1. 51.
    0
    * Endüstriyel toplumda özgürlüğün kısıtlanması kaçınılmazdır *

    Çağdaş insanın eli kolu bir kurallar ve düzenlemeler ağıyla

    bağlanmıştır. Kaderi, kararlarını etkileyemeyeceği kadar uzak kişilerin

    eylemlerine bağlıdır. Bu durum teknolojik açıdan ilerlemiş toplumlarda gerekli

    ve kaçınılmazdır. Sistem işleyebilmek için insan davranışlarını sıkı sıkıya

    düzenlemek zorundadır.



    Sistem insanları davranış kalıplarına çok uzak biçimde davranmaya

    zorlamaktadır. Örneğin, sistemin bilim adamlarına, matematikçilere,

    mühendislere ihtiyacı vardır. Onlarsız işleyemez. Bu yüzden çocuklara bu

    alanlarda yükselmeleri için ağır baskılar uygulanıyor.



    Teknolojik toplum küçük, bağımsız parçalara bölünemez; çünkü üretim

    çok sayıda insanın işbirliğine dayanır. Bir karar, diyelim ki, 1 milyon kişiyi

    etkiliyorsa, her bir kişinin bu kararda 1 milyonda 1 kadar payı vardır.

    Pratikte ise, kararları, kamu görevlileri, şirket yöneticileri veya teknik

    uzmanlar verir. Bireyler hayatlarını etkileyen kararlara müdahale etmekten

    acizdir ve bunu teknoloji toplumunda çözmenin bir yolu yoktur.



    Sistem insani ihtiyaçları doyurmak için varolmaz, varolamaz. Aksine,

    sistemin ihtiyaçlarına uymak üzere düzenlenmesi gereken insan davranışıdır.

    Bunun sistemi yönetiyormuş gibi gözüken ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu

    teknolojinin suçudur çünkü sistem, ideoloji tarafından değil, teknik

    gereklilikler tarafından yönlendirilir. Sistem, elbette birçok ihtiyacı

    karşılıyor ancak genelde, bunu yapmak sistemin yararına olduğu sürece yapıyor.

    Örneğin sistem insanlara gıda sağlıyor, çünkü herkes açlıktan ölseydi sistem

    işlemezdi. Asıl önemli olan insanın ihtiyaçları değil, sistemin

    ihtiyaçlarıdır.
    ···
  2. 52.
    0
    * Tarihin ilkeleri *

    Tarihin iki bileşenden oluşan bir toplam olduğunu düşünün: Sezilebilir

    bir yolda ilerlemeyen, önceden sezilemeyen olaylardan oluşan düzensiz bir

    bileşen ve uzun vadeli tarihi bir akıştan oluşan düzenli bir bileşen. Biz

    burada uzun erimli akımlarla ilgileneceğiz.



    Birinci ilke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışta KÜÇÜK bir değişiklik

    yapılırsa, o değişikliğin etkisi neredeyse her zaman geçici olacaktır. (Örnek:

    Bir toplumdaki politik çöküntünün temizlenmesi için düzenlenen bir reform

    hareketi genelde kısa vadelidir; er geç reformcular rahatlar ve çöküntü yine

    topluma sızar. Söz konusu toplumdaki politik çöküntü genelde sabit kalır veya

    toplumun evrilişine bağlı olarak yavaşça değişir. Normalde, politik bir

    temizleme ancak yaygın sosyal değişimlere eşlik ettiğinde kalıcı olacaktır;

    toplumda KÜÇÜK bir değişim yeterli olmayacaktır.) Eğer, uzun vadeli bir tarihi

    akışta küçük bir değişiklik kalıcı gibi görünüyorsa, bunun nedeni

    değişikliğin, akışın zaten içinde bulunduğu yönde etki etmesidir, yani akış

    değişmemiş, yalnızca bir adım ilerlemiştir.



    ikinci ilke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışı etkileyecek denli büyük

    bir değişiklik yapılırsa, bu tüm toplumu değiştirir. Başka bir deyişle, bir

    toplum tüm parçaların biribiriyle bağlantılı olduğu bir sistemdir ve bunun

    önemli hiçbir parçasını diğer parçalarını da değiştirmeden değiştiremezsiniz.



