1. 1.
    +3
    -Uno Bomber-

    "Endüstriyel Sistem Yıkılmalıdır"



    • Giriş *

    Sanayi devrimi ve sonuçları insan soyu için bir felaket oldu. Bu

    sonuçlar "gelişmiş" ülkelerde yaşayan bizlerin yaşamdan beklentilerimizi

    oldukça arttırırken toplumun dengesini bozdu, yaşamı anlamsızlaştırdı,

    insanları aşağılamalara maruz bıraktı, yaygın pgibolojik acılara (Üçüncü

    Dünya'da fiziksel acılara da) yol açtı ve doğal dünyayı şiddetli zarara

    uğrattı. Teknolojik ilerlemenin devam etmesi durumu daha da kötüleştirecek;

    insanları daha büyük aşağılamalara maruz bırakıp, doğal yaşamda daha fazla

    zarara sebep olacak; büyük olasılıkladaha fazla bozulmaya ve pgibolojik

    acılara yol açacak; belki de "gelişmiş" ülkelerde bile fiziksel acıların

    artmasına neden olacak.

    Endüstriyel teknolojik sistem, devam edebilir veya yıkılabilir. Eğer

    devam ederse, sonunda pgibolojik ve fiziksel acılar daha düşük seviyelere

    inebilir, ancak uzun ve acı dolu bir alışma döneminden sonra ve insanlarla

    diğer pek çok yaşayan organizmayı işlenmiş birer ürün ve çark dişlilerine

    indirgemek pahasına. Üstelik, sistem devam ederse, sonuçları kaçınılmaz

    olacak. Sistemi, insanların saygınlığı ve bağımsızlığını elinden almayacak bir

    şekilde yenilemenin veya değiştirmenin bir yolu yok. Eğer sistem çökerse,

    sonuçları yine çok acı verici olacak. Ancak, sistem büyüdükçe çökmesinin

    sonuçları da daha dehşetli olacağından, eğer çökecekse en kısa zamanda

    çökmesinde fayda var.

    Biz bu nedenle, endüstriyel sisteme karşı bir devrimi savunuyoruz. Bu

    devrim şiddetli veya şiddetsiz olabilir; hemen gerçekleşebilir veya birkaç on

    yıla yayılarak görece daha aşamalı olabilir. Bunların hiçbirini şimdiden

    bilemeyiz. Bu, POLiTiK bir devrim olmayacaktır. Amacı ise hükümetleri değil,

    bugünkü toplumun ekonomik ve teknolojik temelini yıkmak olacaktır.
    ···
  1. 2.
    +1
    * Modern solculuğun pgibolojisi *

    Aşağı yukarı herkes çok sorunlu bir toplumda yaşadığımızı kabul

    edecektir. Dünyamızın içinde bulunduğu çılgınlığın en yaygın göstergesi

    solculuk olduğu için, solculuğun pgibolojisi üzerine bir tartışma, günümüz

    toplumunun sorunları arasında genel bir tartışmaya giriş görevi yapabilir.

    Peki ama solculuk nedir? 20. yüzyılın ilk yarısında solculuk pratikte

    sosyalizmle özdeşleştirilebilirdi. Bugün ise bu hareket parçalanmıştır ve kime

    tam anlamıyla solcu denilebileceği açık değildir. Biz, solcu dediğimizde,

    temelde sosyalistleri, kollektivistleri, "politik açıdan dürüst" tipleri,

    feministleri, gay ve özürlü hakları savunucularını, hayvan hakları

    eylemcilerini ve benzerlerini düşünüyoruz. Ancak bu hareketlerin herhangi

    biriyle ilgisi olan herkes solcu değildir.

    Çağdaş solculuğun temelinde yatan iki eğilime "aşağılık duygusu" ve

    "aşırı toplumsallaşma" adını veriyoruz. Aşağılık duygusu, çağdaş solculuğun

    bütününde görülen bir özellikse de, aşırı toplumsallaşma çağdaş solculuğun

    yalnızca belirli bir kesiminde görülen bir özelliktir; ancak bu kesim oldukça

    etkilidir.

    Aşağılık duygusundan kastımız yalnızca katı anlamda aşağılık duygusu

    değil, buna ilişkin özelliklerin bütün bir yelpazesidir: Kendine az değer

    verme, güçsüzlük duyguları, depresif eğilimler, yenilmişlik, suçluluk,

    kendinden nefret etme, v.b. Bizce çağdaş solcular böyle duygulara

    meyillidirler ve bu duygular çağdaş solun yönünü belirlemede etkilidir.

    insanların çoğu öenmli oranda uygunsuz davranışlarda bulunur. Yalan

    söylerler, önemsiz hırsızlıklar yaparlar, trafik kurallarını çiğnerler,

    işlerini asarlar, birbirlerinden nefret ederler ya da başka birini geçmek için

    sinsi hileler yaparlar. Aşırı toplumsallaşmış birinsan ise bunları yapamaz; ya

    da yapsa bile kendi içinde bir utanç ve öznefret duygusu geliştirir. Genel

    ahlaka uygun olmayan duygu ve düşünceleri suçluluk duymadan yaşayamaz, "temiz"

    olmayan fikirleri düşünemez. Toplumsallaşma sadece bir ahlak meselesi

    değildir; ahlak başlığı altında toplanamayacak pek çok davranış normuna da

    uymak üzere sosyalleşiriz. Aşırı toplumsallaşan insan topluma pgibolojik bir

    tasmayla bağlanır. Aşırı toplumsallaşma insanlığın, bireye yaptığı en büyük

    zulümdür.

