0
Hasmane tavır başka, eleştirel yaklaşım başkadır. Milliyetçilik adına söylenen şeyler, Amerika’ya ve AB’ye karşı hasmane bir üslup taşıyor. Hatta demokrasiye de şehlâ bakıyor!iki kutuplu dünya dengesinden, tek merkezli dengeye geçildiğini kabulleniyoruz. Nedir o merkez? Tabii ki ABD. Avrupa Birliği de onun uydusu gibi bir konumda, her ne kadar öyle değilmiş gösterileri yapma ihtiyacından vazgeçmiyorsa da.
Ve biz yeni dünya dengesinin merkezine şiddetle muhalifiz! Peki hangi denge hesabı ve stratejisi adına? Varmak istediğimiz hedef noktalar ve onları belirleyen istikamet çizgisi nedir? Uzaktan bakınca şöyle bir izlenim edinirsiniz:
“Bizim zengin kaynaklarımız var, onları değerlendirecek bilgili kadrolara da sahibiz; fakat ABD ve Avrupa Birliği buna izin vermiyor ve bir müstemleke gibi bizi sömürüyor. Onlarla olan bağlarımızı koparıp ilişkilerimizi kesersek her şey kendiliğinden çözülür ve yoluna girer.”
Böyle midir durum? Böyledir de onun için mi sabahtan akşama “bunlar şöyle batırırlar, şöyle parçalarlar, şöyle sömürürler”le yetinen ve ha bire aynı şeyleri tekrarlayan yazılar yazılıp nutuklar çekiliyor?
iyi ve sağlıklı ilişkiler kurmanın yollarını aramıyoruz. Öyle olsaydı, üslup böyle olmazdı. Peki, dünyanın en büyük “siyasî-ekonomik” gücüne karşı reddiyeler düzüp adeta “felsefe”ler üretir isek; (Kur’un şişkinliği nazara alındığında) 3-4 bin dolarlık millî gelirle, bu tarımla, bu dış ticaret açığıyla, bu işsizlikle, bu bölücülük mazarratıyla, bu aydın yoksulluğuyla, bu demokrasiyle biz hangi alternatif projenin takipçisi olacağız? Bulgaristan yeni bir anlaşma yaptı; uzun yılların Demir Perde ülkesi, Varşova Paktı üyesi, Amerika’yla iyi olmak için her fırsattan yararlanıyor. Yarın, öbür gün; Trakya’yı sular altında bırakan baraj açma uygulamalarına ayrı bir küstahlık eklerse hiç şaşırmam “Bireysellik” övülür. Bizde bireyselliğin en aşırı sivrilikleri mizacımıza işlemiş haliyle var. “Düşünce” diye ifade edilenlerin çok büyük bir kısmı bizde, bireysel ve tepkisel tatmin ihtiyaçlarıyla ilgilidir. “Böyle olursa bu toplum ne kazanır, şöyle olursa ne kaybeder?”in muhasebesi yapılıyor falan değil. Bozulmuş adamın kafası! “Çekilip gitsinler, sinirime dokunuyor. istemem onlardan gelecek hayrı!” pgibolojisi, ciddi bilinen veya hiç değilse öyle olması umulan kişilere bile hakim. Batı, Filistin’e yardımı kesti ve Filistin halkı çok dramatik haller yaşamaya doğru hızla sürükleniyor. Filistin’in eylemler yaparak yaşayabilmesi bile Batı’nın yardımına bağlı! Filistin’in eylemlerini hamasetle destekleyenlerin cebinde akrep var! Onlardan para çıkmaz; sadece bireysel eşantiyonlarla caka satarlar ve önemli yardımlarda bulunuyormuş havasını verirler.Kim kime, niçin, nasıl güveniyor, anlamak mümkün değil.Şimdi Amerika’nın Ortadoğu masasında; Peşmerge var, Yahudi var, Bulgaristan var. Onlara dayanarak strateji geliştirmeye çalışıyor. Biz de diyoruz ki: “Ya onay ver, Irak’ın Kuzey’ine girelim; yahut da sen temizle şu PKK’yı.” Amerika istese, Irak’taki kampları vurup dağıtır, elebaşlarını da birkaç kamyona bindirip bize teslim eder. Apo’yu teslim ettiği gibi... Ve bir diplomatik manevrayla biz bunu sağlayabiliriz. Tartışmacıların makaleme dair duyguları birbirinden çok farklıydı: Alexander'in yoğun, öfkeli, neredeyse saldırgan itirazlarından, Loewenstein'in sert ama saygılı eleştirisine, Gitelson'ın ortada konumuna, son olarak da Helen McLean'in sıcak bir biçimde ifade ettiği kabul ve övgüsüne varıncaya kadar. Ancak o zaman sadece sezdiğim, o günden beri ise giderek daha büyük bir açıklıkla gördüğüm şuydu ki, ister övüyor ister yeriyor olsunlar, bütün tartışmacılar makalemin ana fikriyle ilgisi olmayan meselelere takılmışlardı. Makalenin içerdiği temel, basit ve açık bilimsel mesajı hepsi kaçırmıştı. Dolayısıyla bugün, anlayanlar kervanına daha fazla meslektaşımın katılmasını sağlayabileceğim umuduyla, bu mesajı bir kez daha dile getirmekle başlayacağım. Sonra da, yirmi beş yıl önce kurmuş olduğum güvenli temelden yola çıkarak, yeni bir yöne doğru bir adım atacağım.Önerdiğim şey karşısında hiçbir tepki almamış olmam yüzünden yaşadığım hayal kırıklığından sonra, bugünkü sunumun yarısını adamaya karar verdiğim görevi çekingenlikle ele alacağımı düşünüyor olabilirsiniz. Ama böyle olmayacak. Hem duygularıma kapılmadan düşünme becerim, hem de espri anlayışım, geçen yirmi beş yıl boyunca bana güç verdi, şimdi de vermeye devam ediyor.
