-
201.
0Lozan Yolunda Yeni TürkiyeTümünü Göster
30 Ağustos 1922 tarihinde Yunan ordusunun Anadolu’da hezimete uğratılması ile elde edilen Türk askeri zaferinin doğal siyasi sonucu olarak, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesi imzalandı. Bu ateşkes antlaşması, işgal güçlerinin Türk topraklarını terk etmelerini şart koşarken, nihai bir barış antlaşması gereksinimini de doğurdu. itilaf Devletleri, 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile TBMM Hükümeti’ni, 13 Kasım 1922 günü Lozan’da başlayacak olan barış konferansına davet ettiler.
Türkiye, Lozan Görüşmeleri’ne giden yola ulaşana kadar on yıl boyunca savaş vermiştir. Balkan Savaşları’nın başladığı 1912 yılından, Milli Mücadele’nin sona erdiği 1922 yılına kadar 5 milyon insanını yitirmiştir. Bu rakam, savaşa katılan ülkeler nezdinde değerlendirildiğinde, I. Dünya Savaşı’nda verilen en büyük kayıptır. Bu korkunç savaşlardan Türk milleti oldukça yorgun, bitkin ve yoksul olarak çıkmış, kendi devletini yitirmiştir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu millet, milli mücadele azmini hiçbir zaman yitirmemiş, imzaladığı Lozan Barış Antlaşması’yla yeni bir devlet kurmuştur. Bu antlaşma, I. Dünya Savaşı sonrası halen yürürlükte olan tek barış antlaşmasıdır. Savaş sonrası yapılan diğer bütün antlaşmalar, II. Dünya Savaşı ile son bulmuştur. Buna karşın Türkiye, 93 yılını savaşsız geçirmiş yegane ülke olarak tarih sahnesindedir.
Lozan Konferansı, oldukça sancılı, hararetli ve zorlu geçmiş bir anlaşma sürecidir. Görüşmeler, 20 Kasım 1922’de başlamış ve antlaşma ancak 24 Temmuz 1923’te imzalanabilmiştir. Musul, Boğazlar ve Hatay gibi meselelerin çözümü daha sonraya kalmıştır. Görüşmelerin askıya alındığı ve kesintiye uğradığı durumlar söz konusu olmuştur. Fakat Misak-ı Milli esasında ısrarcı olan, Boğazlar ve kapitülasyonlar konusunda asla taviz verme niyetinde olmayan yeni Türk Devleti, bazı vatan topraklarını teslim etmekle birlikte, Misak-ı Milli sınırlarını büyük ölçüde korumuş şekilde masadan ayrılmıştır.
Görüşmeler sırasında Türk Devleti’ne en büyük zorluğu çıkaran, çeşitli entrikalarla aldatıcı politikalar izleyen ve Türk heyetinin telgraf yoluyla yazışmalarını dahi dinlemekten çekinmeyen ingiltere, derin devlet politikasını Lozan Görüşmeleri sırasında yoğun olarak kullanmış ve Türk tarafını kendince tuzağa düşürmek adına elinden geleni yapmıştır. -
202.
0Lozan Görüşmeleri Öncesi ingiltereTümünü Göster
Lozan Görüşmeleri öncesinde, ingiltere’nin Türkiye’ye yönelik bakış açısını ve derin devletin etkisi altında belirlediği stratejisini bilmekte yarar vardır. Çünkü bu satırlarda konu edilecek olan asıl ayrıntı, Lozan Antlaşması sırasında ingiliz derin devletinin Türkiye’ye oynadığı oyunları gözler önüne serebilmektir. Bunun için öncelikle, dönemin ingiliz liderlerinin Türklere ve yeni Türkiye’ye bakış açısını iyi anlamak gerekmektedir.
ingiliz liderlerinin büyük bir kısmı, daha önce örneklerini gördüğümüz gibi “ingiltere’nin çıkarları” için hemen her şeyi göze almış kişilerden seçilir. Bu seçimi yapan daima ingiliz derin devleti olmuştur. Bu strateji gereği tarih boyunca ingiltere yönetimine gelen tüm Muhafazakar Parti liderleri, Rusya’yı büyük bir tehdit olarak görmüş ve bu tehdide karşı Osmanlı’yı destekleme siyaseti gütmüşlerdir. Bu siyasette, elbette, Osmanlı’nın güçlü bir imparatorluk olmasının da payı büyüktür. ingiliz derin devletinin, daima güçlüden menfaat ummuş bir yapılanma olduğu da unutulmamalıdır.
Osmanlı’nın zayıflaması ve “sömürülecek iyi bir yem” olarak görülmesi, ingiliz derin devletinin de siyasetinin değişmesine yol açmıştır. Liberal Parti temsilcisi Gladstone’un 1880’de iktidara gelmesi ve Türkiye’ye karşı başlattığı ani düşmanlık siyaseti bunun aslında bir özetidir. Daha önce detaylarını gördüğümüz, Gladstone’un bir anda geliştirdiği Doğu siyaseti, şu mesnetsiz ithamlarında öne çıkan nefret üzerine şekillenmiştir (Necip Türk Milletini tenzih ederiz):
Türk Hükümeti hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkarlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır! Türkler medeniyetsiz bir ırktır, kötülüklerini alıp gitmelidirler.
Bu sözlerin, tam olarak ingiliz derin devleti tarafından Darwinizm safsatasının yaygınlaştırıldığı ve Darwin’in özellikle Türkleri “aşağı ırk” olarak tanımladığı döneme denk gelmesi elbette bir tesadüf değildir (Necip Türk milletini tenzih ederiz). Sahte evrim teorisi yoluyla aşağı ırk-üstün ırk kavramları, yine ingiliz derin devleti tarafından dünyaya servis edilmiş bir aldatmaca, bir beladır. Türkiye’ye yönelik düşmanlık politikası da bu stratejiye uygun şekilde geliştirilmiştir.
Lozan Görüşmeleri sırasında yine Liberal Parti’nin bir temsilcisi olan ingiltere Başbakanı Lloyd George’un Türk karşıtı politikasını da bu kapsamda incelemek gerekmektedir. I. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yılında Lloyd George’un şu ifadeleri Türklere yönelik garip bakış açısını anlamak açısından yeterlidir:
Onlar (Türkler) insanlığın kanseridir. Kötü yönettikleri ülkelerin vücuduna sinsice yayılan ve her canlı dokuyu çürüten büyük bir ızdıraptır. Haklı ile haksız arasındaki bu dev savaşta (I. Dünya Savaşı), Türk’ün insanlığa karşı uzun kötü sicilinin nihai bir hesaplaşmaya tabi tutulmasından memnunluk duymaktayım. -
203.
0Savaş sonunda ise Lloyd George, Osmanlı’yı yenmekle, ingiltere’nin bugüne kadar yaptığı en güzel işi yapmış olduğunu belirtiyor ve bir bakıma ingiliz derin devletinin 500 yıllık sinsi planını gözler önüne seriyordu. Amaç, Anadolu topraklarını hakimiyet altına almak, Türklere yaşam alanı vermemek ve hatta onları yok etmekti. Bu, tarih boyunca başarılamamıştı. George, I. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkarak bunu başardığına inanmış olacak ki, 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda şu sözleri söylüyordu:Tümünü Göster
Biz dünyanın her yanında savaştık… Türkiye’nin fethinin tümünü fiilen gerçekleştiren ingiliz silah gücü oldu. Türkiye ile savaşa 1.5 milyon asker gönderildi. Bu, Büyük Britanya’nın başarısıydı. Medeniyet uğrunda ülkemizin bugüne kadar giriştiği işlerin en güzellerinden birini yapmış bulunuyoruz. Dünyanın en zengin topraklarından birisi olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet, yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra ingiltere bunu gerçekleştirdi.
Sevr Antlaşması, Lloyd George’un bu hayallerini süsleyecek kadar sinsi bir projeydi. ingiliz derin devleti, savaşı başlatan Almanya için bile şartları bu kadar ağır olan bir anlaşma düzenlememiştir. Yenilen ülkelerin tümü topraklarının bir kısmını kaybetmek zorunda kaldıysa da, tüm coğrafyası işgale açık hale gelen tek ülke Türkiye olmuştur. Lloyd George, savaş sırasında, asıl “cezalandırılması” gerekenin Türkler olduğuna inanmıştır. Çünkü hedefte yerine getirilmesi gereken ve yüzyıllardır planlanan bir “Şark Meselesi” vardır. Türklerin bu meselenin tam ortasında güçlü şekilde varlığını sürdürüyor olması, daima ingiliz derin devleti için sorun olmuştur. ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sonucunu bu “sorunun” köklü çözümü için bir fırsat olarak görmüş olacak ki, Lloyd George, savaş sonrasında şu sözleri sarf etmekten çekinmemiştir (Necip Türk Milletini tenzih ederiz):
Sulh şartları (Sevr) ilan edilince zaten Türklerin deliliklerinden, kötülüklerinden ve cinayetlerinden dolayı ne kadar ağır cezalara çarptırılacakları görülecektir. Cezalar onların en büyük düşmanlarını bile kafi derecede tatmin edecek kadar müthiştir.
Sevr, bu nefret içinde ve ingiliz derin devletinin yüzyıllık geçmişi olan derin planları eşliğinde oluşturulmuş olan, Osmanlı’nın ölüm fermanıdır. istanbul Hükümeti, aldığı yenilginin etkisiyle bu ölüm fermanını tereddütsüz imzalamış ve ingiliz derin devletinin emriyle itilaf Devletleri, birer birer güzel ülkemizi işgale başlamışlardır.
Unutulmamalıdır ki, Yüce Rabbimiz’in yazdığı kader, daima iyilerden ve mazlumlardan yana işler. Savaştan yenilgiyle çıkan Türkiye için de böyle olmuştur. ingiliz derin devleti ve Türk düşmanı Lloyd George, önemli bir konuda hataya düşmüştür. Mustafa Kemal’i, silah arkadaşlarını, cesur ve imanlı Türk milletini hesaba katmamışlardır. Oysa galip gelecek olanlar, daima Allah’ın taraftarlarıdır.
Kim Allah’ı, Resul’ünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
itilaf Devletleri’nin küstahça gerçekleştirdiği işgaller sonrasında büyük bir mücadele veren Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milis gücü, Kurtuluş Savaşı’nda destan yazmıştır. Planlar, hiç de Lloyd George’un düşündüğü gibi işlememiş, Türk Devleti ve Milleti yok olmamış, Avrupa’yı terk etmemiştir. George’un ifadesiyle Türklere verilmiş büyük ceza olan Sevr çöpe atılmıştır. ingiliz derin devleti, tarihi bir zaferle kendisini Lozan’da masaya oturtmaya mecbur kılan yeni Türk Devleti karşısında ağır bir darbe almıştır.