    Çağdaş solun önemli ve etkili bir bölümü bu dertten muzdariptir. Aşırı

    toplumsallaşmış tipte bir solcu, isyan ederek pgibolojik tasmasını çıkarmaya

    ve bağımsızlığını ilan etmeye çalışır. Ama bu kadar güçlü değildir. Tam

    tersine, sol, kabul edilmiş ahlaki bir prensibi alarak kendisininmiş gibi

    benimser ve sonra da toplumu bu prensibe uymamakla suçlar. Irklar arası

    eşitlik, cinslerin eşitliği, fakirlere yardım etmek, savaşa karşı barış, genel

    olarak şiddet karşıtlığı, ifade özgürlüğü, hayvanlara iyi davranmak..

    Solcuların problemleri, toplumumuzun bir bütün olarak sahip olduğu

    problemleri de gösterir. Kendine az değer verme, depresif eğilimler ve

    yenilmişlik duygusu yalnızca solla sınırlı değil. Toplumda da oldukça yaygın.

    Ve bugünün toplumu da, bizi, önceki bütün toplumlardan daha

    toplumsallaştırmaya çalışıyor. Nasıl yiyeceğimizi, nasıl spor yapacağımızı,

    nasıl sevişeceğimizi, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi bile uzmanlardan

    öğrenir hale geldik.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 3.
    0
    * Güç süreci, yapay etkinlik, bağımsızlık *

    insanlar bizim "güç süreci" adını verdiğimiz, büyük olasılıklar

    biyolojik bir ihtiyaç içindedir. Bu güç ihtiyaçla yakından ilgiliyse de tam

    olarak aynı şey değildir. Güç sürecinin dört öğesi vardır. Bunların en açık

    olan üçüne Amaç, Çaba ve Amaca Ulaşma adını veriyoruz. Dördüncüsü olan

    Bağımsızlık ise tanımlanması biraz zor bir öğe. Herkeste bulunmayabilir.

    Herkesin amaçları vardır; en azından yaşamak için gereken fiziksel

    ihtiyaçları karşılamak gibi: yiyecek, su, giyim, barınak, vb.. Ancak hali

    vakti yerinde bir aristokrat bütün bunları çaba harcamadan elde eder. Sonra da

    sıkıntı ve moral bozukluğu başlar. Yani, ciddi pgibolojik problemlere

    yakalanmamak için bir insan, uğruna çaba harcaması gereken amaçlara gerek

    duyar ve bu amaçlara ulaşmada en azından makul bir oranda başarıya sahip

    olmalıdır.

    insanlar, fiziksel gereksinimlerini karşılamak için çabalamak zorunda

    kalmadıklarında, kendilerine "yapay amaçlar" bulur. Örneğin, imparator

    Hirohito, yozlaşmış bir düşkünlüğe dalacağına, kendini deniz biyolojisine

    adadı ve bu alanda hatırı sayılır kişilerden biri oldu.

    "Yapay etkinlikler" kavrdıbını şu anlamda kullanıyoruz: insanların

    yalnızca elde etmek yolunda çaba göstermek için veya yalnızca amaca ulaşmaya

    çalışmaktan edindikleri "tatmin" için kendilerinde buldukları yapay amaca

    yönelik faaliyet. X amacına ulaşmak için zamanını ve enerjisini adayan bir

    kişiyi düşünerek kendinize şu soruyu sorun: Eğer bu kişi, zamanını ve

    enerjisinin çoğunu biyolojik gereksinimlerini karşılamaya harcamak zorunda

    kalsaydı ve buçaba onun fiziksel ve zihinsel yeteneklerini değişik ve ilginç

    bir biçimde kullanmasını gerktirseydi, bu kişi X amacına ulaşmadığı için

    kendinde bir ekgiblik hisseder miydi? Eğer cevap hayırsa bu kişinin X amacına

    ulaşmaya çabalaması bir yapay etkinliktir. Hirohito'nun deniz biyolojisi

    konusundaki çalışmaları gibi..

    Çağdaş endüstriyel toplumda, kişinin fiziksel gereksinimini gidermesi

    için asgari bir çaba yeterlidir. Önemsiz bir beceri edinmek üzere bir

    eğitiminden geçmek, sonra da işe zamanında gelip, işin gerektirdiği son derece

    mütevazi çabayı göstermek yeter. Bütün gerekn, makul bir oranda akıl ve en çok

    da iTAAT. Kişi bunlara sahipse, toplum ona beşikten mezara dek bakar.

    Çoğu insan için, yapay etkinlikler, gerçek amaçlara ulaşmaya

    çalışmaktan daha az tatmin edicidir. Bunun göstergelerinden biri de, yapay

    etkinliklerle çok yakından ilgilenen insanların asla tatmin olmamaları, huzur

    bulmamalarıdır. Paragöz, sürekli daha fazla servet edinmek için can atar.

