-
1.
+17Şukularınızı esirgemeyin.Tümünü Göster
Dr. Sönmez işini sever. Çok temiz ve beyaz bir ofiste çalışır. Resepsiyondaki personeli de ofisine benzer- zayıf, sarı saçlı ve beyaz tenli, büyük göğüslü, pembe dudaklı bir kadın. Farklı pozisyonlarda eğik tablolar duruyordu. Tavanda da pembe ışık yayan bir ışıklandırma mevcut. Üstelik seramik karo döşemeler de lekesiz. Ofisinin önünde adının ve ünvanının yazıldığı küçük tabeladan başka hiçbir şeyi yok; Dr. Aylin Sönmez III, Plastik Cerrah.
Dr. Sönmez kötü bir adam değildir. Yeri geldiğinde güler. Kendisinden beklendiğinde gülümser. Bir ailesi var, bir köpeği var. Her ikisine karşı da iyimserdir. Sigara, içki içmez, küfürlü ve kaba sözler kullanmaz. Sadece 1.68 boyunda , kulakları ve saçını çevreleyen ağarmış saçlarıyla ufak tefek bir adamdı. Büyükbabası gibi, babası da bir cerrahtı. Onların mesleklerini ve adlarını taşıyordu Sönmez. Ve daha fazlasını.
Sönmez ailesinin uygulamalarında ve çalışmalarında , kendilerine has yönleri ve üslupları vardı.
Dr. Aylin Sönmez'lerden yaşayan ve şu an mevcut olan tek kişi Dr. Sönmez, tipik işlemler yapar. - Liposuction, yüz gerdirme, Botox- Bunları uykusunda bile yapabilir. Bu tür şeyler müşterilerin sadece %99'uydu. Hastaları onun çalışmasına deli olurlar. Onun hastalarına karşı tutumu konusunda bile olumlu ve destekler nitelikte şeyler söylerler. Onun için zor olduğu kadar da . Ama işini sevmesinin nedeni bu değil.
işini %1 için seviyor.
Babası bunun bir seslenme olduğunu söyler. insanları sıradışı yapmak, onları mükemmel yapmak için gerekli olan bir seslenme. Büyük babası 'onlar şişman ev kadınları ile yaşamlarını sürdüremezlerdi' der. Üstün olmak ve başarı göstermek için saflığa ihtiyacı vardı. En iyisi olmak için. Tüm beklentileri aşmak için.
%1'ler özel hastalardı. Kimsenin, ancak onlar bıçak altına girene kadar hasta olduklarını bilmediği hastalar. Dr. Sönmez ameliyathanede %1'in üzerinde çalışıyordu; #1476. Hastası dışında, yalnızdı. Onu alt geçidin yakınlarında değiştirilmesi için yalvarırken buldu. Gerçekten mide bulandırıcıydı, iğrençti. Kolları iğne izleriyle kaplıydı ve saçları yığınlar halinde dökülüyordu. iki tırnağı ekgibti. Dişleri çarpık kent silüeti gibi görünüyordu. Kendi idrarı üstünde oturuyordu. işediğini fark etmeyecek kadar sersemdi.
O mükemmeldi. -
2.
+6Bugün, doktor onun bacaklarını tıraş ediyordu. Bacaklarındaki kılları değil, tabii ki de. Hiçbir kıl sağ kalmazdı. Hayır, Dr. Sönmez onun derisini yüzüyordu. Ona mükemmel bir 5 beden yapıyordu. Sönmez tek sayıları sever.Tümünü Göster
1. 1476 hareket edemiyor. Masaya bağlı da değildi ama felç edici enjecte edilmişti. Çok zekice bir alet bu, çünkü hasta hareket edememesine rağmen hala neler olduğunu hissedebilirdi. Bu işlem, dönüşümün bir parçasıydı, babasının da her zaman söylediği gibi.
Aslında oturur pozisyona dayalıydı, gözleri açık yapıştırılmıştı. Dr. Sönmez sihrini gerçekleştirirken %1'ini seyretmeye bayılırdı. #1476 şimdiye dek iyi bir hastaydı. Sönmez onu ofisine getirdiği zaman çok çığlık atıp bağırmamıştı. Muhtemelen doktorun ona cinsek ilişkiye girmesi için para teklif edeceğini sanmıştı. Doktor tabii ki de hiçbir hastasına o şekilde yaklaşmazdı. Sıkı ahlaki prensipleri vardı. Şimdi de bağıramıyordu hasta, çünkü kısmen felçliydi ve alt çenesi çıkıktı. Çene kurtarılmak için fazlasıyla çürüktü. Dili de çenesinin olduğu yerde sallanıp duruyordu. Yanaklarına çarptığında ise korkunç bir gürültü oluşturuyordu, bu yüzden de Dr. Sönmez kulaklık takıyordu. Hastanın ayaklarındaki nasırlı deriyi yüzmek için bileyicisini kullandığında, Bach'tan yatıştırıcı bir parça doktorun kulaklarında yankılanıyordu.
iyi gidiyordu. Kemikleri yeterince kolay kopuveriyordu. Kan her zaman bir sorundu. Kendisi işini bitirdikten sonra gelip temizlemesi için birileri gerekiyordu. Hastanın salyaları da biraz problem yaratıyordu. Ancak Dr. Sönmez çok sabırlıdır. Sakince hastanın başını biraz eğip yana yatırarak salyaları temizliyordu. #1476 çok müşterek olmaya başlıyordu.
Ameliyathanenin telefonu çalmaya başladı. Bu, işinin yarıda kesilip aksamasını sevmeyen Dr. Sönmez'i rahatsız etmişti. Ama sol bacaktaki işini neredeyse bitirmek üzereydi. Kanamayı engellemek için damarları pensledi ve telefona ulaştı.
"Evet?"
Resepsiyon çalışanlarından birisiydi. Görüşmeyi talep eden bir hasta olduğunu açıkladı.
"ismi?" Sakin bir şekilde sormuştu.
"Hande"
"Yirmi dakika." telefonu kapattı.
Hande bir müşteriydi. Doktorla aylar önce tek bir işlemi tercih ettiği konusunda görüşmüştü. Ses tellerinin alınmasını istemişti, böylece sesi daha genç çıkabilirdi. Sesinin ne kadar genç çıkmasını istediği sorulduğunda "Dokuz" cevabını vermişti. Dr. Sönmez, saygınlığı ve profesyonelliğinden ötürü isteği kabul etme mecburiyetinde kaldı ve ameliyatı gerçekleştirdi. Başarılı geçmişti.
Ama o tarihten itibaren müşteri, doktoru daha ve daha fazla büyük işlemler yapması için rahatsız edip duruyordu. Önce bir çocuğunkine benzer olması için göğüslerini aldırmak istedi. Doktor isteğini yerine getirerek onu memnun etti. Daha sonra vücudundaki tüm kıllardan kurtulmak istedi. Tekrar doktor onu memnun etti ve isteğini yerine getirdi. Ama her seferinde doktorun işlemlerine habersiz , bildirilmemiş olarak ve acilen görülmeyi ister bir şekilde giriyordu. Ancak sürekli ve sadık bir müşteri olduğundan beri, doktor onun bu tavır ve davranışlarına izin veriyordu. Doktorun da onun bu tuhaflığına karşı merakı uyanmıştı. Ama şu anda #1476'nın kanına bulanmış bir haldeydi. Hastanın sol ayağının şeklinden memnun kaldı. Her iki ayağı da bugün bitirmeyi planlamıştı fakat sağ bacak yarına kadar bekleyebilirdi.
"Bugün iyi iş çıkardık" dedi Dr. Sönmez #1476'ya. "Bir hafta kadar bacağını kıpırdatma, sorun çıkmamalı. Bandaja da dokunma. Elini tekrar kırmamayı yeğlerim. Ancak kurcalamakta ısrar edersen, diğer birini yapmak zorunda kalacağım."
Eldivenlerini çıkardı ve ellerini yıkadı. Ameliyathanenin tertipsizliğinden hiç hoşnut olmamıştı, hiç istenmeyen ancak kaçınılmaz olarak katlanılan bir durumdu bu. Telefona geri döndü, resepsiyonda çalışanlardan biri cevap verdi;
"Buyrun?" Tatlı, hareketli bir tonda sormuştu.
"#1455 lütfen gelip #1476'yı alın ve yatağına geri zütürün. Ayrıca gelip temizlemesi için #995'te gerekiyor."
"Anlaşıldı."
Dr. Sönmez hafifçe telefonu kapadı. Ameliyathaneden çıkarken arkasına hiç bakmadı. Ardında kalan beyaz kapıyı kapattı. -
3.
+4Hizmetçi yerini unuttuğunda Elif beğenmedi. "Anne , ne söyledin ? ". Tırnağını derine itti.Tümünü Göster
Annem boğazını temizledi. "Üzgünüm Elif ,. Ben Uras'ı kastetmiştim. Sadece görmek için gelmiştim."
Elif "Kardeşim." dedi. "Evet tabiki. Kardeşinin bana ihtiyacı olup olmadığına bakmak için geldim."
Hande tırnağını kaldırdığında Uras ağlamaya devam etti."Ezik bir bebek gibi altındaki bezi değiştirmesine ihtiyacı var.". Kız tekrardan aydınlandı. "Ellerimi yıkayım. Ardından babam beni doktora zütürsün. "
Annem banyodaydı. Ellerini yıkadı. Kız aynaya baktığında tekrar 40 yıl sonraki yansımasını gördü."Defol." Aynaya baktı çığlık attı. Görüntü kayboldu.
Babam doktora zütürdü. Pek fazla konuşmadı. Bu iyiydi. Elif arabadayken okulda sesinin nasıl güzel olacağını düşünüp heyecanlayordu. Ofise vardıklarında babasını yanağından öptü. Babası sadece biraz irkildi.
Ofisin içine doğru yürüdü. Masanın arkasında 2 kadın oturuyordu.Ürkütücü görünüyorlardı.
Hande şarkı söyler gibi doktoru görmeliyim dedi.
Kadın gözlerine bakara randevunuz yok dedi. Sesi tatlı fakat düzdü.
"Randevuya ihtiyacım yok , doktoru görmeliyim." Hande karanlığın tekrardan büyüdüğünü hissediyordu. Elif sarışın kadının önüne baktı. Artık ondan çok daha iyi düşünüyorlardı.
"Ben bir anne değilim. Ben küçük bir kızım."Elif sıkıca tutuğu yumruğunu aniden bıraktı. Hande güneş gibi gülümsemesiyle geri döndü.
Masanın arkasındaki kadınlar birbirine baktı. Birisi yavaş bir gülümsemeyle ona döndü. "Doktor Sönmez'den randevu alacağım. Adın ne küçük kız ?" Küçük kız kelimesi diline bozuk süt deymiş gibi hissettirdi. "Hande"
Hande doktordan randevu alabilmek için yarım saat beklemek zorunda kaldı. Doktoru özel muayene odasına zütürmüştü. Doktoru uzun boylu ve daha yakışıklı düşündü. Ama büyük bir çalışma masasındaki küçük bir adamdı.
"Senin için ne yapabilirim?"
Hande , Elif'in karanlığının geldiğini hissetti. Elif derin bir nedef aldı. "Sesimin daha genç hale gelmesine ihtiyacım var." "Neden ? " . Doktorun sesine hiçbir etkisi olmadı. Doktor masasındaki kağıtlara baktı fakat hiçbirşey yazmıyordu. Hande cevaplamaya çalıştı fakat Elif onu aşağıya itti. "Mutlu bir çocukluğum vardı doktor. Ailem beni seviyordu. Bana herşeyi verdiler. Ben küçükken öldüler."
"Nasıl öldüler? " . Doktor Sönmez gerçekten ilgilenmiş gözüküyordu.
Hande patlama yüzünden dedi. " Kazaydı." Ne olduğunu bilmiyorum. Ben sadece babamın silahıyla oynuyordum ve ..
"Yeter". Elif boğazına elini koydu. Onlar öldükten sonra artık hiçbirşey mutlu olmadı.O mutlu zamanlara geri dönmek istiyorum. Uras'ın kredi kartını çıkardı. Karşılığı neyse ödemek istiyorum. Kocamın sınırsız bir güven fonu var.
Doktor Sönmez kartı elinden aldı ve yavaşça okumaya başladı. "Kaç yaşında ki gibi bir ses istiyorsunuz Bayan Yılmaz ? "
Elif bırakıp gitti ve Hande'ye o köpüren ışık geri geldi."9 yaşındayım. 9 yaşındaki sesimi istiyorum. "
Doktor Sönmez ilk kez gülümsedi " tamam Hande" . Ses tellerini basitçe traşlamamız gerekiyor. Kocan ses tellerindeki değişimi umursayacak mı ?
Hande güldü. " Annem ve babam için ödeme yapıyorum." -
4.
+5#995 hatırladı. Oldukça iyi bir hafızası vardı. Doktor fotoğrafik hafızası olduğunu söyleyebilir ama şimdiye kadar yalnızca bir doktora göründü. O doktor da hafızasıyla pek ilgilenmedi.Tümünü Göster
2. 995 Yaşadığı tüm kötü hatıraları hatırlar.
Bu özel günde, o iç odaların lazımlıklarını temizliyor. Burada yirmi iki farklı kişiye ait yirmi iki lazımlık var. Her biri boşaltılmalı, fırçalanmalı ve yerine konulmalı. 15 tanesinin genital organlarını temizlemek gerekli. Altı tanesi kendi kendini temizleyebilir. Ve bir tanesinin temizlenecek cinsel organları dahi yok.
Burası o kadar gürültülü bir yer değil. Bazen çığlıklar oluyor ancak genellikle acının sesi hakim. #995 düzgün kulaklara sahip, bu yüzden her şeyi duyabiliyor. Barış'a kulaklarını koparmasını söylüyor ancak Barış reddediyor ve geçmişi değiştiremeyeceğini iddia ediyor.
3. 995 #1470'in odasına giriyor. Başlangıçta oldukları gibi o da yatalak. Vücudu mükemmeliyet için iyileşmeye devam ediyor. Yüzü hariç tüm vücudundaki bandajlar alınmış. Her zaman güzel bir yüzü vardı. #995, #1470'in iç odadaki ilk gecesini hatırlıyor. Duvarlarda dövülmüştü. Çığlık atmış ve tehtid edilmişti. Barış'ın düzeltmeleriden önce uzun bir adamdı artık ürkütücü bir yüz ifadesi kazanmıştı. Yüzünün öfkeden ve korkudan kızarmış hali dahi mükemmeldi. Gözleri ve elmacık kemikleri arasında tamamiyle simetri vardı. Kendini yatak çarşafıyla asmaya çalışırken dahi yüzü çok güzel görünüyordu. Barış için o yanakları burnu ve dudakları kesmek zor olmuş olmalı. Barış mükemmeliyeti sevmişti. Ancak işini daha çok.
4. 995 15'in altına lazımlığını koyuyor. 1470'in gözleri ona yalvarıyor. Neredeyse sesli olarak konuşuyor gibi görünüyorlar. "Öldür beni" Elbette #995 böyle bir şey yapamaz. Ek olarak, iç odada herkes bu bakışa sahip. Buna büyük bir alışkanlığı var.
5. 995 daha fazla lazımlık getiriyor fakat son odada oyalanıyor. Bu 1459'un odası. Kapıdan uzakta yüzünü duvara dönmüş bir şekilde duruyor. Kıyafet giymesine izin verilen tek hasta. Dar kesim bir beyaz hemşire kıyafeti giyiyor. Herkes gibi saçları uzun ve sarı. Yalın ayak fakat yanında bir çift topuklu ayakkabı var. Hareket etmiyor. #995 biraz daha yaklaşıyor. Değişimi görmek her zaman için heyecan verici.
Kimse onun yaklaşık bir yıl önce kapısını yalnızca kargo görevlilerine açan bir orosbu olduğunu en ufak bir şekilde tahmin edemez. #995 hatırladı. O, sessiz bir şekilde gelmişti. Daha önce kabullenmiş gibi. Barış bundan zevk almış olmalı. Numaralarının yaptıklarından takdir eder gibi davranmaları hoşuna gider. Yaptıklarının onların hayatlarını iyileştirdiğine inanmak hoşuna gider.
6. 1459 onu aniden fark etmiş olmalı ki yüzünü ona döndü. Yüzü gülümser gibi yapıştırılmış. Makyajı yüzüne dövme yapılmıştı. Derisi o kadar gergindi ki, kafasını eğdiğinde acıyordu. "Merhabalar Efendim" gülümsemesi son bulmuyor. "Doktor beni mi çağırdı?"
7. 995 kafasını hayır manasında sallayıp yere baktı. #1459 biraz kıkırdadı. "Önemli değil efendim, Beni çağırdığında hazır olacağım." Bununla birlikte yüzünü tekrar duvara döndü.#995 yavaşça dışarı çıktı.
Son lazımlık #1101'e zütürülmeli.
