/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +5 -1
    edit: fon müziği https://www.youtube.com/watch?v=iHhi2vVVOsQ

    2 ismim var, buna doğru orantılı şekilde de 2 farklı kişiliğim. Ikisini de buzdan sütunlar arkasına gizledim; iri-yarı sert görünüşte bir adam olmama rağmen küçük bir oğlan çocuğu kadar savunmasızdım çünkü. Bi taraftaki ben inanılmaz neşeli, bulunduğu her ortama samimiyet ve pozitif enerji saçan bir binti. Genelde herkes bu beni bilirdi, bu beni severdi. Diğer taraftaki benin farkına 12 yaşına kadar varmamıştım. Ortaokul 1'nci sınıftım. Teneffüste deliler gibi top oynarken kendimi kaptırmış bir vaziyette sağa sola büyük bir şevkle koşuyordum ki diyaframıma yediğim yaklaşık 6.2 şiddetindeki dirseğe kadar. Bütün hevesim tahrumar olmuş bir vaziyette, yaklaşık 85 volümlük bir "Sen n'aabuyon dıbına koyim" nidasıyla bana dirseği vuran Ahmet'e doğru bir hışmınan hücum ettim. Neyseki bizim çocuklar olay büyümeden ayırmıştı. Herkes sakindi oyuna devam ediyordu ama bende olağan dışı bi şeyler vardı. Bakışlarımın ve duruşumun değiştiğinin farkındaydım. Nefes alış-verişim dengesizdi, yeryüzündeki en sakin, en neşeli insanlardan biri olan ben öfkeden köpürüyodum ama bu durumu hiç yadırgamamıştım. Sanki mizacım hep böyle serseri ve hiper-agresifti. Teneffüs bitmişti sınıfa doğru usul usul yürüyoduk herkes birbirine bi şeyler anlatıyor, maçın kritiğini yapıyordu. Ben ise soteye yatıp avını izleyen bir yırtıcı gibi arkadan arkadan büyük bir nefretle Ahmet'i kesiyordum. Sınıfa çıktığımızda sınıfta hoca yoktu ve beklediğimiz gibi ders boştu. Sınıf müdür yardımcısının odasına aşağı inmek için izin istemeye büyük bir coşkuyla koşuyordu. Ben ise Ahmet'e bağırıp beni beklemesini söyledim. Kapıyı kapatıp Ahmet'i sınıfın bi ucuna -kapıdan cam kenarına- büyük bir öfkeyle ittim. Ahmet: "Lan amcık naa... " sözünü bitirmesine izin vermeden gırtlağına çöktüm, ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Sadece bütün gücümle onun boğazını sıkıyodum. Kurtulmaya çalıştıkça daha çok sinirlenip gırtlağını bıraktım ve Ahmet'e vurmaya başladım. Ahmet de karşılık vermeye başladığında bi' an ben napıyorum dıbına koyim diye kendime bir serzenişte bulundum. Ben tekrar karşılık vermeyince Ahmet camın önünde bi kaç saniye hareketsizce benim bi eylemde bulunmamı bekledi. "Özür dilerim" dedim. Ahmet derin bir nefes vererek açık olan camın önüne oturdu. "La kardeş önemli değil de üstümün başımın dıbına goydun, alt tarafı binliğine bi dirsek vurduk anamızı gibtin" diyerek isyan etti. "Bilerek vurdun yani dirseği?" dedim. Zaman yavaşladı, duvar saatinin sesi, dışarıda bağıran çocukların sesi, Ahmet'in gergin nefes alış-veriş sesi.. Her şey yavaşladı. Benim içimde yine bi şeyler uyandı, sanki birisi ruhuma durmaksızın bir öfke bulutu üflüyordu. Bakışlarımın yine değiştiğinin farkındaydım. Ahmet'in korku dolu surat ifadesi de bunu doğrular nitelikteydi. Yine hiçbir şey söylemeden Ahmet'e doğru çullandım ve onun 5'nci kattan aşağı süzülüşünü izledim.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +2
    Ahmet ölmüştü. Cenazesine gittim, taziyeye gidip ailesine baş sağlığı diledim. içimde en ufak bir pişmanlık ya da üzüntü yoktu. Ama gözlerimden akan yaşlara engel olamıyodum. Sanki içimde başka birisi ağlıyordu ama üzüntüden değil. Kendini kaybetmişlikten, yenilmişlikten, üstüne çekilen prangalardan, kurşunsuz bir savaş meydanında esir düşmüşlükten ağlıyordu diğer ben. Bir sürü hobisi vardı naif, sempatik benin. Basketbol oynarken, sevdiğim bir kitabı okurken ya da arkadaşlarımla uzun soluklu bir sohbet ederken ağzımda şeker tadı oluşurdu, inanılmaz bir haz duyardım. Yavaşça onlar da diğer ben ile söndü. Yaptığım hiçbir şeyden haz duymaz, insanları umursamaz, duygu kavramından uzak bir hale geldim. Adeta buz tuttum ama kimse farkında değildi bunun. Hala sınıfın en espritüel, en şakacı insanı bendim sadece tek bir farkla; ilk adım kullanıldığında bir yabancıya seslenilmiş gibiydim, o isime tepkisizdim. Ortaokulu bitirip kalburüstü bir liseye başlamıştım. Dışarıdan ortalama ancak biraz iri bir ergendim. Demiştim ya; ben hep sevilen, sempatik, neşeli bir bin kurusuydum, girdiğim her ortama anında kaynaşırım diye. Lisede böyle olmamıştı. Çevremdeki insanlara 3 gün beklemiş çöp kutusu gibi davranıyodum. Çoğunun adını dahi bilmeme rağmen hala garip bir şekilde sevilen bir insandım. 2-3 tane kız arkadaşım bile olmuştu ve ben hiçbirine seni seviyorum diyememiştim.
    ···
  3. 3.
    +2
    Zor gelmeye başlamıştı her şey. insanlarla zorunlu olarak temasa geçmekten o kadar çok nefret ediyordum ki, evde duvarlarla ya da kendimle konuşmak daha cazip geliyordu. Tamamen sosyopat bir huur çocuğu haline gelmiştim. Hayatımda kavga dahi etmemiş ben; her hafta ayrı bir vukuatla eve geliyordum. Ailem endişeliydi, hoş ben normal bi çocukken de aşırı endişelilerdi. 8. sınıfa kadar beni tek başıma otobüse bile bindirmemişlerdi. Ben aileme hiçbir zaman soğuk ya da saygısız bir biçimde yaklaşmadım. Diğer benden kalan solgun korlardandı belki. Ailem benden çok fazla şey bekliyordu. Babam profesyonel olacağımdan, annem ve ablam ise çok iyi bir üniversiteye yerleşeceğimden o kadar emindi ki. Oysa ben bunların hiçbirisini istemiyodum. Sadece nefes aldığım için yaşayıp, nefes almaya devam etmek için, ailemi büyük buhranlar içine sokmamak için bu beklentileri omuzluyordum. Lise 2'de okulun en problemli ancak en sevilen insanı bendim. Çünkü yediğim takları o kadar büyük bir saygı çerçevesinde yapıyordum ki ellem edip gallem edip yine kendimi affettirmeyi başarıyordum. inanılmaz manipülatif ve vurdumduymaz bir bin kurusu haline gelmiştim ki önünü arkasını alamıyordum. insanları kışkırtıp birbirine düşürmekten, kopya çeken arkadaşlarımın yakalanmasına sebebiyet vermekten, bana karşı en ufak olumlu duygular besleyen insanların duygularından faydalanmaktan, sırf güzel diye hayatımın merkezindeymiş gibi hissettirip bi anda gibtir çektiğim kızların düştüğü o durumlardan o kadar büyük bir keyif almaya başlamıştım ki adeta kaostan besleniyordum
    ···
  4. 4.
    +2
    Lise 3'te ailemin ısrarı üzerine okul değiştirmek durumunda kaldım. Onlar sadece ergenliğin verdiği o isyankar ruh halinden kaynaklı bir durum sanıyordu bunu. Özel bir okula yollamışlardı beni.