    Bilim adamı, bir problemi bitrir bitrmez diğerine geçer. Uzun mesafe koşucusu,

    kendini daha hızlı ve daha fazla koşmaya zorlar. Bu insanlar, yaptıklarının

    kendilerine biyolojik ihtiyaçları gidermek gibi "fani" bir işten daha fazla

    tatmin getirdiğini söyler. Bunun nedeni toplumumuzda biyolojik ihtiyacı

    karşılama işinin saçmalığa indirgenmiş olmasıdır. Daha da önemlisi,

    toplumumuzda insanlar biyolojik ihtiyaçlarını BAĞIMSIZ OLARAK değil, toplumsal

    bir makinanın parçları olarak karşılar. Ama tam aksine, yapay etkinliklerde

    bulunurken büyük oranda bağımsızdırlar.

    Bağımsızlık, güç sürecinin bir parçası olarak her bireye

    gerekmeyebilir. Ancak, çoğu insan, amaçları için çabalarken az çok

    bağımsızlığa ihtiyaç duyar. Çabaları kendi insiyatiflerine bağlı ve kendi

    denetimlerinin altında olmalıdır. Eğer insanlar, bağımsız insiyatif ve

    kararlarına hiç yer bırakılmayan, katı emirlerin yukarıdan dayatıldığı bir

    durumda çalışırsa, güç sürecine olan ihtiyaçları doyurulmayacaktır.

    Çoğu insan için, kendine değer verme, özgüven ve güç duygusu kazanma,

    güç süreci yoluyla yani bir amaca sahip olma, BAĞIMSIZ bir çaba gösterme ve

    amaca ulaşma yoluyla olur. Bir kişinin güç sürecinden geçmek için yeterli

    fırsatı olmazsa, bunun sonuçları, bireye ve sürecin nasıl bozulduğuna bağlı

    olarak, sıkıntı, ahlaki çöküntü, kendine az değer verme, aşağılık duygusu,

    yenilmişlik, depresyon, endişe, suçluluk, hüsran, düşmanlık, eşe ya da çocuğa

    yönelik taciz, doymak bilmeyen bir düşkünlük, anormal cinsel davranışlar,

    uyuma ve beslenme bozuklukları, v.b.. olur.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 4.
    0
    * Toplumsal sorunların kaynağı *

    Biz çağdaş toplumun sosyal ve pgibolojik sorunlarını şu gerçeğe

    bağlıyoruz: Toplum, insanların, insan soyunun evrimleştiği koşullardan

    tamamıyla farklı koşullarda yaşamasını ve daha önceki koşullarda

    geliştirdikleriyle çatışan davranış kalıplarına göre davranmasını

    gerektiriyor. Modern toplumun insanları maruz bıraktığı en önemli anormal

    koşut, bizim güç sürecini doğru dürüst yaşama şansımızın olmamasıdır. Ancak bu

    tek anormal durum değildir. Aşırı nüfus yoğunluğu, insanın doğadan

    soyutlanması, toplumsal değişimin aşırı hızı ve aile gibi, kabile gibi küçük

    ölçekli toplulukların yıkılması gibi faktörler de etkilidir.

    Kalabalığın stres ve saldırganlığı arttırdığı çok iyi bilinir. Bugün

    varolan kalabalıklaşma derecesi ve insanın doğadan soyutlanması, teknolojik

    ilerlemenin sonuçlarıdır. Endüstri öncesi toplumlar ağırlıklı olarak tarımsal

    toplumlardı. Endüstri toplumu şehirleri ve şehirlerde yaşayan nüfus oranını

    büyük oranda arttırdı; modern tarımsal teknoloji de dünyanın daha önce

    besleyemediği yoğunlukta bir nüfusu beslemesini olanaklı kıldı. ilkel

    toplumlarda, doğal dünya, istikrarlı bir çerçeve ve bu nedenle de, bir

    güvenlik duygusu sağlıyordu. Modern dünyada ise, tam tersine, insan toplumu

    doğaya egemendir ve çağdaş toplum da teknolojik değişimle birlikte büyük bir

    hızla değişiyor. Yani istikrarlı bir çerçeve yok. Muhafazakarlar aptaldır: Bir

    yandan geleneksel değerlerin yıkılmasından dolayı sızlanırken, diğer yandan da

    teknolojik ilerleme ve ekonomik gelişmeyi içtenlikle desteklerler.
    ···
  4. 5.
    0
    * Özgürlüğün doğası *

    "Özgürlük"ten şunu kastediyoruz: Güç sürecini, yapay etkinliklerin

    yapay hedefleriyle değil, gerçek amaçlarla ve hiç kimsenin, özellikle de

    hiçbir büyük kuruluşun müdahalesi olmadan yaşayabilme fırsatı. Özgürlük,

    kişinin (ya bir birey ya da küçük bir topluluğun üyesi olarak) ölüm kalım

    meselelerini kontrol edebilmesidir; yiyecek, giyecek, barınak ve çevresinden

    gelecek her türlü tehlikeye karşı savunma. Özgürlük güç sahibi olmak demektir;

    diğer insanları kontrol etmek için değil, ancak kendi yaşdıbının koşullarını

    kontrol etmeye yarayan güç. Biri kişinin üzerinde bir güce sahipse, bu güç ne

    kadar iyi niyetli, hoşgörülü ve müsaadeci olursa olsun kişi özgür değildir.