Son lazımlık #1101'e zütürülmeli. Odasından korkunç bir koku yayılıyor. Diğerlerinden çok daha beter. O burada #995 hariç en eski numara. Geriye kalanlar ya dönüştürüldü ya da öldü. Veya ikisi birden. Ancak #1101 dirençli. Belki de Barış'ın onunla bu kadar yıl çalışmaya devam etmesi bu yüzdendir. O kadar çok operasyon geçirdi ki, gerçek derisinin hala kalıp kalmadığı şüpheli. Kemikleri o kadar çok kırılıp yeniden kaynadı ki, muhtemelen iki, iki buçuk santim uzadı. Ancak o kadar yıla rağmen inatçılığını sürdürdü. Barış ağzını defalarca tekrar ve tekrar dikti çünkü ona en ufak bir konuşma şansı verilseydi, lanetler okurdu. Kavgasından asla vazgeçmedi. Eğer bacaklarını hareket ettirseydi, onu tekmelerdi. Dişleri olsaydı ısırırdı. Barış sonunda tüm dudaklarını da almak zorunda kaldı. Dişleri gitmişti. Göz kapakları da. Ayrıca #995'in gördüğü cinsel organları alınmış tek denekti. Tüm sahip olduğu pürüzsüz deri ve deliklerdi.
8. 995 onun geldiği ilk günü hatırladı. O zaman #1459 gibi değildi. Gece vakti ailesinden kaçırılmıştı. 16 yaşındaydı. #995'ten bir kaç yıl daha genç. Toprak kokan tombul bir çiftçi kızıydı. Etekleri tozlanmış mavi bir gecelik giyiyordu. Barış'ın onu iç odaya koymasından yalnızca bir kaç saat sonra uyanmıştı. ilk bir kaç dakika hiç bir şey söylemedi. Hücresinde dolaşıp tırmanacak bir nokta aradı. Ve o gece, o ilk gece ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Koridorda her yeni gelen numarayı izlediği gibi izleyen #995'e "Hey sen" diye seslendi. Etrafına bir süre kafası karışık şekilde baktıktan sonra sesin ondan geldiğini anladı. "Sen mi koydun beni bu yere" dedi. Ses tonu sakindi. Kendindeydi. Duvarları dönmeyecek veya ağlamayacaktı. Çevresini ölçüyordu.
9. 995 yalnızca başını salladı ve başka yöne baktı. #1459 kafasını toparladı. "Bana da sana yaptıklarının aynısını mı yapacaklar?"
Kız #995 gibi görünüyordu. Sonra tekrar yaraya baktı. Yaranın iyileşmesi yıllar sürebilir. Barış'ın %1 iydi. Barış 8 ay boyunca sadece onun için çalışmıştı. ilk başlarda acemi bir cerrah , sonralarında ise babasının koruması altında acemi bir kuş gibiydi. #995 te birkaç hata yapmıştı. #955 yaptığıc herşeyi hissetti.
Ama şuan #995 kafasını sallamanın ne olduğunu bilmiyordu. Tabiki sesli cevap vermedi. Yalnızca kendini kollarıyla sarmaladı. Mide ki kadar dokuyu kendince kazmıştı. Ama sinir uçlarının hepsini burada kaybetmişti.
10. 1001 odanın kapısını parmaklarıyla sıkıştırdı " yaklaş".
11. 995 kararsızdı. Fakat kapıda duraksadı. #1101 nazikçe gülümsedi. #995 çocukluğundan beri bu kadar güzel bir gülümseme görmemişti.
"Bir adın var mı?"
12. 995 kafasını evet manasında sallayıp ona boynunu göstermek için arkasını döndü. Boynunda koyu kırmızı renkte numaralar dövme yapılmıştı. 9 - 9 - 5. Acıma veya küçümseme dolu bir yüz görmek için arkasını döndü. Ancak acıma veya küçümseme yerine aynı nezaketi gördü. "Benim de ilginç bir adım var. Amaryllis, bir çiçeğin ismi. Ama doğrusu bir çiçeğe benzediğimi söyleyemem." iki elini de parmaklıklara dayayarak hareket etti. "Bana bunu unutmayacağın konusunda söz vermen lazım. Benim adımı unutamazsın. iddiaya girerim ki, bana da o numaralardan verecekler. Ama onlar gerçek değil. Ben gerçeğim. Sen gerçeksin. Anladın mı?"
13. 995 yavaşça başını salladı. Ardından Barış'ın onu cəzalandıracağını bile bile bir şey yaptı. Düzgün olan elini parmaklıklara bastırdı ve onun eline dokundu. Derisini hissedebilirdi, terlediğini. Doktor Barış Sönmez II, onu ölü annesinden zorla aldığından beri ilk defa bir bağlantı hissetmişti.
Bundan sonra ona hiç dokunmadı. Ve onunla hiç konuşmadı. #995 onu kırküç yıl boyunca her gün gördü. Fakat ilk geceki tanımayı göstermedi. Fakat her gün #1101 ona aynı nezaketi göstedi. Bütün operasyonların ardından kapakları olamayan gözlerine rağmen.
Ama bugün yoğun bir kokusu vardı. Ama ne yazik ki #995 in kokusuydu.
"O öldü , öldü mü ? " Barış #995 in arkasındaydı. Odada durup birlikte bakıyorlar. #1101 sonunda öldü. Barış gülümsedi. Gurur duydu. "#995 bu harika bir haber. Onun odasına almak için yeni birini buldum." -
5.
+4Beyler kısa (aslında kısa değil) bir part atıp kaçayım. Yarına daha güzel ilgi gelirse jet gibi devam edicem. Yanlış anlamayın 3-5 okuyan olsa da bitireceğim. Yarın bitirmeyi planlıyorum. iyi geceler.Tümünü Göster
Uras, gözçukurlarından akan iltihabı hissedebiliyordu. Göz kapağının köşesinden işkence edermişcesine yavaşça aktı, üst dudağında toplandı. Kokusu çok berbattı. Silebilirdi ancak her zamanki gibi kolları yatağa bağlıydı. Neredeyse üç yıldır bu yataktaydı. Bir o kadar zaman da eski püskü pijamasını giyiyordu. Kumaşın üstündeki mavi çizgiler, vücut sıvılarının lekeleri yüzünden solup kararmıştı.
O zamanlar çok aktif bir adamdı. Dağ bigibletçiliği ve koşu yapmaktan keyif alırdı. Gündüz-gece hayatı oldukça yoğundu. Ailesinden gelen sonsuz para tedariği, ona dilediği her şeyi yapmasına imkan sağlıyordu. Gönlünü kaptırdığı striptizciyle evlenmesine bile.
Ancak şu an yatağının içinde hareket edebileceği santimlik boşluklarla kısıtlanmıştı. Tüm bunlara rağmen kasları, boynunu bile taşıyamayacağı kadar fena körelmişti. Yatak yaraları solan vücudunu kaplamıştı. Can sıkıntısı onun günlük mücadelesiydi. Asma tavana yerleştirilen her taş yünü kaplamayı yüzlerce kez saymıştı. Güneşin ve ayın örüntüsünü biliyordu. Olabildiğince uyuyordu ama ağrı ve acıları onu uyanık tutuyordu.
Banu da olabildiğince onu kontrol ediyordu. Kırklı yaşlarında çekingen, utangaç bir kadındı. Uras'ın gözlerine bakmakta zorluk çekiyordu. Onun yaralarını tuvalet ispirtosuyla yıkıyor, özür dilediğini mırıldanıyordu. Bir hemşire değildi ama kana alışıktı. Uras onu polisi araması için sürekli rahatsız ediyordu. Ona para teklif ediyordu, hayal ettiğinden çok daha fazla para.
Ama o asla teklifi kabul etmedi. Uras da onun asla kabul etmeyeceğini anlamıştı. Nadiren Mehmet'i görürdü, onun kocasını. Ama onu bazen başka bir odada duyardı. Mehmet'in kucağına oturmayı severdi, edepsizce kıkırdardı. Banu hiç ağlamamıştı, ama Mehmet'in ağladığı oluyordu.
ikisi de düğünlerine katılmıştı. Banu yıllarca onun için çalışmıştı. Bir hizmetçiden çok bir arkadaştı. Uras onları ve çocuklarını da davet etmişti. Banu davetten memnun kalmış gibi görünüyordu, yeni gelinden şüphelenip onu uyarmasına rağmen.
Ama Banu bugün henüz ziyarete gelmedi. Güneşin konumunu hesaplayarak saatin 11 olduğunu tahmin etti Uras. Kimse ona yardıma gelmeden önce kendini kaldırmadı için Banu'yu bekleyebilirdi. iltihap üst dudağından biraz daha uzağa, alt dudağına akmaya devam etti.
Kusmak istiyordu, ama vücudunda hiçbirşey yoktu. O birden bire habersizce kapıda belirdi. -
6.
+1Eğer Uras hareket edebilseydi, irkilip geri çekilebilirdi. Geçmiş birkaç ay önce kendini korkutucu bi hale çevirmişti. Sesi anormal bir şekilde yüksekti. Göğsü tamamiyle dümdüzdü. Bazen yalnızca Disney temalı iç çamaşırlarıyla yürürdü. Bugün saçının iki yanına kurdele bağlamıştı ve Mickey Mouse kostümü giymişti ki büyük ihtimalle cadılar bayramı eşyaları satan mağzadan almıştı. Kostüm ona çok küçük geliyordu ama o idare ediyordu. Uras konuşmadı, çünkü şu anda dudaklarını kaplayan şeyi tatmak zorunda olacağından korkuyordu.Tümünü Göster
"Uras," kokunç tiz sesiyle alay eder gibiydi. "Benimle oynamak ister misin?"
Uras gözlerini sıkıca kapadı. Evlendikleri günü düşünmeye çalıştı. Orda elbisesiyle çok güzel görünüyordu. Uras'a biraz tuhaf kaçmıştı çünkü Cinderella'nın filmindeki elbisenin tıpatıp aynını giymişti.Ama onu, istediği her şeyi verecek kadar çok seviyordu. Karşılama için kapkek ve sosisli sandviçleri vardı. Dj'de Kids Bop çalmıştı. Ancak partiye katılan kişiler hiç olumsuz bir şey dememişti. Sadece kasılarak gülümsemişlerdi. Aileleri her şeyi eleştirecek kadar asabi olsalar bile.
"Uras! Neden beni takmıyorsun?" Sesi çok yüksekti. Ama Uras gözlerini açmayı reddediyordu.
Tanıştıkları striptiz klübünde "Cici Kız" olarak anılıyordu. Küçük cici kız tarzıyla yaramazlık yapardı, bu da ona para kazandırırdı. Adamlar onun al yanaklarını, iki yandan örgülü saçlarını ve büyük göğüslerini beğenirlerdi. Ama Uras bundan ötesini görmüştü; Gözleri, güzel ve masumdu. Onunla dans edebilmek için 900$ ödemişti. Tüm zamanlarını konuşarak harcamışlardı. Uras'a ailesinin korkunç bir kazada nasıl öldüğünü ve olaydan sonra hayatta kalmak için bu işi yapmak zorunda kaldığını anlattı. On bir yaşındayken dans etmeye başlamıştı. Uras da ona yalnızlığından yakındığını ve düzelmek istediğini anlattı. Uras'ın kucağını bir çocuk gibi oturmuştu. Kelimeleri açıkça hatırlayabiliyordu. "Sen diğerleri gibi değilsin."
"Uras!"
Boğazındaki keskin acıyla anılarından geri döndü. Ağladı, kesildiğini fark ediyordu. iltihap, ağzından göğsüne doğru indi. Uras'ın üstünde duruyor, çocuklar için emniyetli bir çift makas tutuyordu. Kan yüzünü benek benek yapmıştı.
"Oyun zamanı küçük kardeş!" makasları aldı ve çapraz balde Uras'ın boğazına tuttu. "Üç taş oyunu."
Uras çığlık atmaya çalıştı ama kan boğazına takılmıştı, birden boğazından akan kan ağzından fışkırdı, göğsüne doğru kan kustu. Ve kan cildini kremsi kırmızıya buladı.
Onun yüzündeki ifade birden değişene kadar güldü. Tek kelime çıktı ağzından; "***."
Uras bilincini kaybediyor olduğunu hissetti. O nun annesine ve babasına seslendiğini düşündü, Banu ve Mehmet koşarak geldi. Bir hareket ve telaş içindeydiler, ve Uras kendinden geçti.
...
"O ölemez."
Uras'ın bilinci yerine geldi. Elif'in sert bir şekilde konuştuğunu duydu. Etrafında oturan insanlar vardı. Gözlerini açtı ama görüşü bulanıktı. Bir çok yüz yığılmıştı üstüne.
Ve daha sonra bağlanmamış olduğunu fark etti. içini bir rahatlama kapladı. Kolunu kaldırmayı denedi, ama tüm gücü yüzüne dokunmaya yetebildi ancak. Gözü artık acımıyordu. Hatta gülebilirdi. Etrafındaki insanlar hareketlenmeyi fark etti.
"Onu bağlamalı mıyız?" Elif'in sesi endişeli çıkmıyordu.
"Hayır. Kıpırdayacak gücü yok, kas dokuları yeterince zedelenmiş" Bu bir adamın sesiydi. Sakin ve soğukkanlıydı. Uras gözünü kırptı ve onun görünüşüne odaklanmaya çalıştı. Görüntü biraz daha açık olmaya başladı. Rutubetli ve soğuk bir odada, sert metalden yapılmış yataktaydı. Elif ve yabancı kişi onun yanında durdu. Banu ve Mehmet'in uzakta bir arada durduğunu hayal meyal gördü. Tepelerinde asılı tek bir elektrik lambası vardı. Soldan sağa sallanıyordu. Banu lafa girmeye çalıştı "Belki eğer biz... "
"Anne, kapa çeneni." Elif ona bakmamıştı bile. Onun yerine eğri büğrü suratında büyük bir gülümseme parladı. "Şanslısın, o ölmedi. Eğer ölseydi o kıymetli patates surat evlatları da ölürdü." Acımasızca güldü.
"Onların çocuklarını da mı aldın?" diye sordu adam hiç şok olmaksızın, kaygısızca. Sesi tamamiyle hissiz, duygusuzdu. "Rusya'daki bir fabrikadalar. Giysi ya da onun gibi bir şeyler yapsınlar diye oraya gönderdim. Söyleyeceğim tek şey; küçük bir kaza geçirecekler. Elif gözlerini Uras'dan ayırmadı.
Uras konuşmaya çalıştı ama konuşacak durumda olmadığını fark etti. Daha sonra da boynunda bir acı olduğunu hissetti. Elini, boğazını tamamiyle kaplayan sargıya zütürdü.
"Ona dokunma." Adam konuşmuştu. "Seni dik tutmak için biraz zaman alacak." Elif gülümsedi. "Doktor Sönmez en iyi doktordur. Beni güzelleştiren tek kişi. Seni ona vermeye karar verdim." kıkırdadı. "Mucizeler yaratır, bilirsin."
Doktor Sönmez kendine gülümsemesi için izin verdi. "Çok naziksin Hande." Doktor eldivenli eliyle Uras'ın sağlam gözüne baktı. "Bayağı uğraştıracaksın beni genç adam. Ama senin için en iyi görünüşü yapacağız." Başka birine döndü. "#995, #1477'nin rahat ettiğinden emin ol. Yarın kalan gözünü çıkaracağız."
Uras panikledi ve doğrulmaya çalıştı. Hareket etmeye veya herhangi bir şey yapmaya çalıştı. Ama sadece masaya düştü. Elif onun bu haline güldü. "Tam bir aptalsın Uras." Alay ederek ona eğildi. Uras daha sonra bir gümbürtü duydu. Sağlam gözünü açtığında Elif'in onun yanına düştüğünü gördü. Farkında değil gibi görünüyordu. Uras yukarıya doğru bakmaya çalıştı, ama sadece Doktor Sönmez'in taşıdığı büyük nesnenin parıltısını gördü.
"#995," dedi doktor sabırlı bir şekilde. "#1478 için ayrıca bir odaya ihtiyaç var." Doktor Sönmez arkasını dönerek Banu ve Mehmet'e doğru yöneldi.
"Lütfen... " Mehmet'in sesi titriyordu. "Hiçbirşey söylemeyeceğiz, asla hiçbirşey söylemeyeceğiz."
Doktor, Mehmet'in sesini hiç duymamış gibiydi. "Siz ikinize gelince, artık hizmetinize gerek kalmadı." Uras, Banu'nun çığlığını duydu. Hava da iki patlama sesi duyuldu. Ve ardından iskeletlerin yere yığıldığı iki güm sesi.
Doktor Sönmez, Uras'ın göz hizasına bakmak için eğildi. Uras onun yüzünü açıkça görebiliyordu. Gözleri açık maviydi, beyaza yakın.
"Benden af dilemen gerekiyor #1477. Lütfen kötü bir adam olduğumu düşünme. Sadece yeni dört hasta için ayıracak zamanım yok. Bazen bazı müşterilerinin gitmesine izin vermen gerekir." -
7.
+1Barış oldukça iyi bir çocuktu.Tümünü Göster
Tüm sebzelerden nefret ederdi. Dişlerini fırçalardı. Geçmiş hakkında konuşmazdı. Annesinin ona hergün aynı kıyafetleri giydirmesinden şikayet etmezdi. Diğer çocuklar , hergün aynı kıyafetleri giydiği için onunla dalga geçerdi.Pis değildi ve hiçbir zaman geç kalmazdı. Ev ödevlerini yapardı. Ev ödevlerini severdi , özellikle biyolojiyi.