Lozan Görüşmeleri, çeşitli yönleriyle defalarca incelenmiş ve üzerinde analizler yapılmış kapsamlı bir konudur. Anlaşmanın burada üzerinde durulacak olan kısmı ise, Lozan Görüşmeleri sırasında karşımıza çıkan ingiliz derin devletinin hassas noktalarıdır. Bu nedenle Lozan ile ilgili olarak yalnızca iki konu üzerine durulacaktır: Musul meselesi ve kapitülasyonlar. Bu konular önemlidir; çünkü ingilizlerin bu meselelerdeki şiddetli ısrarı, aslında ingiliz derin devletinin, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki gelecek yüz yıllık planlarının ipuçlarını vermektedir. Nitekim bu maddeler, Lozan Görüşmeleri’ni kesintiye uğratan ve savaş hazırlıklarının dahi başlamasına neden olan yegane iki maddedir. O gün Lozan masasında ingiliz tarafının ısrarla sahip çıktığı bu konuların ne kadar karanlık bir planın parçaları olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Bunun için önce, günümüzde özellikle ülkemiz için bir sorun gibi gösterilmeye çalışılan sözde Kürt meselesinin ve PKK belasının çıkış noktasını incelemekte fayda vardır. Lozan’daki Musul görüşmeleri, bu konuya ışık tutmaktadır. -
204.
0Savaş sonunda ise Lloyd George, Osmanlı’yı yenmekle, ingiltere’nin bugüne kadar yaptığı en güzel işi yapmış olduğunu belirtiyor ve bir bakıma ingiliz derin devletinin 500 yıllık sinsi planını gözler önüne seriyordu. Amaç, Anadolu topraklarını hakimiyet altına almak, Türklere yaşam alanı vermemek ve hatta onları yok etmekti. Bu, tarih boyunca başarılamamıştı. George, I. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkarak bunu başardığına inanmış olacak ki, 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda şu sözleri söylüyordu:Tümünü Göster
Biz dünyanın her yanında savaştık… Türkiye’nin fethinin tümünü fiilen gerçekleştiren ingiliz silah gücü oldu. Türkiye ile savaşa 1.5 milyon asker gönderildi. Bu, Büyük Britanya’nın başarısıydı. Medeniyet uğrunda ülkemizin bugüne kadar giriştiği işlerin en güzellerinden birini yapmış bulunuyoruz. Dünyanın en zengin topraklarından birisi olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet, yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra ingiltere bunu gerçekleştirdi.
Sevr Antlaşması, Lloyd George’un bu hayallerini süsleyecek kadar sinsi bir projeydi. ingiliz derin devleti, savaşı başlatan Almanya için bile şartları bu kadar ağır olan bir anlaşma düzenlememiştir. Yenilen ülkelerin tümü topraklarının bir kısmını kaybetmek zorunda kaldıysa da, tüm coğrafyası işgale açık hale gelen tek ülke Türkiye olmuştur. Lloyd George, savaş sırasında, asıl “cezalandırılması” gerekenin Türkler olduğuna inanmıştır. Çünkü hedefte yerine getirilmesi gereken ve yüzyıllardır planlanan bir “Şark Meselesi” vardır. Türklerin bu meselenin tam ortasında güçlü şekilde varlığını sürdürüyor olması, daima ingiliz derin devleti için sorun olmuştur. ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sonucunu bu “sorunun” köklü çözümü için bir fırsat olarak görmüş olacak ki, Lloyd George, savaş sonrasında şu sözleri sarf etmekten çekinmemiştir (Necip Türk Milletini tenzih ederiz):
Sulh şartları (Sevr) ilan edilince zaten Türklerin deliliklerinden, kötülüklerinden ve cinayetlerinden dolayı ne kadar ağır cezalara çarptırılacakları görülecektir. Cezalar onların en büyük düşmanlarını bile kafi derecede tatmin edecek kadar müthiştir.
Sevr, bu nefret içinde ve ingiliz derin devletinin yüzyıllık geçmişi olan derin planları eşliğinde oluşturulmuş olan, Osmanlı’nın ölüm fermanıdır. istanbul Hükümeti, aldığı yenilginin etkisiyle bu ölüm fermanını tereddütsüz imzalamış ve ingiliz derin devletinin emriyle itilaf Devletleri, birer birer güzel ülkemizi işgale başlamışlardır.
Unutulmamalıdır ki, Yüce Rabbimiz’in yazdığı kader, daima iyilerden ve mazlumlardan yana işler. Savaştan yenilgiyle çıkan Türkiye için de böyle olmuştur. ingiliz derin devleti ve Türk düşmanı Lloyd George, önemli bir konuda hataya düşmüştür. Mustafa Kemal’i, silah arkadaşlarını, cesur ve imanlı Türk milletini hesaba katmamışlardır. Oysa galip gelecek olanlar, daima Allah’ın taraftarlarıdır.
Kim Allah’ı, Resul’ünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
itilaf Devletleri’nin küstahça gerçekleştirdiği işgaller sonrasında büyük bir mücadele veren Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milis gücü, Kurtuluş Savaşı’nda destan yazmıştır. Planlar, hiç de Lloyd George’un düşündüğü gibi işlememiş, Türk Devleti ve Milleti yok olmamış, Avrupa’yı terk etmemiştir. George’un ifadesiyle Türklere verilmiş büyük ceza olan Sevr çöpe atılmıştır. ingiliz derin devleti, tarihi bir zaferle kendisini Lozan’da masaya oturtmaya mecbur kılan yeni Türk Devleti karşısında ağır bir darbe almıştır.
Lozan Görüşmeleri, çeşitli yönleriyle defalarca incelenmiş ve üzerinde analizler yapılmış kapsamlı bir konudur. Anlaşmanın burada üzerinde durulacak olan kısmı ise, Lozan Görüşmeleri sırasında karşımıza çıkan ingiliz derin devletinin hassas noktalarıdır. Bu nedenle Lozan ile ilgili olarak yalnızca iki konu üzerine durulacaktır: Musul meselesi ve kapitülasyonlar. Bu konular önemlidir; çünkü ingilizlerin bu meselelerdeki şiddetli ısrarı, aslında ingiliz derin devletinin, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki gelecek yüz yıllık planlarının ipuçlarını vermektedir. Nitekim bu maddeler, Lozan Görüşmeleri’ni kesintiye uğratan ve savaş hazırlıklarının dahi başlamasına neden olan yegane iki maddedir. O gün Lozan masasında ingiliz tarafının ısrarla sahip çıktığı bu konuların ne kadar karanlık bir planın parçaları olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Bunun için önce, günümüzde özellikle ülkemiz için bir sorun gibi gösterilmeye çalışılan sözde Kürt meselesinin ve PKK belasının çıkış noktasını incelemekte fayda vardır. Lozan’daki Musul görüşmeleri, bu konuya ışık tutmaktadır. -
205.
07. Bölüm: LOZAN’A GiDEN YOLTümünü Göster
Lozan’da Musul Konusu
Mustafa Kemal, ismet Paşa’yı Lozan Barış Görüşmeleri’ne baş temsilci olarak göndermişti. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için ismet Paşa’nın Bakanlar Kurulu’nda yer alması gerekiyordu. Bundan dolayı ismet Paşa, Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Böylece ismet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gönderilmesinin yolu açıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ismet Paşa başkanlığında Trabzon Milletvekili Hasan Bey (Saka) ve Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur Bey’den oluşan bir delegeler kurulu seçti. Bu kurul, Lozan’da kendilerine yardım etmek üzere uzmanlardan kurulu bir heyet oluşturdu.
Lozan Barış Kurulu’na başkan olarak seçilmiş olan ismet inönü, 3 Kasım 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmada Misak-ı Milli yolunun dışına çıkmayacakları konusunda garanti verdi. Meclis’te konuşulan öneriler ve ileri sürülen görüşler TBMM Başkanı tarafından karar haline getirilerek ismet Paşa’ya teslim edildi.
Lozan’da müzakere edilecek konular genel başlıklar olarak şunlardı:
◉ Sınır sorunları (Irak sınırı – Musul, Güney sınırı – Suriye, Batı sınırı – Yunanistan ve Batı Trakya),
◉ Kapitülasyonlar,
◉ Azınlıklar ve yabancı okullar meselesi,
◉ Savaş tazminatları,
◉ Devlet borçları,
◉ Boğazlar meselesi,
◉ Adalar,
◉ Patrikhane’nin konumu.
Lozan Barış Konferansı sırasında ingiltere’yi dönemin Dışişleri Bakanı Lord Curzon temsil edecektir. Curzon’un, Türk düşmanlığı açısından Lloyd George’dan farklı olmadığını burada belirtmek gerekmektedir. Curzon’un özelliği, tıpkı Lloyd George gibi Sevr’in mimarlarından biri olmasıdır. Daha o yıllarda Türk toprakları ile ilgili görüşlerini açıklamakta tereddüt etmemiş, “Türklerin mutlaka istanbul’dan çıkarılmaları” gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Aslında o yıllarda Curzon’un asıl fikri, Türkleri, Konya merkezli küçük bir Asya devletine hapsetmek, istanbul başta olmak üzere, Trakya, Ege ve Akdeniz kıyılarını hakimiyet altına almak, Doğu ve Güneydoğu’da da Ermenistan ve Kürdistan adı altında yine ingiltere’ye bağımlı ülkeler meydana getirmektir. ilginç olan ise, Curzon’un o yıllarda telaffuz ettiği bu korkunç senaryo, bugün hala ingiliz derin devletinin en temel hedeflerinden biridir.
Curzon’un açıkça ifade ettiği bu hedefi, bazı çevrelerce riskli bulunmuş ve ingiliz kabinesi, bunun yerine Türklerin ve Halife’nin istanbul’da kalmasını ama iyice güçsüzleştirilmesini önermiştir. Bunu kesinlikle kabul etmeyen Curzon’un ifadeleri, önemli bir itiraf niteliğindedir:
Avrupa’nın beş asırdır beklediği fırsatı kaçırıyoruz, bir daha bu fırsat çıkmayabilir. Konstantinopol’de saygın ve uysal bir Türk Hükümeti bulunması ve bunun askeri gücünü kırıp Müttefiklerin askeri kordonuyla kontrolde tutarak irsi kötülüklerinin önlenmesi bir hayaldir! Bütün bunların ötesinde benim büsbütün teessüf ettiğim husus, I. Dünya Harbi’nde Doğu’daki savaşın ve Gelibolu’daki fedakarlığın asıl amacı, Avrupa’yı Osmanlı Türkleri’nden kurtarmaktı. Bunun için hayatlar feda etmiş ve hazineler harcamıştık, şimdi ise vakti geldiğinde bu görevden kaçınıyoruz.
ingiliz derin devletinin oluşturup yaygınlaştırdığı Darwinizm belasının fazlasıyla etkisinde kalan Curzon, Türklerin sözde “irsi kötülüklerinden” bahsetmekte, ırka atıfta bulunmakta ve adeta I. Dünya Savaşı’nın asıl sebebinin, “Türkleri Avrupa’dan çıkarmak olduğu” itirafını yapmaktadır.
Musul konusu, Lozan Görüşmeleri sırasında Türkler ve ingilizler arasında amansız bir mücadelenin verildiği özel bir konudur. Lozan’a gelirken ingiliz derin devletinin, Türkiye’nin güneydoğusunda bir “Kürt devleti” oluşturma planıyla yola çıktığını burada hatırlatmak gerekmektedir. Türkiye, Irak sınırının belirlenmesi ile ingiliz derin devletinin planını bozmuş ama aynı planın ileriye yönelik parçası olan Musul, münakaşaların kalbine oturmuştur. Savaş meydanlarında ateşli silahlar kullanarak karşı karşıya gelmiş olan iki devlet, Lozan’da başka türlü bir savaşta, diplomasi savaşında boy ölçüşmüştür. ingiliz tarafı bu savaşı, derin devletin himayesi altında her türlü sinsi yöntemle yürütmüştür.