    Üçüncü ilke: Uzun vadeli tarihi bir akışı kalıcı olarak

    değiştirebilecek derecede büyük bir değişiklik yapılırsa, bunun, toplum

    açısından bir bütün olarak ileride getireceği sonuçlar önceden bilinemez.



    Dördüncü ilke: Yeni bir toplum kağıt üstünde tasarlanamaz. Yani,

    ilerideki bir toplumu önceden planlayıp, o toplumun tasarladığınız gibi

    işlemesini bekleyemezsiniz.



    Üçüncü ve dördüncü ilkeler insan toplumularının karmaşıklığından

    kaynaklanır. insan davranışındaki bir değişiklik toplumun ekonomisini ve

    fiziksel çevresini etkiler; ekonomi çevreyi etkiler veya bunun tersi olur

    ekonomi ve çevredeki değişiklikler de insan davranışını karmaşık ve tahmin

    edilemez şekillerde etkiler vb. Etki-tepki ağı açıklanmak ve anlaşılmak için

    çok fazla karmaşıktır.



    Beşinci ilke: insanlar toplumlarının şeklini bilinçli ve akılcı olarak

    seçmezler. Toplumlar, akılcı insan kontrolü altında olmayan sosyel evrim

    süreçleri yoluyla gelişir.



    Beşinci ilke, diğer dördünün bir sonucudur. Açıklmak gerekirse:

    Birinci örneğe göre, genel olarak konuşursak, bir sosyal reform girişimi ya

    toplumun zaten geliştiği yolda etki eder (böylece de, sadece her koşulda

    olacak bir değişikliği hızlandırır) ya da yalnızca geçici bir etki gösterir,

    böylece de toplum kısa sürede eski haline döner. Toplumun herhangi önemli bir

    niteliğinin gelişiminde kalıcı bir değişim gerçekleştirmek için reform

    yetersizdir, dervrim gereklidir. (Bir devrim ille de silahlı bir başkaldırıyı

    veya bir devletin yıkılmasını içermez.) ikinci kurala göre, bir devrim

    asla toplumun yalnızca bir yönünü değiştirmez, tüm toplumu değiştirir; üçüncü

    ilkeye göreyse, devrimcilerin asla beklemediği veya istemediği değişiklikler

    ortaya çıkar. Dördüncü ilkeye göre, devrimciler veya ütopyacılar yeni bir

    toplum türü oluştururlarsa, bu asla planlanan şekilde işlemez.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 53.
    0
    * Özgürlüğün doğası *

    "Özgürlük"ten şunu kastediyoruz: Güç sürecini, yapay etkinliklerin

    yapay hedefleriyle değil, gerçek amaçlarla ve hiç kimsenin, özellikle de

    hiçbir büyük kuruluşun müdahalesi olmadan yaşayabilme fırsatı. Özgürlük,

    kişinin (ya bir birey ya da küçük bir topluluğun üyesi olarak) ölüm kalım

    meselelerini kontrol edebilmesidir; yiyecek, giyecek, barınak ve çevresinden

    gelecek her türlü tehlikeye karşı savunma. Özgürlük güç sahibi olmak demektir;

    diğer insanları kontrol etmek için değil, ancak kendi yaşdıbının koşullarını

    kontrol etmeye yarayan güç. Biri kişinin üzerinde bir güce sahipse, bu güç ne

    kadar iyi niyetli, hoşgörülü ve müsaadeci olursa olsun kişi özgür değildir.

    New England'daki kızılderililerin çoğu monarşiyle yönetiliyordu ve

    italyan Rönesansı sırasında şehirlerin çoğu diktatörlerin kontrolü altındaydı.

