/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 9.
    +1
    Gece iyice çökmüştü dışarı çıktım ve bahçenin kenarında oturdum yanıma sahibe geldi elini omzuma koydu ve sana anlatmış dedi. Evet diye yanıt verdim. Yanıma oturuyordu ve saçları yasemin kokuyordu. Sohbet etmeye başladık daha sonra bir şey fark ettim ve sordum “Çinceyi nereden biliyorsun?” Yıllarca seni bekledim sırf senin için öğrendim şimdi geç oldu kalkmalıyız dedi. Tamam dedim kalkarken yalpaladım elimden tuttu ve yakınlaştık. Öpüşmeye başlamıştık yavaşça bir elimi cebime attım ve kırık camla onun karnını defalarca deştim. Bağırmaması için öpmeye devam ediyor ,kafasını kaçırmaması içinse diğer elimle kafasını tutuyordum. Tamemen hareketsizleşti nefes alması kesildi ve onu yavaşça yere bıraktım. Duvarlara tırmandım ve arkama bakmadan koştum. Kolay oldu dedim garip bir şekilde az önce işlediğim cinayetin vicdan azabını duymuyordum kurtulduğum için mutluydum. Nasıl bu kadar kolay olabilmişti diye düşünürken birkaç imparatorluk muhafızı beni tutukladı. Ben bir gerizekalıyım diye düşünmeden edemedim. Orada kadınla yiyişip rahatça yaşamak varken zütüme akrep ve kızgın demir sokulmasını burnuma karıncalar atılmasını falan seçmiştim. Daha fazla düşünemedim çünkü bir yere getirdiler ve tahminimce önemli birilerinin huzuruna çıkaracaklardı. Her yer ihtişamlıydı bu kadar ihtişam…Buraya firavunun huzuruna çıkarılmak için getirilmiş olmalıydım. Yanımda adam muhtemelen farklı dillerde bişiler söyledi sonra çince “firavun seni görmek istiyor anladıysan evet de” dedi. Evet dedim. Daha sonra firavunun odasına girdim tabii üstümdeki her şeyi aldılar.
    ···
  2. 8.
    0
    Yanımdaki köleden çat pat Hintçem ile mısırda olduğumuzu öğrendim, devasa piramitler vardı. Kocaayağın ayakları bile bu piramitlerin zemininden küçüktü. Köle olarak satılıp hayatımın sonuna kadar sefillik içerisinde yaşayacağımı bilmeme rağmen espri yeteneğim sayesinde gülebiliyordum. Tek tesellimde buydu galiba. Amcam yanıma gelip “Şanslısın ilk sen satılacaksın” dedi. Tabii ya şanslıyım bir köle pazarında yarı çıplak bir halde, zincirlenmiş şekilde duruyorum. Üstelik satılmak üzereyim ne şans ama!
    iki adam geliyordu. Belli ki onlarda köleydi. Yaklaşık 35-40 yaşlarındaydılar ve tenleri adeta bir hayvanın ayaklarına dönmüştü. Kim bilir belki kırbaçtan belki de sahiplerin uyguladığı farklı fantaziler. Çok geçmeden alanın ortasındaki platformdaydım. Beni orada döndürdüler. Kaslarımı sıktılar. Birkaç kere de kırbaçla vurdular. Galiba benim için alıcı çıkmamıştı insanlar aralarında anlamadığım bir dilde konuşuyor, tartışıyordu. Sonunda bir kadın çıkıp ”Eahsela Aleyh” tarzı bir şey söyledi. Sonrasında ise beni arabasına bindirdiler. Arkada zincirli bir şekilde tahta parmaklılar arasında oturmaktan çok ön tarafta kadınla sohbet etmeyi yeğlerdim. Gerçi kadının dilini bile bilmiyordum ama içimde garip bir şeyler olmuştu. Galiba aşık oluyordum. Kısa süre sonra kadının malikanesine gelmiştik. Çok büyük olmasına rağmen bahçesi mütevaziydi. Malikane tamamen beyaza boyanmıştı. Kadının misafirleri boşalmak için içeri girmeyi bekleyememiş duvarları nasıl silecekler acaba diye düşünüyordum. Kapı açıldı. Zenci bir adam