-
1.
+1epey kağıt var. bitmiş bir ajanda, bitmiş not defteri, yerden bulunmuş sigara paketi. ne varsa yazmıştım. ama sadece acemilikte. türkçem, zekam, anlatımım berbat olduğu için hep kenarda durdu. sıktı çekyatın altında bir torba dolusu kağıt, yazayımda yakayım bari...
-
2.
+112.04.2008Tümünü Göster
…116 da yapıcaz acemiliği. Yani 28 gün boyunca burada eğitim görücez. Sonra da yemin töreniyle dağıtımımız yapılacak. Dağıtım da yine çanakkale il sınırları olacak(mış).116 da önce yatakhaneye yerleştirdiler bizi. Sonra etrafı tanıttılar. Kantinde levazımat satan eleman da kardeşimin devre arkadaşı çıktı. Yani eleman kardeşimi tanıyor. Şampuan, traş malzemeleri falan satın aldım. Çünkü yanımda zarf (askerlik şubesinden verilen), not defteri ve kalemden başka bir şey getirmemiştim. Kütüphanede biraz vakit geçirdim. ilgincime giden; burada herkes yeni gelenlere, yani bizlere hemen memleketini soruyor. Bu hemşehriciliği hiç sevmesem de artık memleketim Antalya deyip geçiyordum.ilk etrafı gezerken, yani 116 nın içini, kendimi cezaevinde gibi hissettim. Çünkü etrafta kamuflajlı ve eşofmanlı aynı tip kıyafetli insanlar yani askerler vardı.13. 04. 2008
Dün gece herkes erken yattı. Yani saat 21 gibi. Ben de 23’e doğru uzandım. Uyuyamadım. Yeni devrelerim geldi. Sonra uyumuşum. Sabah 6 gibi uyandım. Biraz dışarıda dolaştım, traş falan da oldum. Sonra yataklarımı topladım. Bu sırada diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkmaya başladı. işte bekliyoruz. Nerde kaldık?.. Kahvaltı yaptık. Sonra bahçede dizildik. Komutan geldi. Yani uzman çavuş. Bizim eğitim ve giysi ihtiyacımızın sabah karşılanacağını söyledi. Sonra dağıldık. Yani bugün de hiçbir şey yapmadık. Öğle yemeği ilginçti ama. Çorba (ne çorbası anlamadım), pırasa (sulu), köfte (sulu). Yani 3 tane sulu yemek. Çorba hariç diğerlerinden aldım. Tadı güzeldi yemeklerin. Başka bir şey yok. Ha bir de; kütüphaneden kitap aldım: “Korkuyu beklerken” (Oğuz Atay)Kitaptan özlü bir söz: yalnız yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten bir eğlenceleri vardır.16.04.2008 Çarşamba
iki gün hızlı geçti. Kısaca özetliyeyim; pazartesi günü çok erken kalktık. 5 gibi. Hiç koymadı bu bana, çünkü epey dinç kalktım. Yine kahvaltı, yine içtima sırası derken saat 7 falan oldu. Sonra saat 7:30 gibi bize dağılma komutut verdiler ama yakınlarda olmak şartıyla. 