    Ancak bu toplumların tarihini okurken insan, onlarda bizim

    toplumumuzdakindekinden daha fazla kişisel özgürlüğe izin verildiği izlenimi

    ediniyor. Bu kısmen yönetici idaresini dayatacak etkin mekanizmaların

    yokluğundan kaynaklanıyor: Çağdaş, iyi örgütlenmiş polis güçleri, iletişim

    mekanizması, denetleme kameraları, sıradan vatandaşların yaşamları hakkında

    bilgi dosyaları yoktu. Bu nedenle kontrolden kaçmak görece daha kolaydı.

    Anayasa tarafından garanti altına alınan bazı haklarımız olduğu için

    özgür bir toplumda yaşadığımız söyleniyor. Ancak, bu haklar göründüğü kadar

    önemli değildir. Örneğin, basın özgürlüğünü düşünün. Elbette bu hakka çatmak

    istemiyoruz; bu, politik gücün yoğunlaşmasını kısıtlamak vepolitik gücü

    olanları teşhir ederek yola getirmek için önemli bir araç. Ancak, baswın

    özgürlüğü, sıradan bir vatandaşın bir birey olarak çok az işine yarar. Medya,

    çoğunlukla sistemle bütünleşmiş büyük kuruluşların kontrolündedir. Birazcık

    parası olan herkes bir şey bastırabilir, bunu Internet'le veya başka bir yolla

    dağıtabilir. Ama onun söyleyecekleri medyanın büyük miktardaki materyalleri

    arasında kaybolacak, bu nedenle hiçbir etkisi olmayacaktır. Toplumda

    kelimelerle bir etki yaratmak, çoğu birey ve küçük grup için olanaksızdır.
    ···
  4. 54.
    0
    * Toplumsal sorunların kaynağı *

    Biz çağdaş toplumun sosyal ve pgibolojik sorunlarını şu gerçeğe

    bağlıyoruz: Toplum, insanların, insan soyunun evrimleştiği koşullardan

    tamamıyla farklı koşullarda yaşamasını ve daha önceki koşullarda

    geliştirdikleriyle çatışan davranış kalıplarına göre davranmasını

    gerektiriyor. Modern toplumun insanları maruz bıraktığı en önemli anormal

    koşut, bizim güç sürecini doğru dürüst yaşama şansımızın olmamasıdır. Ancak bu

    tek anormal durum değildir. Aşırı nüfus yoğunluğu, insanın doğadan

    soyutlanması, toplumsal değişimin aşırı hızı ve aile gibi, kabile gibi küçük

    ölçekli toplulukların yıkılması gibi faktörler de etkilidir.