bana “lilhuriji minel kafsi” diye bağırdı. Diğer köle bana çince kafesten in olarak çevirdi. Burada her milletten, her dilden insan vardı. Kafesten indim ve diğerleriyle birlikte malikanenin yolunu tuttum. Sahibem önümde yürüyordu. Muhteşem bir kadın diye düşündüm bu sefer aşık olduğuma gerçekten karar vermiştim. Malikaneye girince yatacağım odayı gösterdiler. Ben böyle bir şey beklemiyordum. Yanımdaki Çinli köleye dönüp “Neden böyle bir odam var ve bana nazik davranılıyor bende sizin gibi birer köle değilmiyim” dedim. “Hayır sen köle değilsin sahibe seni yanına aldı çünkü senden bir çocuğu olsun istiyor. Onun ailesinde bir kehanet vardı burada kehanetler önemlidir. Kehanet ise bir sahibenin bu yıl içinde köle pazarında omzunda ejderha dişi izi olan bir çinliyi görüp onu satın alacağı ve ondan hamile kalacağı söyleniyordu. Çocuğu ise firavunu öldürecek böylece mısır imparatorluğu huzura kavuşacak dedi. Şaşırdım ama bir şeyden emindim sırtımdaki izi ağları temizlerken bıçak ile yaptığımı söylememeliydim. Bana dönüp bu malikane ve bahçe içinde özgür olduğumu her zaman her şeyi yapabileceğimi ancak burayı terk edemeyeceğimi söyledi. Başımı sallayıp odadan çıkmasını sağladım yatağıma yattım ve düşündüm. Daha sonra ise beklemeye başladım neyimi bekliyorum? Gece olmasını.

    Okuyan belli etsin devamı geliyor. Asla yarıda bırakmam hikayeyi.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 7.
    0
    Ses gelmedi 1 saniye sonra ise kahkaha sesleri tüm güverteyi sarmıştı. Devasa ayaklı adam bana dönüp "Islak barutun alev aldığını nerede gördün? Johanna istemese çoktan ölmüştün" dedi. Ardından iğrenç bir kahkaha attı. Johanna da kim dedim kendi kendime ama fazla düşünecek vaktim olmadı. Kollarımdan tutup geminin kıç tarafındaki kamaraya sürüyerek zütürdüler ve kapıyı kapadılar. Sandalyede 40’lı yaşlarda bir adam oturuyordu yüzü bembeyazdı ve gemideki herkesten farklı olarak gözleri çekikti. Ne yani sırf Çinli olduğum için mi beni öldürmemişti. Neden öldürmediği umrumda değildi aslında, kafama taktığım şey bu yüzü hatırlıyor oluşumdu. Yanımdaki devasa ayaklı adam "Johanna istediğin gibi onu diri olarak getirdik ama neden zincirleyip köle pazarına uygun hale getirmiyoruz?" dedi. Johanna ise "Bu seni hiç ilgilendirmez koca ayak şimdi git" dedi. Adamın lakabını tahmin etmeye çok yaklaşmıştım ve tüm bu umutsuz durumun içinde bu beni mutlu etmişti. Johanna bana döndü ve "Lafı uzatmayacağım ben senin amcan Kim Yong Hu'yum ve eğer gemide miçom olmayı kabul edersen yaşarsın etmezsen köle olarak satılacaksın" dedi. Düşünmeden boynuna sarıldım, boğmaya çalıştım, yumrukladım ama fayda etmiyordu tek bir harekette beni yere serdi. Ona dönüp neden babamı, annemi, kız kardeşimi öldürdüğünü sormak istedim ama sormadan o cevap verdi "Aileni zevk için öldürdüm ve ölülerini parçalara ayırdım denizlerin dört bir yanına attım parçalarını. Yakalanmamak içinde korsan oldum ve bir gemiyi idare edecek kadar yükseldim" dedi. Bir şey yapamadan kocaayak geldi ve beni geminin alt tarafına zütürüp zincirledi. Elindeki kütük ile beni 10 dk dövdü sonunda acıdan bayılmıştım. Gözlerimi açtığımda ise yürüyen tahtadan bir hapishane gibi bir yerdeydim. Burası köle pazarıydı.