10 gibi yine toplandık ve sıra halinde yolun karşısına geçip alaya (“il merkez” imiş, sonradan öğrendim.) gittik. Orada bize kıyafetlerimizi dağıttılar. Askeri palto, kamuflaj, 2 yazlık çorap, 2 kışlık çorap, bot, 2 slip don, gecelik takım, eşofman takım, şort, 2 yeşil atlet, bir içlik yün don, bir içlik yün üstlük, valiz, spor ayakkabı, askeri kep. Sonra bazı eşyaları da bize parayla aldırdılar. Parayla dediysek burada paralarda çok komik ölçüde. Hemen hemen her şey yarı fiyatına, bazı şeyler daha da ucuz. Mesela; çay 10 kuruş, Sütlü çikolata 35 kuruş(tabi makine para üstü verirse), poğaça 20 kuruş.Ne aldık? Palaska, düdük, düdük ipi, dikiş seti, ayakkabı boyası, temiz ve kirli eşya torbası, nefte (kırmızı sağ tarafı gösterecek.) hatırladıklarım bunlar. Tabii satın alınan eşyalar, eşya dağıtımından hemen sonra olmadı. Eşyalar dağıtıldıktan sonra bizi iki askeri binanın arasına aldılar, bizi dediysem 123 kişi. Sonra komutanlardan birisi (komutan dediysem; 4 tane uzman çavuş, bir tane astsubay). “ya biz şimdi bunları giydirelim” dedi. Yani burada işler böyle, “şimdi napalım, hadi şunu yapalım” gibi durumlar oluyor. Yani komutanlar da emin değil. Neyse. tam 123 kişiyi, o iki binanın arasında soyundurup, verilen eşyaları giydirdiler. Evet 123 kişi 123 metrekare yerde komutanların önünde, askeri binaların yanında, 25 metre ilerisi meskun mahalle olan yerde önce soyunduk. Sonra giyindik. Buradaki usta askerlerden birisi; “o kıyafeti giyince kendimi mal gibi hissettim” demişti. Bende ilk defa kendimi mal olmaya başladığımı hissettim. Hatta mal gibi hissetmenin ne demek olduğunu orada anladım. Bu hissi biraz anlatmaya çalışayım; mal gibi kontrol edilip de hiç zoruna gitmiyorsa mal olmaya başlıyorsun. Ama mal gibi hissetmek de mal olmaya direnmek manasına da geliyor. Gerçeği göz ardı edemeyiz. Offf! Bunları yazarken biraz canım sıkıldı. Neyse işte orada giyindik.Şunu da anlatmadan geçemiyecem: giyindiğimiz yere 25 metre mesafede ev vardı, o gün hiçbir ses, soluk duymamıştım o evden. fakat dün orada eğitim görürken bağıra çağıra 5-7 yaşlarında bir çocuğun balkona elinde bir tabakla çıktığını gördüm. Hemen aklıma dün orada giyindik gerçeği geldi. Ya çocuk o sırada pencerede bizi seyrettiyse? Buradaki rahatsızlığımın sebebi çocuğa çıplak(donla) görünmek değil. Çocuğun bizi çıplak görmesiydi.Çocukluğumuzdan beri hep böyle askerlik hikayeleriyle ve şehit cenazelerinde askeri seronomilerle büyüdük ve bu iki zıt durumun oluşturduğu ikilemlerle düşündük durduk. Şimdi o çocuk da böyle bir olaya birinci elden şahit olmanın verdiği durumla büyüyecek ve asker olacak. Belki onun için ülkemde askerlik en çok saygı duyulan ama en çok da korkulan bir olay haline gelmiştir. -
-
1.
+1okuyacam bende çanakkalede yaptım askerliği cenderme ksd
-
2.
0sıkıcıdır sen bilirsin.
-
1.
-
3.
