1. 1.
    +1
    bir gözümü açıp, dedemin ölümüyle bana kalan köstekli saate baktım; 11:34 ü gösteriyordu. sokak lambaları sanki sokağı değil de odama doğru dönmüş, odamı aydınlatıyordu. aydınlık bir dünya asla çekilemez, çünkü aydınlık dünyanın bütün pisliklerini, lanetlerini göz önüne serer. karanlık güzeldir, yalnızlıktır, soyutlanmışlıktır.
    ···
  2. 2.
    0
    boyası bakımsızlıktan dökülmüş duvarın tam önünde, zor ayakta duran bir sehpa ve üzerinde minik bir televizyon. antensiz, hiçbir kablo bağlantısı yok, elektrik kablosu dışında. yaşamak için hiç bir sebebi olmayan ama sadece kalbi attığı için hayatta kalan bir adam gibi. ince ince, kulaklarımdan başlayıp beynimin içine doğru kafamı delen karıncalanma sesi.
    ···
  3. 3.
    0
    bunları hissederken, sokakta hayat dedikleri şey devam ediyor. hayat. hayat arabayla iş ve ev arasında gidip gelmek; hayat, karşı cinsle para ezmek; keşlik, alkoliklik vesaire. tüm suç hayata bir organizmaymış gibi yaklaştığımız için. tüm suç onu önemsediğimiz ve anlamaya, daha da kötüsü güzelleştirmeye çalıştığımız için.
    ···
  4. 4.
    0
    saate bir kez daha bakıyorum, bu sefer saatin kendisi dedemin sesiyle söylüyor bana saati "11:34". 11:34. aslında dünyanın tüm saatleri her zaman 11:34 ü gösterir. bunu da hayatın bir suçuymuş gibi gösterebilirsiniz. ama bilmeliyiz ki dünya bizim cehennemimiz.
    ···
  5. 5.
    0
    vücudumu kaplayan ter, beni ıslak bir kütüğe çevirdi. kendimi kaldıramayacak kadar ağır hissediyorum. kolarımı kullanarak, zorlukla vücudumu kaldırıyor ve küçük penceremden koca dünyaya bakıyorum. içi boş parantezlere benzeyen içi boş kıyafetler caddede ilerliyor. bir kısmı dev çamaşır makinelerini andıran ibadethanelerinden çıkıyor, bir kısım ise modern tespih dediğim cep telefonlarıyla oynuyorlar. kazanmak için tüm zamanlarını harcadıkları paralarını önemsizce harcamak için birbirleriyle yarışıyorlar. aynı maddeden yapılan iki ürün düşünün, biriyle kıçlarını siliyorlar diğerine ise hayatlarını harcıyorlar.
    ···
  6. 6.
    0
    modern dünyada bir çok şey şekil değiştirdi. artık tespih yerine smart phonelar, serum yerine şarj cihazları, duygu paylaşımı yerine sosyal medya, su yerine benzin kullanılıyor. insan dediğimiz varlık hayvan kimliğinden bile uzaklaşmış durumda. hayatta kalmak için yapması gereken yiyecek bulma, barınmak, çiftleşmek eylemleri değilmiş gibi davranılıyor.
    ···
  7. 7.
    0
    yine damarlarım kabardı, tüylerim havalandı ve sesleri su altındaymışım gibi duymaya başladım. aşağı bakmaktan vaz geçerek kesilmiş koca bir ağaç gibi kendimi bırakıyorum, ve dökülmüş rengarenk yaprakların arasına bırakıyorum kendimi. geldiğim yere huzurlu bir şekilde döndüğüm güzel bir hayal kurarak uykuya dalıyorum.
    ···
  8. 8.
    0
    kimsenin umursamadığı, umursamadığını fazlasıyla umursadığım çöplüğümde gözlerimi açıyorum. bir gün daha. caddeden geçen, yüksek sesle müzik çalan bir arabadan "hangi yakın zamanda öleceğim, kim bilir" diye bir söz kulağıma çalındı. ardından patlayan egzoz sesi şarkının geriye kalan kısmını dinlememe engel oldu. kanepeden aşağı düşmüş sol kolumun parmak ucunda bir kımıldama hissediyorum. elimi usulca kaldırıp baktığımda bir kalorifer böceği adeta bir insan gibi ne yaptığını ve ne yapacağını bilmeden, kararsız bir şekilde ordan oraya koşturuyor parmağımda.
    ···
  9. 9.
    0
    saate uzanıyorum, zincirinden tutup yukarıdan sallandırıyorum. 11:34 ü gösteriyor bu onun görevi, 11:34 de kalmak. aynı zamanda sessiz, bir edith piaf şarkısı kadar, bir klimanjero dağı kadar, bir gobi çölü kadar sessiz.
    ···
  10. 10.
    0
    odanın tam ortasındaki, üzeri gazete ile örtülü masanın önünde dikiliyorum. sadece bir sandalye var, o tek sandalyenin kucağına oturuyorum. bir kaç günlük ekmek parçaları, sıcak bir elma var. kemirmeye çalışırken elma ve ekmekleri, masanın üzerine serili yıllar öncesine ait gazetinin artık ezberlediğim haberlerini okuyorum. siyasi olaylar, karısını öldüren yavşaklar, bilmem nereyi sel aldı, amerika, avrupa, uzak doğu... fakat öyle bir haber var ki her masaya oturuşumda ilgimi çeker "şapkalı katil yeniden ortaya çıktı." kurbanlarını öldürdükten sonra, oturur vaziyette bırakıyor ve başlarına şapka takıyor.
    ···
  11. 11.