    Kalabalığın stres ve saldırganlığı arttırdığı çok iyi bilinir. Bugün

    varolan kalabalıklaşma derecesi ve insanın doğadan soyutlanması, teknolojik

    ilerlemenin sonuçlarıdır. Endüstri öncesi toplumlar ağırlıklı olarak tarımsal

    toplumlardı. Endüstri toplumu şehirleri ve şehirlerde yaşayan nüfus oranını

    büyük oranda arttırdı; modern tarımsal teknoloji de dünyanın daha önce

    besleyemediği yoğunlukta bir nüfusu beslemesini olanaklı kıldı. ilkel

    toplumlarda, doğal dünya, istikrarlı bir çerçeve ve bu nedenle de, bir

    güvenlik duygusu sağlıyordu. Modern dünyada ise, tam tersine, insan toplumu

    doğaya egemendir ve çağdaş toplum da teknolojik değişimle birlikte büyük bir

    hızla değişiyor. Yani istikrarlı bir çerçeve yok. Muhafazakarlar aptaldır: Bir

    yandan geleneksel değerlerin yıkılmasından dolayı sızlanırken, diğer yandan da

    teknolojik ilerleme ve ekonomik gelişmeyi içtenlikle desteklerler.
    ···
  5. 55.
    0
    tüm sözlük okuyana kadar !
    ···
  6. 56.
    0
    bu başlığı ücreti mukabili sol taşakta canlı tutacak eleman arıyorum.
    ···
  7. 57.
    0
    ‎Makinelerin makul kullanımından, onların insan zekâsına köle olmasından söz etmek kadar kuruntu dolu bir başka söz daha olamaz; çünkü makineleşmenin doğasında insanları köleleştirmek ve ve bütün halinde insanları yutmak, onlara insanî, hayvan üstü (supra-animal) ve topluluk üstü (supra-collectif) hiçbir şey bırakmamak fikri yatmaktadır... Makineyi yaratan insan, sonunda makinenin yaratığı ve kölesi haline geldi. / Frithjof Schuon
    ···
  8. 58.
    0
    @30 hıhı. tmm. ok. kib. sçs. bye. amk.
    ···
  9. 59.
    0
    @28 sen beni yanlış anladın panpa. adam zaten baştan yanlış, manifestoya uymuyorsun sen! demek ki manifesto yanlış. neyse boşver anlamazsın şimdi. sen devam. ben sana oyma kaşık falan gönderirim onları kullan.
    ···
  10. 60.
    0
    reserved boş vakit te okurum ne var ne yok.
    ···
  11. 61.
    0
    @27 mevcut imkanları kullanmadan senin gibi huur çocuklarını nasıl uyandıracağız züt ? elden mi getirip dağıtayım manifestoyu hepinize tek tek.. bigibtirgit..
    ···
  12. 62.
    0
    mal mısın olm?
    sen o adamın saydırdığı, yıkmaya çalıştığı teknoloji sayesinde yazıyorsun buraya şu anda.
    bi gibtir git.
    dünyaya faydan olsun istiyorsan ağaç falan dik. git köyde bahçe kur öyle yaşa mal.
    ···
  13. 63.
    0
    canlanın giberün !

    ayağa kalkın lan !
    ···
  14. 64.
    0
    şuku panpa
    ···
  15. 65.
    0
    la bu şey değil mi birilerine el yapımı bombalar gönderen matematikçi. kardeşinin ihbarı sonucu bulunan adamın manifestosu bu da.
    ···
  16. 66.
    0
    * Güç süreci, yapay etkinlik, bağımsızlık *

    insanlar bizim "güç süreci" adını verdiğimiz, büyük olasılıklar

    biyolojik bir ihtiyaç içindedir. Bu güç ihtiyaçla yakından ilgiliyse de tam

    olarak aynı şey değildir. Güç sürecinin dört öğesi vardır. Bunların en açık

    olan üçüne Amaç, Çaba ve Amaca Ulaşma adını veriyoruz. Dördüncüsü olan

    Bağımsızlık ise tanımlanması biraz zor bir öğe. Herkeste bulunmayabilir.

    Herkesin amaçları vardır; en azından yaşamak için gereken fiziksel

    ihtiyaçları karşılamak gibi: yiyecek, su, giyim, barınak, vb.. Ancak hali

    vakti yerinde bir aristokrat bütün bunları çaba harcamadan elde eder. Sonra da

    sıkıntı ve moral bozukluğu başlar. Yani, ciddi pgibolojik problemlere

    yakalanmamak için bir insan, uğruna çaba harcaması gereken amaçlara gerek

    duyar ve bu amaçlara ulaşmada en azından makul bir oranda başarıya sahip

    olmalıdır.

    insanlar, fiziksel gereksinimlerini karşılamak için çabalamak zorunda

    kalmadıklarında, kendilerine "yapay amaçlar" bulur. Örneğin, imparator

    Hirohito, yozlaşmış bir düşkünlüğe dalacağına, kendini deniz biyolojisine

    adadı ve bu alanda hatırı sayılır kişilerden biri oldu.