    New England'daki kızılderililerin çoğu monarşiyle yönetiliyordu ve

    italyan Rönesansı sırasında şehirlerin çoğu diktatörlerin kontrolü altındaydı.

    Ancak bu toplumların tarihini okurken insan, onlarda bizim

    toplumumuzdakindekinden daha fazla kişisel özgürlüğe izin verildiği izlenimi

    ediniyor. Bu kısmen yönetici idaresini dayatacak etkin mekanizmaların

    yokluğundan kaynaklanıyor: Çağdaş, iyi örgütlenmiş polis güçleri, iletişim

    mekanizması, denetleme kameraları, sıradan vatandaşların yaşamları hakkında

    bilgi dosyaları yoktu. Bu nedenle kontrolden kaçmak görece daha kolaydı.

    Anayasa tarafından garanti altına alınan bazı haklarımız olduğu için

    özgür bir toplumda yaşadığımız söyleniyor. Ancak, bu haklar göründüğü kadar

    önemli değildir. Örneğin, basın özgürlüğünü düşünün. Elbette bu hakka çatmak

    istemiyoruz; bu, politik gücün yoğunlaşmasını kısıtlamak vepolitik gücü

    olanları teşhir ederek yola getirmek için önemli bir araç. Ancak, baswın

    özgürlüğü, sıradan bir vatandaşın bir birey olarak çok az işine yarar. Medya,

    çoğunlukla sistemle bütünleşmiş büyük kuruluşların kontrolündedir. Birazcık

    parası olan herkes bir şey bastırabilir, bunu Internet'le veya başka bir yolla

    dağıtabilir. Ama onun söyleyecekleri medyanın büyük miktardaki materyalleri

    arasında kaybolacak, bu nedenle hiçbir etkisi olmayacaktır. Toplumda

    kelimelerle bir etki yaratmak, çoğu birey ve küçük grup için olanaksızdır.
    ···
  5. 6.
    0
    * Tarihin ilkeleri *

    Tarihin iki bileşenden oluşan bir toplam olduğunu düşünün: Sezilebilir

    bir yolda ilerlemeyen, önceden sezilemeyen olaylardan oluşan düzensiz bir

    bileşen ve uzun vadeli tarihi bir akıştan oluşan düzenli bir bileşen. Biz

    burada uzun erimli akımlarla ilgileneceğiz.



    Birinci ilke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışta KÜÇÜK bir değişiklik

    yapılırsa, o değişikliğin etkisi neredeyse her zaman geçici olacaktır. (Örnek:

    Bir toplumdaki politik çöküntünün temizlenmesi için düzenlenen bir reform

    hareketi genelde kısa vadelidir; er geç reformcular rahatlar ve çöküntü yine

    topluma sızar. Söz konusu toplumdaki politik çöküntü genelde sabit kalır veya

    toplumun evrilişine bağlı olarak yavaşça değişir. Normalde, politik bir

    temizleme ancak yaygın sosyal değişimlere eşlik ettiğinde kalıcı olacaktır;

    toplumda KÜÇÜK bir değişim yeterli olmayacaktır.) Eğer, uzun vadeli bir tarihi

    akışta küçük bir değişiklik kalıcı gibi görünüyorsa, bunun nedeni

    değişikliğin, akışın zaten içinde bulunduğu yönde etki etmesidir, yani akış

    değişmemiş, yalnızca bir adım ilerlemiştir.



    ikinci ilke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışı etkileyecek denli büyük

    bir değişiklik yapılırsa, bu tüm toplumu değiştirir. Başka bir deyişle, bir

    toplum tüm parçaların biribiriyle bağlantılı olduğu bir sistemdir ve bunun

    önemli hiçbir parçasını diğer parçalarını da değiştirmeden değiştiremezsiniz.



    Üçüncü ilke: Uzun vadeli tarihi bir akışı kalıcı olarak

    değiştirebilecek derecede büyük bir değişiklik yapılırsa, bunun, toplum

    açısından bir bütün olarak ileride getireceği sonuçlar önceden bilinemez.



    Dördüncü ilke: Yeni bir toplum kağıt üstünde tasarlanamaz. Yani,

    ilerideki bir toplumu önceden planlayıp, o toplumun tasarladığınız gibi

    işlemesini bekleyemezsiniz.



    Üçüncü ve dördüncü ilkeler insan toplumularının karmaşıklığından

    kaynaklanır. insan davranışındaki bir değişiklik toplumun ekonomisini ve

    fiziksel çevresini etkiler; ekonomi çevreyi etkiler veya bunun tersi olur

    ekonomi ve çevredeki değişiklikler de insan davranışını karmaşık ve tahmin

    edilemez şekillerde etkiler vb. Etki-tepki ağı açıklanmak ve anlaşılmak için

    çok fazla karmaşıktır.



    Beşinci ilke: insanlar toplumlarının şeklini bilinçli ve akılcı olarak

    seçmezler. Toplumlar, akılcı insan kontrolü altında olmayan sosyel evrim

    süreçleri yoluyla gelişir.



