1. 1.
    +1
    bir gözümü açıp, dedemin ölümüyle bana kalan köstekli saate baktım; 11:34 ü gösteriyordu. sokak lambaları sanki sokağı değil de odama doğru dönmüş, odamı aydınlatıyordu. aydınlık bir dünya asla çekilemez, çünkü aydınlık dünyanın bütün pisliklerini, lanetlerini göz önüne serer. karanlık güzeldir, yalnızlıktır, soyutlanmışlıktır.
    ···
  2. 2.
    +1
    reserved
    ···
  3. 3.
    0
    yerde duran içi kül ve izmarit dolu ayakkabımı alıp oturuyorum. bir maltepe yakıyor ve şapkamın gölgesine gizlenmiş gözlerimle, dünyayı seyrediyorum.
    ···
  4. 4.
    0
    gözüm alabildiğince uzanmış koca bir duvar. kalın, koca eski püskü taşları üst üste biçimsizce istifleyerek yapılmış. bir çember şeklinde etrafımı çevirmiş, içerisinde mahsur kaldığım bir kale. şüphesiz kendimi güvende hissediyorum ve yalnız. soğuk, üzerimde berbat kokan, kirli paçavralar var. evet kendimi güvende hissediyorum her şeye rağmen, ve yalnız. Yalnız kendimi yalnız hissediyorum, hem de hiç hissetmediğim kadar.
    ···
  5. 5.
    0
    duvarın ötesinden kiraz çiçeği kokuları, portakal çiçeği kokuları taşların arasından sıyrılıp bana ulaşmaya çabalıyor. taşlarda beliren suretler o kokuları olduğu gibi geldikleri yere gönderiyor. sinirlenen duvar yükselmeye başlıyor, gökyüzü yavaşça kayboluyor, ellerim duvarın gölgesinde yitiyor, bacaklarım yitiyor. gözlerimi açıyorum, pink floyd dinleyerek uyumanın yan etkileri. artık sadece uyuyorum. buna bi son vermem gerek.
    ···
  6. 6.
    0
    saatle oynuyorum. sanki saatin, zaman kavrdıbının insanlar oyuncak gibi oynayışını hiçe sayarmış gibi ben de elimdeki saatle oynuyorum, üstelik o saat 11:34'den başka hiç bi zamanı göstermese de. sokağa çıkmak, caddede yürümek. pamuktan bir gemiyle denize açılmak gibi. düşünülmeden yapılan ve kalıplaşmış aptal davranışlar; sahte kimlikler ve sahte kimliklerin sahte duygu yanılsamaları. en kötüsü bunların dikkatle, titiz ve ciddi bi şekilde yapılması.
    ···
  7. 7.
    0
    "gol yemem! sörf, tabi ki yerim" diyor bi adam ve bir gözümü hafifçe aralamama sebep oluyor. uzun saçlı bi adam bu tipinden elinde tuttuğu gofreti bile yiyemeyeceği anlaşılıyor. zaten sen asıl golü yemişsin diye mırıldanıyorum. sesim kulağıma yabancı geliyor. rüzgardan dolayı anten normal konumunu aldı anlaşılan. daha fazla reklam görmemeyi umut ederek arkamı dönecekken çakal ve road runner başlıyor. nedense severek izlediğim nadir televizyon mahsüllerinden. çakalın kendini kaybetmeye mahkum edişi, bu mahkumiyet için hayali bir kuş türü yaratışı, bu uçamayan kuşun her seferinde çakalı alt edişi, çakala aslında hep düşüyor olduğu o uçurumu unutturuyordu.
    ···
  8. 8.
    0
    tıpkı bizim yaptığımız gibi. o çakal bizlerin bir yansımasıydı bizi bize dramatik bi şekilde aktarıyordu. daha çocukken ilerde nasıl birer hayvan olacağımızı söylüyordu. o uçurumdan ağır çekimde düşerken, sadece yere düştüğümüz vakit toz kaldırabilmeyi umut ediyorduk.

    http://blogs.ajc.com/jay-...Wile-E-Coyote_falling.jpg
    ···
  9. 9.