Barış birkaç şeyi sevmezdi. Babasını sevmezdi. Kardeşini sevmezdi. Diğer çocukları sevmezdi. Hergün giydiği dar gelen siyah ayakkabılarını sevmezdi.Ama hiçbir zaman şikayet etmedi. Çogu zaman susar fazla konuşmazdı. Sorularını mümkün olduğunca kısa sorardı.
Diğer çocuklar ona "acımasız" diye lakap takmışlardı. Arkadaşı yoktu. Birisi ona vursa ayağa kalkar , üzerini temizler ve sessiz kalırdı. Bu noktada seslenmezdi. Herhangi bir yüksek sesi sevmezdi. Diğer çocuklar onu duygudan yoksun olarak görürdü. Diğer çocuklar ona kötü şeyler yaptığında , üzerini soyduğunda Barış küçük vucudunun üzerini örtmezde , yürümeye devam ederdi.Çocuklar güldükçe gülerdi. Dilenci değildi. Sakince yürümeye devam eder ve yanlış yere koyulan kıyafetlerini toplardı.
Annesi hiçbir zaman çocukluktaki bu eziyetleri bilmezdi. Annesi onu delicesine severdi. Kişisel kontrollerini yapardı. Bebekliğinde bile nadiren bağırmıştı. Doğumu kolay olmuştu ve kolaylıkla 2. çocugu kabul etmişti. Diğer oğlu Barış'in tam tersiydi. Sürekli ağlardı. Muhtaç ve gürültülüydü. Sıkça pislerdi.
Ama Barış - Barış mükemmeldi.
Liseden mezun olduğunda annesi yardım etmedi ama ağladı. Tıp okuluna gitmeyi planlıyordu. Babası onu kendisi gibi cerrah olması için zorluyordu. Babasıyla aynı fikirdeydi. Annesi duygularını kontrol edemiyordu ve yanağından gözyaşları süzülüyordu.
Kocası soğukkanlılıkla " Kendini utandırıyorsun " dedi.
Liseyi memnuniyetle bitirmişti fakat bu sefer diğer çocuklar onu yalnız bırakmıyordu. Onların acımasızlıkları artık sıkıcı gelmişti. Diğer çocuklar güçsüz küçük kardeşine odaklanmışlardı. Ama Barış küçük kardeşini sevmiyor ve ona ne yaptıklarını umursamıyordu. Kardeşi hastanelik olduğunda umursamamıştı. Daha önemli şeyler hakkında düşünüyordu.
Tıp okulu oldukça kolay olmuştu. Okulu iyi gidiyordu. Tüm derslerden A almıştı. Resim hariç. Resimi anlamıyordu. Bu noktada hiçbirşey görmüyordu. Hayvanların karmaşık iç diyagramlarını çizmek onun projesiydi. Öğretmeni , çalışmasına yaratıcılık eklemesini söyledi. Sonrasında Barış hayvanları düzeltti. Dişlerini daha uzun ve pençelerini daha keskin yaptı. Tekrardan denedi ve mükemmeldi. Ama öğretmeni bu yaratıcılığın mükemmel olduğunu düşünmüyordu.
Sınıfta düşüktü. Diğer türlü Barış ideal bir öğrenciydi. Sınıfta hiç konuşmuyordu veya diğer öğrencilerin dikkatini dağıtmıyordu. Bütün ödevlerini zamanında ve kusursuz biçimde yapıyordu.Öğretmeni onu özlerdi.
Ama Barış onları özlemezdi. Onları sevmezdi. Birkaç şeyi hiç sevmezdi. Ama annesini severdi. Annesi tombul , kıvırcık kahverengi saçlı birisiydi. Küçük bir alman aksanı vardı. Babası internetten tanıştıklarını söylüyordu. Diğer türlü Barış sipariş bir gelin olduğundan şüpheleniyordu. Barış olduğunda 16 yaşından büyük değildi. Aksanını oldukça yoğun kullanıyordu. Ama Barış'nin babası ona düzgün konuşmasını öğretmişti. Dışarıda bu durumda olmasını istemiyordu.
Ama Barış kelimelerindeki kapalı aksanı seviyordu. Barış daha çocukken Almanca şarkılar söylüyordu. Babasının duymaması için şarkıları sessizce söylüyordu. Barış hala almaca şarkılardaki kelimeleri biliyordu. Barış dokunmadan nefret ediyordu ama annesini kıyafetlerini giydirirken veya banyo yaptırırken dokunmasından nefret etmiyordu. Günlük banyoya alışmıştı. Küvette iken konuşmuyordu ama birgün yanlışlıkla fırçanın derisine değdiğini hissetti. Anne sütü ile beslenmeye benzer bişeydi. Barış 9 yaşına kadar yeterli anne sütü alacak kadar şanslıydı.
Mezuniyet gecesinde sınıfa veda konuşması yaptı. Okul ona konuşmasını neden yazdığını sordu. Söylenileni yaptı. Diğer çocuklar tarafında yuhalanacağını biliyordu. Konuşma kısaydı. Ailesi ve okuluna teşekkür etti. Gelecek hakkında konuştu. Barış duyguları varmış gibi davranmasını öğreniyordu.
Her zamanki gibi annesi elbiselerini giydirdi. pantalonunu çekti ve fermuarını kapadı. Beyaz gömleğinin düğmelerini ilikledi. Nazikçe gülümsedi. Nefes aldı ve " Çok yakışıklı görünüyorsun " dedi.
Bir kaza oldu. Barış'in küçük kardeşi yine duvara birşey fırlattı. Yüzü onlara dönüktü , kaşlarını çatmıştı. Sertçe " Gitmiyorum " dedi.
Annesi Barış den uzağa bakmıyordu. "iyi . Gitmeni kimse umursamıyor"
Kardeşi lambayı alıp yere attı. "Eğer beni göndermezsen evdeki herşeyi kırarım."
Annesi sinirlice baktı. ""Söyledim , kimse umursamıyor".
Barış boğazını temizledi ama birşey söylemedi. Kardeşi davranış sorunları yaşıyordu. Barış için bu zayıf ve aptal demekti. Herzaman dikkat gerektiriyordu. Özellikle annesine karşı. Ama annesi ikinci oğlunu sevmiyordu. Çok gürültülüydü. Barış varken ona ihtiyaç duymuyordu.
Kardeşi ağır bir nefes aldı ve başını eğdi. " Niçin beni sevmiyorsun anne ?" dedi.
Annesi sindi. " Bana böyle hitap etmemeni söylemiştim. Olgu diye seslenmelisin."
Ama Barış anne diye sesleniyordu.
"Bana anne diye sesleniyor. Onun bana seslenmesinin istediğimde bu. Bana Olgu diye seslenmelisin." Başını iki yana salladı ve "Sen Barış değilsin"dedi.
Küçük oğlu yakın bir adım attı ve " Bunu asla unutmayacaksın" dedi.
Barış ve annesi hala yakındı. Zavallı çocuğa bakıyorlardı. Şuanda 16 yaşındaydı. Neredeyse yetişkindi. Nasıl davranması gerektiğini bilmeliydi. Hala bir çocuk gibi davranıyordu.
Barış diliyle ses çıkardı. Kardeşi kapa çeneni diye bağırmaya başladı. Kapa çeneni , kapa çeneni , kapa çeneni. Barış in mezuniyet kepine yakındı ve onu tuttu. Güçlü bir şekilde attı.
Annesi çığlık atmadan önce bir sessizlik oldu. Kepin sivri ve keskin ucu annesinin gözüne gelmişti. Barış ne yapacağını bilmiyordu. Annesi yerdeydi ve gözü yaralanmıştı. Göz küresindeki küçük kırmızı çizgiyi kapatmaya çalışıyordu. Annesi çığlık atıyordu. Barış gürültüyü sevmiyordu.Ama annesine diz çöktü.
Küçük kardeşi gülmeye başladı." Annemin gözünün elması" diyerek alay etmeye başladı. Pantolonuna uzandı ve isviçre ordu bıçağını çıkardı. Barış ona baktı ve hayır dedi.
Kardeşi annesinin üzerinde hazır bir şekilde duruyordu. Küçük bıçağını tekrar tekrar sapladı. Annesi onu savuşturmaya çalıştı ama çok fazla kanaması vardı. Barış sonunda kardeşini itti.
Ne yaptın dedi. Basğırmaya çalıştı ama sessizliği buna izin vermedi.
Sonra kapıda babası belirdi. Barış Sönmez 2 baktı ve hiçbirşey demedi. Acı içindeki karısını ve yerdeki oğullarını gördü.
ince bir gülümsedi. iki çocukta daha önce onu böyle görmemişti. Kim yaptı diye sordu.
Barış hızlıca cevapladı. " Cem yaptı" dedi. " Hastaneyi aramalıyız. Kadın ölüyor."
Cem babasına baktı. Nefret veya öfke görmeyi bekliyordu. Ama gururla bakıyordu. Yanlış oğlumla ilgilendiğimizi görüyorum.Cem'i ayağa kaldırdı. Kanlar içinde kaldı ve etilendim Barış dedi.
Barış "Barış benim" dedi. Hala kollarında ölen annesini tutuyordu.
"Hayır Barış bu. Başından beri böyleydi. ". Babası Cem'in yüzünden bir miktar kan sildi.
"O zaman ben kimim ?" Büyük oğlu duygu havuzunda onu anlamadı. Sadece annesinin öldüğünü biliyordu.
Babası Barış 'i okşayarak "Sen #995 sin"dedi. " Önümüzde bir çok iş var. Ailenin adını gururlandıracaksın gibi hissediyorum." -
8.
0Üç kadın altında gıcırdayan tahtaların ve onun üzerinde ki beyaz halının üzerinde gergince yatıyordu. Düz beyaz tavana odaklanmış adeta bir hiçliğe bakıyorlardı. Oda havasız ve hafiften dezenfektan kokuyordu. Dışarıda araba sesleri hariç hiçbir ses yoktu. Gamze sessizliği severdi. Nadiren de olsa, onun kızını getiren oydu.Tümünü Göster
14. 1302 sessizlik fark etmez. O her nefes alışında sadece acıyı fark edebilirdi.Çünkü akciğerlerinin büyük bir kısmını ameliyatlarda kaybetmişti.
Dilek sessizliği, kafasının içinde ki bitmek bilmeyen çığlıklarıyla doldururdu. O çocukluğuna döner ve altıncı doğum günü için alınmış pembe balonu hatırlardı. Balon bileğinden kurtulur ve odanın tavanına uçar. Balon düşmeden önce neredeyse bir yıl boyunca orada kalır. O ne yazık ki zeminin üzerinde duran sönmüş bir balon parçası ve balon yere düşerken ağladığını hatırlıyor.
Gamze diğer iki kadından hoşlanmazdı. O kadınlar hayatını daha zor hale getirdi. Akşam yemeğinde onların dikkat dağıtıcılığı meselesi üzerinde durulacağını söyledi.
15. 1302 sevmediğim veya hoşlanmadığım şeyler. Artık duygu yeteneği kalmamıştı. Beyin fonksiyonları hala en iyi şekilde çalışsa da, bir fikir oluşturma konusunda yetersizdi.
Dilek diğer kadınları severdi. Hayatında hiç kadın arkadaşı olmamıştı. Yıllar boyunca çok yalnızlık içerisinde büyüdü. O evden dışarı zar zor izin alarak çıkardı. Bununla başa çıkabilmek için kendisi ile bir ilişki geliştirmek zorunda kalmıştı. Kendi kafasının içerisinde, kendi kendine sürekli konuşurdu. Lisede çıktığı erkekler hakkında konuşuyor, dışarı çıkarken hangi kıyafetleri seçeceğini hatırlıyordu. O arada tatlı şeyler giyiyordu, çünkü tatlı bir kızdı. Şirin Dilek, balo Kraliçesi. Gökdeniz kadar.
Tüm kadınlar soğuk bir ürperti hissetti.
Tüm suç Gökdeniz’ indi. Başına gelen kötü şeylerden sürekli Gökdeniz sorumlu tutuluyor. Emredildiği zaman korkunç bir şekilde konuşanı en iyi Gökdeniz biliyor.
Gökdeniz’in çok yumuşak saçları vardı. Dilek’in dikkatini ilk bu çekmişti. Sena’nin ince sarı saçları boynuna kadar uzanıyordu. Saçlarını okşamak, onlarla oynamak için uzatmıştı ama Gökdeniz bunu sevmezdi.Bu yüzden gececeleri o televizyon izlerkenken yanında kalırdı. Gül gibi saçlarını takip ediyor ve her nefeste yenik düşüyordu. O bunu çok severdi.
Diğerlerinin yaptığı gibi Gamze’da otururdu. Gamze geçmiş hakkında düşünmek istemiyordu. Onun kızı eve gelmeden önce bitirmesi gereken işleri vardı. Gamze gelecek hakkında konuşmayı severdi. Daha fazla çocuk sahibi olmak ve daha özgür olmayı hayal ediyordu. Ne heyecan ama diğer kadınlar gibi arkadaşlarım olacak.
Ama Dilek daima geri döner. Apartmandaki buzdolabının içerisinde ki kalıbın büyüdüğünü düşünüyor. Tertemiz bir tuval üzerinde yeşil küçük bir kıvılcım başladı ama zaman içerisinde büyüyerek, sanki bir kanat gibiydi. Çekmecelerin içinden renkleri değişerek, sürünerek çıktı. Mutfağa hiç gitmedi çünkü çok güçlü kokuyordu. O Gökdeniz’in kıza vereceği yemeklere çok güveniyordu.
Gökdeniz ona yiyecek bir şeyler vermeyi severdi. Aslında, tek yaptıkları buydu. O kızı daha güzel yapmayı planladı. Ne kadar yemek yerse, o kadar güzel olurdu. Kız hızlıca 58 kilodan, 136 kiloya kadar çıktı. Kıyafetlerinin hepsi büyüdüğü için evde tamamen çıplak oturmaya başladı. Televizyon izlemek ve Gökdeniz’in eve gelmesini beklemekten başka yapacak bir işi yoktu ve her gün dahada genişlemiş gibi görünüyordu.
16. 1302 olmayan anılar. O kız 18 yıl önce yaratıldı. Onun hatırladığı tek şey parlak ışıklar ve acı. Onun uzaktan teninin soyuluşunu izlediğini hatırlıyor. O midesinde ki yağların kaşıkla alınıp, metal bir tepsi üzerine koyulduğunu hissediyordu. Kafatasının içerisinde küçük bir delik açıldığını hatırlıyordu. Ama bu anılar çok uzak gözüküyor. Sanki başkasına olmuş gibi. Gamze’ya bunlar yapıldı ve dayandı, aynı diğer kadınlar gibi.
Dilek diğer kızların nereye kadar dayanabileceklerini hatırladı. O zamanlar 180 kilo civarındaydı. Kilosu vücudunda ki kemikleri bozmuştu. Hareket ederken çok acıtıyordu. Tabi Gökdeniz onu o kilosuyla seviyordu. O bundan zevk alıyordu. Onun için aşk, kilosu ile sex yapmaktı. Onu hergün ziyaret eder, övgü ve kızarmış yiyeceklerle beslerdi. Dilek bu ilgisinden dolayı zevk alırdı.
Elinden gelse Gamze, Dilek’i tokatlardı. Bir sürü vahşi şey yapardı. Cinayet hakkında neredeyse her gün fantaziler kuruyordu. Bir minivanla ona çarpmak veya kalabalık bir markette kızının boğazını kesmek gibi. O bu düşüncelerini hiç yapmadı. Kendini kontrol etmekte oldukça iyidir.
17. 1302 daha iyisi bile olur. Eğer ona emredilirse, günler boyunca o köşeden kımıldamazdı. Ses çıkarmadan acısını kendi içinde yaşardı.
Dilek’in kendini kontrol yeteneği yoktur. Ne zaman vücudu kraliçelere layık bir yatağa yatacak kadar büyürse, Gökdeniz onu yere sürüklerdi. Yine de yerde daha iyi kamera açıları olduğunu söylerdi. Günlük yetişkin siteleri için onu filme alırdı ve ona “Domuz Peggy” diye hitap ederdi. Dünyanın dört bir yanından hayranları vardı. Gökdeniz binlerce yaptı. Dilek onun söylediği her şeyi yaptı. Her ne olursa olsun onun istediği nesneleri kullandı. Gökdeniz’in evine davet ettiği yabancılarla birlikte yattı. Tamamen ona itaat etti. Birgün Gökdeniz gerçek bir domuz getirmiş ve onunla sex yapmasını emretmiş.
Gamze onun kafasını yumruk manyağı yapmak istiyor. Elinde ki evlilik yüzüğünün kafatasından aşağı doğru inmesini, baskı yapmasını hissetmesini istiyordu.
18. 1302 eğer kendine zarar verirse, kocası ne yapardı onu hatırlıyor.
Gamze sakinleşir.
Dilek bir el kadar yakınlaşır ve onun boynuna kadar olan sarı saçlarını hisseder. Kulaklarının arkasında ki dikiş izlerini hissediyordu.