    Beşinci ilke, diğer dördünün bir sonucudur. Açıklmak gerekirse:

    Birinci örneğe göre, genel olarak konuşursak, bir sosyal reform girişimi ya

    toplumun zaten geliştiği yolda etki eder (böylece de, sadece her koşulda

    olacak bir değişikliği hızlandırır) ya da yalnızca geçici bir etki gösterir,

    böylece de toplum kısa sürede eski haline döner. Toplumun herhangi önemli bir

    niteliğinin gelişiminde kalıcı bir değişim gerçekleştirmek için reform

    yetersizdir, dervrim gereklidir. (Bir devrim ille de silahlı bir başkaldırıyı

    veya bir devletin yıkılmasını içermez.) ikinci kurala göre, bir devrim

    asla toplumun yalnızca bir yönünü değiştirmez, tüm toplumu değiştirir; üçüncü

    ilkeye göreyse, devrimcilerin asla beklemediği veya istemediği değişiklikler

    ortaya çıkar. Dördüncü ilkeye göre, devrimciler veya ütopyacılar yeni bir

    toplum türü oluştururlarsa, bu asla planlanan şekilde işlemez.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 7.
    0
    * Endüstriyel toplumda özgürlüğün kısıtlanması kaçınılmazdır *

    Çağdaş insanın eli kolu bir kurallar ve düzenlemeler ağıyla

    bağlanmıştır. Kaderi, kararlarını etkileyemeyeceği kadar uzak kişilerin

    eylemlerine bağlıdır. Bu durum teknolojik açıdan ilerlemiş toplumlarda gerekli

    ve kaçınılmazdır. Sistem işleyebilmek için insan davranışlarını sıkı sıkıya

    düzenlemek zorundadır.



    Sistem insanları davranış kalıplarına çok uzak biçimde davranmaya

    zorlamaktadır. Örneğin, sistemin bilim adamlarına, matematikçilere,

    mühendislere ihtiyacı vardır. Onlarsız işleyemez. Bu yüzden çocuklara bu

    alanlarda yükselmeleri için ağır baskılar uygulanıyor.



    Teknolojik toplum küçük, bağımsız parçalara bölünemez; çünkü üretim

    çok sayıda insanın işbirliğine dayanır. Bir karar, diyelim ki, 1 milyon kişiyi

    etkiliyorsa, her bir kişinin bu kararda 1 milyonda 1 kadar payı vardır.

    Pratikte ise, kararları, kamu görevlileri, şirket yöneticileri veya teknik

    uzmanlar verir. Bireyler hayatlarını etkileyen kararlara müdahale etmekten

    acizdir ve bunu teknoloji toplumunda çözmenin bir yolu yoktur.



    Sistem insani ihtiyaçları doyurmak için varolmaz, varolamaz. Aksine,

    sistemin ihtiyaçlarına uymak üzere düzenlenmesi gereken insan davranışıdır.

    Bunun sistemi yönetiyormuş gibi gözüken ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu

    teknolojinin suçudur çünkü sistem, ideoloji tarafından değil, teknik

    gereklilikler tarafından yönlendirilir. Sistem, elbette birçok ihtiyacı

    karşılıyor ancak genelde, bunu yapmak sistemin yararına olduğu sürece yapıyor.

    Örneğin sistem insanlara gıda sağlıyor, çünkü herkes açlıktan ölseydi sistem

    işlemezdi. Asıl önemli olan insanın ihtiyaçları değil, sistemin

    ihtiyaçlarıdır.
    ···
  7. 8.
    0
    * Teknolojinin "kötü" tarafları "iyi" taraflarından ayrılamaz *

    Endüstriyel toplumun özgürlük lehine yeniden düzenlenmesinin

    olanaksızlığının diğer bir nedeni ise, çağdaş teknolojinin, bütün parçalarının

    diğerine bağlı olduğu bütünlüklü bir sistem olmasıdır. Teknolojinin "kötü"

    taraflarını atıp sadece "iyi" taraflarını bırakamazsınız. Çağdaş tıbbı ele

    alalım. Tıp bilimindeki ilerlemeler, kimya, fizik, biyoloji, bilgisayar bilimi

    ve diğer alanlardaki ilerlemelere bağlıdır. ileri düzey tıbbi tedaviler,

    yalnızca teknolojik açıdan gelişkin, ekonomik açıdan zengin bir toplumda

    bulunabilen, pahalı ve yüksek teknoloji ürünü bir donanım gerektirir.



    Tıpta ilerleme, teknolojik sistemin diğer parçaları olmadan da

    sağlanabilseydi bile, birtakım kötülükleri beraberinde getirecekti. Örneğin,

    şeker hastalığının tedavisinin bulunduğunu varsayalım. O zaman şeker

    hastalığına genetik bir eğilimi olan insanlar da diğerleri gibi yaşayabilecek

    ve üretebilecekti. Şeker hastalığına karşı doğal seçim azalacak ve bu tür

    genler bütün topluma yayılacaktı. Toplumun genetik yapısının bozulmasıyla

    başka bazı hastalıklara karşı hassasiyet de değişecektir. Tek çözüm bir tür

    öjenik (Öjeni: insan ırkının soyaçekim yoluyla islahına çalışan bir bilim

    dalı) programı veya yaygın genetik mühendisliği olacaktır. Böylece insan,

    doğanın veya şansın veya tanrının (dini ve felsefi görüşünüz neyse) bir

    yaratısı değil, işlenmiş bir ürün olacaktır. Eğer büyük devlet babanın

    hayatınıza şu anda fazla karıştığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, siz asıl

    devlet, çocuklarınızın genetik yapısını düzenlemeye başladığında görün

    olacakları..
    ···
  8. 9.
    +1
    * Devrim reformdan daha kolaydır *

    Sistemde özgürlüğü teknolojiyle uzlaştıracak bir reform yapılamaz. Tek

    yol endüstriyel-teknolojik sistemi tamamen yıkmaktır. Bu da devrim anldıbına

    gelir, ille de silahlı bir ayaklanma değil, ama toplumun doğasında radikal ve

    esaslı bir değişim demektir.