    0
    neden şapka takıyor ki? anlatmaya çalıştığı ne acaba hala çözebilmiş değilim. zorla yaşayan, kurallar zinciri ile hareketsiz hale gelmiş bu adam ya da kadın sesini duyurabilmek için, kendini iyi hissedebilmek için veya tahmin edemediğim bir sebepten dolayı cinayet işliyor. belki kırmızı ışığı ihlal ediyor, yere çöp atıyor, kısacası bize yapmamız gerektiği söylenen şeyleri yapmıyor ve biz sadece cinayet işlediğini biliyoruz. ve bunları tamamen bilinçli yapıyor olabilir. etrafında çöp kutusu göremediği için yere çöp atıyor olamaz.
    ···
  12. 12.
    0
    masada duran şapkayı alıyorum ve kanepeye doğru sürünüyorum. şapkalı katil beni öldürmeden önce son kez saate bakıyorum. 11:34 tam tahmin ettiğim gibi. sonra şapkayı başıma geçiriyor ve öylece bekliyorum.
    ···
  13. 13.
    0
    gözkapaklarım kapalı. dünyaya bakmamak dünyayı çekilir kılmıyor maalesef. kulak kapaklarının olmaması acı verici. duyma algımızı da ellerimizi kullanmadan kapatabilsek. bir de keşke dünya kendi etrafında ve güneş etrafında dönerken, mevsimler geçerken, gulf-streem güney amerikadan aldığı sıcak sularıı kuzeye çıkarırken, kuşlar, balıklar balinalar göçerken, ağaç yaprakları tomurcuk patlatırken ve zaman geçip de dökülmeye başlarken, hayatı hayat yapan gerçek olaylar gerçekleşirken arkada, fon müziği olsa dünya daha güzel bir yer olmaz mıydı? sadece bahane arıyorum, kalkıp köşedeki plağı çalıştırıyorum. artık dünya dönerken bir fon müziği var.

    http://www.youtube.com/watch?v=qjetz4xJZ9o
    ···
  14. 14.
    0
    şapkalı katili düşünüyorum, bu kadar korkunç olmayı nasıl becerdi? sebebi neydi? kendinden nefret etmeyen, tiksinmeyen birisi başkalarına karşı nefret besleyemez. içimden biri söylüyor bunu ve koca bir tükürük atıp ardına bakmadan bırakıp gidiyor. sanki nefret ettiği bir adamla konuşmuş gibi.
    ···
  15. 15.
    0
    yerde duran içi kül ve izmarit dolu ayakkabımı alıp oturuyorum. bir maltepe yakıyor ve şapkamın gölgesine gizlenmiş gözlerimle, dünyayı seyrediyorum.
    ···
  16. 16.
    0
    gözüm alabildiğince uzanmış koca bir duvar. kalın, koca eski püskü taşları üst üste biçimsizce istifleyerek yapılmış. bir çember şeklinde etrafımı çevirmiş, içerisinde mahsur kaldığım bir kale. şüphesiz kendimi güvende hissediyorum ve yalnız. soğuk, üzerimde berbat kokan, kirli paçavralar var. evet kendimi güvende hissediyorum her şeye rağmen, ve yalnız. Yalnız kendimi yalnız hissediyorum, hem de hiç hissetmediğim kadar.
    ···
  17. 17.
    0
    duvarın ötesinden kiraz çiçeği kokuları, portakal çiçeği kokuları taşların arasından sıyrılıp bana ulaşmaya çabalıyor. taşlarda beliren suretler o kokuları olduğu gibi geldikleri yere gönderiyor. sinirlenen duvar yükselmeye başlıyor, gökyüzü yavaşça kayboluyor, ellerim duvarın gölgesinde yitiyor, bacaklarım yitiyor. gözlerimi açıyorum, pink floyd dinleyerek uyumanın yan etkileri. artık sadece uyuyorum. buna bi son vermem gerek.
    ···
  18. 18.
    0
    saatle oynuyorum. sanki saatin, zaman kavrdıbının insanlar oyuncak gibi oynayışını hiçe sayarmış gibi ben de elimdeki saatle oynuyorum, üstelik o saat 11:34'den başka hiç bi zamanı göstermese de. sokağa çıkmak, caddede yürümek. pamuktan bir gemiyle denize açılmak gibi. düşünülmeden yapılan ve kalıplaşmış aptal davranışlar; sahte kimlikler ve sahte kimliklerin sahte duygu yanılsamaları. en kötüsü bunların dikkatle, titiz ve ciddi bi şekilde yapılması.
    ···
  19. 19.
    0
    "gol yemem! sörf, tabi ki yerim" diyor bi adam ve bir gözümü hafifçe aralamama sebep oluyor. uzun saçlı bi adam bu tipinden elinde tuttuğu gofreti bile yiyemeyeceği anlaşılıyor. zaten sen asıl golü yemişsin diye mırıldanıyorum. sesim kulağıma yabancı geliyor. rüzgardan dolayı anten normal konumunu aldı anlaşılan. daha fazla reklam görmemeyi umut ederek arkamı dönecekken çakal ve road runner başlıyor. nedense severek izlediğim nadir televizyon mahsüllerinden. çakalın kendini kaybetmeye mahkum edişi, bu mahkumiyet için hayali bir kuş türü yaratışı, bu uçamayan kuşun her seferinde çakalı alt edişi, çakala aslında hep düşüyor olduğu o uçurumu unutturuyordu.
    ···
  20. 20.
    0
    tıpkı bizim yaptığımız gibi. o çakal bizlerin bir yansımasıydı bizi bize dramatik bi şekilde aktarıyordu. daha çocukken ilerde nasıl birer hayvan olacağımızı söylüyordu. o uçurumdan ağır çekimde düşerken, sadece yere düştüğümüz vakit toz kaldırabilmeyi umut ediyorduk.

    http://blogs.ajc.com/jay-...Wile-E-Coyote_falling.jpg
    ···