018.04.2008Bir de eski çekingenliğimin gittiğini hissettim. Fakat bu süreçle ilgili bir durum değildi. Buraya geldiğim gün bunu hissetmiştim zaten. Çekingenliiğimin gittiğini hissettim derken yine bu soyunma hikayesinden bahsediyorum. 48 kişilik yatakhanede çok rahat giyinip soyunabiliyorum artık. işte çekingenliğim gitti derken bunu kastettim. Bunu aidiyet duygusuyla da ifade edebiliriz…Tümünü Göster
19.04.2008“tabi o gün olanlar bunla da sınırlı değil.” Bu satırları yazarken birilerinin “hey”, “şişt” diye bağırdığını duydum. Basket sahasında minyatür kale top oynayan genç askerlerin bana ihtiyacı vardı. Çünkü 7 kişiydiler ve etrafda oynayacak başka birileri de yoktu. Yardım ettim gençlere, en zor işi yaparak, kaleci-oyuncu olarak. Bugün askerliğe geldiğim gün yani cumartesi, yani bir hafta oldu. Peki “bir hafta nasıl geçti“ derseniz; “Çabuk geçti.” Aslında şu an çabuk geçmiyor. Çünkü öğle yemeğine kadar serbestiz. Ama nasıl serbest? Adı serbestlik. Yatakhaneye çıkış yok! Yeşillik alana giriş yok. Sadece ön bahçe, arka bahçe ve bir de kantin. Neyse…Pazartesi kıyafetleri almıştık ve giymiştik. Ama ondan sonra ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Artık bir şey hatırlamıyorum. Unuttum. Aslında hergün bir hikayeydi ama yazılmayan herşey gibi unutuldu. Ama kabaca hatırlıyorum bazı şeyleri. Eğitim yaptığımızı yürüyüp “selam” verdiğimizi. “Esas duruş”, “rahatta bekle” gibi komutları öğrendiğimizi. “Marş marş” yürüdüğümüzü. “sol!, sol!” diye bağıran komutannın her bağırışında sol ayağımızı yere sertçe vurduğumuzu. Bir de yediğim azarları. Nedense “yediğim” diye yazdıktan sonra “azarları” diye yazmadan bir süre duraksadım. Bir anda ailem geçti gözümün önünden. Annem geçti. Daha doğrusu, çünkü ben anneme hep hayatımın güzel yönlerini anlattım. Hep güzellik duydu benden. Hiç ona iç ızdıraplarımı, sigarasız ve uykusuz gecelerimi anlatmadım. Bunları yazmadım da zaten, yazamazdım. Ya benim askerde iki kazıklı uzman çavuştan “sen ne biçim askersin,” “kıçın, başın oynamasın,” “kız mısın sen?,” “kızsan etek giy” gibi 48 kişinin içinde azarladığını duysa ne kadar üzülürdü annem. Gerçi askerden sonra duysa bunlar problem olmazdı belki ama tuhaf bir elektrikle azarlandığımı buraya yazar yazmaz duyacağını hissettim. Mutfakda, ayakta, bulaşık yıkarken, sağına yığılıp “ah yavrum!” diye inleyeceği gözümün önünde canlandı. Tereddüt etmiştim yazarken. Ya hissederse? Ama artık birilerinin yüzleşmesi gerektiği düşüncesiyle yine de yazdım. Peki asıl yüzleşmesi gereken kimdi? Annem miydi? Ben miydim? Evet bendim… -
4.
0Az önce kantinde 5 dk. sıra bekledikten sonra çay alabildim. Çay 10 kuruş, yani ekmek parasına 4 çay alabilirsiniz. bu ucuzluk güzel aslında ama sıra çok. Burada 3 bin asker var ve bir çay satılan yer var ve birde çay satan usta asker.
Usta asker deyince, askerlerin de bazı diğer askerlerden üstünlüğü var. Bu askerde bulunma süresiyle ilgili. Daha önce gelenler daha sonra gelenlerden üstün. Bu üstünlük sade askerin kendi içerisindeki bir uygulama değil, sistemin de verdiği bir hiyerarşik imtiyaz.
işte ben sıradayken birkaç usta asker geldi ve sırayı beklemeden çay istedi. herkesin duyacağı bir şekilde “burada sıra yok mu kardeşim” dedim. Ama usta asker duymamazlıktan geldi. bu sözüme binaen bazı acemiler homurdanmaya, daha cesurları da usta askerlik kavrdıbına küfretmeye başladı. önümdeki asker “5 tane çay” dedi ve demir 1 ytl yi gözden içeri uzatıp demir levhanın üzerine bıraktı. çaycıyı göremiyorduk, çaycı da bizi göremiyordu. çünkü göz küçük ve aşağı bir seviyede, dışıda yine metal ve demir ile kaplıydı. Ben de elimdeki 10 ykr yi levhaya koydum. Çaycı “sen çek parayı” gibi bir ses çıkardı. Parayı yavaş bir hareketle çektim. hızlı değil yavaştım. bu yavaşlık gururumun kabarıklığına mı işaretti yoksa korkusuzluğa mı? onu düşünemeden ağır bir hareketle parayı elime geri aldım. O an eğilip yüzümü çaycı askere göstermek istedim. Beni tanıyordu, konumumu biliyordu. Ben ve benim gibiler diğer askerlerden farklıydık. çünkü biz kısa dönem askerdik. bu nedenle hem bize misafir muamelesi yapıyorlardı hem de biraz tırsıyorlardı.