    Okulun ilk günü biraz geç kalmıştım, sınıfa nefes nefese girip özür dileyerek yerime doğru geçerken ön sıradan: "Lan bu tip ne dıbına koyim?" şeklinde bir fısıltı duydum. -O anki tipim; Siyah kemik çerçeve gözlük, bir adet siyah t-shirt, düz normal bir kot pantolondan oluşuyordu-
    O an o fısıltıyı yaratan insan müsveddesinin soluk borusuna tahta kalemini saplamamak için kendimi o kadar sıktım ki tırnaklarım avuç içimi kesmişti. Yerime oturup 40 dakika boyunca o fısıltıyı yaratan çocuğa kilitlendim. Teneffüs ziliyle birlikte yanıma çocuğun biri atladı, adı Murat.
    Murat tanıdığım en geveze, en içten ve en saf çocuktu. 10 dakikalık teneffüste bana bütün hayatını özet geçip, üst kattaki ikiz kardeşini zorla sınıfa sokup beni onunla tanıştırmıştı. Ah diğer bana ne kadar benziyordu...
    ···
  5. 5.
    +2
    Teneffüs bittikten sonra diğer hoca geldi sınıfa. Ben hala büyük bir nefretle en ön sıradaki çocuğa 4 numara neşter keskinliğinde bakışlar atıyordum. Gelecek ile ilgili planlarımızı sormaya başladı. Bana geldi sıra.