Musul’un kime ait olacağı üzerine gerçekleştirilen bu diplomasi savaşının detaylarını tam olarak idrak edebilmek için, Musul konusuna tarihi perspektiften bakmak gerekmektedir. -
206.
0Tarihte MusulTümünü Göster
Musul, 1055 yılında Selçuklu Devleti’ne bağlandıktan sonra hep Türk toprağı olarak kaldı. 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi sırasında Osmanlı imparatorluğu hakimiyetine girmiş ve Kanuni’nin 1534 Bağdat Seferi sonrasında da eyalet haline getirilmişti. Böylece Musul; Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından oluşan bir vilayetin merkezi olmuştu.287 Bu vilayet; doğuda iran, kuzeyde Diyarbakır, güneyde Bağdat, batıda Şam, kuzeybatıda ise Halep vilayeti ve Zor Sancağı ile çevrelenmişti.
Yaklaşık 1000 yıl boyunca Türklerin hakimiyetinde ve 400 yıl boyunca da Osmanlı yönetiminde kalan bölgeye yönelik sinsi planlar peşinde olan emperyalist bir güç 1800’lü yıllarda kendini göstermeye başladı: Bu güç, ingiliz derin devletiydi…
Musul bölgesinin ingiltere için önemi, emperyalist sömürge siyasetinin bir parçası olarak ortaya çıkmıştı. 19. yüzyılın başında en fazla Müslüman sömürgeye sahip ülke olan ingiltere’nin Ortadoğu siyasetinde, Hindistan yolu üzerindeki Irak ve Arabistan’ın stratejik önemi son derece büyüktü. ingiliz sömürge imparatorluğu, sınır ve ulaşım güvenliğini sağlamak ve dünya çapında hegemonyayı geliştirmek için açık denizlerin kontrolünü ele almak, Avrupa’daki güç dengesini korumak ve dünya petrol politikasını elinde tutmak zorunda olduğuna inanıyordu. Musul, işte bu nedenle stratejik bir konumdaydı.
Musul’un jeostratejik konumunun yanı sıra, onu çok değerli yapan bir diğer özelliği de bakir topraklarının derinliklerinde birikmiş milyonlarca varil petrol idi.
Bunlar, elbette ingiliz derin devleti için paha biçilmez özelliklerdi. Fakat ingiliz derin devletini asıl ilgilendiren, Avrupa’da ve Anadolu’da Türk varlığını temelinden bitiren bir stratejiydi. Detaylarını daha sonra inceleyeceğimiz bu stratejinin en kilit noktasında ise Musul bulunuyordu.
1890 yılında Sultan II. Abdülhamid’in yaptırdığı incelemeler sonucunda Musul ve Bağdat’ın zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine II. Abdülhamid, 1890 ve 1898 yıllarında çıkardığı özel fermanlarıyla bu bölgeleri “Memalik-i Şahane” (Şahane Memleketler) ilan ederek, kendi arazisi haline getirdi.289
27 Nisan 1909 tarihinde II. Abdülhamid’in Jön Türkler tarafından tahtan indirilmesiyle II. Abdülhamid’in şahsi arazisi konumunda olan Musul ve Bağdat vilayetlerinin mülkiyeti Maliye Nezareti’ne devredildi. Bu durum, ingiliz derin devletinin oldukça işine gelmiş ve bundan sonraki stratejiler bunun üzerine şekillenmiştir.
ingiltere, 1909 yılında Osmanlı ile bir anlaşma yaparak, petrol araştırmalarına sermaye yaratmak ve elbette asıl olarak ingiliz menfaatlerini korumak maksadıyla sermayesi tamamen ingiliz olan “Türk Milli Bankası” adı altında bir banka kurdu. 1912’de ise, ingiliz bankacı olan Sir Ernest Cassel, Osmanlı Devleti’nde petrol araştırmaları yapmak ve bulunan petrol kaynaklarını işletmek maksadıyla yine tamamen ingiliz sermayesi ile “Türk Petrol Şirketi”ni kurmuştu.290 Bu noktada ingiliz derin devletinin, hegemonya kurmak için önce finans sistemlerini kullandığı gerçeğini burada hatırlamak gerekmektedir. ingiliz derin devleti, geçmişte Hindistan’da oluşturduğu benzer stratejiyi, Osmanlı üzerinde de kurgulamak ve zayıflamış bu imparatorluk üzerinde hakimiyetini güçlendirmek istemiştir. -
207.
0I. Dünya Savaşı Sırasında MusulTümünü Göster
Stratejik açıdan bakıldığında, I. Dünya Savaşı’nın başladığı sırada Osmanlı’nın Irak’ta askeri varlığı pek de parlak değildi. 2 Ağustos 1914 günü tüm ülkede genel seferberlik ilan edilmişti. Seferberliği takip eden günlerde Türk ordusu, Irak cephesinde yeniden yapılandırılmıştı. Ancak bu ordunun, Avrupa’nın düzenli ordularıyla mücadele edebilmesi pek mümkün değildi. Birliklerin üniforma ve teçhizat ihtiyaçlarının ikmali, savaş malzemelerinin sevkiyatı son derece güçtü. Bunların da ötesinde, Irak’ta bulunan asker sayısı çok yetersizdi. Zahiren, Trablusgarp Savaşı, devamındaki Balkan ayaklanmaları ve Balkan Savaşları sebebiyle Osmanlı Genelkurmayı’nın dikkati Irak’tan çok uzağa odaklanmıştı. Osmanlı sadrazamlarından Ahmet izzet Paşa’ya göre ise durum daha başkaydı. Osmanlı, ingilizlerin bu bölgeye bir saldırı yapabileceğini hiç düşünmemişti.
Ahmet izzet Paşa anılarında şu değerlendirmeyi yapar:
Irak’ta öteden beri ingilizlerin ihtiraslarının olduğunu bilmeyen çocuk bile yoktur. Irak ve Mezopotamya’nın kültür ve medeniyet tarihi, iyi idare ve kullanma halinde feyiz ve bereketinin Nil, Pencap, Sind, Ganj havzalarına taş çıkartacağı hakkındaki şöhreti dolayısıyla sahibi ve tasarrufçusu için büyük bir kıymete sahip ve istilacı bir büyük devlet için hırs ve iştihayı kabartıp tahrik ettiği apaçık bilinen gerçeklerdendi. Müslüman ve özellikle Şia gözünde çok kutsal sayılan, yüksek mertebeleri Sünnilerce mukaddes olan imam-ı Azam Türbesi ve Hint Müslümanlarının fevkalade sevgi besledikleri ve bağlı oldukları Abdülkadir Geylani’nin kabir ve aileleri Irak’ta bulunmaktaydı. Bu açıdan bu bölgeyi sahiplenmenin, birçok islam tebaasına sahip olup Hicaz’a da koruyuculuk edeceğini düşünen ingiltere’nin islam siyaseti için ne kadar faydalı olacağı kolayca takdir edilebilirdi. Irak’ın coğrafi konumu bakımından, Hindistan’a karşı, güçlü bir düşman elinde gelecek için bir tehdit sebebi olabileceğinden dolayı, ingiltere’nin koruma ve savunma düşüncesiyle de savaş sırasında buraya göz dikmesi doğaldı. ingiltere’ye karşı, Irak bölgesini, mahalli kuvvetlerinden ayırmak, bu hükümeti, mülkümüzü istilaya hırslandırmak ve davet etmekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla, kesin ihtiyaç meydana gelmesinden önce buralara başka asker gönderilmemesi büyük bir ekgibliktir.
Ahmet izzet Paşa’nın, bölgedeki durumun vahametine ve ingiliz derin devletinin sinsi emellerine güçlü şekilde dikkat çekmesine rağmen, Musul bölgesine yeterli asker yine de gönderilememiştir. Elbette bu konuyu değerlendirirken, Osmanlı’nın Balkan Savaşları’ndan yeni çıkmış olduğu unutulmamalıdır. -
208.
0Kut-ül Amare’nin Ardından Irak
Tüm güçsüzlüğüne ve yaşadığı yenilgilere rağmen Osmanlı ordusu, yine de, Osmanlı için oldukça önemli olan Irak Cephesi’nde zaferlere de imza atmıştır. 22 Kasım 1915’te Irak Cephesi’nde ingilizler yenilgiye uğratılmış ve beklemedikleri bu yenilgi karşısında oldukça sarsılmışlardır. Kut-ül Amare Zaferi, Çanakkale Zaferi gibi sürekli olarak gündeme getirilmesi gereken önemli bir başarıdır.
ingiliz kuvvetleri, beklemedikleri bu yenilgiyi bir türlü sineye çekememiş, özellikle bu tarihten sonra Irak Cephesi’ni Osmanlı’ya bırakmamak için büyük çaba harcamışlardır. Bunun için içten parçalama siyaseti de ağırlık kazanmıştır. Kût-ül Amare bozgunundan sonra ingiliz derin devletinin bölgede ajan kullanımı büyük artış göstermiştir. Bu ajanlar Irak’ın dokusunu iyi bilen, Arap’tan daha çok Arapça ve Kürt’ten daha çok Kürtçe bilen insanlardır. ingilizler, Ortadoğu kökenli olup da ingiltere’de yaşayan ve ingiltere’ye kendilerince minnet borcu olan yerli unsurlardan da yararlanmışlardır. Ortadoğu kökenli ingilizlerin bir kısmının Ortadoğu’ya karşı kullanılması, bilindiği gibi bugün hala devam eden bir derin devlet siyasetidir. Tarih boyunca ingiltere’ye gebe bırakılan milletler, daima ingiliz derin siyasetinde kullanılacak potansiyel ajanlar olarak görülmüş ve kullanılmışlardır.
I. Dünya Savaşı’nın sonuçlandığı Ekim 1918 tarihinde bile ingiliz askerleri Musul’a doğru ilerlemeye devam etmektedirler. Irak cephesi, Osmanlı 6. Ordusu’nun büyük kayıplar verdiği bir cephe olmuştur. -
209.
0I. Dünya Savaşı Sonrası IrakTümünü Göster
30 Ekim 1918 günü, I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesi imzalandığında Osmanlı ve ingiliz güçlerinin Irak’taki yerleşimleri şu şekildeydi: ingilizler Anelhazar, Gayyare Goz Kuyuları, Altınköprü, Salahiye ve Kerkük hattına dayanmıştı. Osmanlı birlikleri ise Rakka, Dirizar, Miyadin, Sincar, Telafir, Hamamalil, Süleymaniye ve Halice hattına hakimdi.
Türkler iyimser bir şekilde mütarekenin imzalandığı gün Türk ordusunun elinde bulunan yerlerin “Mütareke Hattı’nı” oluşturacağını beklemekteydiler. Mütareke hükümlerine göre, bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerektiği halde, ingiliz kuvvetleri buna uymamışlardır. ilerlemeye devam eden ingilizler, l Kasım’da Hamamalil’e girmişler, buradan Musul’u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul şehrinden 5 km kuzeye çekilmelerini istemişlerdir.
Ali ihsan Paşa, ingilizlerin bu talebini Sadrazam’a bildirmiş, bir seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali ihsan Paşa’ya 15 Kasım günü şehrin boşaltılması talimatını vermiştir. Ali ihsan Paşa, buna uygun olarak 10 Kasım’da Musul’u ingilizlere terk etmiş, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin’e doğru çekilmiştir. Sonuç olarak Musul, I. Dünya Savaşı sonrasında, ingilizler tarafından mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş kurallarına aykırı biçimde işgal edilmiştir.