    Bir devrim, reformun gerektirdiğinden çok daha fazla değişiklik

    içerdiğinden, insanlar devrimi gerçekleştirmenin daha zor olduğunu düşünme

    eğilimindedir. Aslında belli koşullar altında devrim, reformdan çok daha

    kolaydır. Bunun sebebi, devrimci bir hareketin bir reform hareketinin sahip

    olamayacağı güçlü bir esin kaynağının olmasıdır. Reform hareketi sadece belli

    bir sosyal problemi çözmeyi vaad eder. Devrimci hareket ise, bir defade bütün

    problemleri çözmeyi ve tamamen yeni bir dünya yaratmayı hedefler; insanların

    uğruna büyük risklere gireceği ve fedakarlıklar yapacağı türden bir ideal

    sağlar.
    ···
  9. 10.
    0
    * insan soyu dönüm noktasında *

    Sistem sık sık varlığını tehdit eden belli başlı bazı problemlerle

    umutsuz bir mücadeleye girişir. Bunların içinde insan davranışı üzerinde kısa

    zamanda yeterli bir kontrol sağlarsa, büyük olasılıkla varlığını sürdürür.

    Aksi takdirde yok olur. Bu konu gelecek 40 ile 100 yıl içinde çözüme

    ulaşacaktır.



    Farzedin ki, sistem gelecek 40 ile 100 yıl içinde doğacak krizi

    atlattı. O zamana kadar, bu sorunların çözülmesi ya da en azından kontrol

    altına alınması gerekecektir, özellikle başı çeken problem de insanları

    "toplumsallaştırmak"tır, yani atalarından miras kalmış davranışları sistemi

    tehdit edemeyecek duruma gelene dek insanları uysallaştırmak. Bu başarıldıktan

    sonra, teknolojinin ilerlemesine karşı başka engel kalmayacak gibidir ve büyük

    bir olasılıkla mantıksal sonuna doğru ilerleyecektir. Bu da insanlar ve diğer

    bütün önemli organizmalar dahil dünyadaki her şey üzerinde mutlak bir kontrol

    anldıbına gelmektedir.



    Eğer sistem yıkılırsa, bir "kaos dönemi", tarihin geçmişte çeşitli

    devirlerde kaydettiği türden bir "sorunlar dönemi" yaşanabilir. Böyle bir

    sorunlar döneminde nelerin olacağını tahmin etmek imkansızdır. Ama ne olursa

    olsun insan ırkına yeni bir şans verilmiş olur. En büyük tehlike yıkımdan bir

    iki yıl sonra endüstri toplumunun kendini toparlamaya başlamasıdır. Mutlaka

    bir çok kişi, özellikle de güce aç tipler, fabrikaların yeniden çalışmasını

    isteyecektir.



    Endüstriyel toplum bütünüyle devrimci bir eylem sonucu

    yıkılmayacaktır. Eğer sistem yıkılırsa bu ya kendiliğinden, ya da

    devrimcilerin yardımcı olacağı yarı spontan bir süreç yoluyla olacak.



    • Gelecek *

    Şimdi, endüstriyel toplumun önümüzdeki birkaç on yıl için devam

    ettiğini ve kusurlarından arındırıldığını, kusursuz işlediğini düşünelim. Bu

    nasıl bir sistem olacaktır?



    Öncelikle bilgisayar bilimcilerinin, her şeyi insanlardan daha iyi

    başaran akıllı makinalar yapmayı başardıklarını varsayalım. Bu durumda bütün

    işler iyi organize edilmiş, büyük makina sistemleri tarafından

    gerçekleştirilecek ve insan gücü gerekli olmayacaktır. Makinaların, tüm

    kararları insan gözetimi olmadan almasına izin verilecektir ya da insanların

    makina üzerindeki kontrolü elinde tutması mümkün olabilecektir.



    Eğer tüm karar yetkisi makinalara verilirse, bunun sonuçları hakkında

    tahminde bulunamayız, çünkü bu tür makinaların nasıl davranacağını tahmin

    etmek olanaksızz. Biz yalnızca insan ırkının kaderinin, makinaların elinde

    olacağına işaret ediyoruz. Bizim iddia ettiğimiz şey şudur: insan ırkı kolayca

    kendini makinalara bağlılığa sürüklenmiş halde bulabilir ve makinaların

    kararlarını kabul etmekten başka hiçbir pratik seçimi kalmayabilir. Toplum ve

    onun karşılaştığı sorunlar karmaşıklaştıkça ve makinalar gitgide akıllandıkça

    insanlar onlara daha fazla karar verme yetkisi verirler, çünkü makinaların

    kararları, insanlarınkinden daha iyi sonuçlar getirir. Sonunda, sistemi

    işletebilmek için gerekli olan kararlar öyle karmaşıklaşabilir ki, insanalr

    onları gereğince yapacak kapasitede olmayabilir. Bu aşamada makinalar etkin

    bir kontrol sahibi olacaktır. insanlar makinaları pat diye kapatmayacaktır,

    çünkü onlara öyle bağımlı hale geleceklerdir ki, makinaları kapatmak intihar

    anldıbına gelebilecektir.