    H: Adın neydi yavrucum?
    B: (... ) hocam
    H: Hangi bölümü istiyosun neler planladın bakalım?

    Küçüklükten beri hep profesyonel olmayı istiyordu diğer ben. Ama şimdi? Hiçbir fikrim yoktu.

    B: Tıp istiyorum hocam. Eğer kazanabilirsem Pgibiyatri üstüne uzmanlaşmak istiyorum.
    Tamamen istemsiz bi şekilde ağzımdan çıkmıştı bu cümle. Kendi karanlığımdan kendimi kurtarmak istiyodum sanki ama haberim yoktu. Hoca klagib çok çalışman gerek nutukları çektikten sonra bakışlarımı tekrar ön sıraya çevirdim. O ana kadar fark etmediğim birini fark ettim. Adına Müzeyyen diyeceğim. Müzeyyen, Ay kadar parlak, gökyüzü kadar canlı, kışın zifiri karanlıkta yakılan sigaradan tüten dumanın sokak lambasıyla raks etmesi kadar güzeldi.

    edit: imla
    ···
  6. 6.
    +2
    Ama o benim için sadece görsel bir güzellikti. En ufak bir his ya da duygu yoktu içimde. Artık benimsediğim, benimle birlikte büyüyen, soğuk, karanlık ve kahpe bir boşluk vardı sadece.

    Ben içimde beslediğim iki kişiyle de kendi çapımda zeki bi insandım. Ancak ikimizin de Matematikle ilgili büyük sorunları vardı ve bu fark edilmeyecek gibi değildi. Matematikte sürekli bocalıyorduk ve ikimiz de kaybetmekten nefret ederdik. Matematikten de nefret ettik. Benim bu kıt matematik ile nasıl bulunduğumuz şehrin en iyi liselerinden birini kazanıp sonrasında oradan ayrılmam Müzeyyen'in ilgisini çekmişti. Aramızda geçen ilk konuşma şuydu;

    M: Ya sen bu Matematiği düzelticeksin di mi?
    B: E bi zahmet
    M:(Gülerek) Bi zahmet demek? istersen bir iki soru bankası biliyorum sıfırdan üstüne koyup ilerleyebileceğin basit kitaplar, isimlerini verebilirim?
    B: Olur.

    Utana sıkıla ellerini iki yana açarak devam etti:

    M: Ya.. Şey.. Yanlış anlamazsan sen bu Matematikle nasıl o okula girdin anlatsana biraz.
    B: Yaklaşık 15 matematik netim vardı. Onun haricinde de sadece 1 boşum vardı.
    M: Oha.. Oğlum insan mısın?
    B: Bilmiyorum :D

    Bana iki adımı da kullanmadan hitap ediyordu sürekli. Sanki bi şeylerin farkına varmış ve isim kullanmaktan çekiniyormuş gibi...
    ···
  7. 7.
    +2
    Müzeyyen hayatımda gördüğüm en hayat dolu insandı. O kadar sempatik ve sevimliydi ki.. içimdeki buzları çözüyordu sanki. Bu durum sanıldığı gibi hoş değildi. Aksine göğüs boşluğumda bir şeyler oluyordu onu görünce. Büyük bir kasvet, büyük bir ağırlık.. ikimiz de Müzeyyen'in hayatımızı bi şekilde alt-üst edeceğini biliyorduk.

    Uykunun bi evresi vardır ya hani böyle ne tam uyanıksızdır ne de tam uyuyorsunuzdur. Koridordan birisinin geçtiğinin, ya da odaya birisinin girdiğinin farkındasınızdır ama tepki vermezsiniz. Odada benden başka birinin olduğunun farkındaydım ama kapı kapalıydı. Birisi bariz beni izliyordu, nefes alış-verişini hissediyordum. Tereddüt etmeden doğrulup kapıya doğru baktım. Kendimle karşı karşıyaydım. Gözlerim yaşlı bi şekilde kendime bakıyordum. Kendimi tekrar yatağa bıraktım, hiç yadırgamamıştım.
    ···
  8. 8.
    +1
    Hiç aldırış etmeden tekrar uykuya döndüm. Uyandığımda diğeri orda değildi. Hiçbir şey hissetmediğim doğruydu. Ama diğeri bu kadar güçlü değildi. Naif, kırılgan, iyi niyetliydi o. Günahlarımızın ağırlığı, sorumluluklarımızın baskısı, altında ezildiğimiz beklentiler... Çektiğim buzdan prangalar yıpranmıştı. Düzenli olarak halüsinasyonlar görmeye, kendimle kavga etmeye başlamıştım. Berbat bir ruh halinde hiç kimselerin haberi olmadan soluyordum ve beni kimse kurtaramazdı.. Ya da ben öyle sanıyordum.