Bu işgal, ingilizlere başlangıçta bir fayda sağlamamış, çünkü bölgeye hakim olamamışlardır. Bölgedeki aşiretler ve halk, bu konuda ingiliz kuvvetlerine yol vermemişlerdir. Kerkük ve Süleymaniye halkı ingilizlere vergi vermek istememiş ve bölgede sık sık sokak çatışmaları yaşanmıştır. Yöre halkının çoğunluğu Türklerin tarafında yer almıştır. Musul halkı, Ankara’da ilk meclisin açılmasıyla güçlenen Milli Mücadele hareketine destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi ingilizlere karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğini düşünmüşlerdir. Mim Kemal Öke, ingiliz belgelerine dayanarak, Musul’daki Arap ve Kürtlerin, ingiliz himayesindeki Faysal’a değil de Anadolu’ya güvenmeyi tercih ettiklerini ifade etmektedir. Bunun sebepleri ise birden çoktur; ismet Paşa bu sebepleri şu şekilde açıklamıştır:
1. Musul vilayetinde oturanlar yeniden Türkiye’ye bağlanmayı ısrarla istemişlerdir; çünkü sömürgeleşmiş bir halk olmaktan çıkarak, bağımsız bir devletin yurttaşları olacaklarını bilmektedirler. Dahası bu halk, kendilerini 1055 yılından beri Türk, 1514’den beri de Osmanlı olarak görmektedir.2. Coğrafi ve siyasi bakımlardan bu vilayet, Anadolu’yu tamamlayan bir parçadır. ingiliz derin devleti, Akdeniz ticaretinden yararlanmak için Anadolu’ya geçmek mecburiyetindedir. Musul, ingilizler için bu bağlantıyı açan bir anahtar konumundadır.
3. Hukuki bakımdan hala Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan Musul için ingiltere’nin yapacağı antlaşmaların ve sözleşmelerin resmi olarak hiçbir değeri yoktur.
4. Anadolu’nun güney kesimlerini birleştiren yolların kavşak noktası olan Musul’un, ticaret ilişkilerimiz ve bu bölgenin güvenilirliği bakımından Türkiye’nin elinde olması zorunludur.
5. Hepsinden önemlisi, Musul bir Türk Vilayetidir. Yüzyıllar boyunca Türklerin bir parçası olarak var olmuştur; bu topraklarda yaşayan Kürtler, Türkler ve Araplar Türk Devletinin bir parçasıdır. Başka bir yönetimin kabul edilmesi, burada yaşayan ve kendilerini Türk olarak isimlendiren bu millet için imkansızdır.
6. Musul Vilayeti, Türkiye’nin işgal edilen diğer bölgeleri gibi, savaşın bitmesinden sonra ve mütareke şartlarına aykırı olarak Türkiye’den alınmıştır. Bu yüzden, aynı durumda kalmış öteki bölgeler gibi, Musul’un da Türkiye’ye verilmesi şarttır. -
210.
0Kurtlar SofrasıTümünü Göster
ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sonrasında, bir taraftan istanbul ve Anadolu’da işgal çalışmalarını casusluk faaliyetleriyle neticelendirmeye çalışırken, diğer yandan Avrupa ülkeleriyle birlik olup büyük ideallerine giden yolu sağlamlaştırma uğraşı içinde olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nın galibi konumundaki Müttefikler, 25 Nisan 1920’de italya’da toplanan San Remo Konferansı’nda manda ve petrol paylaşımını gerçekleştirdiler. Buna göre ingiltere, Musul petrol gelirlerinin %75’ine sahip olmuş ve petrol şirketlerinin yönetimini ele almıştır. Buna karşın Fransa ise %25 ile yetinmiştir. Ayrıca ingiltere, Irak’ta Emir Faysal’ın kral “seçilmesini”, ingiliz mandasının bölge halkı tarafından kabulü gibi göstermiş ve bunu San Remo’da Milletler Cemiyeti’ne de kabul ettirmiştir. Bu şekilde, mandaların Milletler Cemiyeti tarafından verilebileceği yolundaki uygulama tersine işletilmiştir.
San Remo Konferansı’nın önemli amaçlarından biri de, güneydoğumuzda özerk bir Kürt devletinin kurulmasıydı. ingiltere, resmi olarak hiç bir gücün gözetimi altında olmayacak bağımsız bir Kürt devleti ya da aşiretler federasyonu önermişti. Fransa’nın bazı çekinceleri neticesinde ingiltere öyle bir politik manevra yapmıştır ki, bu manevrayla Kürtler bölgede yerel özerklik bile alabilse bir yıl içinde tam bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvurmaya hak kazanabilecekti.Bu, aslında ingiliz derin devletinin niyetini ortaya koyan bir gelişmeydi. Musul meselesi, baştan beri bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu üzerine geliştirilmişti. ingiliz derin devleti, Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alan, kendi himayesindeki böyle bir devleti, Türkleri zayıflatmak ve nihayetinde Anadolu’dan atabilmek için mutlaka istiyordu.
Savaşın galipleri, yendikleri tüm devletlerle anlaşmalar imzalamıştı; Türkler hariç. Türk Devleti, artık geçersiz durumdaki istanbul Hükümeti’nin imzaladığı Sevr Antlaşması’nı hiçbir şekilde kabul etmemiştir.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlık mücadelesine devam eden ve düşmanı yurdundan atan Türkler, şimdi diğer yenik devletlere göre daha güçlü bir şekilde masaya oturmaya hazırlanıyordu. Milli Mücadele sırasındaki muhteşem kahramanlıkların ardından Anadolu işgallerini sona erdirmek zorunda kalan itilaf Kuvvetleri, Türk tarafını Lozan’da masa başında yenme azminde olmuştur. Lozan’da ingiliz derin devletinin bütün amacı, Sevr’i Türklere kabul ettirmek olacaktı. Oysa masada artık başka bir Türk Devleti vardı. Bu Türk Devleti, Mustafa Kemal gibi büyük bir Türk’ün idaresi altında ve tüm varlığını ortaya koyarak bir zafer elde etmiş fedakar, azimli ve yenilmez bir milleti temsil ediyordu. ingiltere başta olmak üzere Lozan’ın tüm tarafları, çok geçmeden bu önemli gerçeği anlayacaklardı. -
211.
0Anadolu’da Kürtleri Kışkırtma ÇabalarıTümünü Göster
Kürt Teali Cemiyeti, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün, yani 30 Ekim 1918’de kurulmuştu. Cemiyetin özelliği, ingiliz devlet yetkilileri ile yakın ilişkilerinin olması ve adeta ingiliz casusluk çalışmalarının merkezlerinden biri konumunda bulunmasıdır. Mustafa Kemal, Cemiyetin amacının, yabancı devletlerin himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu belirtmiştir. ingiliz derin devletinin Anadolu toprakları içinde Kürt devleti oluşturma hedefi, kurulan bu paravan dernekler yoluyla da organize edilmiştir. Nitekim ingiliz Yüksek Komiseri Amiral John de Robbeck’in 26 Mart 1920 tarihli ifadeleri, bu planı oldukça açık şekilde ortaya koymaktadır:
Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. istanbul’daki Kürt Kulübü (Kürt Teali Cemiyeti) Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir.
Burada adı geçen Şerif Paşa, ingiliz derin devletinin yönlendirmesiyle, Anadolu topraklarında ayrılıkçı hareketlerin başlangıcını gerçekleştirmiştir. Şeyh Abdülkadir ile birlikte Sevr’e “bağımsız bir Kürt devleti” maddesini koydurmuştur.
Ancak ingiliz derin devletinin bu planı, boşa çıkmıştır.
Nisan 1919’da Binbaşı Noel’in ingiltere tarafına çekmek istediği aşiretler, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alacaklarını ve işgalcilere karşı kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını açıklamıştır. ingiliz Yüksek Komiserliği’nden Londra’ya gönderilen bir telgrafta, Kurtuluş Savaşı’nın başlaması ile 30 bin Kürdün Mustafa Kemal Paşa ile birlikte savaşa gireceği yazılmıştır. Aynı dönemde Kürt aşiret liderleri, Erzurum Kongresine katılmış ve Heyet-i Temsiliye’ye seçilmişlerdir.
ingiliz derin devletinin ajanı ve yancısı konumundaki Şerif Paşa ve Şeyh Abdulkadir, Kürtlerin Osmanlı’dan ayrılmak istediği yönünde propagandalar yapmışlardır. Bu propagandalar sonucunda, son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na, daha sonra da TBMM’ye, yurdun dört bir tarafındaki Kürt önderleri tarafından bağlılık telgrafları yağmıştır.
Meclisi Mebusan’a gönderilen 26 Şubat 1920’deki telgrafta, “Vatan haini ve din düşmanı Şerif Paşa’nın Kürtler için ayrılıkçı faaliyetleri bilgisini aldık. Türklük ve Kürtlük birdir. Kürtler ve Türkler, öz kardeş ve din kardeşidirler; vatanları ortaktır. Kürtler Osmanlı camiasından ve islam Birliği’nden ayrılmayı hiçbir zaman düşünmemektedir. Dünyanın sonuna kadar islam camiasında yaşamak istemektedirler. Şerif Paşa ve benzer tüm faaliyetleri nefretle reddettiğimizi ve Hükümetimize bağlı olduğumuzu insanlık alemine ilan ederiz.” yazmaktadır. Telgrafın imza sahipleri:
Belediye Reisi Ali Rıza, Keçel Aşireti Reisi Yusuf, Abbasi Aşiret Reisi Seyit Ali, Kelani Aşiret Reisi Hüseyin, Balanlı Aşiret Reisi Paşa Bey, Baratlı Aşiret Reisi Çiçek, Aşranlı Aşireti Reisi Yusuf, Ulemadan; Şeyh Saffet, Şeyh Hacı Fevzi, Müftü Osman Fevzi, Tüccardan; Arapzade Ahmet, Ruhzade Halis, Tavşanzade Recep, Hacı Eşbehzade Şükrü, Müftüzade Hakkı, Eşraftan; Hacı Mehmet, Çapıkzade Münir, Ahmet Paşazade Şemsi, Beyzade Sami’dir.
Benzer telgraflar da TBMM’nin açılması ile Ankara’ya gönderilmiştir. Meclis zabıtlarına göre Solhan, Çemişkezek, Hasankeyf, Kangal, Palu, Bitlis, Adıyaman, Kahta, Ahlat, Hizan, Şirvan, Şırnak bölge halkından gelen ve ayrılık hareketlerini protesto eden ve Meclis’e bağlılık bildiren telgraflar okunmuştur. Aşiret reislerinin toplu telgrafı Kürtlerin birlik kararını açıkça göstermektedir:
“Misak-i Milli içinde barışı sağlamak için bütün varlığımızla hükümetimize yardım edeceğimizi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti dahilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak değerlendirilmesini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi bilgilerinize sunar, başarılar diler ve en derin saygılarımızı sunarız.” imza sahipleri:
izoli Aşireti Reisi Hacı Sebati, Aluçlu Aşireti Reisi Mehmet, Bariçkan Aşireti Reisi Halil, Bükrer Aşireti Reisi Hüseyin, Zeyve Aşireti Reisi Halil, Deyukan Aşireti Reisi Hüseyin, Cürdi Aşireti Reisi Mehmet, Ulemayı Ekrattan; Bekir, Sıtkı, Rüştü, Avni, Halil, Hafız Mehmet, Eşrafı Ekrattan; izdelili Fehim, Hüseyin, Bulutlu ibrahim, Nail, Zabunlu Halil, Sadık.