    Diğer yandan, makinalar üzerindeki insan kontrolününün elde tutulması

    da mümkündür. Bu durumda, ortalama insan kendine ait arabası ya da kişisel

    bilgisayarı gibi bazı makinaları kontrol edebilir, ancak geniş sistemlerin

    üstündeki kontrol seçkin bir azınlığın elinde olacaktır. Bugün de olduğu gibi.

    Ama iki farkla. Gelişmiş tekniklere bağlı olarak seçkin kesim kitleler

    üzerinde dahafazla kontrol sahibi olacaktır ve insan emeği artık gerekli

    olmayacağından, kitleler sistem üzerinde gereksiz bir yük olacaktır. Seçkin

    kesim acımasız olursa kitleleri yoketme kararı bile alabilir.



    Şimdi de bilgisayar bilimcilerin yapay zeka geliştirmeyi

    başaramdığını, insan gücünün gerekli olduğunu varsayalım. O zaman bile

    makinalar gittikçe basit işleri daha çok ele geçirecek; böylece işsizler

    ordusu gittikçe büyüyecektir. iş bulanlardan ise gittikçe daha çok şey talep

    edilecektir: Gittikçe daha fazla eğitime ihtiyaçları olacak, daha fazla

    yetenkli, daha güvenilir, sağlıklı ve itaatkar olmaları gerekecektir; çünkü

    gittikçe daha büyük, dev bir organizmanın hücreleri haline geleceklerdir.

    Prestij ve güç için bitmez tükenmez bir rekabetin olduğu bir gelecek toplumu

    düşleyebiliriz..



    Yukarıda özetlenen senaryoların tüm olasılıkları sergilemediğini

    söylemeye gerek yok. Bunlar yalnızca bize olsı gelenler. Ama bizim

    söylediklerimizden daha hoş hiçbir mantıklı senaryo aklımıza gelmiyor.



    • Strateji *

    Devrimcilere düşen iki önemli görev var: Endüstriyel toplumdaki

    toplumsal gerilimi ve istikrarsızlığı arttırmak ve teknoloji ile endüstriyel

    sisteme karşı bir ideoloji yaymak. Sistem yeterince istikrarsız ve gerilimli

    olduğunda, teknolojiye karşı bir devrim mümkün olabilir. Buradaki yöntem,

    Fransız ve Rus toplumlarında da devrimden önceki birkaç on yılda gittikçe

    artan zayıflama ve bunalım belirtileri olarak görülüyordu.



    Fransız ve Rus devrimlerinin başarısız olduğu yolunda biritiraz

    yükselebilir. Ancak çoğu devrimini iki amacı vardır. Birinci amaç, toplumun

    eski yapısını yıkmak; ikincisi ise, devrimciler tarafından öngörülen yeni bir

    toplum kurmaktır. Fransız ve Rus devrimleri yeni bir toplum kurmayı (iyi ki!)

    başaramadılar, ancak eski toplumu yıkma konusunda oldukça başarılıydılar.

    Bizim tek amacımız varolan toplum yapısını yıkmak.



    Ancak bir ideoloji, coşkun bir destek alabilmesi için, olumsuz bir

    idealin yanı sıra, olumlu bir ideale de sahip olmalıdır: Bir şeye karşı olduğu

    kadar, bir şeyden yana olmalıdır. Bizim önerdiğimiz olumlu ideal Doğa'dır.

    Yeni, Vahşi Doğa: Yeryüzünün, insan yönetiminden, denetiminden ve

    müdahalesinden bağımsız olarak canlılarıyla birlikte varlığını sürdürmesi

    ideali. Vahşi doğaya insan doğasını da dahil ediyoruz, yani bireyin organize

    toplumun düzenlemelerine tabi olmayan ama şahsın, özgüriradenin ya da tanrının

    (dini ya da felsefi görüşlerinize bağlı) bir yaratısı olan işlevlerini.



    Doğa birçok nedenden ötürü tam anlamıyla mükemmel bir teknoloji

    karşıtı idealdir. Doğa teknolojinin tam karşıtıdır. Doğa kendi başının

    çaresine bakar: O, tüm insan toplumlarından çok daha önce ortaya çıkan

    kendiliğinden bir yaratıydı. Ancak, Endüstri Devrimi'nden sonra insan

    toplumunun doğa üzerindeki etkisi yıkıcı olmaya başladı. Doğa üzerindeki

    baskıyı kaldırmak içinözel bir sosyal sistem yaratmak gerekmiyor. Yalnızca

    endüstriyel toplumdan kurtulmak yeterli.



