0
Hani o anı zaten konduramam ya kendime... Ne var ? Sen kondurabiliyor musun?.. Hissedeceğim şeyler ya da aslında teknik olarak hissedemeyeceğim şeyler pek gelmiyor aklıma. Benim aklımı kurcalayan genelde sonrası oluyor. Zira kendisi pek hoş değil. 3 kez tanık oldum ; pek sevemedim,pek tat vermedi bana.
Bir tanesi ben küçük ve pek de çekilir türden olmayan, hayli yaramaz bir çocukken, nadiren gittiğimiz Sinop'ta,geceleri bana hadi yat gari diyip mizahi ikna becerisini konuşturan anneannemin ölümüydü. Sevdiğiniz birinin ölüm haberini telefonda almak kadar berbat çok az şey vardır bu dünyada. 800 kilometre öteden gelen ve rengi pek de iç açıcı olmayan bir haberi,bir ankesörlü telefonda almak, vücudunuzdaki tüm kanın bir anda nereye gideceğini bilememesi ama kollarınızı ve bacaklarınızı terketmekte kararlı olması, onlara söz geçirememeniz, gittikçe bulanıklaşan ve ayağınızın altından kayıp giden mekan, anldıbını kaybeden nesneler, kavramlar...
Onca yolu tepip gittiğinizde ise ona dair yapabildiğiniz tek şeyin: mezarına atılacak olan ilk toprak konusunda size bahşedilmiş olan şerefin mağrurluğunu yaşamak olmasıdır, hüzün kelimesinin bendeki anlamı. Aslında bu kelimeyi bayağı bir tanımlayabilirim. Ama şimdilik bu hakkımı saklı tutuyorum.
Üçüncü tecrübem eşinin ölümüne dayanamayıp, anneannemden tam 8 ay sonra ölen dedemdi. Kahrolmuştu zaten. Bu hiç hoş olmamıştı. Aylarca da kimseyle konuşmadığı söylenirdi. Gözler önünde erimek diye bilinen o deyim anldıbını bulmuştu işte. iyi de tak yemişti.
Sanırım birinin ölmesinin en kötü tarafı, biraz bencilce de olsa geride kalanlar.. Biraz bencilce de olabilir evet tek çocuklar bencil yetişir biraz. Ama onlarınki de paylaşmaya hazır, merhametli bir bencilliktir sanki. Hani biraz da mecburiyetten bencil gibi.
Yok yok saymayı unutmadım. Biliyorum 2. ve 3. den bahsettim. 1.yi sona bırakayım dedim.
ilk tecrübem biraz fazla ağırdı.
8 yaşıma dair hatırladığım tek bir şey var: Cerrahpaşa Hastanesi'nin asansörleri ve kuvez odası. Asansörün kapısının açılması ve hemen karşıda, içinde sıra sıra cam bölmelerde tutulan bebeklerin olduğu o lanet olası beyaz oda. Kardeşim yeni doğmuştu ve yoğun bakımdaydı. Bense yoğun bakımın ne demek olduğunu bile bilmiyordum. 1 kez kucağıma alıp sevebilmiştim. Sevgi biraz da böyle bir şey galiba. Dokunmak, hissetmek istiyor. Dokunmadın mı ekgib kalıyor bir şeyler. Bir daha dokunamadım. Bir daha Cerrahpaşa'ya da gitmedim. Sonra yoğun bakımın anldıbını falan da öğrendim. Pek hoş bir anlamı yokmuş, onu anladım..
Ölüme dair yıllar sonra fark ettiğim ve hiç hoş olmayan bir başka şeyse, kim olursa olsun toprağın altına bakterilere yem niyetine bırakıp, eve döndüğünüzde acıkmaya, susamaya devam etmeniz. Hüzün kelimesinin de tam olarak anldıbını bulduğu yer budur sanırım. Hayat duracak sanıyorsunuz, acıktığınızı kendinize bile inkar ediyorsunuz ya hani. işte o an insan acziyetinin ve çaresizliğinin; hatta komedyasının doruk noktasıdır. Neye karşı acziyet? Ben bir yaratıcının olduğuna inanıyorum. Sen de orayı istediğin gibi doldur. Gülsen yeridir o an, ama perdeler henüz kapanmamıştır ve seyirci tragedya izlemek istemektedir...
Cennet kavramıyla da her daim problemim oldu benim. Ya Tanrı mecaz anlam seven, mizahtan anlayan bir Tanrıysa? Ya o açık büfe anlatılan cennet aslında düşündüğümüz gibi değilse? Hurisinde filan değilim inan. Anlatılan cennet, insan doğasına uygun bir şey değil,ben ordayım daha çok. Hiç bir şey yapmadan her istediğine sahip olma fikri başta eğlenceli, kabul. Ama aslında hiç hoş değil ki bu. insan böyle bir şey değil çünkü. insan, gerçekliklerini çoğu kez hüzün temelleri üzerine oturtan, çabalamayı,savaşmayı, mücadele etmeyi seven ve bunların sonucunda elde ettikleriyle de kısa süreliğine mutlu olup sonra daha fazlasını isteyen ve yine uğrunda savaşan bir doğaya sahip ama vaadedilen topraklarda sonsuz ömründe yapman gereken tek şey dilemen ve olması. Ben bu fikri pek sevemedim. Gerçi cehennem fikri de pek hoş değil hani.. Hele beyaz tenliler için falan.. Neyse..
O değil de; ölüme dair en ağır şey: o olmadan yaşayamam dediğin insanları bile; karanlıkta içinde gezmeye korktuğun o mezarlıkta işte yeni evin burasıdır diyip bıraktıktan sonra o olmadan da yaşayabildiğini farketmek var ya hani..Ya bırak ağır konuşacağım şimdi. Zaten seni hep seveceğim gibi bir cümleyi duymaktansa seni şu anda çok seviyorum gibi bir cümleyi duymak daha bir hoşuma gitmiştir.
Her şey bir yana, bir son olmalı. Yaşamayı çok seviyor olsan da olmalı. Sonsuzluk korkutucu bir ölçü birimi... Gri de güzel bir renk...
Tümünü Göster