    Müzeyyen iki adımı da telaffuz etmeye çekiniyor demiştim ya, iki adımı birden kullanmaya başlamıştı. Sanki gözlerimin içinden ruhuma bakıyordu. Bana bakarken gözleri sürekli gülerdi ama her an ağlamaya hazır bi şekilde yaşlarla doluydu. Hayatımda uzun zaman sonra ilk defa birine yaklaşmaktan korkuyordum incitirim diye. Baharı getiren o gülüş benim yüzümden solar diye..
    iki adımı da o kadar güzel ve içten söylüyordu ki bütün iç dünyamın dıbına koyuyordu. Hangisinin gerçekten ben olduğunu şaşırmıştım. Davranışlarım o kadar tutarsız, birbirinden o kadar kopuktu ki..
    ···
  9. 9.
    +1
    Fon müziği: https://www.youtube.com/watch?v=KUn_PUlUa1g

    Kendimle sürekli değişerek kavga etmeye başlamıştım. Bir gün birisiydim, diğer gün öbürünü karşıma alıyordum. Yardım istemeye korkuyordum. Bu durumu birine nasıl açıklardım ki? Kendimle yumruk yumruğa kavga ettiğimi birisine nasıl izah ederdim?

    Kafamın içindeki iç savaş hayatımın bütünüyle dıbına koymuştu. Basketbol oynuyorum demiştim, maçın ortasında basit bi hata yaptıktan sonra kendi kendime bağırıp çağırmaya, küfretmeye başlamıştım. iki elimle kafama vuruyor formayı yırtarcasına sağa sola çekiyordum. Herkes "N'apıyo lan bu koduğum liselisi" nidalarıyla beni izliyordu. Rahat bi 25-30 saniye o vaziyette kendimi hırpaladıktan sonra dıbına koyduğum moronları müdahale etme gereği duyup beni soyunma odasına zütürdüler. Bizim yardımcı koç vardı Koray abi, üstümde emeği çok büyüktü. Gözlerinden yaşlar süzülerek beni soğuk duşun altında sakinleştirmeye çalışıyordu, zaten o ara bende film koptu. Gözümü evde açtım, bilgisayar masasının üstü komple portakal suyu(hayatta belki de sevdiğim tek şey) bi tanede kocaman kalp şeklinde bi karton, üstünde de geçmiş olsun zırvaları falan var. O an aklıma efsane Behzat Ç repliği geliyor: "Geçmiyor dıbına kodumun dünyasında. Bi gibim geçmiyor.
    ···
  10. 10.
    +1
    Kasım aylarındaydık, sene başında boğazını ceyhan boru hattına çevirmeyi düşündüğüm Kaan ile efsane yakın arkadaşız, Müzeyyen ile Kaan da zaten çok yakın arkadaştı. Son ders ingilizce bitime 15 dakika hoca bizi salmış muhabbet ediyoruz. Müzeyyen sıradaki kolumu minik minik, sevimli sevimli çekiştirmeye başlayarak anlatmaya başladı:

    M: Ya ben yazın bi çocukla konuşuyodum, çok da hoşlanmaya başlamıştım birlikte çok güzel vakit geçiriyoduk. Sevgilisi varmış... Kavga etmişler bi süre ara verelim demişler o da bu arada benimle konuşmaya başlamış. Aramızdaki şeyi çok özelmiş gibi gösterdi. Sonra da kızla barışıp benimle konuşmayı kesti. Zaten sonra da KTÜ'yü kazanıp gitti. Şimdi tekrar buraya geliyor yarın buluşmak istedi. Acayip heyecanlıyım sence ne giyeyim?

    B: (içimden bi şeylerin koptuğunu hissederek) Siyah bluzünü ve kırmızı pantolununu giy. Saçlarını da aç.