    0
    kendimi kovalıyorum. yanakları kırmızı, rengi yerinde bir ben bu. sıskalıktan belli olmayan ben değil fiziği yerinde bir ben bu. temiz ve kıyak elbiseler giymişim ve vitaminsiz ben tarafından kovalanıyorum. ama yetişemiyorum kendime. tam yakalayacakken kendimi bir anda hızlanıp tozu dumana katıyorum. ama tam yakaladım derken kendimi bir uçurumdan düşerken buluyorum. bu kez bırakıyorum kendimi boşluğa. hiç çaba sarfetmiyorum. her zaman bi türlü düşemediğim, sonu olmadığını düşünüdüğüm boşluğa, nihayet. çarpmasını bekliyorumun naciz bedenimin yeni bi düşe. belki o zaman anlarım her şeyin beynimin bir oyunu olduğunu ve kaderin sadece nefes alıp verdiğim an yanımda olduğuna. sitemliyim biraz düşerken senariste bedenimden ötürü, dar gelmiş ruhum bu bedene. uçmak isterdim özgürce ama çok geçti artık giymiştim üstüme, herkes giymişti o bedenden. düşmeye, yere çakılmaya, yerin sillesini yemeye az kala uyanıyorum. saate bakıyorum hilafsız. 11.34. başka kaç olabilir ki.
    ···
  10. 10.
    0
    eminönünde yeraltı çarşısından beş sene evvel 10 liraya kapattığım paha biçilmez "du pre" plağı çalıyor. posterlerle, gazetelerle, notlarla, yazılarımla pencereleri, güneş ışığı alan her açığı kapattığımdan gece mi gündüz mü bilmiyorum. müzik sokak seslerini engellediği için de mutluyum, içinde bulunduğum boşluğu kimse kirletemiyor. ancak kapıya vurmalar sıklaştı, birkaç defa uykumdan uyandım, aralıklarla kapıma geliyorlar. yakında kapıyı kırıp içeri dalacaklar.
    ···
  11. 11.
    0
    çakmağımı çakıyorum. başucumdaki sehpanın üzeri, dik konumda bazılarında uzunca küllerin durduğu sigara izmaritleri; bir kez daha çakıyorum, bir kadının yarı çıplak vücudu; belirsiz tavan, tavan ve tanrı kelimelerinin herhangi bi akrabalığı olup olmadığını düşünüyorum. sonra elimi kanepeden aşağı atıp, kurumuş sümükleri yerinden ederek kanepenin altına koyduğum saati çıkarıyorum. ama elime bir şey daha çarpıyor. onu o delikten çıkarabildiğim de dedemin saatini kullanmaya başlamadan önce kullandığım, taktan, dijital eski saatim olduğunu anlıyorum. çakmağı bir kez daha çakıp saate baktığımda, ekrandan yansıyan alevler arasından toplamda dört olmak üzere, bir adet iki nokta işareti ile ayrılmış, ikişerli sayı öbeğini orada. ateşi biraz geri çekip saate bakıyorum, ama saate ters tuttuğumu farketmeme rağmen orada yazan şu kelimeyi okuyorum, "hE:ll". minicik camdan yansıyan alevler içimi dayanılmaz bir alevle kaplıyor. sadece 11:34 yazdığını görmek için hemen saati düzeltiyorum ama o an saat 11:34'ten 11:35'e geçiyor.

    not: "he:ll" de ki "e" harfini büyük "e" olarak düşünün.
    ···
  12. 12.
    0
    bu bir doğum mu yoksa ölüm mü, alevler arasına atılmak mı yoksa oradan fırlayıp çıkmak mı? thich quang duc gibi kendimi ateşe verip sükunet içinde, tepki vermeden alev alev yanarak canlılığımı hissediyorum. zamanı aklımdan, odamdan, hayatımdan çıkarmış olsam da, aslında beni çepeçevre sarmış olduğunu, açık verdiğim ilk an beni yakalayacağını ve bunun biraz önce meydana geldiğini anlıyorum. giysilerinin, yediklerinin, içtiklerinin, sevdiklerinin, nefret ettiklerinin senin adına konuştuğu, yaşadığı bu berbat dünyaya geri dönüşün bu.
    ···
  13. 13.
    0
    şapkalı katili düşünüyorum, bu kadar korkunç olmayı nasıl becerdi? sebebi neydi? kendinden nefret etmeyen, tiksinmeyen birisi başkalarına karşı nefret besleyemez. içimden biri söylüyor bunu ve koca bir tükürük atıp ardına bakmadan bırakıp gidiyor. sanki nefret ettiği bir adamla konuşmuş gibi.