Göstermedim bu arada gururumu yendim ve yüzümü kullanmak istemedim. Çaycı önümdeki demir 1 ytl veren askerin 3. çayını verirken. “söyle diğerlerine çay kalmadı” dedi. işte o an yüzümü gösterme ihtiyacı hissettim. çünkü 5 dakika kadar boşuna beklemenin yanında çay içemiyecektim. Gerçekten çok çay içmek istiyordum. çünkü yemeği yeni yemiştim. yemeğin yanında verdikleri helvanında 3 de 1 ini yemiştim. helva beni susatmış fakat su içmemiştim. biraz yansın istiyordum. bazen insan gerçekten ızdırap çekmek istiyor. ya da ben istiyorum. bir de buna mazeret olarak haklıymış gibi sebepler uydurarak.
yani yanıyordum, çayı gerçekten içmek istiyordum. eğildim ve yüzümü gösterdim… -
5.
0işesinler boşver.
-
6.
0viceroy sigara 2.25 orası daha önemli bence...
-
7.
0çaycı asker “senden sonrakilere yok” deyiverdi. o kadar acele söyledi ki sanırım ben de “çay yok” sözünden sonra o kadar çabuk göstermiştim yüzümü. artık benden sonrakilere çay yoktu. çaycı tekrar “arka sıradakinlere de söyleyin” dedi. ben de çaycıya yardımcı olmak için arkama döndüm ve “arkadaşlar çay yok” diye birkaç kez söyledim. benim çayı da sonunda verdi. demir levha sonunda kapandı. defteri açtım ve yazmak istedim fakat yazamazdım çünkü yemin törenlerinin izlendiği tribündeydim ve çayımı insanın oturmasına göre yapılmış olan eğimli stadyum oturaklarına koyamıyordum. yine de yazmayı bırakmamak için çayı sol elime aldım. aslında bu tür durumlar için sol elime yazmayı öğretmek üzere çok talim yaptırmıştım. fakat beceriksiz elim yine yapamadı. bu arada beceriksiz olanın kendim olduğunu hissettim. çünkü elin elden üstünlüğü yoktu. sağ elle yazmaya başladım. sol elle de çayımı tutmaya. saniye geçmeden plastik bardağın içindeki sıcaklığın dışına yani elime geçtiğini hissettmeye başladım. işte bu nedenle bu bardak bu çayı çabuk soğutuyordu. tuhaf bir şekilde insan için de bu geçerliydi. içindekileri dışına yansıttıkça için boşalıyordu. bir anda basitleşiyor ve bayağılaşıyordu. normal bir şekilde kainat için de geçerliydi. bu madenler ve yeraltı kaynakları gün yüzüne çıktıkça azalıyordu. o zaman insan içine yatırım devamlı yatırım yapmalıydı. Henüz dördüncü kelimeyi yazarken elimin acısı dayanılmaz hale gelmişti. çayı diğer elime aldım ve zaten dışından daha soğuk olan çayı bir kaç yudumda içtim bitirdim. Aslında gün gün yazmak isterdim bu hatıratımı. istemeden bu güne geldim. çünkü duyumsamalarımı hatırlamıyorum. artık sadece bazı pırıltılar var kafamda bazı yüzler, bazı sesler, bazı hareketler.Bir süre tıkandım şimdi yazamadım. karşıdaki yeşillik araziden sallana sallana eşofmanlar içinde geçen 3 askere gözüm takılmış, farkında değilim. merdivenden indi askerler ve kale direğinin hemen arkasından geçerken bir anda bir kaç gündür kafama takılan bir soru(n) kafamda çözülüverdi. niye yalnızdım. 3 bin kişinin yaşadığı yerde o kadar kendimi yalnız hissediyordum ki. aslında hemen hemen herkesle konuşmama, bir ihtiyacı olan herkese yardım etmeme rağmen kendimi yalnız hissediyordum. bir dakika bir arkadaşımı gördüm. demin ki askerlerin geldiği yeşilliklere doğru gidiyor. ben de gidicem…Şimdi o yeşilliklerde bir ağacın altındayım. peki niye arkadaşlarla konuşmaktansa yazıyorum çünkü yine aynı kadere maruzum. arkadaş epey kalabalık bir gruba katılmış ve mevcut bir muhabbeti sürdürüyordu. araya girmek istemiyorum veya saf saf her konuşana kafayı çevirip herşeyi tasdik etmek istemiyorum. hele bir de ortama uygun nidalarda bulunmak mı nefret etmek istiyorum. şimdi bu nları yazdığım esnada tanıdığım arkadaş da gazinoya TV izlemeye gitti. ben burada yabancı yani tanımadığım kısa dönemlerle kalakaldım.Tümünü Göster
-
8.