    O ara zil çaldı zaten. Direk kendimi dışarı attım. Sınıftaki çocuklardan birinden sigara istedim. içmediğimi bildiği için "Kanka hiç başlama bu taka yeaaaa" tarzı nutuklar çekerek sigarayı vermedi cimri, yoğun huur çocuğu.
    ···
  11. 11.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=pBz6fGKkcZg

    Bu şarkıdan dem vurarak ertesi sabah cebimde bi paket kırmızı winston soft ile okula gittim. ilk teneffüs deri ceketin cebinden paketi çıkarıp açtığımda herkes "LA O NE AMINA KOYiM?" nidalarıyla bana tepki koyuyor, aradan otlakçı zütverenler "OOOO KANKi Bi SiFTAHINI YAPAK LA" diyerekten paketten dal koparmaya falan çalışıyor. Tabi Müzeyyen bu arada bütün mevzuyu izliyor(muş). Sigara içiyorum diye benimle tam 3 hafta hiç konuşmadı. Kendine zarar veriyosun, bütün spor kariyerini hiçe sayıyosun diye. Bilmiyor ki onun yüzünden başladım...

    Artık Güneş'in çekiminden çıkmış, ucu bucağı olmayan bi karanlığa doğru koşuyodum. Her şeyden, herkesten, özellikle de kendimden kaçmak saklanmak istiyodum. Saklandığım her köşede kendimle yüzleşiyodum. Kendimi o kadar güçsüz, o kadar savunmasız hissediyodum ki... Ölmeyi düşündüm. Ama ölmek istemiyodum ki. Yaşamak için herhangi bi sebebim olmasa dahi yaşamak istedim, yaşamaya mecburdum
    ···
  12. 12.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=7XU_NIUOUrg

    Müzeyyen benimle eninde sonunda barışmıştı, barışmak içinde zorla sigarayı bıraktırmıştı (bıraktım sanmıştı :/) Ben artık içimde bi şeyleri kontrol altına alamamaya başladım. Bi şeyler söylemem lazımdı yoksa kendimi öğütecektim. Doğum gününe kadar bekledim onun. Kafka'yı çok severdi, bütün haftalığımı amk Kafkası'nın kitaplarına basıp elimde kitabevi poşetiyle okula yürüyorum. (Hediye paketi falan yoktu beyler bende çünkü dümdüz odunum) Son teneffüs herkesin çıkmasını bekledikten sonra doğum gününü kutlayıp poşeti uzattım. Bana öyle bi sarıldı ki, hayatımda aldığım en sıkı, en içten sarılmaydı belki de. Not yazmamı istedi, "Ne yazayım"dedim."Bana seni hatırlatacak bi şeyler yaz." dedi. Aklıma gelen ilk cümleyi(aslında şarkı sözü ama neyse) kağıda berbat el yazımla geçirdim: "Bizler Tanrı'nın kırık hayalleri." Müzeyyen nota anlam veremedi, "Bu ne lan?" diye çıkıştı. Halbuki ben ona hakkımdaki her şeyi özetlemiştim...
    ···
  13. 13.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=Th3ycKQV_4k

    Çıkışta köşe bucak Müzeyyen'i aradım. Bir an önce bulup haykırarak içimi dökmek için. Bulamadım. Durağa doğru sınıftakilerle yürürken Metro girişinde Müzeyyen'i gördüm. Gözleri yaşlı, uğuruna diplomatik savaşlar çıkacak o hokka burnu kıpkırmızıydı. Görmemişti beni, sessizce yaklaşıp biraz dinledim onu, eski sevgilisi aramış aralarında bi şeyler geçmişti. O an yine içimde o uğursuz kaynamayı hissettim. Nabzım yükseliyor, bakışlarım gittikçe donuklaşıyordu. Olmuştu işte.. içimdeki o lanet iktidar kavgası sonlanmış, ruhsuz, pervasız, zalim tarafım galip gelmişti..
    "Eğer karanlığın içine bir kez işlemesine izin verirsen, bi daha asla kurtulamazsın" diye bi dizi repliği vardı tam olarak içinde bulunduğum durum buydu. Müzeyyen beni fark etti, hiçbir şey söylemeden koluma sıkıca yapışıp kafasını omzuma yasladı. Kolumu sertçe çektim, bomboş bakışlar eşliğinde sadece tek bir kelime çıktı ağzımdan "Görüşürüz."