Görülebildiği gibi, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde ingiliz derin devleti, sadece Musul’da ve Irak sınırları içinde değil, Anadolu topraklarında da Kürtler ve Türkler arasında ayrılık çıkarmaya çalışmıştır. Bu sinsi çabaya en büyük ders, yine Kürt halkımız tarafından verilmiştir. TBMM Mebusları ve Kürt halkı, Kürtler ve Türklerin bir ve bütün olduğunu dünyaya ve özellikle de ingiliz derin devletine ilan etmiştir. Şerif Paşa’yı kullanarak başarılı olamayan ingiliz derin devleti, Lozan sonrasında bir hamle daha yapacak ve bu defa Şeyh Said’i kullanacaktır.
1.”Kürdistan Teali Cemiyeti”, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/...%BCrdistan_Teali_Cemiyeti
2. “Kürdistan Teali Cemiyeti”, a.g.m.
3. Van Bruinessen, Ağa, Şeyh ve Devlet, çev. Banu Yalkut, istanbul: iletişim Yayınları, 2004, s. 279
4. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre LV, c. 1, s. 208
5. Sibel Özel, “Anayasa M. 66/I Hükmünde Yer Alan Türk Tanımı Üzerine Bir Değerlendirme”, Baro Dergisi, c. 86, sayı 2012/6, 2012, s. 48 -
212.
0Musul için Çözüm ArayışlarıTümünü Göster
Türk Hükümeti, Lozan ile Türkiye arasında haberleşmenin çok zor olacağını ileri sürerek Konferansın izmir’de gerçekleştirilmesini talep etti. Bu talebin asıl nedeniyse, Konferansın gidişatını daha yakından izlemek ve savaşla kazanılan zaferin masa başında kaybedilmesine neden olacak girişimlere izin vermemekti. Ancak devletlerarası geleneklere göre konferansın tarafsız bir ülkede yapılması gerekiyordu. Bu nedenle, Lozan’a yapılan bu davet, TBMM tarafından 29 Ekim 1922 günkü toplantıda görüşülerek kabul edildi.
Delegeler yola çıkmadan önce TBMM’de konuşulan öneriler ve ileri sürülen görüşlerden Musul konusunu ilgilendiren maddeler şunlardı:
Irak Sınırı:
Süleymaniye, Musul ve Kerkük’ün Türkiye’ye geri verilmesi istenecektir. Konferans’ta bundan farklı durumlar ortaya çıkarsa, Bakanlar Kurulu’ndan talimat alınacaktır. ingiltere’ye bazı ekonomik ayrıcalıklar; örneğin, petrol işletmeciliği alanında ayrıcalıklar sağlanması düşünülebilir.
Suriye Sınırı:
Suriye ile sınır, daha güneye ve güneydoğuya çekilmelidir. Bu sınırın düzeltilmesine imkan oranında çalışılacaktır. Sınır, Re’si ibn Hayr’dan başlayarak, Harm, Muslimiye, Meskene ve Fırat yolu, Deri Ez-Zor ve sonunda Musul ile güney sınırına ulaşan bir hat olmalıdır.
Elde edilmesi istenen Suriye sınırı; Musul, Süleymaniye ve Kerkük’e irtibatlı olup Misak-ı Milli’nin güney sınırını tamamlıyordu. Bu kısa ve kesin direktifle, genelde Misak-ı Milli temel alınıyor; Mudanya Mütarekesi’nde askıda kalan bazı toprak sorunlarının (Boğazlar, istanbul ve Doğu Trakya sorunları) da çözüme ulaştırılması isteniyordu.
Mustafa Kemal de Musul’u Türk toprağı olarak kabul ettiğini ve ingiliz mandasını tanımadığını her fırsatta dile getirmiştir. Örneğin 25 Aralık 1922’de, Le Journal Gazetesi muhabiri Paul Herriot’a Çankaya’da verdiği beyanatta, Musul konusundaki kesin, kararlı, açık ve net görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir:
Musul vilayetinin milli sınırlarımıza dahil araziden olduğunu defalarca ilan ettik. Lozan’da bugün karşımızda duranlar bunu gayet iyi bilirler. Vatanımızın sınırlarını tayin ettiğimiz zaman büyük fedakarlıklara katlandık. Menfaatimize aykırı olmakla beraber barışçı bir üslupla hareket ettik. Artık milli arazimizin en ufak bir parçasını Türkiye’den koparmaya çalışmak pek haksız bir hareket olur. Buna kesinlikle olur veremeyiz.
Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal, beyanat ve ifadelerinde hep Musul’u tekrar Türkiye’ye katacağı düşüncesini taşımıştır. Tanin gazetesine verdiği demeç bunu açıkça ortaya koymaktadır. Gazetenin özel muhabiri Mustafa Kemal’e telgraf çekerek Musul vilayeti hakkındaki düşüncelerini sormuştur. Mustafa Kemal, buna, 22 Ekim 1919’da Amasya’dan cevap vermiştir. Cevabında “Musul vilayetinin 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan ateşkes sırasındaki sınırlar dahilinde kalan ve her noktası islam çoğunluğuyla meskun olan bir il olduğunu ve Osmanlı camiasından hiç bir sebeple ayrılamayacağını” belirtmiştir.
Mustafa Kemal, 28 Aralık 1919’da, Ankara’ya gelişinin ertesi gününde kendisini ziyaret edenlerle yaptığı bir konuşmada, ateşkes imzalandığı gün Türk ordularının hakim olduğu yerleri sayarken Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi de saymış ve bu sınırların “Hudud-u Milli” (Milli Sınırlar) olduğunu söylemiştir.
Mustafa Kemal, 17 Ocak 1921 tarihinde röportaj yaptığı United Telegraph muhabirinin “Türk milliyetçilerinin Amerika ve ingiltere hakkındaki görüşlerini” sorması üzerine, Amerika’nın daha dostane olduğunu söyleyip şöyle devam etmiştir:
…ingiltere’ye gelince, milletimiz bu devletin emperyalist ve sömürgeci emellerini yadırgamıştır.
Mustafa Kemal, Musul’un ingilizler için önemini de şu sözleriyle açıklamıştır:
Musul, ingilizler için Kürdistan’a en yakın bölge olarak çok önemlidir. ingilizler Musul’u belirli bir takım amaçlar için ellerinde bulundurmak isterler. Çünkü Musul, Sovyetler Birliği’ne, iran’a en yakın bir yol, Türkiye’ye baskı yapmak için en uygun bölgedir.
Görülebildiği gibi Mustafa Kemal, ingiliz derin devletinin Musul ısrarının, Türkiye’ye baskı yapmak amacı taşıdığının bilincindedir. Dolayısıyla bu konunun, Lozan’daki en zor konulardan biri olacağını da anlamıştır.
Dönemin ingiliz Sömürgeler Bakanı Winston Churchill, 12 Eylül 1922’de yaptığı bir değerlendirmede, “ingiltere ve Ankara savaş durumuna gelirse Kemalist birliklerin Musul’a yürümesi kaçınılmaz görünüyor, bu durumda ingiltere bu toprakları savaşta kaybetse bile askeri bir operasyonla değil, fakat Barış Konferansında geri almalıdır” demiştir.308 Churchill’in siyasi hayatı boyunca ingiliz derin devletinin himayesinde hareket eden bir kişi olması nedeniyle bu ifade, ingiliz derin devletinin sürece bakışını net bir biçimde ortaya koyan bir ifadedir. Nitekim, bu sözler aynen uygulanmıştır. -
213.
0Görüşmeler BaşlıyorTümünü Göster
Kurtuluş Savaşı’ndan galip çıkan yeni Türk Devleti’ni Batılı devletlerin tanıması gerekiyordu. Tanıdılar da; birisi hariç: ingiltere.
ingiltere’nin bu tutumu, savaş sonrasında yapılan Lozan Görüşmeleri’ne de yansımış ve Londra yönetiminin Türkiye’ye egemen ve eşit bir devlet olarak davranmaması, görüşmelerin birçok kez tıkanmasına, hatta Şubat 1923’te askıya alınmasına neden olmuştur.
Lozan’da Musul meselesi oturumları son derece gerilimli bir ortamda gerçekleşmişti.
ingiltere Başbakanı Bonar Law ve ingiliz Sömürge Bakanlığı, Lozan’daki görüşmeleri ingiltere adına yürüten Lord Curzon’a gönderdikleri telgraflarda, görüşmelerin sekteye uğratılmadan yürütülmesini ve Türk tarafının muhakkak ikna edilmesini telkin etmekteydi. Sömürge Bakanlığı o konjonktürde, petrol gelirlerinin %20’si karşılığında Türk Hükümeti’nin Musul vilayetindeki taleplerinden vazgeçeceğine inanmaktaydı.
Görüşmeleri Türkiye adına yürüten ismet inönü ve yardımcısı Rıza Nur, Musul’un Türkiye’nin bir vilayeti olduğunu, burada yaşayan tüm Kürtlerin Türk vatandaşı olduğunu savunmuştur. TBMM heyeti Türk tezini siyasi, tarihi, etnografik, coğrafi, ekonomik ve askeri açılardan detaylıca izah etmiştir.
ismet Paşa bir konuşmasında şu ifadeyi kullanmıştır:
Büyük Meclis Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Büyük Millet Meclisi’nde Kürtlerin de temsilcileri bulunmaktadır. Kürt halkı ve Meclis’teki temsilcileri, Musul vilayetinde oturan kardeşlerini anayurttan ayırmaya razı değillerdir.
Ancak Lord Curzon, ismet Paşa’nın savunmasını çürütmek amacıyla TBMM üyesi Kürt mebusların Kürt halkını temsil etmediğini, bu kişilerin Mustafa Kemal tarafından atandığını, temsil hakları olmadığını iddia etmiş, “Ankara’nın Kürt milletvekillerine gelince, onların nasıl seçilmiş olduklarını kendi kendime sormaktayım” diyerek seçilmelerinin şaibeli olduğunu ima etmiştir.
Bu ifadeye karşı kendisi de bir Kürt olan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in, 25 Ocak 1923 tarihli TBMM oturumunda verdiği cevap ders niteliğindedir:
Lozan’daki delegelerimiz bu suçlamalara gereği gibi cevap vermemişler. Biz Kürt topraklarının hakiki temsilcileriyiz, tayinle değil seçimle geldik. Kürtler hiçbir tazyik altında olmayarak bu seçimlere katıldılar. Eğer Kürtler ayrılık gütseydiler bu seçimlere katılmazlardı. ingilizler altınlarıyla çalıştıkları halde Kürtler bu seçimlere katıldılar. Türk kardeşleriyle gayeleri aynıydı.
Konuyla ilgili olarak TBMM’de söz alan diğer Kürt vekillerden bazılarının ifadeleri de çok çarpıcıdır. Bunlardan birisi, Milli Mücadele tarihimizin simge isimlerinden 70 yaşındaki Dersim Mebusu Diyab Ağa’dır. Sözlerine şöyle başlar:
Hepimiz biliyoruz ki ve söylüyoruz ki, dinimiz, diyanetimiz, aslımız ve neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur, ismimiz de, dinimiz de, Allah’ımız da birdir.
