatla, daha sorgulanmadan bile görüşebime imkanı bulduğuna göre nüfuslu biri olmalıydı... anlatacaklarını dinlemek için kendisinden bir şeyler talep edebilirdim... sigara ve temiz havlu istedim... yerinden hiç kalkmadı, kimseye tek bir işaret bile yapmadı... çantasına eğildi ve 2 paket sigara ve bembeyaz, tertemiz bir havluyu masaya bıraktı..
    Tümünü Göster
    ···
  13. 263.
    0
    reserved
    ···
  14. 264.
    0
    Reserved panpa güzel yazıyosun devam
    Yalnız bişi sorucam ölümlerde omuz ve kalça neden hep ön planda niçin hep omuz ve kalça geçen ölümler oluyor
    ···
  15. 265.
    0
    devam panpa
    ···
  16. 266.
    0
    Devam et dıbına koduğum, güzel yazıyon. Ben bu başlığı yeni keşfettim
    ···
  17. 267.
    0
    nazi hikayesinde duygulandım
    ···
  18. 268.
    0
    reserved
    ···
  19. 269.
    0
    yazsana gerisini aq
    ···
  20. 270.
    0
    reserve
    ···