19. 1302 her parmak hareketlerinde keskin ağrılar yaşar. Gamze yalnız kalmak istemişti. Domuz olayından önce Dilek onun Gökdenizle tanıştığı gün, Gökdeniz’i öldürmesini istemişti. Gökdeniz önce sinirlendi ve onu satmakla tehdit etti. Yirmi birinci yüzyıl Amerika’sında bile, doğru fiyatları biçtiğin zaman o kadın senin olabilir.
Dilek, Gamze gelmeden çok uzun önce ölmesi gerekiyordu.
20. 1302 onu öldürmen gerekiyordu. Ama Dilek onu reddetti ve itti, o kadar nefret doluydu. Yani şimdi her üç kadın da bükülmüş, kırılmış, kanamış, organları iflas edecek duruma gelmiş, vücutları yeniden doğmuştur. Onlar şimdi ince ve Dilek değişmeden önceki kilosundan daha zayıf. Makyajları her zaman mükemmel bir şekilde yapıldı. Söyleneni yaptılar. Hatta Dilek bile yüksek sesle konuşacak kadar aptal değildi. Üç kadın aşağı merdivenlerden gelen ıslık sesini duydular.
21. 1302 üzerinde ki bütün acıları bir kenara bıkarak kapıya doğru sürünür. Basamakların en üstünde durur ve ağağıdan gelen kocasına bakar.
“Doktor veya bir şeye ihtiyacın varmı ? #1302 tatlı ve biraz dalgalı bir ses tonuyla sorar.
“Aleyna yakında evde olacak, #1302. Gamze’ya ihtiyacım var.”
Gamze gülümseyerek. “Evet, Barış?”
Barış duygusal bir şekilde ona bakar. “Bu akşam köfte yapacaksın. Aleyna’ya arkadaşlarınla geçirdiğin günleri anlatacaksın. Okulu hakkında sor. Yemekten sonra, yeniden hamile kalmak için çalışacağız. Sabırsızlanıyorum”
“Peki o halde, Barış.”
Barış aynı eşi gibi merdivenlerden iner ve çeketini asar. “Gamze, sana otuz kürtaj yaptık. Eğer ana rahminden dışarı çıkarsa, benim eşim gibi farklı bir hastayı kullanmak zorunda kalıcam ve başarısızlığa tahamülüm olmadığını biliyorsun.”
“Evet, Barış.” Gamze tatlı tatlı gülümsüyor.
22. 1302 gözlerden paylaşılan yorgun bakışlar. Dilek ona karşı nefret kabarcıkları besliyor.
Ona altıncı doğum gününde alınan, sönmüş balona odaklanmaya çalışıyor, ölüme bir adım daha yaklaşıyorsun. -
9.
+1Sönmez ailesinin tereddütsüz değişmez 2 kuralı vardı. Birincisi, kimse Barış'ın ofisine giremez. Asla. Aleyna binayı hiç ama hiç görmemişti. ikincisi, Barış ve Gamze her çarşamba akşam yemeğine çıkarlardı. Akşam beş gibi evden çıkar, Aleyna uyuduktan uzun süre sonrasına kadar gelmezlerdi. Aleyna bir keresinde uyanık kalıp ne zaman geleceklerini görmeye çalışmıştı. Gece üçe kadar durmuştu, hala gelmeyince pes edip uyumaya karar vermişti.Tümünü Göster
Aleyna birinci kuralı çiğnemeye karar vermişti.
En yakın arkadaşı Hülya, onunlaydı. Buldukları her ilacı ona vermeyi teklif ederek babasının ofisine gitmesi için Hülya'i ikna etmişti. Hülya iyi bir kızdı ama tamamiyle ağrı kesicilere bağımlılığı vardı. Aleyna'nın umrunda değildi. Sadece bu teferruatlı görevde yanında birisinin olmasını istemişti.
Aleyna Sönmez, babasının tam zıttıydı. Babası sessiz, duygusuz ve hissizken o, dışa dönük ve zekiydi. Lise arkadaşlarıyla birlikte zaman geçirmeyi severdi. Orta okuldan beri hep erkeklerle çıkar, sevgili yapardı. Ayrıca çevredeki en popüler kızların saygıdeğer ve sayılır olanıydı. Güzel görünüşü ve lağbali şakalaşması onu parlatmıştı.
Ama babasının her zaman ona karşı bir merakı vardı. Belki bu onun herhangi bir sevgiyi ya da teşvikini saklama yoluydu. Ya da kendisinin onlardan biri gibi görünme ihtiyacı duyduğunda normal baba süsü verebilme yoluydu. Annesi bile, sessiz tereddütüyle onun tuhaf iğneleyici sözlerinden bihaber görünüyordu.
Bir tel tokayla kilidi açtı. O ve Hülya sessiz boşluğa girmişlerdi. Karanlıkta bile sert beyaz döşemeler görünüyordu.
"Baban kesinlikle beyazı seviyor." dedi Hülya görüşünü belirterek. Aleyna cevaplamadı, sönük odanın etrafına bakındı. Olağan dışı, alışılmamış hiçbirşey yoktu. Sadece biraz tuhaf sanat anlayışlı normal bir ofisti.
"Ee ilaçlar nerde?" dedi Hülya etrafına bakınarak.
"Bilmiyorum ama merak etme. Babam tüm gece dışarda olacak." Alene kuralı çiğnemek için çarşamba gecesini seçmişti çünkü babasının dışarda olduğunu biliyordu.
iki kız tüm odaları kontrol ettiler, bilindik standart muayene odası. Hiç ilaç bulamadılar. Bir sürü ürkütücü cerrahi eşya ve aletlerin bulunduğu ameliyathaneyi buldular. Ama olağandışı hiçbir şey bulamadılar. Aleyna hayal kırıklığına uğramaya başlıyordu.
"Duydun mu?" Hülya olduğu yerde kalakaldı. "O.. çığlık mıydı?.." Hafif çığlıklar yerin altından geliyordu. Küçük bir kız sesi gibiydi.
"S*keyim, ben gidiyorum." dedi Hülya, onu ceketinin omzunu çekiştirerek.
" Kes sesini, hadi bir bakalım." Aleyna ameliyat masasının altına doğru diz çöktü, ses kesinlikle yerin altından geliyordu. Döşemelere ellerini koyarak bulmaya çalıştı. Döşemelerden biri yerinden oynak ve gevşekti. Onu çekmeyesiyle beraber bir kapı kolu ortaya çıktı. "Ne yani oraya mı ineceğiz?" Hülya çok mızmızdı. Ama bağımlılık güçlü bir araçtı. Aleyna kolu çekti ve küçük bir geçit altlarında açıldı. Uzun bir merdiven görebiliyordu.
Aleyna aşağı inmeye başladı. Hülya bir süre tereddütlenerek geri durdu ama Aleyna omzunun arkasından ona bir bakış attı. "Haydi, eminim ki aşağıda iyi bir şeyler tutuyordur." Arkasını döndü ve inmeye devam etti. Hülya'nin onu takip edeceğini biliyordu. Merdivenler çok uzun görünüyordu. Neyse ki çığlıklar durmuştu. Ama yukarıdaki beyaz döşemeleri düşünürsek, burası abes kaçmıştı ve uyumsuzdu. Aleyna endişeliydi, zorla girişti. Hülya de arkasına sıvışmıştı. Sessizce aşağı indiler. Sonunda büyük metal bir kapıyla karşılaştılar. -
10.
+1"Babanın ilaçları burda tuttuğundan emin misin?" diye sordu Hülya. "Öyle olmalı." Aleyna iki eliyle kapının koluna sıkıca tutundu ve açtı. Pek bir odaya benzemiyordu. Bir koridor gibiydi, sonu görünmeyen. Sağ duvarda eşya kaplarının bulunduğu etajer vardı. Sol duvarda oda sıraları vardı. Her biri metalden yapılmıştı, metal parçayla kaplanmış küçük pencereler vardı kapıda. Tüm kapılar kapalıydı. Kızlar koridor boyunda birbirlerine yakın durarak yürüdüler.Tümünü Göster
Aleyna yutkundu. "Sen ilaç bakmak için şu dolaplara bak. Ben de bu odalara bakacağım." Aleyna kapı sıraları boyunca yürüdü. Odalardan gelen sesleri duyabiliyordu. Hayvan sesleri gibiydi. Belki fareler girmiştir. Pis koku çok keskin ve boğucuydu. idrar ya da tüm mide bulandırıcı şeyler kokuyordu.
ilk kapıya gitti, açmaya çalıştı ama kilitliydi. içeriden hışırtılar geliyordu. Aleyna titredi. ikinci kapıya yöneldi ama o da kilitliydi. o anda kapıdaki küçük pencereden içeride ne olduğunu görmek için bakmaya çalıştı. Net görülecek kadar yoktu, çok karanlıktı. Ama bir yatak ve üstünde yırtık, eski püskü giysiler vardı. Tuhaf şey şu ki; o eski püskü giysiler hareket ediyorlardı. Soluklanma gibi.
"Lanet olsun!" Hülya çığlık attı. Merdivene giden büyük metal kapı çarparak kapandı. Hülya kapıya koştu "Açılmıyor! Lanet olası kapı kilitlendi!" Aleyna ona doğru koştu. "Hangi kapı içerden kilitlenir ki?"
"Biraz pgibopat doktorun kapısı, işte bu!" Hülya ellerini metale vuruyor, korkunç bir ses çıkıyordu.
O anda tekrar çığlık duydular. ikisi de dondu kaldı. Koridordaki üçüncü kapıdan geliyordu ses. Ses iniltiydi. Küçük kız sesi gibiydi ama.. garipti. Sanki soğuk algınlığına yakalanmış gibi. Burnunu çekiyor ve hıçkırıyordu. Hülya Aleyna'ya baktı. Ne yapacağından emin değildi. Aleyna derin bir nefes aldı ve yavaşça kapıya doğru yürüdü. Aleyna her grupta her zaman en cesur olanıydı. Yetişme tarzı ve aldığı terbiyeden olsa gerek. Tüm arkadaşları tek olduğunu düşünürdü. Çok bağımsızdı. Arkadaşları arasında ailesine ilk ismiyle hitap eden tek kişiydi.
Ama Aleyna şu anda o kadar cesur hissetmiyordu. Kapıdak küçük pencereden bakmak üzereydi ki, bir anda orada bir yüz beliriverdi. Aleyna çığlık attı. Yüzü dehşet vericiydi. Orta yaşlarda bir kadındı ama tüm yüzü gerilmişti. Sarı kıvırcık peruk, derisi yüzülmüş kafasına tutturulmuştu. Kurumuş kan yüzünü bulamıştı.
"Yardım edin!" diye bağırdı Aleyna'ya. "Beni burdan çıkarın param var, sana ödeyebilirim!" O küçük kız sesi bu kadından geliyordu. Aleyna parmakları ucuna çıktı daha iyi görebilmek için. Kadın tamamiyle çıplaktı. Hiç göğsü yoktu. Tüm vücudu tamamiyle tüysüzdü. Kalça kemiği oyuktu, sanki biri pelvisine tekme atmış gibi. Titriyordu ve tiz sesi onu daha da korkutucu yapıyrdu.
Hülya Aleyna'nın arkasındaydı. "Bu da ne amk?!" Aleyna hızla döndü "B-bilmiyorum... "
" Bu lanet olasıca yerden çıkmalıyız!" Hülya metal kalıya geri koştu. Avuç içleriyle kapıya vurdu. "Yardım edin!" Çığlık attı. Aleyna olduğu yerde kalıp izledi, hareket edemez durumdaydı.
Sonra Aleyna birinci kilitli kapıyı fark etti, yavaşça açılıyordu. Bir şeyler söylemeye çalışyı ama sesi boğazına takılmıştı sanki. Hülya nin sırtı Aleyna ya dönüktü ve kapılara da. Bir şey bu ilk kapıdan geliyordu. Bir adamdı. En azından Aleyna onun erkek olduğunu düşündü. Normal tip bir adamdı, korkunç şekilde deforme olmuş olması hariç. Başı boynuna sarkıyordu. Geriye kalan ayağıyla topalladı. Ve bir el yerine kanca sallıyordu. Aleynanın gözleri faltaşı gibi açıldı. Hareket edemedi. O şey Hülya'e doğru geliyordu. Kapıya vurmaya devam etti. Adam kancasını havaya kaldırdı.
"#995, geri çekil."
Hülya döndü ve adamı gördü. Korkuyla duvara çöktü, altına işiyordu. Ama Aleyna nın dikkati arkadaki sese odaklandı.
Bu oydu, babası. Açık kapının yanında duruyordu. Kana bulanmış doktor önlüğünü giyiyordu. Yüzü dümdüz ve hissizdi.
Barış Aleyna'ya baktı. "Bu şekilde bulacağını düşünmemiştim."
" Senin sorunun ne ha?!" Hülya ona bağırıyordu. "Seni lanet olası pgibopat!"
Barış ona bakmamıştı bile. " Aleyna, anlamak için henüz biraz fazla genç olabilirsin. Ama biz Sönmez'ler bunu yaparız. Bizler öncüyüz. Harikalar yaratırız."
Kendi tarafındaki odaya baktı. "Dışarı çık #1302"
Aleyna nın titreyen vücudu, kendi annesinin odadan dışarı çıkarken gördüğünde daha da fazla titremeye başladı. Annesi, kutlamadaymış gibi gülümüyordu. Saçında kan vardı. Barış tamamen ona döndü böylelikle kızıyla yüzleşmiş oldu.
"Anneni bulduğumda 400 pound bile etmiyordu. Hiç hevesi yoktu. Değeri yoktu. Ama ben onu dönüştürdüm. Ona bir amaç verdim. - Gelecek nesili yetiştirmek. Barış bir girişim yapıp gülümsedi. " Bir oğlan umud ettim ama işimi yürütecek olan sen olmalıydın." Aleyna hiçbir şey demedi. Hülya konuşmayı durduramadı. "Seni pgibopat! Gitmemize izin ver!"
Barış ona kısa bir bakış attı. Daha sonra kızına baktı. " Soylu, geçmişli bir aileden geliyorsun. Azamet için kaderin yazıldı." Barış kızlara doğru yürümeye başladı, yoldaki her kapıyı açtı.
" Gel ve başarımın sonuçlarına bak, böylelikle işimi görebilirsin. Bu senin olacak. Bu %1 ." Gururluydu. Aleyna babasını hiç böyle görmemişti.
Aleynaya yakın durdu. " On sekizinci yaş gününe kadar beklemek istemiştim. Ama babam gibi, planlarımı değiştirmem gerek. O ilk beni getirdi, bilirsin." Deforme edilmiş adama döndü, şimdi önünde olan kişiye. "#995. Onu aldığımda bir ana kuzusuydu. Şimdi yaşamları değiştiriyor. Daha ileri gayeler için. O-"
Sesi bir lıkırtıyla kesildi. Ağzından kan fışkırdı. Boğazına saplanan bir neşter ile öne düştü. Çoktan buz kesilmiş olan Aleyna geri durdu.
Birisi neşteri doktorun boğazına saplamıştı. -
11.
+1Benim adım Meryem.Bir ailem var. Ben bir bireyim. Benim adım Meryem.Bir ailem var. Ben bir bireyim.Tümünü Göster
Gülsüm hiçbir zaman tekrarladığı sözcükleri ağzından kaçırmadı. Metal yatağında hangi pozisyonda olursa olsun yaygın mısır sapları gibi olurdu. Vücudunun her yeri acı içindeydi. Ama asla tekrarladığı sözcükleri unutmadı.
"Benim adım Meryem."
Can sıkıntısı kendine acı veriyordu. Gülsüm düzenli günlede aynı pozisyonda yatmaya zorlanıyordu. Konuşan kimse yoktu. Doktordan başka sadece 955'i görüyordu. Kafasında ona Okan lakap takmıştı. Okan çiftlikteki favori atıydı. 955 tıpkı at gibi söyleneni yapıyor fakat eğlenmiyordu. Süt gibi gözlerinde isyan kıvılcımları vardı. Sanki herhangi bir anda zıplayıp koşacakmış gibiydi. Gülsüm acılı bir şekilde bunu görecekti.
Düzenli 10 yıldan sonra acılar ve sıkıntılar Gülsüm'ın kırılgan vucudunda savaş haline geldi. Doktor ile bir görevi olduğunda gerçekti. Onun işi savaşmaktı. Gülsüm bir savaşçıydı. Düzenli olarak vucudu uyuşturuluyordu. Adam burnunu çektiğinde nefreti büyüyor kızıyor ve hayatta kalmaya devam ediyordu.
Ama zaman geçtikçe tehlikeli bir şekilde kendini kaybetti. Fiziksel acısı rahatsızlık vermiyordu. Bunu tolere edebilirdi. Düzenli olarak kırık kemiklerinin üzerinde yürüyerek ve mükemmel dikişleriyle test ediyordu. Mümkün olduğunca doktorun bunu yapmasını engellemek istiyordu. Artı zamanı dolmuştu.
"Benim bir ailem var."