En sevdiğim romanlardan birinde, Tristram Shandy'de Laurence Sterne şu anki duruma uygun bir olay anlatıyor. Sterne'in sözleriyle aktarayım:
'Bu bişey değildi, -iki damla kanım bile akmadı- . benim kazara yaptığıma binlercesi isteyerek katlanıyor. -Dr. Slop on kat abarttı.' 'Oda hizmetçisi yatağın altına *** [anlaşılan o ki, oturak] bırakmamıştı: - Tutamaz mısınız efendim, dedi Susannah. Konuşurken bir eliyle sürgülü pencereyi kaldırıyor, diğeriyle de pencere kenarındaki sedire çıkmama yardım ediyordu - hayatım, bir kerecik *** *** ***
'Beş yaşındaydım. - Susannah ailemizde hiçbir şeyin iyi sarkmadığını dikkate almamıştı, - böylece yıldırım gibi inmişti üzerimize sürgülü pencere: - Hiçbir şey kalmadı, -diye ağladı Susannah - hiçbir şey kalmadı elimde - memlekete kaçmaktan başka.' 'Toby Amca'mın evi çok daha merhametli bir sığınaktı: Ve böylece Susannah oraya kaçtı!' (Cilt V, Bölüm XVII, s. 284.)Söz konusu olaya yapılan, nefis bir biçimde sunulmuş bütün göndermelerden mahrum bırakmak durumundayım sizi -Toby Amca'nın suçluluğundan, ve Toby onlara savaş oyunları için ihtiyaç duyduğundan, sürgülü pencerelerin ağırlıklarını ve makaralarını söken ortalıkçısı Trim'den; babanın, oğlu Yahudi mi, Mısırlı mı, Süryani mi, yoksa Fenikeli mi olmuş (ki bunlar sadece birkaç örnek) anlayabilmek için sünnet âdetlerini derinlemesine incelemesinden; ve Tristram'ın yaralı penisine pansuman yaparken Susannah ile doktorun ettiği kavgadan- ve doğrudan, bizim için çok önemli olan sonuca yönelmeliyim. Dr. Slop (Cilt VI, Bölüm XIV, s. 329) 'Susannah'nın kazasından' abartarak bahsetmişti, ve bir hafta içinde herkes 'Şu Zavallı Efendi Shandy tamamen [21 yıldız]', diyordu. Üç gün daha geçtiğinde dedikodu iyice yerleşmişti: 'Çocuk odasının penceresi [21 yıldız]la kalmamış, üstelik bir de [28 yıldız].' Bunun üzerine aile meclisi toplanmıştı. Şu özlü diyalogla son bulmuştu: 'Onu Pazar meydanında bütün millete göstermeliyim, demişti Toby Amcam'. - 'Bi işe yaramaz, demişti babam.'
Ama şimdi, Tristram'ın babasının, halk güçlü bir inancı benimsedikten sonra, aksini gösteren en doğrudan ve açık kanıtın bile bir etkisi olmayacağı yönündeki görüşünü göz ardı ederek, eski içebakış denememdeki ana mesajı bir kez daha pazar yerinde gözler önüne sereceğim: Tristram'ın penisi gibi, özünde sapasağlam ve zarar görmemiş.
Tümünü Göster