Milletvekilleri, Diyab Ağa’nın Lozan’a giden heyet ile neler konuştuğunu sorunca Ağa, şu cevabı verir:
Allah yardımcıları olsun. Hangisini münasip görmüş ise öyle etsin. Hamdolsun gidenler dinini, diyanetini bilir adamlardır… Hepimiz biriz. Ne Türklük, ne Kürtlük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. (Meclis’te ‘Bravo’ sedaları, alkışlar) Bir kişinin beş, on oğlu olur. Biri Hasan, biri Ahmed, biri Hüseyin, biri Mehmed isimli olabilir. Fakat hep bir insandırlar. Biz de öyleyiz. Yoksa ayrı gayrımız yoktur. (‘Bravo’ sesleri)… Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için tuzaklar kuruyorlar. Sen şöylesin, ben böyleyim, filan diye hile yapıyorlar… Biz kardeşiz. Bizim dinimiz, diyanetimiz birdir. Bazıları bilmiyorlar, birçok şeyler söylüyorlar ama onlar bilmiyorlar, öyle değildir. La ilahe illallah muhafazid Resulullah, işte bu. (Alkışlar, ‘bravo’ sesleri).
Devamında söz alanlardan Erzurum Mebusu Süleyman Necati (Güneri) Bey, kendisini seçenlerin “büyük bir kısmının Kürt olduğunu” belirterek “vatan kardeşliği” kavrdıbını vurgulamış, Türklerin ve Kürtlerin tarihinin daima bir olduğunu, ayrı kavimler olmadıklarını, Türkiye’de ırki azınlıklar bulunmadığını söylemiştir.
Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, bir başka konuşmasında da ırk ve dil azınlıkları kavramı ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir:
Avrupalılar diyorlar ki, “Türkiye’de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en yoğunu Kürtlerdir.” Bendeniz Kürt oğlu Kürt’üm. Binaenaleyh bir Kürt mebus olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametini istiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki, El Cezire (Arap Yarımadası) cephesinde çarpıştık. (Alkışlar) Nasıl ki Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (Alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verirken delege heyetimizden rica ederim ki, azınlıklar söz konusu edildiği zaman Kürtlerin hiçbir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak buradan söylediklerimi [Lozan’da] söylesinler…
Erzurum Mebusu Durak (Sakarya) Bey ise, islam tarihi boyunca Türklerin ve Kürtlerin karıştığını, Anadolu’da ailelerin iç içe geçtiğini anlatmıştır.
Mardin Mebusları adına Necip imzasıyla verilen bir takrirde, Lozan Konferansı’nda özellikle Türklerle Kürtlerin yekvücut olduklarının duyurulması istenmiştir. Van Mebusu Hakkı Ungan Bey de, Lozan’da, Kürtlerin Türklerden ayırt edilemeyeceğinin savunulmasını istemiştir.
Sonuç itibariyle, gerek Musul bölgesindeki Kürt nüfusun, gerekse Anadolu’daki Kürtlerin kendilerini Türklerden ayrı görmek gibi bir durumları yoktu. Onları Türklerden ayırmak, tek kelimeyle imkansızdı. Bölge halkı, eskiden olduğu gibi, alışmış oldukları şekilde Türk ve Kürt olarak aynı çatı altında yaşamak, yani Türk yönetiminde kalmak istiyordu. Hatta Arapların bile ingiliz mandası istemedikleri görülmüş, “ya Türk idaresi ya istiklal” dedikleri gözlemlenmişti. Irak Hükümeti tarafından askere alınan Kürtlerin her fırsatta Türk tarafına geçtikleri sıkça rastlanan bir durumdu. -
214.
0Savaştan önce, Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil’e kadar olan bölümde yazı dili olarak Türkçe, Arapça ve Farsça kullanılıyordu. Kürt dilinin ve Kürtçe yazının oluşturulması, bölgedeki ingiliz görevliler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bir süre sonra yine ingiliz yetkililer tarafından Kürtçe, bir iletişim aracına dönüştürüldü. Bölge halkı günlük hayatlarında ve yazışmalarında Arapça ve Türkçeyi kullanmakta ısrar ederken, ingiliz derin devleti tarafından Kürtçe ısrarı baş gösterdi. Gazetelerin dahi Kürtçe çıkarılması şartı getirilmişti. Hatta yine ingiliz derin devletinin çabaları ile, Türkçe yazı dilinden kaldırılmaya çalışılmış, özel yazışmalarda kullanılmasına yasaklar getirilmiştir. ingiliz derin devleti, resmi olarak Türk dilinin bölgede tasfiyesine çalışmış, Musul vilayetinde kasıtlı olarak Türklere ve Türkçeye yönelik kapsamlı bir yok etme politikası uygulamıştır.Tümünü Göster
Akademisyen ve yazar ihsan Şerif Kaymaz, bu durumu şu sözlerle açıklamıştır:
ingiltere’nin, kısa vadede kurulamayacağı anlaşılan Kürdistan devletinin zaman içinde kurulmasını sağlamak için Kürt ulusal kimliğini yaratmaya yönelik uzun vadeli düzenlemeler yapmakta olduğu anlaşılmaktadır. Bu düzenlemelerin meyveleri birkaç on yıl içinde alınmaya başlanacak ve hem Türkiye’nin, hem de bölgenin geleceği açısından ciddi sorunlara yol açacak bir süreç böylece başlatılmış olacaktır.
Yaklaşık bin yıldır beraber yaşayan, birbirine karışmış ve evlenerek aileler kurmuş halklar, savaş ortamı içinde derin bir plan çerçevesinde zorla birbirinden ayrılıyordu. Bu planının mimarı, her türlü ayrılık ve bölünmelerin sebebini oluşturan ingiliz derin devletiydi. Kendi çıkarları uğruna bir milleti bölmeyi, hatta sonraki satırlarda inceleyeceğimiz gibi, onları katlederek ve tehdit ederek kendilerine mecbur bırakmayı göze almaktaydı. ingiliz derin devleti, tarih sahnesine her gelişinde, böyle ayrılık politikalarının baş mimarı olmuştu. Bunun önünde durabilen olmamış, hiçbir zaman bu mafyavari oluşumdan hesap sorulmamıştı. işte bu ürkütücü politika, bu yüzden bugün hala devam etmektedir. 20. yüzyıl başında Musul üzerinde oynanan oyun ne ise, günümüzde Güneydoğu’da oynanan oyun da aynıdır. Her birinin mimarı, ingiliz derin devletidir.
ingiliz derin devletinin, Türklerle Kürtlerin arasını ayırmak için Lozan’da izlediği strateji dikkatli incelenmelidir. Burada oynanan oyunların aynısı, şu anda Güneydoğu Anadolu bölgemizde, PKK kullanılarak oynanmaktadır.
Kürtlerle Türkler yaklaşık bin yıldır birlikte, kardeşçe yaşayan iki millettir. istiklal Savaşı’nda büyük kahramanlıklarla mücadele eden Kürt Reşo’nun hikayesi bunun canlı örneklerinden sadece biridir. -
215.
0ingilizlerden Ayak OyunlarıTümünü Göster
28 Aralık 1922’de Lozan Görüşmeleri’ni gerçekleştiren ismet Paşa, Türkiye’ye bir telgraf çekti. Hissiyatına göre ingiltere, Musul’u kesinlikle terk etmeyi düşünmüyordu. Sadece Musul’un kuzeyinde bir hudut düzeltmesi yapabilecek, bu konu dostane biçimde tartışılacaktı.
Fakat kısa bir süre içinde ingiliz General Townshend, ismet Paşa’ya şaşırtıcı bazı açıklamalarda bulundu. General’in ifadelerinde Musul konusundan vazgeçileceği ve yeni bir savaşa neden olunmayacağı, bir sene içinde ingiliz güçlerinin Musul’dan çıkacağı ve bunu müteakiben Arapların da Kral Faysal’a karşı ayaklanacağı ve Türklerin külfetsiz olarak Musul’a girecekleri konu edilmişti.
Burada ingiliz derin devletinin bir kurnazlık peşinde olduğu son derece açıktı. Derin devlet elemanları, gergin ortamda gerçekleşen görüşmeler sırasında her türlü taktiği uygulamakta, Türk delegelerini şaşırtmak ve yanıltmak için tüm yolları denemekteydiler. Nitekim ismet Paşa’nın bir başka telgrafı da, ingiltere’nin amacının Musul meselesini Lozan kapsamından çıkararak daha sonraya bırakmak ve iki devlet arasındaki bir mesele şekline dönüştürmek istediğini göstermişti.
Yine de ismet Paşa bu çelişkili durumu görünce temsilcilerin önerilerini inandırıcı bulmayıp ilk planda Fransız Hükümeti’nin desteğine başvurdu. Ancak Fransa, Musul sorununun Türklerle ingilizler arasında çözülmesi gerekliliğini vurguladı.
Bu sırada ingiltere Parlamentosu’nda bazı muhalif sesler de yükselmeye başlamıştı. Türklerin Musul konusunda ikna edilememesine her ne kadar Curzon tarafından ismet Paşa’nın inatçılığı gerekçe olarak gösterilse de, mesele ingiliz Parlamentosu’nda Curzon’un başarısızlığı olarak nitelendirilmiş ve Curzon aleyhine bir kampanya başlatılmıştı. 8 Aralık 1922 tarihinde ingiltere’nin eski Başbakanı Bonar Law, Curzon’a gönderdiği mektupta bunu açıkça dile getirmekteydi:
…Sana karşı burada büyük bir kampanya başlatıldı. Son olarak Gounaris’in sana 15 Şubat’ta yazmış olduğu mektup yayınlandı. Felaketle sonuçlanan Yunan hareketinin müsebbibinin Llyod George değil de senin olduğun iddiası, senin aleyhine bir silah olarak kullanılıyor. Bu mektuplardan kabinenin haberi olup olmadığına dair soru önergesi verildi. Ve ben evet dedim. Konu soruşturuldu ama herhangi bir sonuca ulaşılmadı. Sadece Foreign Office listesi değil, Horne ve Austen’in kendi haleflerine bıraktıkları listelerde senin adının geçmemesi bizim için çok önemli bir kanıttır. Dolayısıyla için rahat olsun bu meseleyle ilgili hiçbir şekilde seni suçlayamazlar.
Görülebildiği gibi Curzon, ingiliz derin devleti tarafından ciddi şekilde baskı altında tutulmakta ve Musul meselesi konusunda taviz vermemesi istenmekteydi. işte bu baskı neticesinde Curzon, ingiliz derin devletinin önemli bir kozu olan Musul’u Lozan’da vermemek için elinden geleni yapacaktır.
Musul konusunda Lord Curzon ile anlaşamayacağını anlayan ismet Paşa, görüşmelerin kesilmesini tercih etmeyen ingiliz Başbakanı Bonar Low’a Türk ekonomi uzmanı Rüstem Bey ile eski ticaret ve demiryolları Bakanı Şeref Bey’i gönderdi, ancak bu durum Lord Curzon’u çok sinirlendirmişti. 11 Ocak 1923 tarihinde ingiliz diplomat Sir Eyre Crowe’a sert bir mektup göndererek, Türk temsilcileri ile yapılan bu görüşmeler son bulmazsa Musul konusundaki müzakerelerden çekileceğini bildirmişti.