4 haftadan beri doktor Gülsüm'ı ziyaret ediyordu. Harabe odasında dışarıdaki sesleri dinleyerek sıranın ona gelmesini bekliyordu. Onların kim olduğu hakkında düzenli hikayele kuruyordu. Belki adı Kevin ve Kevin bir dağcıydı. Veya adı Elijah 'tı ve kız arkadaşına teklif edecekti. Düzenli olarak solukları , acının sesini ve derin acılı iniltileri duyuyordu.
Ayak uçlarına rağmen iki bacağıylada kolaylıkla yürüyebiliyordu. Ancak göğüs kafesi ve kollarından ağır bir ameliyat olmuştu. Ameliyat sonrası kolundan kalanlar sadece dirseklerinden yukarısıydı. Kollarından deriyi ve kasları ayırmışlardı. Beceriksizce sol kolundaki kemikten ön koluna bir çubuk çıkarmışlardı. Doktor kolunda oluşan kabukları alıyordu. Gülsüm yamalanmış kolundan kabuk alınırken izliyordu. Daha sonra iskelet kemiklerini cilalamak için zımparalıyordu.
Düzenli olarak kemikleri zımparalanırken açığa çıkan yankıları hissedebiliyordu.
Doktor Ve Gülsüm için konteynır garip bir hal almıştı. Göğüs kafesinde 3 tane giçeri ve rahminde bir mide vardı. Adam ayaklarına ve kalçasına ilave dikişler atıyordu. Kızın ayağı ölmeye başlamıştı ve kötü kokular yayıyordu. Gülsüm'ın içindeki parçaların kime ait olduğuna dair hiçbir fikti yoktu.
"Ben bir bireyim."
1 hafta uzamıştı ve Gülsüm doktorun onunla işinin bitip bitmediğini merak ediyordu. 10 yıl sürebilirdi. Belki doktor sıkılırdı. Belki de istediğini her şeyi alabilirdi. Belki 10 yıl önce olmuştu. Belki birkaç gün önce olumştu. Belkide tüm hayatı boyunca olacaktı.
Çok uzun zamandan sonra bile buradan kurtulma ihtimali vardı. Belkide yalandı. Belkide duyduğu çığlıkların kime ait olduğunu bilmiyordu. Belkide gerçekten bu hapishanede ölecekti.
"Benim adım."
Tekrarladığı sözcükleri hatırlayamadı. Tabiki adını biliyordu.Bir çiçekti ? Doğru.Tek bişey vardı , garip bir şekilde güzeldi. Panik yapmaya başladı. Sonra hatırladı.
"Bir ailem var."
Öne doğru eğildi ve adım attı. Annesini ve abbasını hatırladı. Kardeşini hatırladı.Ama tüm bunlar hafızasının sonundaydı. Nerede yaşıyordu ? Belkide hafızası yandaki odalara takılmıştı. Onlar gerçekmiydi ? Kız gerçekmiydi ? Sonraki odadaki kimdi ? Duyduğu çığlıklar kime aitti ?
"Ben bir bireyim."
Uyarı olmadan kapı açıldı. Doktor loş ışıkta durdu.Ona baktı. Gözlerinde Yarık vardı.
"Gel" dedi.Her zamanki gibi sedyenin arkasında durdu. Yüzüne baktı ve durdu."Sen ağlıyor musun? "Kız onun dizlerini hissetti. Takırdayan kemikleri bıraktı ve "Lütfen " dedi.
Doktor ilk kez güldü ve " Yalvarıyor musun ? " dedi.
Vucudundaki acı ile aklındaki dehşet karşılaştırılamazdı. "Lütfen bana adımı söyle. Daha fazla mücadele edemiyorum. Hatırlayamıyorum."
Dokunarak "Senin adın #1101 " dedi.
"Ailem varmıydı ? Ben ... " Herşeyi yanlış biliyordu. Ağzında ekşi bir tat vardı.
Doktor etkili olamamıştı. " Sen benim favorimsin , biliyorsun. Bir ara yapamadım.Ama şimdi herez gibisin."
"Benim gerçek ismim.. Unuttum. Lütfen."Okan'in sedyenin arkasında durduğunu gördü ."Onun ismi neydi ? Numarası kaçtı ? O mu yaptı ? " Ona söyledim " Biliyorum , sana söyledim. Lütfen bana söyle. ihtiyacım var. Hatırlayamıyorum."
Doktor acımasızca ağzına tekme attı. Kız yere yarığın yan tarafına düştü. Doktor hiçbirşey demedi. Sadece baktı.
"#955 gel buraya." Doktor kancayla işaret etti. Biri hücreye doğru yürüdü. "Üzerine işe."
Kız hareket edemiyordu. Kimsesi yoktu. Kimse değildi.
Yüzündeki sidiği hissetti. Doktor duygusuzca baktı. "Her zaman #1101 oldun ve başka birşey olamazsın." -
12.
+1Doktor Kaan ayağıyla hafifçe sandalyesinin karşısına dokunduyordu. Sabit ve kısık sesler genellikle hastaları rahatlatır. Doktor Kaan hakkında çoğu şey sakinleştirir. Yan tarafına ayrılmış kısa kahverengi saçları vardı. Mütevazi bir burnun üzerinde ince ve yuvarlak gözleri vardı. Hastalarına yardım etmeye çalışan sade bir kadındı.Tümünü Göster
Yeni hasta karşısında oturuyordu. Birkaç dakika önce tanışmışlardı. Şanssızdı. Hasta kendi adını reddediyordu ve bunu yerine #1477 diye çağırılıyordu. Doktor Kaan boyundaki bu numara yazan dövmelerin önemini anlamıyordu. Ama bugun daha iyi bir yaklaşım yapabileceği birşey planlıyordu.
Sıcakkanlılıkla Günaydın dedi.
23. 1477 baktı ve yavaşça gözlerini kırptı. Gözlerinde soğuk mavi bir gölge vardı. Derisi kırmızının tonlarındaydı. Hoş bir yüzü vardı. ince soluk dudaklarından ayrılarak , burnu neredeyse tüm bu özelliklerin içinde eriyordu. Saçları ise kulaklarını kapsayan sarı bir bez gibiydi.
Doktor Kaan Bugün konuşmanın mümkün olduğunu hissediyor musun diye sordu.
24. 1477 gülümdedi ve doktor beni mi sordu dedi.
Gülümsemek normal değildi. Sanki ağzını yüzünden daha büyük göstermeye çalışıyor gibi görünüyordu. Doktor Kaan daha fazla teşvik ediciydi.
Ben senin doktorunum hatırladın mı ? dedi. Sandalyesine yaslandı ve açık vucut dilini korumaya çalıştı.
25. 1477 gülümsemeye devam etti. Sen benim doktorum değilsin . Benim doktorum erkek. Doktor iyi bir adam. iyi bir doktor dedi.
Onun hakkında bana daha fazla şey söyleyebilirmisin ?
Beni kurtardı. Beni geri getirdi. Mucizeler yarattı dedi.
Doktor Kaan küçük kağıt parçalarına bazı notlar yazdı. iyi bir doktor. Kağıtlar , onun önceki seansından kelimeler içeriyordu. Peki daha önce bu iyi doktorla tanıştın mı diye sordu .
26. 1477 biraz sertleştı ve daha fazla hareket etmemem için beni bir gömleğe sıkıştırdı dedi. Soruya cevap vermek istiyordu fakat düşünceleri organize değildi. Bütün bilinci resimlere bağlanıyordu. Doktor onu ilk mahçup etmişti ama doktorun yatıştırıcı sesini hatırlıyordu.
27. 1477, ilerlemen ile gurur duyuyorum. Çok hızlı bir şekilde çok yol kat ettik. Harikasın.
28. 1477 ameliyat masasında yatarken anlayabileceği bir şekilde kendi dönüşümünü görmüştü. Yeni gözleri eskisinden daha iyiydi. Aslında tüm vucudu geliştirilmişti. Önceleri zayıf ve inceydi. Ama şuan göçlüydü. Kolları kalın ve göğsü genişti. Yürüyebilir ve otoriteli konuşabilirdi. Daha iyi olduğu bir zamanı hatırlamıyordu.
Doktor Kaan #1477 nin sert düşündüğünü biliyordu. Ama aklından neler geçtiğini bilmek istiyordu.
Sessizce Sen yapabilir misin .. diye sordu.
Neden bağlıyım ? #1477 kafasını yana çevirdi ve Doktor Kaan£e baktı.
Doktor Kaan kağıda yazarken güvenliğin için dedi. Hasta sonunda etrafında neler olduğunu farkediyordu.
Burada tehlikeli birşeyler mi var ? #1477 etrafına baktı ve sadece yastıklı bir oda gördü. Sen ? Sen tehlikeli misin ? Göz küresinin içinde şiddetli parmak görüntüleri vardı.
Doktor Kaan öne doğru eğildi ve Ben tehlikeli değilim. Ya sen ? diye sordu.
29. 1477 bunun hakkında düşündü. Kafasında şiddet görüntüleri vardı. Kan görebilir ve çığlık duyabilirdi. Eğer bu görüntüler ona aitse emindi. Bazı şeyler hissetmek öfkelenmesini sınırlandırıyordu.
30. 1477 sakince iyi doktora sor. Serbest bırakılabilir miyim ? dedi.
Doktor Kaan sabırsızdı. Geçen yaz neler olduğunu hatırlıyor musun ? dedi. Doktor suçlarına gitmek için çok erken olduğunu biliyordu.
31. 1477 gözlerini kapadı. Uzun saç ve et gördü. Acaba birine zarar mı vermişti. iyi doktor bir başkasına veya kendisinie zarar vermesine izin vermezdi.
Doktor Kaan sesini yükseltti. Uras , Çocukları hatırlıyor musun ? diye sordu. #1477 seğirerek bu benim adım dedğil dedi.
O zaman tamam. Küçük kızları hatırlıyor musun ? Doktor Kaan büyük bir risk aldığının farkıydaydı ama sonuçları görmek için merak ediyordu.
Kızlar ?
Evet 3 rane. Hiçbiri 10 yaşından büyük değildi. Onlara ne yaptığını hatırlıyor musun ?
32. 1477 karanlık bir oyun alanı gördü. Kahkaha sesleri duydu. Kıkırdıyorlardı. Tüyleri diken diken oldu. Doktorun söylediğini hatırlıyordu. Ölüm bazen önlenemeyen bir sonuçtur. Boyalı tırnakları hatırladı.
iyi doktor bana söylemişti dedi.
iyi doktor burada yok Uras. iyi doktor eylemlerini haklı çıkarmak için uydurduğun bir kişilikti. 3 kızıda kör ettin. Knedi ellerinle gözlerini oydun. Hatılamıyor musun ? Doktor Kaan neredeyse salyasını akıtıyordu.
33. 1477 tekrar gülümsemeye başladı. Kimsenin gerçek olduğuna inanmayacağını söyledi. Beni neden dünyaya gönderdi. Yarattığı mucizeyi görmek istedi. Doktor Kaan in gözlerine baktı. Ben mucizeyim. Ben mükemmelim dedi.
Bişeyler olduğunu biliyorum Uras. Sen iyi bir adamdın. Karına neler olduğunu anlatabilir misin ? Doktor Kaan neredeyse nefes nefeseydi. Eğer Uras Shore olabilirse , ünlü bir katil , daha fazla cinayeti itiraf ederek güçlenebilirdi. Sonunda istediği başarıya ulaşabilirdi.
34. 1477 karısını hatırlayamadı. At kuyruklu bir çocuk ve kısıtlandığını hatırlıyordu. Doktor Kaan'in gözlerine baktı. Pembenin güzel bir tonu var.
Pardon ? Doktor Kaan odadaki havanın değiştiğini hissetti. Çok ileri gitmişti.
Tırnakların. Pembe boyalı.
Doktor Kaan tırnaklarını sabah kızına bpyattığını unutmuştu. Boya uyduruk bir biçimde tırnaklarına yayılmıştı. Oh.
35. 1477 tekrar düzensiz bir biçimde gülümsüyordu. iyi doktoru gururlandıracağım dedi.
Uras. Ben.. .
36. 1477 doktorun sandalyesine hamle yapıp yere düşmeden önce çığlık attı. Koruma hızlıca kapıyı açtı ve #1477 yi Doktor Kaan'ın üzerinde buldu. Koruma #1477 yi çekti ama nereydeyse dehşetin içinde oda kalacaktı.
Ağzı kanlar içindeydi. Sırıttı. Doktor Kaan in sağ gözünü çıkarmıştı. Doktor çığlıklar içinde yerde yatarken , göz çukurundan kanlar dökülüyordu.
Elif , Elif. Ben özgürüm sen değilsin. Zırvalıyordu. Teşekkürler doktor. Doktor. iyi doktor.
37. 1477 ye sakinleşmesi için iğneyle ilaç enjekte edildi. Doktor Kaan hastane personeli tarafından odadan çıkarıldı. Akıl hastanesi alarma geçmişti. Hemşirelerden birisi Doktor Kaan in not defterini aldı. ilk sayfasında kanlar içinde bir soru vardı. Hiç hatırlayacak mı ? -
13.
+1Polat amcası Olcan’nun gözlerini çıkarmadı. Olcan’nun elleri kafasının arkasında zincirliydi, boynuna asılı büyük bir süngü vardı. Onun gözleri biraz şiş ve ağzının kenarında salyalar vardı. Bol bol terliyor, beyaz gömleğinin üstünde iğrenç sarı lekeler oluşuyordu.Tümünü Göster
Olcan’nun karısı, Didem, yemek odasında onun karşısında oturuyordu. Onun elleri masanın üstünde, uzun kalın tabut çivileri ile çivilenmişti. Kan her tarafa sıçramış ve kurumuştu. O titremek için bile çok yorgundu ama çenesi adeta tren rayları gibi sallanıyordu.
Polat masanın başında oturuyordu. Onun üzerinde amcasının en iyi takım elbisesi vardı. O amcasının dişlerini tek tek söktü.
Olcan göz yaşları düşmesin diye, gözlerini kırpıştırdı. “Lütfen, Polat…”
“Adımı ağzına alma.” Polat gözlerini kıstı ve kaba bir Lehçe ile konuştu. O Amerika da bir yıl kalmasına rağmen, ingilizce olarak hiçbir şey öğrenmemişti. Öğrenmek için çaba harcamıştı fakat diğer Yahudilerin hiçbiri ona yardımcı olmamıştı. Allah bilir Olcan’da Polat’a yardım etmezdi. Yaptığı en iyi şey, uyuması için ona zeminde bir yer vermesi ve yemesi için önüne koyduğu atıklardı.
“Ne söyledi ?” Didem karısına ingilizce bir şeyler fısıldadı. Karısı bir yabancı ile yatan, kendini alçaltmış bir Amerikandı. Hamile kaldığı için ailesi onu evlatlıktan reddetmişti. Ama Olcan o kadar da kötü değildi. Tabii, çirkin bir adamdı. O soğan gibi kokuyordu ve çok ağır aksanlı bir ingilizcesi vardı. Ama o bir çamaşırhane sahibiydi ve geliri iyiydi. Didem daha kötüsünü yapmış olabilirdi.
Polat’ın gözleri yavaşça kadına doğru kaymıştı. “Olcan, o domuz karına söyle, lanet olasıca çenesini kapatsın yoksa oraya gelip onu geberteceğim.”
Olcan suratını buruşturdu ve karısına susmasını söyledi, her kim nefesini kestiyse kadın bir daha konuşmadı.
Apatman tak ve kan gibi kokuyordu. Polat o tak çukurunda neredeyse bir gün boyunca kaldı. Onun içinde bir şeyler ters gitmişti. Ona hastalıklı bir köpek muamelesi yapılmıştı. Diğer kurtulanlar kahramanlar gibi karşılandılar. Ayrıcalıklı gibi .. O neden aynı muameleyi görmedi ?
Polat’ın kolunda ki numaralar kaşınıyordu. Aslında ortada bir kaşıntı yoktu, bir alışkanlıktı. Dövmesi neredeyse iki senelikti. Kötü karalanmış numaralar onu tanımlamak içindi, diğer kurtulanlar gibi. Ama Polat hakkında farklı bir şey vardı ve bunu herkes biliyordu.
Olcan “yiyeceğe ihtiyacımız var,” diye yalvardı. “Bebek acıktı. Lütfen, ihtiyacım var-“
“Kes sesini.” Polat kalktı ve sandalyeyi tekmeleyerek devirdi. Ahşap zemine düşen sandalye, adeta bir patlama etkisi yaptı. “Ben çocuğa bakabilirim.”
Polat kampta birkaç çocuğa daha bakmıştı. Tabii ki, çocuklar nadiren kurtuldu. Bunlar genellikle hemen ölürdü. O sadece çocuk taşıyan bir trenin gidişini izlediğini hatırladı. En büyüğü 11 yaşından daha büyük olamazdı. Hepsi gazla öldürüldü.
Sadece çocukların kamp yapmasına izin verilen özel yerlerden biriydi.