    Dönem sonuna kadar sıkıcı sınıf arkadaşları gibiydik. Sömestr tatilinde olayın aslını öğrenip(anlatmıycam aşırı uzun ve ilgisiz) Müzeyyen'e ilan-ı aşk ettim. Korkuyordu, net bi şey söylemek istemedi. Geçmişinde çok incinmişti, üstü kapalı bi şekilde anlattı. Canının bir daha yanmasından, benim canımı yakmaktan korkuyordu. Daha buluşup yüzyüze konuşamadan yurtdışına tatile gitmişti. O gelene kadar penceremin önündeki ağaçtan kaç yaprak eksildiğini saydım, kuruyan papatyalardan fallar baktım, birlikte olmadığımız her geceyi, birlikte olacağımız günlere katmaya çalıştım, kırlangıçlarla yolladım ona. Ama o penceresini açmadı.
    ···
  14. 14.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=SSR6ZzjDZ94

    Sürekli net bir cevap vermekten kaçıyordu, defalarca sordum "Biz neyiz?" diye. Her seferinde aynı cevabı verdi "Bilmiyorum, galiba bir uçurumun dibindeyiz". Gelmişti sonunda memlekete, sınıftakilerin aramızda olan bu isimsiz durumdan haberi olmamasını istemişti. Ama kimseye aldırmadan sımsıkı sarıldı bana. Ben hep üşürdüm, belki içimdeki buzlardandı nedenini bilmiyorum, ama bana sarıldığında sıcacıktı, her yer sıcaktı. Baharı getirmişti sanki...

    Dışarıda aramızdaki bu gibik yıpratıcı ilişkinin nereye varacağını konuşmak üzere buluşmaya karar vermiştik. Kaderin cilvesi midir yoksa benim binliğimden midir bilinmez buluştuğumuz gün 14 Şubat'a denk gelmişti. Ben elimdeki gülü ona verene kadar cidden farkında değildi 14 Şubat olduğunun. Fark ettikten sonra omuzuma öyle bir yumruk atmıştı ki yemin ediyorum aranızdaki hiçbir mangal yürekli huur çocuğu bu kadar sert vuramazdı.

    Oturduk, yine önümüze engeller koyuyor, sürekli her şeyin kötü gideceğini varsayıyordu. Ben artık konuşmaktan yorulup sandalyemi onunkinin yanına çektim ve yanağımı uzattım. Öptü, sonra sarıldı bana sımsıkı. Kollarımdaydı, kumrallığı tanrılardan çalınmış o saçları burnumda, o ince narin elleri göğüsümde ha uyudu ha uyuyacak öylece yatıyordu. Aylar sonra ilk defa halüsinasyon gördüm, donuk bakışlı, çatık kaşlı, geniş omuzlu yağız bir oğlan çocuğu bi sandalye çekti önümüze ve yorgunluktan bitap bi şekilde oturdu.. Müzeyyen'in kokusunu içime çektim, kalbim düzensiz bi şekilde atıyordu hissediyordum. Kalbimin olduğunu öfkelendiğimde şakaklarımda duyduğum zonklamadan değil de göğüsümde hissediyordum. Suratımda salak bi gülümsemeyle birlikte Müzeyyen'i öptüm saçlarından. Gün bitti, onu metroya bıraktım, otobüs durağına yürürken yaşadığımı hissediyodum.

    Eve gittim yıllar sonra ilk defa eve gülümseyerek gittim. Evdekilere sımsıkı sarıldım. Yatağa kendimi bıraktığım gibi mesaj geldi. Elinde ona aldığım gül vardı "Bu benim ilk çiceğim biliyo musun?" yazmıştı. Tam her şey rayına oturuyor derken bütün dünyamı 8.2 ile sarstı. Olmaz dedi, yine yapamam dedi.
    ···
  15. 15.
    +1
    Eğer gibleyen varsa bugünlük bu kadar. Akşam üstü siz okusanız da okumasanız da devam edicem, şimdi işe gidiyorum.
    ···
  16. 16.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=TFjmvfRvjTc

    Neden diye soramadım, sormaya takatim kalmamıştı zaten. Ama umarsızca Müzeyyen'e çıkışıyordum. Bağırdım, çağırdım... Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ama umurumda değildi. Fütursuzca üstüne gitmeye devam ediyordum. En son adımı söyledi, yine iki adımı birden... "Özür dilerim" dedi.
    O titrek, o naif, o ürkütücü güzellikteki sesi bütün dengemin dıbına koymaya yetmişti. iyi geceler diyip kapattım telefonu. Yine en başa dönmüştük işte...