Daha sonra da Curzon, 17 Ocak 1923 tarihinde aynı sertlikte bir mektubu da, Kolonilerden Sorumlu Dışişleri Bakanı Walter Hulme Long’a gönderdi. Bu mektupta Curzon şöyle demekteydi:
Eski bir meslektaşınız ve arkadaşınız olarak size sorabilir miyim, nasıl oluyor da benim burada ilgilendiğim çok önemli bir takım meselelere burnunuzu sokuyorsunuz? Geçen gün sizin de tanıdığınız Rickett buradaydı. Benim arkamdan iş çevirerek ve ismet Paşa’yı kandırarak Londra’ya üç temsilci göndermeye ikna etmiş ki, bu üç Türk’ün kimler olduğu konusunda bilgi sahibi olduğunuza eminim.Bu temsilciler, Londra’ya ingiliz işgalinde bulunan Musul’un Türklere teslim edilmesi karşılığında petrol tavizi verme teklifinde bulunmaya gelmişler. Bense Lozan’da buna son derece karşı olduğumu, Musul’u savunmak için her şeyi yapacağımı ortaya koydum ve izlediğim politikada ne bugün ne de gelecekte Türklerin o topraklarla ilgili herhangi bir hayale kapılmamaları hedefini güttüm. Rickett, Türkleri, sizin ve Bonar Law’ın üzerinde büyük etki sahibi olduğuna inandırmış ve Türkler Londra’ya gelirlerse bir şekilde Musul’u geri alacaklarını sanmışlar. Elbette bu olanların ne kadarından haberdar olduğunuzu bilemiyorum. Bildiğim tek şey kasıtlı olarak benim işimi zorlaştırmak ya da ülkenizin çıkarlarına zarar vermek istemeyeceğinizdir. Lütfen bu petrol macerasından uzak durunuz. Bu meselede sizin bilmediğiniz ama er ya da geç masum bir insanda leke bırakabilecek pek çok rezalet dönmektedir. Rickett kesinlikle güvenilmez bir adamdır. Bir taraftan Türklerle neler konuştuğunu diğer taraftan da Sir G. Armstrong ile görüştüğünü biliyorum.
Lord Curzon’un kastettiği “pek çok rezalet”, ingiliz derin devletinin kapalı kapılar ardında çevirdiği ayak oyunlarıydı.
Bu noktada başka önemli bir detay da, ingiliz Gizli Servisi’nin kanunsuz bir şekilde Türk telgraflarını ele geçirmesidir. ingilizler, istanbul’a yerleştirdikleri özel yetiştirilmiş telsiz-telgraf sinyal çözme ekibi sayesinde Türk Hükümeti’nin Lozan’a çektiği telgrafları Türklerden önce yakalıyor, çözüyor ve Lozan’daki Türk heyetinin eline ulaşmadan önce Londra’ya ulaştırıyorlardı. Gereken emirler verildikten sonra Lozan’da müzakere masasına, Türklerin kozlarını bilerek oturuyorlardı. Lozan’daki ingiltere Başdelegesi Rumbold da bunu 18 Temmuz günü Foreign Office’teki arkadaşı Lancelot Oliphant’a keyifle açıklamıştı:
Gizli kaynaktan pgibolojik anlarda elde ettiğimiz bilgiler bizim için değer biçilemez önemdeydi. Bu bilgiler sayesinde biz, briç oynarken rakibin elindeki kartları bilen bir kimsenin rahatlığı içindeydik.
Lord Curzon ve yardımcısı Rumbold bu sayede Türklerin ne zaman esneklik gösterebileceklerini önceden biliyor, gelecekteki stratejilerini takip ediyor ve ona göre ısrarcı davranıyor ya da ismet Paşa’ya baskı yapmanın faydası olmayacağı zamanları kestirebiliyorlardı. Bu dinlemeler elbette ingiliz derin devletinin Türk tarafına hangi konularda baskı yapabileceğini de ifşa etmiş oluyordu. ingiliz derin devleti, sinsi istihbarat politikasını, bir barış anlaşması masasında dahi uygulamaktan çekinmiyor ve Musul’u kazanma politikasını hile ile başarmaya çalışıyordu. Bu hırsın sebebi petrol ve ticaret yollarından daha öteydi. Musul, Türkiye üzerinde oynanacak oyunları içeren 100 yıl sürecek bir planın ilk adımıydı. -
216.
0Milletler Cemiyeti = ingiltereTümünü Göster
Musul üzerine yapılan görüşmeler, Lozan’ın en fazla vakit alan ve en hararetli geçen görüşmeleri olmuştur. iki taraf da konu hakkında taviz vermek istememiş, fakat ingiliz derin devletinin Musul meselesini çılgınca sahiplenmesi, kimi zaman ülkeleri tekrar savaş noktasına dahi getirmiştir. Lord Curzon, görüşmeyi çıkmaza sokma amaçlı manevralarda bulunmuş ve konunun Milletler Cemiyeti tarafından incelenerek karara varılmasını istemiştir. Türkiye o sırada Milletler Cemiyeti’ne üye dahi değildir ve buradaki ağırlığıyla ingiltere’nin istediği her türlü kararı çıkartabilecek bir lobiye sahip olduğunu bilmektedir.
Görüşmelerdeki çıkmazı aşmak amacıyla ismet inönü yeni bir çözüm yolu önerdi. Bölgede “plebisit”, yani halk oylaması yapılarak Kürt halkının kendi iradesi öğrenilebilirdi. Sonucu gayet iyi bildiğinden bu öneriyi reddeden Lord Curzon’un gerekçesini tarihçi Sevtap Demirel şöyle anlatılmıştır:
Lord Curzon diyor ki plebisit asla olamaz. Niye? Şimdi bu çok zahmetli bir iş. Eşekler bulacaksın, kağıtlar bulacaksın, eşeklere kağıtları yükleyeceksin, dağlara tırmandıracaksın, oradaki Kürtlere gideceksin, diyeceksin ki Türkiye’de mi kalmak istiyorsun? Irak’ta ingiliz mandası altında mı kalmak istiyorsun? “Bu Kürtler” şimdi bakın aynen belgedeki ifadeyi söylüyorum, “Bu Kürtler bu kağıtları yerler.” Onun için sen bunu bırak, bu plebisiti filan unut diyor. Neden böyle yapıyor biliyor musunuz, bunun arkasındaki gerekçe ne? ingiliz Dışişleri Bakanlığı’na ve dolayısıyla Lord Curzon’a çok düzenli bir şekilde o bölgeden istihbarat geliyor. Onlarca, yüzlerce istihbarat raporu okudum, bütün istihbarat raporları tek bir gerçeğin altını çiziyor: O günkü koşullarda Musul’da Kürtlere bir plebisit yapsa ve sorsa siz kime katılmak istiyorsunuz? Oradaki Kürtler yüzde 99 Türkiye’yi seçecekler. Bunlar ingiliz istihbarat raporları, Biz Musul’u kaybedeceğiz diyor ingilizler, dolayısıyla hiçbir biçimde Türklerin burada halk oylaması yapmasına ve Kürtlere sormasına müsaade edemeyiz…
Akademisyen tarihçi yazar ihsan Şerif Kaymaz ise, Curzon’un Kürtlere yönelik kendince aşağılayıcı bakış açısını şu sözlerle ifade etmiştir:
Curzon bunun Musul vilayetinin kiminle birleşeceği sorunu olmadığını, sınırın nereden geçeceğinin basit bir teknik konu olduğunu, bu yüzden de burada herhangi bir şekilde plebisit yapılmasının söz konusu olamayacağını, zaten burada plebisit yapılmasına nüfusun ve kültürün müsait olmadığını, bunların okuma yazma bilmeyen insanlar olup hayatları boyuna hiç seçim sandığı görmediklerini, hatta bir takım incitici, küçültücü ifadeler kullanarak söylüyor ve bunun birtakım karışıklıklara hatta kan dökülmesine neden olabileceğini söylüyor. O yüzden de bunun yerine Milletler Cemiyeti’ne başvurmak gerektiğini belirtiyor.
Kürtlere yöneltilen bu çirkin yakıştırmalar, ingiliz derin devletinin Kürtlere yönelik bakış açısının o yıllarda da bugünkü gibi oldukça ürkütücü olduğunu belgelemektedir. Haddini bilmez bu sözlerden Kürt halkı elbette münezzehtir. Curzon’un burada sarf ettiği sözler, açıktır ki ingiliz derin devletinin bölge halkı üzerinde hiçbir etkisinin olamayacağını bilmesinden kaynaklanmaktadır. Muhtemel bir plebisiti önlemek için öne sürülen bu mantıksız ve seviyesiz izahlar, ingiliz derin devletinin, Musul Kürtlerini ve Araplarını, asla kazanamayacaklarını belgeler niteliktedir. ingiliz derin devleti, hileli siyaset ve şiddetle bölgeyi belki ele geçirmiştir; fakat bölge halkını hiçbir zaman kazanamamıştır. -
217.
0Musul, ingiliz Mandasını ReddediyorTümünü Göster
Musul halkı 700 yıldır Türklerin idaresinde olan, Arap’ıyla, Türk’üyle, Kürt’üyle Türk halkıdır. Onları Türk idaresinden ayırmak, bu insanları kendi anavatanlarından ayırmak demektir. Bunun gayet bilincinde olan ingiliz derin devleti, halkı “ikna” etmek için her zamanki sinsi politikasını uygulamıştır: Şiddet.
Ankara, Musul’da ingiltere’yi dengelemek için Amerikan Chester şirketine demiryolu yapımı ve maden arama konusunda geniş imtiyazlar veren bir antlaşma imzalamış, antlaşma TBMM’de de onaylanmış ve ingilizler buna çok öfkelenmişti. ingiliz derin devleti, Musul’da istediği hakimiyeti bir türlü kuramıyordu. Bunun üzerine bölgede, ingiliz mandasına ve ingilizlerin göreve getirdiği Irak Kralı Faysal’a karşı halkın gösterdiği tepki ve isyanlar, ingilizler tarafından şiddetle bastırıldı. ingiliz birlikleri, Türk taraftarı aşiretlere baskı yapıyor ve aşiret reislerini tutukluyordu. Özellikle Kerkük ve Süleymaniye’de halk, bu şiddet politikasına rağmen, ingiliz mandasını reddetmeyi sürdürmüştür.