Polat suratının önüne düşen saçlarını geriye attı. Odada ki donuk hava bunaltıcıydı. Gerçek şu ki, bunun olacağını hiç düşünmemişti. Bu planladığı bir şey değildi. Olcan onun yanık cildiyle dalga geçti ve onu bir köpeğin aradığını ve hayatta kalan kardeşi olması gerektiğini söyledi. Sonunda onu yaralayan şey buydu. Yakınındaki bir mutfak bıçağını aldı ve Olcan’yu kolunun altından bıçakladı. Olcan yarasını tutarak, çığlık attı. Polat sonra kalın ahşap kesme tahtasını eline aldı ve Olcan’nun başına vurdu. Olcan ormanda ki bir ağaç gibi devrildi.
Didem koşarak kafasına demir dökme tava yemek için geliyordu. Polat Didem’yi duydu ve suratına tavayı geçirerek onu da devirdi. iki vücut yere saçılmıştı. Polat ağır ağır nefes alıyordu ve rahatlamış hissediyordu.
Onları bağladıktan sonra kendilerine geldiler. Olcan için bir bigiblet zinciri ve süngü kullandı. Aynı zamanda onun bacaklarını bir odun ve dökme tava ile kırdı. Didem’nin ise diz kapağı yerinden çıkmıştı, onuda masaya oturtup ellerini büyük kalın çivilerle çiviledi. Bunları yapması bayağı bir zamanını almıştı. Kamptan beri, bir insana ilk defa dokunuyordu. Çift uyandığında acılar içerisindeydi ve sürekli çığlıklar atıyorlardı. Polat onların yeni doğan bebekleri ile bir saat geçirdi. Bebeği yavaşça sarstı. Bebek Polat’ın hala kanlı olan ellerindeydi.
Ama Polat şimdi bazı kararlar vermek zorundaydı.
Olcan acı içinde dudağını ısırdı. “Polat, bu sen değilsin. Sen kampta böyle değildin.”
“Benim ne olduğum hakkında hiçbir fikrin yok.”
Polat kardeşi ile birlikte kampa geldiği günü hatırladı. Annesi, babası ve kız kardeşi de onlarla birlikteydi. Onları yuvarlayıp trenin içine koymuştu. Nereye gittiklerini söylemedi. insanlar arasında sadece karmaşa vardı, herkes sarı yıldızlı kıyafet giyiyordu.
Kampa ulaştıklarında, askerler onları sıraya dizdi. Güçlü, kuvvetli insanları bir bölüme koydular. Çocuk, yaşlı, engelli demeden, onlara bakmadan başka bir bölüme koydular. Polat ve kardeşi on üç yaşındaydılar. Onlar yeter ki çalışsın, yaşları önemli değildi. Yaşlı annesi ve kız kardeşi ile gideceklerini sandılar ama askerler onları durdurdu. Her ikiside yukarıdan aşağı Alman askerine baktı ve daha sonra Alman askerin suratında yavaş yavaş bir sırıtma belirdi.
“Siz ikiz misiniz ?”
Polat biraz Almanca konuştu ve kafasını hızlı bir şekilde salladı. O ve kardeşi tek yumurta ikizleriydi.
Askeri kampın başka bir bölümüne doğru çocuklar el salladı. Anneleri ağlayarak onlara seslendi ama asker annelerini geriye doğru itti. Çocuklar aileleri, ormana doğru zütürülürken izledi. Geride sadece özel üniformalı uzun boylu bir adam kalmıştı ve çocuklara bakıp gülüyordu.
“Mükemmeller. Ben onların icabına bakarım.”
“Emredersiniz, Dr. Mahmut.” Asker çocukları iterek yere düşürdü, ikiside dizlerinin üstündeydi. Bu acı yedi ay boyunca yaşayacakları acıların bir kısmı bile değildi. Olcan, Polat’a, Mahmutnin kurbanlarına baktığı gibi baktı. Polat’da birçok kez baktı. Çeşitli deneylere maruz kaldığını hatırladı. Bunlardan biri kulak kanalının içerisine kaynar su dökmeleriydi. Kafatasının içinde yankılanan su sesleri, yaşadığı pgibolojik acı, fiziksel acıdan daha büyüktü. Mahmut laboratuardan ayrıldıktan sonra daha uzundu.
Ama Polat kardeşi ile karşılaştırıldığında daha az işkence görüyordu. Polat’da neden olduğunu bilmiyordu. Ne yaptı da daha az işkence görüyordu ? Kardeşi neredeyse param parça olmuştu. Onun gözleri, bazı çalışmalar için alınmıştı. Aynı zamanda böbreği de alınmıştı. Her ikisi de, ölçülmüş ve her gün belgelenmişti, ama kardeşi çok daha kötü durumdaydı. Her gün kanı boşalıyordu. O çok bitkin düşmüştü, ayakta zor duruyordu. Polat’ın kardeşine eziyet ettiler ve çoğu zaman Mahmut, Polat’nın izlemesini istedi. -
14.
+1Bir çok çocuk bu korkunç deneyimi ve acıyı görüp hatırlayacaklardı. Kardeşinin vücudu ağrı ve acı içerisindeydi ama Polat başka bir şey fark etmeye başladı.Tümünü Göster
Gücü !
Mahmut tanrı gibiydi, istediğine sahip oluyor, istediğini kesip biçiyordu. Hastalarının her birini tek tek kontrol ediyordu. Polat bir deneye katılmayı reddetmişti. Mahmut’ye göre onu ölüme zütürmek hiçte problem olmazdı. Gücü çok kuvvetliydi.
Polat yemek odasında o çiftin üstünde dururken, bu gücün bir kısmını hissetti. O masanın etrafında dolaştı. Olcan ve Didem çaresizce ona baktı. Boğazını temizledi. “ Mahmut bana onu son gördüğümde ne dedi biliyor musun?”
Olcan titremeye başladı. Didem ona şaşkınlıkla baktı ve Polat’ın Lehçe’sinden hiçbir şey anlamadı. Olcan ona başını salladı. Polat, yumruğunu masaya vurdu ve ikisi de ona döndü.
“Mükemmelin mümkün olduğunu fakat özel erkek aldığını söyledi.”
Polat bunu duyduktan sonra soğuk, metal bir yatak üzerinde kardeşinin ölümünü izledi. Kan ekgibliği ve sürekli enfeksiyon ona çok zarar verdi. Polat’ın gözlerine baktıktan sonra öldü. ikiz kardeşi.. Onu tek bırakmıştı.
Mahmut “Kardeşinin adı neydi ?” diye sordu.
“Barış.”
“Barış, çok büyük bir amaç için hayatını verdi. Mükemmellik arayışı. insanlar arasında sadece küçük bir kısmı mükemmellik için ölür. O bu küçük yüzdenin içerisindeydi” Mahmut Polat’ın eline vurdu ve kardeşinden ayırdılar.
Ama o sözler… o çığlıklar resmen derisinin altından haykırdı. Yedi aydır kendisinden daha büyük bir şeyin parçası olmuştu. Mükemmellik arayışı içerisinde, neler yapılabileceğini görmüştü. Ve Barış.. o gerçek bir kahramandı. Eğer Barış bugün hayatta olsaydı, diğer Yahudilerde onunla konuşmak isterdi. ingilizce öğrenmesine yardımcı olurdu. Çünkü o harikaydı.
Polat derin bir nefes aldı. Sakin bir dalga onun üzerinde doğru koştu. Bebek ağlamayı kesti. Yapmak zorunda olduğu şeyi artık biliyordu.
Mutfaktan bir bıçak aldı ve sıkıca tuttu. Didem arkasında durdu, incitmek için değil, onun için ingilizce şeyler saçmalıyordu. Tereddüt etmeden boynunun içini oymaya başladı. Kadın çığlıklar atıyordu fakat kımıldayamıyordu. Boynuna büyük bir delik açmak için bıçak kullandı. Derisi soyuldu ve geriye oluk gibi akan kan kaldı. Numara projesi olması için sadece Polat’a numara vermişlerdi. Polat’a yapılacak projelerin aynısını oda Mahmut’ye yapmayı düşündü.
Olcan döndü ve ona bağırdı. “Dur! Polat dur!”
Amcasının boynunda da aynı delikleri açtı. Çift acı içerisinde ağlamaya başladı. Kan omuzlarından aşağıya doğru indi ve kıyafetlerini kan içersinde sırılsıklam etti.
Polat diğer odaya gitti ve bebeği çıkardı. Bebek gözlerini kırpıştırdı ve gülmeye başladı. Polat’da ona gülümsedi ve kahkahaya atmaya başladı.
Polat giderken durdu ve çocuğa yeni bir ad verdi – Barış. Artık o onun oğluydu ve yeni bir ismi vardı. Komşuları Rahmi’in kaçtığını ve sonunda Amerika’nın yolunu bulduğunu söyledi. Dövmesini gizlemek için uzun kollu gömlek giydi. Amcası ve kardeşinin tuhaf kaybolmasından beri, çamaşırhane işinde çalışıyordu. Çok yakın zamanda büyük kazançlar elde etti. Artık o minik daireden, daha uygun bir yer bulması mümkündü, tabi ki ses geçirmez bir bodrum ile birlikte. -
15.
+1Doktor döner taburede oturarak ona bakıyordu. Onunla ne yapacağını bilmiyordu.Oda artık diğerleri gibiydi. Kırık bir insan vucudunda mahsur kalmıştı. Ameliyatında bir problem yaşamamıştı. Onu öldürmeyi düşünürken odayı boşaltmıştı. Fakat aklını karıştıracak garip birşey hissetti. Belki kişiliğin kalıcı bir parçasıydı. Hayır, mümkün değildi.Tümünü Göster
Yavaşça gözlerini açtı ve odayı tanıdı. Kaç kez bu masada yattı , kaç kez neşterin kenarındaydı ? Hatırlamıyordu. Hafızasında kahverengi su olan kirli bir paspasta otururken batıyordu. Lambadan gelen ışığı gözünde milyonlarca iğne gibi hissetti. Kurumuş dudaklarını yaladı.
Doktor başını kaldırdı. Duygusuzca uyanık mısın ? dedi.
Evet. Her zamanki gibi felç olmadığını farketti. Çenesi ağrıyordu ama serbestçe hareket ettirebiliyordu. Ne olmuştu ? Evet , doktor kollarını biraz daha kazımıştı. Omzu boyunca eti kalmamıştı. Yeni kemikler çıkmıştı.
Doktor gerildi ve parmaklarını serbest bıraktı. Hissediyordu. Garip. Nasılda garip bir duyguydu. Hastalarına karşı hissettiği tek şey güçtü. Kontrol. Heyecan. Ama #1101 e bakarak becereksiz bir gençti. Ne söylediğini bilmiyordu ama bişeyler söylediğini hissediyordu. Ben dedi ve durdu. Bundan nefret ediyordu. Çabuk iyileştiğini görüyorum. Kemik neredeyse tamamen beyazdı. iskelet kollarına baktı ve evet dedi. Ona boş boş baktı. Şimdi bana ne yapacaksın dedi. Boğazını temizledi ve bilmiyorum dedi. Kalktı ve dolaşmaya başladı. Seni öldürmeyi düşünüyorum. Kısık bir sesle evet dedi. Bacaklarını biraz daha hareket ettirdi. Bu iyi olmalıydı. Sayıları öldürmeyi sevmem. Dondü ve ona baktı. Ben bir katıl değilim. Ben bir doktorum dedi. O zaman beni öldürme dedi. Ayak parmaklarını oynattı. Bir sebepten dolayı hareket edebilmesi ona iyi hissettirmişti.
Doktor odanın karşısından bana onu hatırlatıyorsun dedi. Birlikte çalışmaya başlamadan önce aynı vucut tipi vardı. Aynı saç. Birazda onun gibi kokuyordu.
Kim ? Onların hiç konuşmadığını farketti. Hep tek taraflıydı. Ameliyat olmadan önce garip bir vizyonu vardı. Çığlık attı ve ardından tekme attı. Ama niçin bişey hatırlayamıyordu.
Doktor onunla birlikte yumruğunu itti. Anne.
Son heceyi söylerken #955 odaya girdi. Omzunda bir kadın vardı. Kancayı kalçasına geçirmişti ve zemine kanlar damlıyordu. Doktor bakmamıştı bile. #955 hırlama gibi bir ses çıkardı.
Doktor sinirli bir şekilde #1101 in yanına koy dedi.
38. 955 topallayarak kadını yavaşça yere koydu. Kadın çıplaktı. Derisinde kalın bir eğri çizgi vardı. #955 yanlışlıkla birden çok kez kancayı takmış olmalıydı. Kızın sağ tarafına koydu. Kadının midesini ve göğsünü ortaya çıkarmıştı.
39. 955 yavaşça ayağa kalktı. #1101 ile göz göze gelmeleri 1 saniye aldı. Onda üzüntü gördü. Ona iyilik yapmaya çalışmıştı.Pek bişey hatırlamıyordu ama onuın iyi biri olduğunu biliyordu.
Doktor sertçe dışarı çık dedi. #955 elinden geldiğince hızlı bir şekilde ezilmiş ayaklarının üzerinde yürüdü. Gürültü ile ameliyathanenin kapısı kapandı.
Doktor şakaklarını ovuşturdu. Derinin #1459 için kullanmayı düşünüyorum dedi. Kahverengi iğrenç gölgesi olan. O değil mi ?
40. 1101 yerde yatan kadına baktı. Muhtemelen Orta Doğulu veya Latindi. Tamamen kendinden geçmişti. Ağzından bir topak çıkardı. Doktorun yorumlarına rağmen oldukça güzeldi.
Doktor duvara karşı duruyordu. Seninle neden böyle konuşuyorum bilmiyorum. Hiç profosyonelce değil. Beni kötü biri gibi düşünmelisin dedi.
41. 1101 yerde yatan kadından gözlerini alamadı. Büyülenmişti. Göğüsleri yükseldi ve düştü. Hafifçe başını eğdi. Doktor sert bir nefes aldı ve #1101 neden bana cevap vermiyorsun dedi.
42. 1101 kadının açık yaralarına tutuklu kalmıştı. Çizgileri takip etti. Taze kesimler sızdırılmıştı. Doktorun öfkesi büyüdü ve bana bak #1101 dedi.
43. 1101 doktoru görmezden geldi ve kadını izlemeye devam etti. Kadın ilaçların etkisiyle uyuduğu uykusunda inledi. Kanlı bir el izi bırakarak midesini ovuşturdu.
Doktor öfkeyle #1101 in yanına geldi ve eliyle yüzünü tuttu. Bana cevap vermelisin #1101 dedi. #1101 tereddüt etmedi ve dişleriyle doktorun elini ısırdı. Oldukça sert ısırmıştı. Doktor çığlık attı ve elini geri çekti. Doktorun etinden bir parça ağzında kaldı. Elini tuttu ve ona baktı. Güldü. Kanlı dudaklarından şu kelimeler döküldü :
Ben #1101 değilim. Benim adım Gülsüm. Sorunularını hiçbir zaman cevaplamayacağım.
Doktor cerrahi bıçağını aldı var yanına yaklaştı. Kız doktorun midesine tekme attı ve yere düşürdü. Gülsüm kaçmanın mümkün olmadığını biliyordu. Çok güçsüzdü ve doktorun iş arkadaşları etraftaydı. Kız doktora yeniden doğmuş gibi bağırdı. Sen adam değilsin. Sen hiçbirşey değilsin. Sen altına pisleyen küçük bir çocuksun dedi.
Annenin seni hiç sevmediğine bahse girerim.
Doktor anestezik bir iğne ile yanına yaklaştı. Boynuna iğneyi batırdı. ilaç etkisini gösterene kadar küfür etti. Nefes aldı ve şırıngayı bıraktı. O herneyse onun üzerine gelmişti. Doktor konuşmaması için ağzını dikmek istiyordu. Ona tekme atamazdı. Tekrar hiçbirşey olmaması için ona yavaşça işkence ederdi.
Öfkeliyken yanlışlıkla #955 in vucudunda yerde yatan kadının ki gibi oyulmuş bir desen farketti . Uzunca kegiblerle G-Ü-L-S-Ü-M harfleri yazıyordu. -
16.
+1Olgu Almanya’nın hayalini kuruyordu. O örgülü saçları ile sade kıyafetler giyerdi. Güneş annesinin arkasından doğardı. Taze ekmek ve peynir, çocukluğundan kalma masada bekliyordu. Babası squezzeboxla (müzik çalar) oynardı. Ağzını açıyor ve bir dengesiz teneke kutusu gibi göğsüne çenesi düşüyordu. Siyah bir yılan boğazına kadar yükseliyordu ve Olgu’da bu duruma karşı gülümsüyor ve “bunu bizim için yap” diyordu.Tümünü Göster
Kadın kan ter içerisinden uyandı. Kadının giysilerine bir şey sızıyordu ama bu ter değildi. O yavaş yavaş gelen bir acıma duygusuyla, kırmızılar içerisinde kalmıştı. Genç olan s*rtük onu defalarca bıçaklıyordu.
Kadının kalp kapakcıkları ... Ya Barış ? Eğer o p*ç sevgilim Barış’a zarar verseydi …
Zihni ağırlaşmıştı. Oda karanlıktı. Belki de o bu cehennemde ölmüştü. Ama sakin karanlıkta yaşamak, Fatma ve onun nankör oğluyla yaşamaktan daha iyiydi. Belki de o daha önceden de cehennemdeydi. Bu karanlık oda diğer her şeyden kurtuluş gibiydi ve o bunu daha yeni anlıyordu.