    Devrim, uluslararası ve dünya çapında olmalıdır. Ülkeden ülkeye

    yayılma temelinde yürütülemez. Örneğin, ne zaman ABD'de teknolojik ilerlemenin

    ya da ekonomik büyümenin biraz kısıtlanması öne sürülse, insanlar histeri

    krizlerine tutulup, teknolojide geri kalırsak Japonlar'ın bizi geçeceğini

    söylüyorlar. Kutsal robotlar! Japonlar bizden daha çok araba satarsa, dünya

    yörüngesinden fırlar! (Milliyetçilik teknolojinin en önemli

    destekçilerindendir.) Çin, Vietnam ve Kuzey Kore gibi diktatörlükle yönetilen

    uluslar ilerlerse, sonunda diktatörlerin dünyaya hakim olacağı iddia

    edilebilir. Bu da endüstriyel sisteme mümkün olduğunca her yerde aynı zamanda

    saldırılmasının bir nedeni. Doğru, endüstriyel sistemin her yerde aynı zamanda

    yıkılacağının bir garantisi yok ve sistemi yıkma girişiminin diktatörlerin

    egemenliğine yol açması bile mümkün. Ama bu, göze alınması gereken bir risk.



    Devrimciler, dünya ekonomisini birbirine bağlayan anlaşmaları

    desteklemeyi düşünmelidirler. NAFTA veya GATT gibi serbest ticaret anlaşmaları

    kısa vadede doğaya zarar verebilir, ancak ülkelerarası ekonomik bağımlılığı

    güçlendirdiğinden uzun vadede yararlı olabilir. Güçlü bir ulusun yıkılmasının

    tüm endüstriyel ulusların yıkılmasına yol açacağı denli birleşik bir dünya

    ekonomisi oluşursa, sistemi dünya çapında yıkmak daha kolay olur.



    Devrimcilerin sisteme, belli oranda, modern teknolojiyi kullanmadan

    saldırmaya çalışmasının bir yararı olmaz. En azından mesajlarını yaymak için

    iletişim medyasını kullanmalıdırlar. Ama modern teknolojiyi sadece bir tek

    amaç için kullanmalıdırlar: Teknolojik sisteme saldırmak.



    Yanında bir fıçı şarapla oturan bir alkolik düşünün. Onun kendi

    kendine şunları söylediğini farzedin: "Aşırıya kaçılmadan içilirse şarabın

    zararı yoktur. Hatta dediklerine göre az miktarda şarap faydalıdır bile! Eğer

    sadece ufak bir kadeh içersem bana bir zararı dokunmaz.." Daha sonra ne

    olacağını hepiniz biliyorsunuz. Teknolojik toplumun aynen bir fıçı şarabın

    yanıbaşındaki bu alkoliğe benzediğini asla unutmayın!



    Theodore John Kaczynski
    Tümünü Göster
    ···
  10. 11.
    0
    gibtir git lan burdan
    ···
  11. 12.
    0
    kim yazdi la bunu. full geyik amk
    ···
  12. 13.
    0
    ya okuyun ya da bunu yazan adam kimmiş diye merak edin ve bir bakın beyler.

    sanayi devrimi insanların dünyanın sonu olacağına inandığı kıyametten başka bir şey değildi !
    ···
  13. 14.
    0
    uyanın ulan !
    ···
  14. 15.
    0
    tüm sözlük okuyana kadar !
    ···
  15. 16.
    0
    bu başlığı ücreti mukabili sol taşakta canlı tutacak eleman arıyorum.
    ···
  16. 17.
    0
    la bu şey değil mi birilerine el yapımı bombalar gönderen matematikçi. kardeşinin ihbarı sonucu bulunan adamın manifestosu bu da.
    ···
  17. 18.
    +1
    he o.

    herkes okusun. okuyun ulayn !
    ···
  18. 19.
    0
    şuku panpa
    ···
  19. 20.
    +1
    wiki den alıntıdır::
    theodore john kaczynski (unabomber) (d. 22 mayıs 1942, chicago, illinois), abd'li matematikçi, anarşist teorisyen ve eylemci. harvard üniversitesinden mezun olduktan sonra michigan üniversitesinde matematik alanında doktora yapmış, berkeley üniversitesinin o döneme değin en genç öğretim üyesi olarak görev almıştır.


    --spoiler--

    bu adam patlamayan bomba eylemleri yapmıştır(hoş görmesemde davranışını katil değildir!)

    --spoiler--

    bkz:teknoloji karşıtı eylemleri(wiki'den)

    türkiye'de kaos yayınları tarafından türkçeleştirilerek kitap halinde yayınlanan manifesto sanayi devriminin insanlığın başına gelen en büyük felaket olduğu iddiasıyla başlayarak amerikan sosyal demokratlarından endüstriyel güçlere değin bir çok kesime derin eleştiriler girmekte ve bireysel, bağımsız ve kararlı bir tepkiyi öğütlemektedir.
    (wiki'den)
    vesayre;kitabı en kısa zamanda okunacaklar listeme aldım

    @1 bu adamı hatırlattığın için teşekkür ederim
    panpa okuyordum 2 de bıraktım gözlerim yoruldu.
    gece uyumadım biraz film, kitap,sözlük dedik sahurdan sonra da okumalarım ve çalışmalarım vardı(şevkin kırılmasın ve yanlış anlama diye açıklama yaptım)
    şukunu veriyorum
    ···