    Mart ayındaydık, Müzeyyen sınıfın bir köşesinde sürekli buruk, sürekli gözleri dolu bir şekilde ağlamamak için zor duruyordu. Benim yüzümden olmadığından emindim çünkü aramız iyi sayılırdı. Teneffüs zili çalar çalmaz kararlı bir hareketle benim sırama geldi, kafamı kucaklayıp kendine yasladı, kafamı öptü, gözlerinden bir-iki damla yaş süzüldü. "N'oldu lan, kim üzdü seni?" diye çıkıştım. "Sonra anlatırım" diyebildi sadece. Müzeyyen babasını çok küçükken kaybetmiş, o gün onun ölüm yıldönümüymüş. Bunu öğrendikten sonra lügatımdan "baba" kelimesini çıkarttım.
    Ona karşı tavrım tamamen değişmişti, onun hayatında hangi sıfatla yer alırsam alayım onu kurumuş bir çınar kökleri gibi destekleyecektim. Yerin altında, derinden ve hissettirmeden...
    Sahi ölüm yıldönümü demişken benim de bir ölüm vardı. Daha 12 yaşında canını aldığım ve cezasını hiçbir zaman çekmediğim... Ona daha sonra geleceğim.

    2 hafta sonra 12. sınıfların YGS sonuçları açıklandı. Eş-dost herkesin sonuçlarını öğreniyor, tavsiyeler alıyor kendimize bir plan hazırlıyorduk (bir gibime yaramadı ilk senemde kazanamadım)
    Sınıfta standart yüz ifademle nispeten iyi bir gün geçirirken sınıfın en boşboğazlı yaratıklarından birisi ve Müzeyyen'in nispeten yakın arkadaşı olan Gök ağzından bi şeyler kaçırmıştı. Müzeyyen, eski sevgilisini aramış, sonucunu sormuş, yaklaşık bi 10-15 dakika telefonla konuşmuşlardı. Hikayenin gerisi de vardı ama benim o güne dair hatırladığım tek şey; sınıftan çıkarken kırdığım kapı koluydu.
    ···
  17. 17.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=fZ_Om_VI_hY

    Eve gelip ortalığın dıbına koymamak için, anında yatıp zıbardım. Aksi takdirde 3. sayfa haberlerinde bir killing spree'nin baş rolü olarak yer alacaktım. Binbir güçlükle dizginlediğim içimdeki canavar öylesine büyük bir öfkeyle uyanmıştı ki, hayatımda korkuyu iliklerime kadar hissettiğim tek andı. Zarar vermekten korkuyordum, bahar gibi sevdiğime zarar vermekten. Fiziksel olarak değildi kesinlikle, ona elimi süremezdim. Ama ruhunu paramparça edebilirdim. Özlem duyduğu, ekgib kaldığı her şeyi yüzüne vurup onu dayanılmaz acılara sevk edebilirdim. Ama yapamadım. Onun yerine onu görmezden gelmeyi tercih ettim. Hiç yokmuş gibi, hiç olmamış gibi, Müzeyyen diye birisi yaşamamış gibi davranmaya başlamıştım. 1 ay boyunca devam ettirdim bunu.

    Ben artık kafamın içinde neler döndüğünü anlayamıyordum. Hangisinin kontrolde olduğunun farkında değildim. Ders'in ortasında kendi dünyama gömülüp içeride kendimle karşılıklı muhabbet ediyor, hocanın ya da bizim çocukların dürtmesiyle ancak bulunduğumuz dünyaya dönebiliyordum. Uyumamaya başladım. Çünkü benim için asıl sınav uyuyunca başlıyordu. Eğer uyursam birimiz diğerimizi bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya yollayacak, sonunda hiçbirimiz bi daha uyanamayacaktık, biliyordum...

    Fiziksel ve ruhsal olarak o kadar bitiktim ki, basketbolu bırakmak zorundaydım. Babama bırakmak istediğimi söylediğimde yüzünün büründüğü o ifadeyi tanıyordum. Hayal kırıklığıydı. Ben babamı hiçbir zaman gururlandıramamıştım, kendisi her zaman inkar eder, ama biliyordum ben bunu. Bana karşı olan beklentilerinin altında hep ezildim ben. Babam 20 sene futbolla içli dışlı bir insandı. yaklaşık 15 sene futbol oynadıktan sonra 5 sene de çalıştığı kurumun takımında teknik direktörlük yapmıştı. Benim de futbolcu olmamı isterdi hep çünkü iyiydim. Gerçekten iyiydim ama sevmiyordum, basketbol oynamak istediğimi söyledim sürekli. Yüzü ilk kez o gün düşmüştü, sonra benim basketbola olan sevgim ve ilgim sayesinde o da benimle basketbolu sevdi, her maçıma geldi, desteğini ve inancını verdi... Yüzüstü bıraktım onu. Benden çok iyi bi liseye girmemi istedi, girdim ama bitiremedim, yine yüzüstü bıraktım onu... Hangimiz olursak olalım ailemizi üzmek bizim için o kadar iğrenç bi duyguydu ki...
    ···
  18. 18.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=31BS2oTkaw8