    ···
  4. 6.
    -1
    Çinliymiş. Çugu
    ···
  5. 5.
    +1
    Geçmişini gibim rez
    ···
  6. 4.
    +1
    Vaaaay guzelde nasil mo 200dem bu zamana geldin buarada rez
    ···
  7. 3.
    +1
    Kesin tutar AMK. Okumam ama ben
    ···
  8. 2.
    +1
    Uzun yazı tutar rez
    ···
  9. 1.
    +12 -2
    Yıl M.Ö 200
    Başım ağrıyor, oysaki dün akşam fazla içki içmemem gerektiğini söylemiştim kendime ama nasıl bunu umursarım ki. Sabah erken kalkmak zorunda olan, balıkçılık yapan bir çinliyim. Kız arkadaşda benim için bir hayalden ibaret. Gerçi olsa ne olur ki kendime bakacak param yokken ona nasıl bakarım? Ah! Bu rutin hayattan nefret ediyorum Balık yakala sat uyu kalk balık yakala sat uyu kalk... Tüm bu düşünceler içinde kayığımın yolunu tuttum. Kayığım ve balık ağım yerli yerindeydi denize açıldım. Fırtına geliyordu ama balık yakalamazsam akşam yiyecek bir şeyim olmayacaktı ve ben şimdiden acıktım. Açık denize doğru kürek çeke çeke devam ediyordum. Aradan yaklaşık 10 dakika zaman geçmişti. Dalgalar üstüme üstüme geliyordu. Hayır! Şimdi vazgeçemezdim ağımı attım beklemeye başladım. Balık gelmiyor, fırtına şiddetleniyordu. Ağımı çekmek üzereyken bir kıpırtı hissettim denizde. Ağı kayığıma çektim. Bu şeyi elle yakalamam gerekiyordu, kayığın çok yakınındaydı. Usta bir balıkçı olarak balığı yakaladım da ama keşke yakalamasaydım. Elime diken battığını hissettim. Balığı aniden bıraktım, elimi denizden çektim. Avuç içim anında simsiyah kesilmişti. Daha sonrasında ise... Hayır, daha sonrasını hatırlamıyorum. Şuanda bildiğim iki şey var. Biri Korsanların gemisi olduğunu düşündüğüm büyük bir geminin güvertesinde gözlerimi açıyor oluşum. Diğeri devasa ayaklara sahip olan adamın ayaklarını kafama bastırıyor oluşu. Ne yazık ki ikisi de iyiye işaret değil. Ama tartışılabilecek bir konu var. Geminin güvertesinin mi yoksa adamın ayaklarını mı daha büyük olduğu. Tüm bu düşüncelerim kafama yediğim tekme ile bölünüyor. Canım acıyor. Canımı acıtan adamın tekmesi değil etraftakilerin hunharca attıkları kahkahalar. Bana gülünmesinden nefret ederim. Bir plan yaptım hemen. Güverte, giysilerim, adamın ayakkabısı bunların hepsinin ortak bir özelliği vardı, ıslaklardı. Soldaki varili ve kapağından sızan barutu gördüm ve yanındaki meşaleyi. Adamın ayağını kaydırıp onu etkisiz hale getirecektim (Tüm etkenler ıslak olduğu için kolay olacaktı) daha sonra meşaleyi baruta atıp tüm gemiyi havaya uçuracaktım. Belki bende ölecektim ama olsun bu pisliklerin hepsi ölecekti. Çevik bir hareket ile adamın ayağını sağa doğru çektim, pardon çekemedim. Adamın ayağı kımıldamıyordu tüm gücümle tekrar ittim, yok olmuyordu itiyorum ama tık yok. Adam sanki betondan yapılmış kımıldamıyor. Bana bakıp güldü ve şöyle seslendi: "Ayağımı çekmemi mi istiyorsun peki, sen bilirsin." ayağını çekti. Çok şaşırmıştım ama vakit kaybetmeden meşaleyi barut fıçısına attım kulaklarımı kapadım ve yere eğildim.
    Tümünü Göster
    ···