Olgu hareket etmezdi çünkü acısı tekrar başlıyordu. Acı onun şakaklarından başlar ve aşağıya doğru sanki dikenli teller batıyormuş gibi hissederdi. Bu pgibolojik bir acıydı. Kocası ona defalarca bu acıyı yaşatmıştı. Ve onun sert yumrukları önceden yaşadığı bir duyguyu hatırlatıyordu. Önceden babası da vurduğunda aynı duyguları yaşamıştı. Onun babası bütün gün squeezebox la oynuyan bir aptaldı ve onu her gün döverdi. Akşam annesi eve geldiğinde onu da dövmeye başlardı. içki parası için kızını satan bir Amerikandı.
Ama uzakta kalmanın verdiği acı, yediği dayakların acısı ile karşılaştırılamazdı. Annesini perde arkasından izlerdi, annesi koluyla, gözlerinden süzülen yaşları silerdi. Harun’a, mahrem yerlerine dokunmasına izin verirdi, oda onu öldürmezdi. Bu acı.. tarif edilemezdi.
O şimdilik bu karanlık odada yatıyordu. Aksi takdirde hayatı daha korkunç olacaktı. Ama hayır, hiç korkunç olmazdı. Onun küçük bir müttefiki vardı, Barış. Onun adını b*k kafalı babası değil, kendi vermişti. Ama fena değildi. Onun gözlerinde annesini gördü. Çocukluğu çok problemliydi ama Olgu iyi bir adam olacağını biliyordu. Güçlü bir adam. Hiçbir kadını incitmeyecek bir adam.
Olgu uyurken biri ışığı açsa, onun için hiç problem değildi. Gözlerini kapalı tutardı. Az parlayan ışık onun gözlerini acıtmazdı. Gözlerini usulca açar, ışığın gözlerine girmesine izin verirdi. Belki de önceden haklıydı ama şimdi ölü. Belki de burası bir cennetti.
ilk başta çevresi onu pek tanımıyordu. Odası mavi konservelerle kaplıydı. Zorlu bir oda gibi gözüküyordu ama burada hafızasına gömülü olan anıları vardı. Hafiften tavuk kemikleri veya et suyu kokuyordu. Ya da bekli de kanlı bir biftek. Bir kocanın, karısına hakaret etmiş rezalet kokusu. O dehşet anlar hala o evde olmalı. Barış II, bazı örtüleri çekerek odaya girdi. O doktor ceketi ve kırmızı bir önlük giyiyordu. Aslında biraz daha yakından bakıldığında, kızıl renge boyanmış bir beyaz önlük olduğunu anlayabilirsiniz. Her zamanki gibi gülümsemiyordu.
“Nasıl hissediyorsun ?” #996
Olgu vücudu bandaj kaplı şekilde, onu gözlerinden, gövdesine kadar süzdü.
“Acı içerisindeyim.” Ona hitap edecek bir adı yoktu.
“Bu çok normal. Acı devam edecektir.” Kocası ona yakın yürüyordu.
iç güdüsel olarak çok kötüydü, buda başlı başına daha fazla acıya sebep oluyordu. “Barış, güvende mi?”
Barış II için işler kötü durumdaydı. “ismi bu değildi ama şimdi öyle.” Suratında hafif bir sırıtma vardı. “Barış onunla ilgilenecektir.”
Olgu’nın gözleri dolmaya başladı. “Anlayamıyorum.”
“ Hiç sahip olmadı.” Doktor yanındaydı ve onun bandajını inceliyordur. “ Her zaman anlaman için çok basitti. Tamam mı ?. Yakında büyük resmi göreceksin. Şimdi sende onlardan birisin.”
Olgu umutsuzca savaşmaya çalışıyordu ama gücü yoktu. “Neredeyim ben ?”
“Bodrumu hiç görmedin mi?” Olgu onu itti ve acı bir sarsıntı hissetti ama bu daha hiçbir şeydi. “ Tabii ki de buraya daha önceden girmene izin verilmedi. Babam tasarları. Ses geçirmeyen. Üç odalı ve birkaç şey depolamak için yeterli. Bu bodrum ofisi benim için çok büyük. Şuan orada on tane kilit var ve hepsi açık.”
“On, ne?” Olgu ellerini vücudundan ayırırken hafifledi.
“ Sayılar. insanlar onları aradı desem daha doğru olur. #995 Nerede bu?. Ne yazık ki ona katılmadan olmaz. Ölü olduğunuzu düşünüyor olması daha iyi olur. Ruhunu parçalamasına yardımcı olacaktır.” Ona sırt çevirdi ve bir çift eldiven giydi. ilk önce Barış. Zaten elini kaldırmıştı. istediğimden biraz daha incin oldu ama onun ilk zamanları.”
Olgu zor, berbat bir nefes aldı. “Anlamadım. Barış hayatta mı?”
“Şimdi bizim büyük çocuğuz için konuşuyorsanız #995. O olmalıydı ismi. Bu onun numarası.” Yüzündeki ameliyat maskesini çenesine doğru kaydırdı.” Şimdi ailemizin adını taşıyan adam, bizim en küçük oğlumuz. Barış adına layık olduğunu son birkaç gün içinde bana gösterdi.” Barış II paltosunun içinde iğne saklamıştı. “Hala sana verdiği yaraları dikmek içindi o iğne. Yaralarını diktim fakat fazla dayanamaz. Kendine geldiğinde soktuğum kancayı hissetmen için beklemek istedim.”
Olgu adeta bir duygu seli yaşıyordu. “Neden beni öldürmüyorsun?”
Barış II kıza adeta deli gibi bakıyordu. “ Sen şuanda %1 sin. Sonunda bir amacın var. Mutlu değil misin? Sana bir şeyler yapmak için gidiyoruz. Artık işe yaramaz olmayacaksın.”
Olgu gözlerini sıkıca kapattı. Belki siyah odaya geri dönebilirdi. Kolunun içine saplanan iğnenin yandığını hissediyordu. Ama onun aklı çok uzaklardaydı, Almanya da. O ve Barış kendi evi dışından bankta el ele tutuşuyorlardı. Onların bebekleri, bebek sepetinde ses çıkartıyor, güneş batıyordu. Barış onun kulağına eğildi ve hoşça bir şeyler fısıldadı ama Barış II’nin sıcak nefesini, ensesinde hissediyordu. O “Ben tamamen iyileşmek ve sonra seni parçalara ayırmak için gidiyorum. Düşündüm de senin parmaklarını, Alman sosisi yaparak başlabilirim.” diyordu. -
17.
+1Aleyna odasında neşeyle arkadaşı Ergün ile oynuyordu. Dökümlü eşarbı, kafasının arkasında iki uzun örgü saçı ile melek gibiydi. Ergün yanında sönük kalırdı. Ufak yaşına göre uzun bacaklı bir kızdı. iki kızda yedi yaşlarındaydı. Ergün'nin kaburları derisinin altından sayılıyordu. Saçları koyu renkte ve yüzünü neredeyse tamamen kaplayan bir burnu vardı. Aleyna ise sarışın güzel bir çocuktu. Onun teni yumuşak, gözleri büyük ve parlaktı. iki kız inanılmaz derecede farklı fakat onlar hala haftalık oyun günlerinde eğlenceli vakit geçiriyorlardı.Tümünü Göster
Aleyna büyülü bir yolculuğa çıkmak için kendilerine, bir yol yarattı. Ergün ise bu yolculuğa dahil olduğu için mutluydu. O gün, Aleyna büyük bir ordu lideri, Ergün ise askerlerinden biridir. Barbie'e karşı korkunç bir savaşın içerisindeydiler.
"Zafer bizim olacak!". Aleyna elinde ki yastığı havaya kaldırarak, sanki muhteşem bir kılıçmış gibi feryatlar atıyordu.
"Evet," Ergün ona biraz daha sessiz olmasını söylüyordu.
"Hayır, bizi bulurlar." Aleyna kucağına oyuncak bebekleri alarak koşar. "Dikkat et!" Daha sonra Ergün'de bebekleri atmaya başlar. Aleyna gelen bebekleri yastığı ile savurur ve Ergün'e doğru sertçe bebekleri atmaya başlar. Ergün'i şakağından vurur.
Ergün elinde ki yastığı yere fırlatır ve kafasını tutarak ağlamaya başlar. Aleyna elinde ki bebekleri istemsizce yere düşürür ve onun için endişelenmeye başlar. "Özür dilerim Ergün! iyi misin?" diyerek hemen Ergün'nin yanına gider. Ergün eğilmiş ağlarken, gözyaşları gömleğine damlıyordu.
"Annemi getireceğim." Aleyna bir an için duraksadı ve kafasından akan kan damlarlarını gördü. Aleyna önceden kan görmüştü fakat Ergün'nin alnında süzülen kırmızı kan, midesini bulandırmıştı. Onu sarsarak kendine getirdi ve hemen ebeveynlerinin yatak odasına koştu.
Onu bulmak için acele etti, annesi köşede, suratı duvara karşı ayakta dikiliyordu. Ortamda sessizlik hakimdi. Annesi düz beyaz alçıpan duvara çok yakındı. Aleyna annesini bu pozisyonda bulmuştu.
"Anne, Ergün yaralandı ve başı kanıyor." Aleyna odaya girmedi. Odaya adımını bile atmasına izin verilmiyormuş. Babası ona, burası sadece yetişkinler için demişti. Kimse babasının kurallarına karşı gelemez.
Annesi yavaşça gözlerini açarak arkasını döndü. Kıza transa geçer gibi baktı. Ama birkaç saniye sonra suratında kocaman sahte bir gülümseme vardı, Aleyna o gülüşü iyi bilir."Oğh hayır," Gamze sessiz bir çekilde "Ne oldu?" dedi.
"Biz birlikte oyun oynuyorduk... şey ben yalnışlıkla onu incittim." Aleyna'nın suratı kızardı ve kafası yere düştü.
"Endişelenme. Eminim bir şeyi yoktur. Gamze odadan yürüyerek çıktı ve Aleynada onu takip etti. Ergün hala yere çömelmiş, sessizce ağlıyordu. Odaya girdiğinde ona bakmadı.
"Acıyor mu?" Gamze'nın sesi yüksek garip, monoton bir tondaydı. O hiçbir zaman bağırmaz ve fazla ilgilenmezdi. O kendini feminist ve kusursuz bir şekilde eğitmişti. Aleyna hiçbir şey bilmediği için bu tavrı ona garip gelmiyordu.
Ergün cevap vermiyor ama hafifçe başını sallıyordu. Aleyna onun yanına diz çöktü. "Görebilir miyim?". Çocukluk merakını uyandırmıştı.
Ergün isteksizce, şakağında ki yarığı göstermek için saçlarını topladı. Derin değil yüzeysel bir yaraydı. Aleyna içinde ki dokunma dürtüsünü hissetti, o an sosyal bir dürtü olarak Ergün'nin eline tutması gerektiğini biliyordu.
Gamze gereksiz sert bir ses tonuyla. "Hiçbir şeyin yok.". Ergün gözlerini aşağıda tutmaya devam etti. O Aleyna'nın annesini sevmezdi.
"Biliyorum, benim prensesli yara bantlarından bir tanesini alabilirsin!" Aleyna heyecanla yerinden sıçradı. "Doktorculuk oynarız ve seni daha iyi yapabilirim! Benim babamda doktor. O insanları olduğundan daha iyi yapıyor."
Gamze'nın gözleri ölü ve cansızdı. "Siz kızlar her şeyi çözmüş gibi gözüküyorsunuz." Gamze odayı terkedip, o köşeye geri döndü ve duvara bakmaya devam etti.
Aleyna neşe saçıyordu."Ben Doktor Aleyna ve seni iyileştireceğim!"
Ergün burnunu çekerek."Hayır, teşekkür ederim, ben iyiyim." diyerek Aleyna'dan bir inç kadar uzaklaşır.
"Niçin? Seni iyileştiremeyeceğimi mi düşünüyorsun?" Aleyna küsmüştü. "Benim babam doktorlar arasında en iyisi ve bende öyleyim. Sadece ameliyat olman gerekiyor."
Ergün yatağa karşı sırtını dayadı, gözleri açık ve korkulu bir şekilde, "Hayır, teşekkür ederim." dedi.
Aleyna üzgün bir şekilde kaşlarını havaya kaldırdı ve "Sana zarar vermem" dedi.
Ergün olduğu yerde duruyordu. Aleyna yanına gidip onun yanaklarına ellerini koydu. Yanakları kırmızı ve sıcaktı. "Güven bana, yoksa güveniyor musun?" dedi.
Ergün sinir oluyordu fakat fazlada hareket edemiyordu. "Evet. Evet, tamam."
Aleyna tekrar gülümsedi ve banyoya prensesli yara bandını almak için koştu. O en sevdiği Prenses olan Belle'yi seçmişti. O henüz küçükken, uykusuz düşene kadar Beauty and the Beast'ı izlerdi. Aleyna bandı kaptığı gibi odasına geri döndü. Odaya döndüğünde kimse yoktu. "Ergün! Ergün!" Onu çağırıyor ve odada ki heryerde onu arıyordu. Annesinin odasına gitti ve annesine "Anne, Ergün'i gördün mü?"
"Hayır." Gamze arkasını bile dönmedi.
Aleyna hertarafa baktı ama Ergün'yi hiçbir yerde bulamadı. Babası çalışma odasından oturuyor ama onu takmıyordu bile. Ondan daha iyi bildiği kesindi. isteksizce yatak odasına geri gitti. Üzgündü. Yatağa oturdu ve bacaklarını sarkıttı. O sırada yatağın altından bir hapşırık sesi geldi.
O hemen kendini yere attı ve haykırdı. "Yakaladım seni!". Ergün'nin bileğinden tutmuş onu çekmeye çalışıyordu ama o da çıkmamak için direniyordu. Aleyna bunu bir oyun olarak düşünmüştü ve daha önce hiç böyle bir oyun oynamamıştı ama o hala bundan mutlu oluyordu. Aleyna Ergün'den daha iri ve güçlü olduğundan, onu yatağın altından sürüleyerek çıkardı. Birkeresinde de Ergün o soğuk yerde neredeyse donuyormuş.
"Eğer saklambaç oynamak istiyorsan, söylemen gerekirdi!" Aleyna gülümsedi. "Prensesli bandın sanırım bekleyebilir. Bir sonraki hamlem gizlemek olacak!"
Ergün hiçbir şey söylemedi. Aleyna'nın arkasında ki kapıyı süzüyordu. Aleyna kafasını çevirdi ve orda duran babasını gördü. Küçük bir gölgesi vardı fakat yinede bunaltıcı hissetmelerine yetmişti. Aleyna gülümsedi ve "Merhaba Baba." dedi.
"Merhaba". Babası odanın içerisine girmedi."Nasıl gidiyor?"
"Doktorculuk oyunuyoruz ama sonra Ergün saklanmaya başladı ama sonunda onu buldum" diyerek gülümsedi. Ergün titremeye başlar.
"Saklanmıyordum, sadece oyun oynuyorduk!" Ergün kendini sakinleştirmeye çalışır fakat titremesine engel olamaz.
Barış babasının Ergün'ye attığı bakıştan sonra yerinden kıpırdamadı."Sanırım Ergün'nin eve dönme vakti geldi."
"Ohh hayır, şimdi mi?" Aleyna omuzlarını silkti ve ayağa kalktı.
Oraya gidip babasına sarılmak için can atıyordu, ama oda bunu yapamayacağını biliyordu. Onun yerine Ergün'yi çekip ona kocaman sarıldı. "Seni seviyorum Ergün. Gelecek pazar görüşürüz."
Aleyna'nın babası ona doğru yavaş adımlarla yürüyen küçük kızı çağırıyordu. Aleyna Ergün'nin omzuna elini ağır bir şekilde koydu. Ergün'nin gözyaşları yanaklarından aşağı doğru damladı.
"Ona saklanmak hakkında ne söylemiştim?". Barış buz gibi bir ses tonuyla, Ergün bir şey söylemedi. Bu tür şeyler onu sıkmıştı. "Eğer durmazsan, Aleyna ile geçireceğiniz zamanları bitirmek zorundayım."
"Hayır, lütfen". Ergün ona bakmaya çalışıyordu fakat ona bakmasını engellemek için adam, kızın çenesini tutuyordu.
"Aleyna için yeni oyun arkadaşı bulmak zorundayım. Belkide küçük kız kardeşini kullanırım, #1343 zaten hasat için neredeyse hazır."
Adam ve kız kapıdan çıktı. Aleyna pencereden onları izliyordu fakat görünürde kimse yoktu.
Barış onu en son buraya geldiğinde arabadan inerken görmüştü.
Barış on bir yıl sonra, babasının çalışma odasında, eski arkadaşının bir deri bir kemik haliyle yüz yüze geldi. -
18.