Musul’da ingiliz manda yönetimine karşı Kürtler yaygın bir ayaklanma başlattılar. ingiliz uçakları, Musul’daki Kürt isyanını vahşice bastırdı. ihsan Şerif Kaymaz, ingiliz belgelerine dayanarak yazdığı değerli kitabında bu katliamı şöyle anlatır:
Özetle, Churchill savunma bütçesinde tasarruf yapmak için kara kuvvetlerini azaltmış, Musul’da hava kuvvetlerini takviye etmiştir. ingilizler kara kuvveti olarak Irak ordusu ile Asuri milislerini kullanacaklardır. Amaç Musul’da Kürtlerin yapacağı en ufak bir hareketin bile en sert biçimde cezalandırılacağını göstermek, aşiretleri boyun eğmeye zorlamaktır. Yöntem amansız olduğu ölçüde başarılıydı. Öyle ki bir süre sonra, yaklaşan uçakların sesini duymaları bile aşiretleri “yola getirmeye” yetiyordu…
Kentler, kasabalar ve köyler aralıksız olarak havadan bombalanıyor, ardından Asuri milisleri kullanılarak yakılıp yıkılıyordu. Türklere destek oldukları varsayılan aşiretlerin hayvanları ve ekinleri yok ediliyordu. Köysancak, Raniye, Revanduz, Biraz, Kapra, Kale, Diza, Barzan, Derbet, Merga gibi kent ve kasabalar büyük ölçüde tahrip edildi… Barzan aşireti açlıktan ölümle teslim olmak arasında bırakıldı. Asıl vahşet teslim olunca başladı. Barzan kasabası ve köyleri Asuri milislerince tahrip edildi…
4 Şubat 1923’te Lozan Görüşmeleri’ne ara verildi. Bundan sadece 2 gün önce Mustafa Kemal, izmir’de yaptığı bir konuşmada “Musul’u ve Musul’un güneyindeki kıtayı bizim elimizden, ana yurdumuzdan zorla almak istiyorlar” ifadesini kullanmıştı.
Musul’da uygulanan bu korkunç kıyım, ingiliz derin devletinin istediğinde, bir bölgeyi ele geçirebilmek için ne kadar canileşebileceğinin açık göstergesidir. Aslında bu strateji, Güney Afrika’da veya Hindistan’da uygulanan soykırım stratejilerinden farklı değildir. ingiliz derin devleti, kendince aşağı gördüğü ve değerli bir coğrafyada kullanabileceğini düşündüğü bir milleti, değerli Kürt milletini, çeşitli bahanelerle soykırıma uğratmıştır. Fakat söz konusu ingiliz derin devleti olduğundan, tarihin her aşamasında olduğu gibi, I. Dünya Savaşı’ndan sonra da bu hukuksuzluğa kimse dur diyememiş, kimse bu katliamlara “soykırım” adını verememiştir. -
218.
0“Operation Kurdistan”Tümünü Göster
Tarihçi Sevtap Demirci, Kürt isyanının ingilizlerce vahşetle bastırılmasının, aynı zamanda Chester projesine ve plebisit isteğine bir tepki olduğu görüşündedir:
Arşivde, bilinmeyen, yazılıp çizilmeyen, benim de araştırma sırasında tesadüfen gördüğüm bir “O.K.” ifadesi vardı. Nedir bu “O.K.” diye baktım. “Okey” olamaz dedim çünkü dantel raporlar yazıyorlar, “okey” bile yazmış olsalar aralarına nokta konulmaz. Halbuki “O” nokta, “K” nokta. Çok küçücük bir yerde, günler aylar geçti, ama Dışişleri Bakanlığı belgelerinde değil, Sömürgeler Bakanlığı belgelerinde küçücük bir yerde yakaladım. Bu, “Operation Kurdistan”ın kısaltılmışı… ingiltere “Kürdistan Operasyonu”nu devreye sokmuştu. Nedir bu operasyon diyeceksiniz, hiçbir bilgi yok, belge yok, ama bu kadarcık bir ifade var.
Kürdistan Operasyonu kapsamında ingiltere, o bölgeyi çok yoğun bir hava bombardımanına tabi tuttu. Son derece gizli bir operasyon, hiç kimse bilmiyor. ingiliz Genelkurmayından bir kişi, Başbakanlıktan bir kişi… Hiç kimsenin haberi yok, Parlamentonun haberi yok, müttefiklerin haberi yok, hiç kimsenin haberi yok. Gece gündüz iki gün ingilizler Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi bombaladı. Lozan’da ikinci dönem görüşmeleri 23 Nisan 1923’te başlayacaktı. Operasyon 22 Nisan gece saat 12.00’de bitti. Ertesi sabah Lozan’da ikinci yarı görüşmeleri başladığında Türkiye’nin plebisit yapacak halkı kalmamıştı orada. Plebisit ihtimalini tamamen ortadan kaldırdı bu operasyon. Bana diyebilirsiniz ki kaç kişi öldü? Bilmiyorum, çok ciddi ölçüde sivil öldü. Yani ingiltere ne demek istedi? Siz ABD’ye böyle bir imtiyazı tanıyorsunuz, bu topraklarda kararları benim dahlim olmadan alamazsınız. Ve ikinci olarak da Türk yanlısı Kürt aşiretlerini, Türkiye’ye katılmak isteyen bölge halkını da bir şekilde enterne etmiş oldu ve ikinci yarı başladığında Türkiye’nin artık plebisit yapma imkanı ortadan kalkmıştı.
ingiliz derin devleti, Musul üzerindeki hakimiyeti, ancak oradaki halkı tümüyle şehit ederek elde edebileceğini biliyordu. Bu yüzden, yüzyıllardır süregelen gelenek bozulmamış, ingiliz derin devleti, binlerce insanı, bir bölgenin yerel halkını vahşice katletmekten çekinmemişti. Burada söz konusu katliamların, petrol veya ticaret yollarından ziyade başka bir amaç için yapıldığı dikkat çekmektedir. “Kürdistan Operasyonu”, ingiliz derin devletinin Musul ısrarının kalbindeki sebeptir; zaten bu yüzden, hiçbir resmi belgede yer almaksızın gizli kapaklı gerçekleştirilmiştir. ingiliz derin devleti, daha Lozan Görüşmeleri devam ederken, önceden planlanmış bir Kürdistan meselesini yeşertmeye başlamıştır. Bu meselenin kalbi, Türkiye’den koparılması şart olan Musul’dur. Kürtlerin ingiliz idaresine girmesi, yüz yıl sürecek suni bir Kürt meselesinin ilk adımı olacaktır. ingiliz derin devleti, Gladstone’un “Türkleri Orta Asya steplerine sürme” hayalinin, bu şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır. Bu hedef için bir halkı yok etmeyi bile umursamamaktadır. -
219.
0Musul Konusunda Türkiye Geri Adım AtıyorTümünü Göster
Bu noktaya kadar Musul konusunda kesin bir kararlılık gösteren Türk heyeti, artık yeni bir stratejiye geçmek mecburiyetindeydi. Çünkü ingiliz derin devleti, korkunç katliamlar gerçekleştirmekten çekinmiyor, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’de “bizim halkımızı” göz göre göre katlediyordu. Burada tek çıkar yol, uzlaşma gibi gözüküyordu.
Türkiye’nin, Musul’da savaşı göze almayıp ingiltere’nin öngördüğü şartlarda uzlaşmaya razı olmasının önemli bir sebebi de, Irak’ta konuşlanmış ingiliz Hava Kuvvetleri’ne karşı Ankara’nın elinde hiçbir hava gücünün bulunmamasıdır. ingiltere, savaş sonrası tüm hava gücünü Irak’ta yerleştirme gibi bir strateji izlemiştir. Bu, Musul meselesinin ingiltere için hiçbir şekilde tavize açık bir mesele olmadığını da sergiler niteliktedir. Fakat Türk tarafının Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi art arda gelen 10 yıllık bir savaş sürecinden çıktığı burada unutulmamalıdır. Türkiye, o yıllarda, yıkılmış ve sömürülmüş Osmanlı’nın kalıntılarında varlık bulmaya çalışan, savaşlardan dolayı oldukça yorgun ve yoksul düşmüş bir devlettir. Kendini koruyacak hava gücü hiç olmadığı gibi, askeri gücü de oldukça kısıtlıdır.
Musul meselesinde atılan geri adımı değerlendirirken, Lozan Görüşmeleri sırasında istanbul’un halen işgal altında tutulduğunu da unutmamak gerekmektedir. Bu şartlar altında Türk tarafının Lozan masasında baskı gücünün oldukça kısıtlandığı açıktır. Bu durum, Türk tarafını Musul meselesinde taviz vermeye zorlamıştır.
Mustafa Kemal, Lozan Görüşmeleri’nin kesintiye uğradığı zamana kadar tüm gücüyle Musul’un Türk toprağı olduğunu ve gerekirse askeri güç kullanarak böyle kalmasını sağlayacaklarını söylüyordu. Ancak daha sonra bu söyleminde önemli bir yön değişikliği olmuştur. Musul sorununun çözümü için Lozan’da ısrarcı olunmaması gerektiğini, çözümün ileriye bırakılabileceğini telaffuz etmeye başlamıştır. Mustafa Kemal’deki bu strateji değişikliğinin sebebini, 15 Mart 1923 tarihli ingiliz gizli istihbarat raporunda buluyoruz. Raporda, 3–4 yıl içinde yalnız Musul değil, tüm Irak, Basra, Arabistan, Suriye ve belki de öteki islam ülkelerinin Türk hegemonyasına girebilecekleri, bunun iSLAM BiRLiĞi projesiyle yapılacağı ve bu projenin başarı ihtimalinin büyük olduğu ifade edilmiştir.336 Kuşkusuz ki islam Birliği gerçekleşecek, tüm islam ülkeleri bir araya gelecek, aradaki sınırlar kalkacak ve hatta bu birliğe Rusya, ABD, israil, iran gibi diğer ülkeler de dahil olacaktır. Bu durum, Hz. Mehdi (as)’ın zuhuruyla gerçekleşecek ve bu, ingiliz derin devletinin sinsi entrikalarının, savaşların ve anlaşmazlıkların sona erdiği, tek bir damla dahi kanın akmadığı bir dönem olacaktır. Mustafa Kemal, kuşkusuz ki böyle bir dönemin mutlaka geleceğini bilmektedir. Bize ait olan topraklara er-geç tekrar kavuşacağımızın farkındadır. O gün gerçekleşmeyen bu hayalin, kısa bir zaman sonra Hz. Mehdi (as)’ın gelişiyle gerçekleşeceğinden emindir. işte bu nedenle, mevcut durum nedeniyle şartları o zaman zorlamamış ve islam Birliği hayalini kalbinde taşıyarak ümitvar olmuştur. -
220.
0Lozan’da imzalar Atılıyor
24 Temmuz’da imzalanan Lozan Antlaşması’nın 3. maddesinde “Türkiye ile Irak arasında sınır” düzenlendi. Musul’un adının geçmediği bu maddede, sınırın tespiti için Türkiye ve ingiltere’nin 9 ay süreyle görüşmeler yapacağı, çözüme ulaşamazlarsa, Musul meselesinin “Milletler Cemiyeti Meclisi’ne arz edileceği” hükmü vardır. Bununla birlikte Cemiyet’in hangi usulle, ne konuda karar vereceği maddede belirsizdir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, bu konunun Milletler Cemiyeti’ne gitmesi zaten ingiltere’nin lehine olacak bir durumdur. Türkiye, henüz üyesi olmadığı bir kurumda hak iddiasında bulunamayacaktır. O dönemde Milletler Cemiyeti’ni de kontrolü altına almış olan ingiliz derin devleti, tüm gücünü kullanarak Musul üzerinde haksız yere hak iddia edecektir.
Milletler Cemiyeti’ne gidildiğinde Türkiye, Cemiyet’ten “Musul halkının iradesinin” tespitini, ingiltere ise “Türk-Irak sınırının” tespitini isteyecektir. Madde metninde de Musul’un anılmayıp sadece “sınır”dan bahsedilmesi ingiltere’nin tezini güçlendirecektir.
başlık yok! burası bom boş!