    Nisan başlarıydı galiba, haftasonuydu. Uyumamak için direnirken sızmışım. Odada bi ses vardı, sanki birisi koduğum musluğunu tam kapatmamış gibi, şıp şıp şıp... Musluk sesine bu seferde bir hırıltı eklendi. Sanki birisini gırtlaklamışlar da bi şeyler söylemeye çalışıyor gibi. Kendi kendime "Yine mi dıbına koduğum delisi" diye geçirdim içimden. Ahmet vardı karşımda... Kafatası parçalanmış, vücudunda ölüm morlukları, ayakkabılarından tanıdım onu. Diğeri Ahmet'in koluna girmiş ayakta durmasına yardım ediyordu. Çığlık atmaya başladım, n'olur gidin diye bağırdım. Gitmediler... Kimse de gelmedi odaya. Avazım çıkana kadar bağırmama rağmen hiçbir ses yoktu evde. Sadece Ahmet'in parçalanmış bedeninden zemine damlayan kanın sesleri; şıp, şıp, şıp...

    Yatağımda uyandım, hiç gelmeyecek birini beklemiş gibi yorgundum. Saat 8.30'du, ders çoktan başlamıştı. "Niye beni kimse uyandırmadı dıbına koyim" serzenişleriyle bi şeyler atıştırıp evden çıktım. Mezarlıktaydım ama neden? Okula gitmek için evden çıkmıştım dıbına koyim burda ne işim vardı? Ben olayı kavramaya çalışırken kulaklarımda kendi sesim net bi şekilde yankılandı: "Ahmet'e gidiyoruz."
    ···
  19. 19.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=tas5AEqnmuk

    Uzun uğraşlar sonucu Ahmet'i buldum. Sigara'yı yakıp oturdum yanına, bi sigara daha yakıp mezar taşının üstüne koydum. Ağlamak istedim, ağlayamadım. Gözyaşlarım gözlerime doldu, doldu.. Ama akmadı hiç. Sanki Ahmet ağlamamı istemedi, özürümü kabul etti. Senin suçun değil dedi.

    Okula gittim tekrar. 3. derse yetişmiştim, Felsefe'ydi ders. Tam bir tren enkazı gibiydim, bütün sınıf arkadaşlarımın "La buna n'olmuş amk" şeklinde bana baktığından emindim ama giblemek için aşırı bitkindim. Sağdan soldan gelen "La olm sana diyom şşş n'oldu la" tacizlerini "La uyumadım amk" klişeleriyle dodgelarken Müzeyyen'in endişe dolu bakışlarını fark ettim. Teneffüse çıkıp geldiğimde Müzeyyen önümü kesti, sarıldı. Hiçbir şey demedi, bir şey sormadı. Sadece sarıldı. Karşılık vermek için hala çok öfkeliydim ama ruhumdan arta kalan her zerre ona sarılmak istiyordu. Uzun uzun sarıldım ona, ve kulağına fısıldadım: "Akşam anlatırım"
    ···
  20. 20.
    +1
    https://www.youtube.com/watch?v=U_aYibUx1B8

    Masum bi canı almak, karşılığında sizden de bi şeyler alır, ruhunuzun bir kısmını.. Karartır, bir zamanlar parlak kahverengi olan gözlerinizi soğuk, ölü, stabil bir siyahla yoğurur, benimkiler gibi..

    Müzeyyen'e anlattım her şeyi, hem de her şeyi... Yadırgamadı, sorgulamadı sadece kabul etti beni.
    Şimşekler düşerdi içime hep ama aydınlatamaz, yakardı ancak. Müzeyyen benim "ışıkgetirenimdi"
    Hayatımda ilk defa tanışıyordum bu ışıkla. Adı aşktı galiba...

    Demiştim ya, içimde benimle büyüyen soğuk, karanlık, kahpe bi boşluk var diye. Müzeyyen o boşluğumun kayıp parçasıymış gibiydi. Yerini tutmasa bile en azından üstünü kapatmıştı ve ben bu durumdan hiç şikayetçi değildim. Heyecanlıydım çünkü ilk defa gerçekten bi şeyler hissediyodum. Heyecanlıydım çünkü yıllar sonra ilk defa normal birisiymişim gibi hissediyodum.
    ···