0Kadın ameliyat odasının zeminine bakıyordu. Zemini kullanıyorlardı. Her bir beyaz fayans mükemmel karelerden oluşuyordu. Fayansların , birisi baktığı zaman sakinleştirici etkisi vardı.Tümünü Göster
Gamze yorgundu. Genellikle olduğu gibi gününü yatak odasında ayakta geçirmişti. Alena orta okuldan erken gelmişti. Atıştırmalık yiyecek hazırlayacaktı. Her çarşamba gecesi olduğu gibi kocasının çalışmalarına hemşire olarak eşlik etti.
44. 1302 onun doktorun karısı ve hemşiresi olduğunu hatırlıyordu. #1302 özellikle , onun doktorun projelerine yardım ettiği zamanlarda eğlenmiyordu. Vucudunun sallandığı her an acı veriyordu.
Dilek buradan nefret ediyordu. Buradayken konuşmuyordu. Buraya yapışıp kalmıştı.
Doktor bugün çalışmak için aşağıdakileri numaralardan hangisini seçeceğini düşünüyordu. Bu zaman almıştı. Gamze bir kadın olmasını ümit ediyordu. Kadınlar ızdırap çektiğinde kanını soğutan birşeyler vardı. Geçen hafta ofiste çalışacak kişi için kafa derisinden bir peruk yapmıştı. Barış in kafasını sabit tutup derisini iğneyle tekrar tekrar deldi. Kadın hiç mücadele etmemişti. Daha önce hiç bu aşamaya ulaşamamışlardı.
Sadece doktorla çalıştığında #1302 gibi mücadele etmişyordu. En yeni prosedürde kalçasından büyük bir deri nakli yapıldı. Birisinin yüzü için deriye ihtiyacı olduğunu söyledi. Soyma işlemi çok acılıydı. Dilek neredeyse bayılacaktı. #1302 her zaman itaatkardı. Ona karşı koymadı.
Kocası #995 in vucudu ile uğraşırken her zaman sesleri duyuyordu. insanı şaşırtacak derecede güçlü ve uyanık seslerdi. Belki yeni bir projeydi. Tipik sesler sedye sesi ve bir erkeğin ağır vucudunun kalkma sesiydi. Ama bu sefer ağız tıkacına karşı birinin gıcırdama seslerini duyuyordu.
Fatih iç odanın merdivenlerini çıkarken kadın bir adım geri çekildi. #995 sesli sesli homurdanıyordu. Fatih'i gizli kapıdan geçirip operasyon odasına bıraktılar. Fatih'in üzeri mavi muşamba ile kaplanmış.
45. 1302 doktordan bir beklentisi var gibi bakıyor. Çünkü onun hastası ve emirlerini bekliyor. Gamze kocasına boş boş bakıyor. Fatih'in olduğu yere giden yoldaki iç odanın kokusu onu tiksindiriyor. Dilek başka bir yerde olduğunu düşünmeye çalışıyor. Doktor bey gülümsemiyor ancak heyecanlı hareket ediyor. Bu, kadınların pekte alışık olmadığı bir şey. "#1302 sana özel bir sürprizim var" #1302 kafasını kaşıyor, "Evet doktor" #995 kimseye fark ettirmeden odadan bir şekilde sıyrılıyor. Çünkü az sonra olacaklara şahit olmak istemediğine emin. Doktor bey #1302'yi Fatih'in ayakucuna yakın bir noktaya doğru itiyor. Kollarını ve bacaklarını naylona sarılmış bedene doğru bakacak şekilde ayarlıyor. Denek boğuşmayı bırakıyor, ve daha fazla oksijen almak için derin derin nefes alıp vermeye başlıyor. Kalbine acayip bir şeyler oluyor. Doktorun ağzı titreyerek üzerinde geziniyor ve üzerindeki naylonu tek seferde alarak altındaki adamı açığa çıkarıyor. Denek bağlı ve ağzı tıkalı durumda. Gözleri kırmızı. Zayıf bir adam ve kaburgaları farklı bir açıda duruyor. Penisinin üzerinde bir çeşit kablolu alet var. Fakat yüzü... Yüzü mükemmel. Mükemmel bir simetrisi var. Ve saçı, o kadar tere rağmen hala güzel. Dilek ağzından küçük bir iniltinin çıkmasına izin veriyor. "Gökdeniz"... Doktor kısık bir sırıtma ile "Artık değil. Onun bundan sonra adı #1470." #1302 ellerini yanlarına koyup kendilerine öğretildiği gibi öfke anında kontrolü sağlamak için yumruk haline getiriyor ve "Size nasıl yardımcı olabilirim Doktor bey" diyor. Dilek aniden bir çığlık atıyor. Bu, onu biraya koyan binler için. Canlarını alan adam bu. Gamze meraklı bir nefret içinde. Doktor ameliyat aletlerinin olduğu yere doğru ilerliyor ve büyükçe bir neşter alıyor. Neşter ellerinde dans ediyor. Ve onu ağzı kapalı olduğu için çığlıkları duyulmayan #1470'e doğrultuyor. "Biliyorsun #1302, son zamanlardaki işlerini gerçekten taktir ediyorum. Operasyon odasındaki varlığın oldukça faydalı."
46. 1302 cevap vermiyor. Kadınlar neşterin #1470'in yüzünde gezerek bir an önce düşmesi için heyecanlanan doktoru izliyorlar. Doktor huzurlu görünüyor "ilk kesiği atmana izin vereceğim" birden bire Dilek sesini kesiyor. O kadar yıl sonra ilk defa heyecanlı hissediyor. Diğer iki kadın kontrol için çırpınıyorlar ama kollarını tutan Dilek neşteri almaya hazır. Doktor neşteri yavaşça teslim ediyor. "Senden tek bir isteğim var. Ne kadar istesen de onu öldürme." Dilek bilinçli olarak Gökdeniz'in yüzüne doğru yürüyor. Gözleri buluşuyor ancak Gökdeniz'in onu tanımadığını fark ediyor. Bu normal. Çünkü dış görünüşü Gökdeniz'in onu doktora satışından beri oldukça değişti. Ancak gözler aynı gözler. Gökdeniz'in gözleri dik dik bakıyor. Dilek'in duyduğu heyecandan dolayı yüzü morarıyor. Gökdeniz'in bunu görmesiyle titremeye başlaması bir oluyor. Dilek'in dudaklarındaki gülümseme tüm yüzüne dağılıyor. Tek bir pürüzsüz hareketle Dilek Gökdeniz'in yüzünün sol tarafında bir yarık açıyor. Gökdeniz kapalı ağzının altından bir çığlık atıyor ancak yapabileceği hiç bir şey yok. Doktor yetişip elinden Neşteri almaya çalışıyor ancak Dilek bu sefer onu Gökdeniz'in sağ yanağına saplıyor. "#1302 neşteri bana ver." doktorun emredici ve sorgulayıcı bir ses tonu var. Dilek onu dinlemiyor. Hatta Gökdeniz'in dudaklarında üç büyük kegib açıyor. Gökdeniz'in yaralarından kanlar birikip yerlere dökülüyor. Ağlıyor ve bağlandığı ipler karşısında direnmeye çalışıyor. Dilek gülümsemeyi bırakamıyor. Doktor bir adım uzaklaşıyor. Bunun #1302'nin değişmesini bir başka boyutu olduğunu fark ediyor. Dikkatle izliyor. Dilek Gökdeniz'in yüzüne biraz daha yaklaşıyor. Kanlı yüzünü bir avcunun içine alıp başlıyor burnunu testereyle kesmeye. Kan boğazından aşağı dolup solumasında sıkıntıya yol açıyor. Dilek'in burnunu kesmesi birkaç dakikasını alıyor. Ve burnu yere çöp gibi fırlatıyor. Yaptığı işe bir bakış atıyor. Gökdeniz'in yüzü tanınamaz halde. Gökdeniz'in yüzü tanınamaz halde. Şokta, bilinci var ile yok arasında ve soluma yeteneğini kaybediyor. Ama bir rahatlık dalgası onu sarıyor. Hayatında ilk defa huzur içinde hissediyor.
47. 1302 kontrolü tekrar ele alıp neşteri Gökdeniz'in göğsüne daldırıyor. Doktora itaatsizliği yüzünden dehşete kapılmış bir şekilde dönüyor ve, "Çok üzgünüm doktor" diyebiliyor. Doktor neşter kapıyor ve #1302'ye dönüp "Yeter. Soluk yolunu temizleyeceğiz yoksa solunum yetmezliğinden ölebilir." "Ve eğer ölürse, onun üzerinde bir daha çalışamayız." Gamze kocasına daha önce hiç bu kadar yakın hissetmemişti. #1302 ise tekinsiz. Vücutlarında bir boşluk var. Ve ikiside biliyor ki, Dilek artık onlarla birlikte değil. -
19.
+1SON. Okuyanlara teşekkür ederim.Tümünü Göster
Barış II geçmişe duyulan özleme inanmazdı. Ona göre boş ve müsrif bir şeydi. Aklı çocukluğundaki anılarına sürüklenince hemen kendini yener ve her türlü gereksiz duyguyu hissetmekten kendini savunurdu. Babası duygu tembelliğin temelidir derdi ona. Babasına karşı olan çok yoğun hayranlığının maalesef ki kaçınılmaz olmasına rağmen, Barış ll hiçbir şey hissetmemek için elinden gelenin en iyisini yapardı.
Oturma odasındaki sandalyesine oturuyor, gazete bakıyordu. Şöminede ateş yanıyordu. Okuma işine geri dönmeden önce kısa bir süreliğine sıcak havayı ellerinde ve ayaklarında hissetmesine izin verdi. Ölüm ilanlarını okuyordu, her zaman yaptığı gibi. Ölüm ilanları Barış ll 'ın eğlencesinin bir nevi parçasıydı. Köşe yazısında o tanıdık yüzü gördüğünde yapabilecek durumda olmasına rağmen gülümsemedi. Kadın da bu resimde gülüyordu. Barış onun gülümsemesine hiç şahit olmamıştı. Olgu merdivenlerden iniyordu. Barış ona bakmak için yüzünü dahi dönmedi. Onun nasıl göründüğünü biliyordu; genelde topuz yapılan bir saç, önceleri güzel yüzlü olan fakat şimdilerde kaşları çatık ve somurtkan bir yüz. Barış bir süreliğine buluştukları günü hatırladı; evlendikleri günü. Babası ona evlenilecek Alman bir eş bulması için teşvik etmiş, yüreklendirmişti.
Evlendiklerinde Olgu on beş yaşındaydı. Barış ll'da otuz. Tıp okulunu çoktan bitirmiş ve pratiklerine başlamıştı bile. Hastaları onun tavır ve tutumlarını, özü sözü bir ekgibsiz düşünce tarzını beğenirlerdi. Ama o tabii ki de tüm normal hastalarını umursamaz, küçümserdi. Onun ilgisi sadece %1'lereydi. Barış kendini eski hatıraları anarken bulduğunda şiddetle kafasını salladı. Olgu ona tereddütle yaklaştı. "Kann ich dich fragen-" ("Sana bir şey sorabilir-")
"Türkçe konuş!" Barış sesini yükseltmemişti ama Olgu'yı neredeyse ağlatacak şekilde konuşmuştu.
"Evet. Türkçe. Özür dilerim." Olgu 12 yıldır Türkiye'deydi. Barış ll onun Türkçeyi artık iyice öğrendiğini sanmıştı. Ama Barış'ın gaddarlığıyla, Olgu bazen kendini kaybederdi.
" Barış için bir hediye almak istiyorum. Çek defterini kullanabilir miyim?"
Barış ll dalga geçer gibiydi. Kağıttan başını kaldırıp bakmıyordu . "Koca bebek. Eğer aile şirketinde faaliyet gösterip işi yürütecekse önce adam olmalı. Hediyeye ihtiyacı yok onun"
"Ama o sadece dokuz yaşında!" Olgu çoğu kez oğluyla beraber kaçtığını, Almanya'da küçük bir arsa bulup birlikte yaşadıklarını hayal ederdi. Belki bir kız bebek evlat edinebilirler ve böylece onunla beraber büyüyebilirlerdi.
"Ben dokuz yaşındayken ameliyathanede babama asistanlık yapıyordum. Senin oğlun yemeğini keserken bıçağı tutamıyor daha."
Barış ll sonunda gözlerini kaldırdı ve karısınınkilerle buluşturdu. O güzeldi. Diğer erkekler onunla bir çocuğa sahip olduğu için huzurlu hissedebilirlerdi. Ama onun dünyaya getirdikleri sadece bir ana kuzusu ve nankördü. "Bunların yanı sıra," Soğuk bir şekilde konuşuyordu. "Tüm son birikimlerimizi yeni ofise harcadım. Tam aradığım türden bir depo var."
"Ama Noeldeyiz!" Olgu iyi bir anne olmayı çok ama çok istemişti. "Noel şişman adamlar ve tembel çocuklar için beyhude bir tatildir." Gazetesini yere fırlattı ve ayağa kalktı.
Barış ll evdeki dekorasyonlara izin vermemişti. Onların gereksiz ve saçma olduğunu düşünüyordu. Barış ll ona gereksiz gözüken tatlı, müzik, kız çocukları ve geyik muhabbetleri dahil her şeyi sevmezdi. Allship'lerin evinde Noel her zaman iç karartıcı geçerdi. Bu yıl da ondan farksızdı.
Barış ll 'ın karısına vurmak gibi bir huyu hiç olmamıştır fakat karısı ondan yinede çekinir ve uzak dururdu. Çok güçsüzdü. Olgu gözyaşını sildi. "Peki en azından şimdi onu kafesinfen çıkarabilir miyim?" iki yetişkin de Barış lll'ın sessizce oturduğu küçük köpek kafesine, mutfağa doğru baktı. Barış ll onu sabahın erken saatlerinde tezgaha süt döktüğü için oraya koymuştu. Dürüst olmak gerekirse çocuğu tamamen unutmuştu. "Pekala çıkar. Anahtarların nerde olduğunu biliyorsun." Yavaşça yerine oturdu, ateşe bakıyordu.
"Anneciğim, sen de beni çıkaracaksın değil mi?" Küçük bir ses mutfakta yayıldı.Bu Cem'ti, nankör olan. Kafesinde yaklaşık bir buçuk gündür ordaydı. Orası iğrenç kokuyordu. ilk birkaç saat feryat etmiş ve kendini ordan oraya atmıştı ama sonunda sakinleşmişti ve olabildiğince sakin bir şekilde oturuyordu. "Lütfen, anneciğim?"
"Bana öyle deme." Olgu Barış lll 'a doğru yürüdü, kapıyı açtı ve onu kollarına aldı. Kulağına bir şeyler fısıldadı. Cem yüzünü kapıya karşı döndü. "Ama anneciğim ben-"
"istersen orada çürü git bana ne?" Olgu, Barış lll 'ın elini tuttu ve mutfaktan çıkmasına izin verdi. Gece banyosu için onu merdivenlerden yukarı çıkaracaktı. Cem onlara ümitsizce baktı. Babası mutfağa gelip onun yarında durunca neredeyse ağlamak üzereydi. Onun gözüne bakamamıştı. Babasından korkuyordu. Babası da neredeyse gülümsüyor ve en genç oğlunun ondan korkmasından keyif alıyordu.
"Dışarı çıkmak istiyor musun?" diye sordu Barış sakin bir şekilde.
"Evet, lütfen." Cem sesinin titremesini durdurmaya çalıştı. "Biliyorsun, ben senin yaşındayken üç adamı öldürmüştüm. Babam nasıl yapacağımı göstermişti. ilkini bıçakla öldürdüm. ikincisini baltayla. Üçüncüsünü de çekiçle. Babam beni izledi ve doğruladı." Barış ll sonunda ona baktı. "Adam öldürmek istiyor musun? Ofisimde şu anda bağlı bir tane var." Cem cevap verecek kelime bulamamıştı. Onun yerine altına işemeye başlamıştı. Ayaklarının dibine idrar birikmişti.
"Bende öyle düşünmüştüm." Barış ll arkasını döndü ve diğer odaya geçti. Koltuğuna geri oturdu ve gazetesini açtı, üç yıl önce kaçırılan kadının haberini okudu. Ailesi sonunda onun öldüğünü kabullenmiş, onun gülümseyen bir resmiyle birlikte bir ölüm ilanı yayınlamışlardı. Barış ll neredeyse gülecekti. Ailesi onun hayatta olduğunu, Barış'ın kendi ofisinin altında oluşturduğu rutubetli bodrumda iyileşiyor olduğunu bilselerdi ne yaparlardı? Barış'ın ofisine olan yatırım gerekliydi; Normal iş yerinin altında yer alan bir nezarethane gerekliydi. Yani böylece keşfedilme korkusu olmadan babasının işine devam edebilirdi. O gülümseyen kadın Barış'ın yeni bodrumunun ilk hastasıydı. Şimdi onu hayal edebilirdi; metal karyolanın üstünde yatarken, nakledilen yüzünün yavaşça iyileşiyor olması. Yeni yüzü daha pürüsüz ve beyazdı. Pek yakında mükemmel görünecekti. Derin bir iç çekti Barış, diğer odadan gelen oğlunun ağlayışı ve feryatlarını duymazdan gelerek. Yeni bodrumu Barış ll 'ın bir nevi Noel hediyesiydi. Ve istemeyerek kendisine bundan keyif almasına izin verdi.
başlık yok! burası bom boş!