    "Yapay etkinlikler" kavrdıbını şu anlamda kullanıyoruz: insanların

    yalnızca elde etmek yolunda çaba göstermek için veya yalnızca amaca ulaşmaya

    çalışmaktan edindikleri "tatmin" için kendilerinde buldukları yapay amaca

    yönelik faaliyet. X amacına ulaşmak için zamanını ve enerjisini adayan bir

    kişiyi düşünerek kendinize şu soruyu sorun: Eğer bu kişi, zamanını ve

    enerjisinin çoğunu biyolojik gereksinimlerini karşılamaya harcamak zorunda

    kalsaydı ve buçaba onun fiziksel ve zihinsel yeteneklerini değişik ve ilginç

    bir biçimde kullanmasını gerktirseydi, bu kişi X amacına ulaşmadığı için

    kendinde bir ekgiblik hisseder miydi? Eğer cevap hayırsa bu kişinin X amacına

    ulaşmaya çabalaması bir yapay etkinliktir. Hirohito'nun deniz biyolojisi

    konusundaki çalışmaları gibi..

    Çağdaş endüstriyel toplumda, kişinin fiziksel gereksinimini gidermesi

    için asgari bir çaba yeterlidir. Önemsiz bir beceri edinmek üzere bir

    eğitiminden geçmek, sonra da işe zamanında gelip, işin gerektirdiği son derece

    mütevazi çabayı göstermek yeter. Bütün gerekn, makul bir oranda akıl ve en çok

    da iTAAT. Kişi bunlara sahipse, toplum ona beşikten mezara dek bakar.

    Çoğu insan için, yapay etkinlikler, gerçek amaçlara ulaşmaya

    çalışmaktan daha az tatmin edicidir. Bunun göstergelerinden biri de, yapay

    etkinliklerle çok yakından ilgilenen insanların asla tatmin olmamaları, huzur

    bulmamalarıdır. Paragöz, sürekli daha fazla servet edinmek için can atar.

    Bilim adamı, bir problemi bitrir bitrmez diğerine geçer. Uzun mesafe koşucusu,

    kendini daha hızlı ve daha fazla koşmaya zorlar. Bu insanlar, yaptıklarının

    kendilerine biyolojik ihtiyaçları gidermek gibi "fani" bir işten daha fazla

    tatmin getirdiğini söyler. Bunun nedeni toplumumuzda biyolojik ihtiyacı

    karşılama işinin saçmalığa indirgenmiş olmasıdır. Daha da önemlisi,

    toplumumuzda insanlar biyolojik ihtiyaçlarını BAĞIMSIZ OLARAK değil, toplumsal

    bir makinanın parçları olarak karşılar. Ama tam aksine, yapay etkinliklerde

    bulunurken büyük oranda bağımsızdırlar.

    Bağımsızlık, güç sürecinin bir parçası olarak her bireye

    gerekmeyebilir. Ancak, çoğu insan, amaçları için çabalarken az çok

    bağımsızlığa ihtiyaç duyar. Çabaları kendi insiyatiflerine bağlı ve kendi

    denetimlerinin altında olmalıdır. Eğer insanlar, bağımsız insiyatif ve

    kararlarına hiç yer bırakılmayan, katı emirlerin yukarıdan dayatıldığı bir

    durumda çalışırsa, güç sürecine olan ihtiyaçları doyurulmayacaktır.

    Çoğu insan için, kendine değer verme, özgüven ve güç duygusu kazanma,

    güç süreci yoluyla yani bir amaca sahip olma, BAĞIMSIZ bir çaba gösterme ve

    amaca ulaşma yoluyla olur. Bir kişinin güç sürecinden geçmek için yeterli

    fırsatı olmazsa, bunun sonuçları, bireye ve sürecin nasıl bozulduğuna bağlı

    olarak, sıkıntı, ahlaki çöküntü, kendine az değer verme, aşağılık duygusu,

    yenilmişlik, depresyon, endişe, suçluluk, hüsran, düşmanlık, eşe ya da çocuğa

    yönelik taciz, doymak bilmeyen bir düşkünlük, anormal cinsel davranışlar,

    uyuma ve beslenme bozuklukları, v.b.. olur.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 67.
    -1
    half polish sanırsam bu herif. gitsin polonyada anlatsın bunları da dayağı bi yesin.
    ···