0Bir süre takıldım. Bak yine bugünü anlatıyorum. Olsun. Boşver. Bir arkadaşın oradan attığı lafa binaen bir süre muhabbet ettim. Fakat bu muhabbet içime sinmedi. Çünkü buraya bunun için gelmemiştim. Bir anda yalnızlığımla yüzleşmek istedim ve tekrar arkadaşın peşinden gittiği yeni yere gittim. Askeri gazino yemekhanenin altında, bodrumda bir yer. Yaklaşık 500 kişilik bir salon. Bir büyük tv bir masa tenisi masası, bolca sandalye ve yeter miktar masa. Tabi yine bir usta askerin elinde kumanda. Tv de bir klip kanalı izleyemedim. Pinpon oynayanları izledim. Tabi bu sefer arkadaşım yanımdaydı. Artık yalnızlığımı yenmiştim. Ben kazanmıştım. Pinpon oyunu da bitti. Hala yenemediğim bazı şeyler vardı. Arkadaşla dışarı çıktık. Bundan sonrasında pek bir şey olmadı. Ama öncesinde olanlar çok. Geçen gün rütbeli bir asker geldi. Sanırım yüzbaşıydı. Askerlikle ilgili türkiyeyle ilgili memleketin iç ve dış düşmanlarıyla ilgili izahatlarda bulundu. Bazı sözleri ilginçti. Mesela bizim yani tsk nın siyasetle hiçbir ilişiği olamaz çünkü biz siyaset üstü bir kavramız sözü. Yani bu söz bana epey mantıksız geldi. Çünkü bir şeyin üstü olmak o şeyin senin altın olmanı ve onun senin komutunda olması demek değil mi? Yani eğer tsk. Siyasetin üstünde bir kurumsa pekala siyasete karışabilmeliydi. Ki öylede yapmıyormuydu zaten.Bir diğeri ise hiçbir özel veya ekstra eğitim almamamıza rağmen komutanın; “burada yaşadıklarımız istihbari bilgiler içerir ve ülkemizin düşmanlarının ilgisini çekebilir bu nedenle buradaki olay ve yaşantıyı kimseye anlatmayınız.” Buna pek bir mana veremedim. Ama yine her söylemden mana çıkarmaya çalışan beynim bundan da sanırım, askeriye hakkında olumsuz düşünceler sivil hayata sızmamalı gibi bir mana çıkardı. Belki şu da söylenebilir. Komutan, yani o anki komutanların bile komutanı olan sanırım yüzbaşı, askeriye olarak Çanakkale ve şehitler ruhunun tekrar canlanması için Turgut özakman’ın “diriliş” kitabını tavsiye ettiklerini ve anlaştıkları bir kitabevinden 14 ytl ye herkesin almasını istedi. Tabi gidip biz alamayacaktık sadece parayı verecektik ve onlar bize getireceklerdi.
başlık yok! burası bom boş!