    ···
  14. 14.
    0
    gözkapaklarım kapalı. dünyaya bakmamak dünyayı çekilir kılmıyor maalesef. kulak kapaklarının olmaması acı verici. duyma algımızı da ellerimizi kullanmadan kapatabilsek. bir de keşke dünya kendi etrafında ve güneş etrafında dönerken, mevsimler geçerken, gulf-streem güney amerikadan aldığı sıcak sularıı kuzeye çıkarırken, kuşlar, balıklar balinalar göçerken, ağaç yaprakları tomurcuk patlatırken ve zaman geçip de dökülmeye başlarken, hayatı hayat yapan gerçek olaylar gerçekleşirken arkada, fon müziği olsa dünya daha güzel bir yer olmaz mıydı? sadece bahane arıyorum, kalkıp köşedeki plağı çalıştırıyorum. artık dünya dönerken bir fon müziği var.

    http://www.youtube.com/watch?v=qjetz4xJZ9o
    ···
  15. 15.
    0
    boyası bakımsızlıktan dökülmüş duvarın tam önünde, zor ayakta duran bir sehpa ve üzerinde minik bir televizyon. antensiz, hiçbir kablo bağlantısı yok, elektrik kablosu dışında. yaşamak için hiç bir sebebi olmayan ama sadece kalbi attığı için hayatta kalan bir adam gibi. ince ince, kulaklarımdan başlayıp beynimin içine doğru kafamı delen karıncalanma sesi.
    ···
  16. 16.
    0
    bunları hissederken, sokakta hayat dedikleri şey devam ediyor. hayat. hayat arabayla iş ve ev arasında gidip gelmek; hayat, karşı cinsle para ezmek; keşlik, alkoliklik vesaire. tüm suç hayata bir organizmaymış gibi yaklaştığımız için. tüm suç onu önemsediğimiz ve anlamaya, daha da kötüsü güzelleştirmeye çalıştığımız için.
    ···
  17. 17.
    0
    saate bir kez daha bakıyorum, bu sefer saatin kendisi dedemin sesiyle söylüyor bana saati "11:34". 11:34. aslında dünyanın tüm saatleri her zaman 11:34 ü gösterir. bunu da hayatın bir suçuymuş gibi gösterebilirsiniz. ama bilmeliyiz ki dünya bizim cehennemimiz.
    ···
  18. 18.
    0
    vücudumu kaplayan ter, beni ıslak bir kütüğe çevirdi. kendimi kaldıramayacak kadar ağır hissediyorum. kolarımı kullanarak, zorlukla vücudumu kaldırıyor ve küçük penceremden koca dünyaya bakıyorum. içi boş parantezlere benzeyen içi boş kıyafetler caddede ilerliyor. bir kısmı dev çamaşır makinelerini andıran ibadethanelerinden çıkıyor, bir kısım ise modern tespih dediğim cep telefonlarıyla oynuyorlar. kazanmak için tüm zamanlarını harcadıkları paralarını önemsizce harcamak için birbirleriyle yarışıyorlar. aynı maddeden yapılan iki ürün düşünün, biriyle kıçlarını siliyorlar diğerine ise hayatlarını harcıyorlar.
    ···
  19. 19.
    0
    modern dünyada bir çok şey şekil değiştirdi. artık tespih yerine smart phonelar, serum yerine şarj cihazları, duygu paylaşımı yerine sosyal medya, su yerine benzin kullanılıyor. insan dediğimiz varlık hayvan kimliğinden bile uzaklaşmış durumda. hayatta kalmak için yapması gereken yiyecek bulma, barınmak, çiftleşmek eylemleri değilmiş gibi davranılıyor.
    ···
  20. 20.
    0
    yine damarlarım kabardı, tüylerim havalandı ve sesleri su altındaymışım gibi duymaya başladım. aşağı bakmaktan vaz geçerek kesilmiş koca bir ağaç gibi kendimi bırakıyorum, ve dökülmüş rengarenk yaprakların arasına bırakıyorum kendimi. geldiğim yere huzurlu bir şekilde döndüğüm güzel bir hayal kurarak uykuya dalıyorum.
    ···