0
kölelik ve cariyelik, islam'ın getirmediği, ama önce ıslah ettiği ve zamanla tamamen kalkmasını hedeflediği bir statü idi; dünya milletlerinin de aynı noktaya gelmeleri sonunda geri dönüşsüz olarak tarihe karıştı.
ama şunu unutmayalım ki, bugün dünyanın birçok yerinde açlar, açıklar, işsizler, evsizler, güçsüzler var ve bunların bir kısmı, eski köleler ve cariyeler gibi kullanılıyorlar. yoksullukla özgürlük bir arada olamıyor, ihtiyaç insanları köleleştiriyor; bu sebeple insanlık köleliği kaldırmakla yapması gerekenin ancak küçük bir kısmını yapmış oldu.
islam'ın hedefi bütün dünyada insana yaraşır bir özgürlük ve adalettir. yepyeni bir dünya düzeninde bu iki amaca ulaşmadıkça dünya insanlığı büyük bir sorumluluk, dahası vebal içindedirler, dine inanmayanların bundan (haksız yere akan kandan, göz yaşından, çekilen ıstıraplardan... ) dolayı vicdanları sızlamalı, dine inananlar da bir gün allah'ın bundan dolayı kendilerini sorguya çekeceğini unutmamalıdırlar.
nikah akdi, ikisi de hür olan (bu sebeple vücutlarına da malik bulunan) bir erkekle bir kadının, karşılıklı olarak bir aile kurma ve cinsî yönden birbirinden yararlanma konulu -şartlarına uyarak yaptıkları- bir sözleşmeden ibarettir. cariyeye sahip olmayı sağlayan akit ve tasarruf da (satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (prof. dr. hayrettin karaman)
şu ayetlerde, iki çeşit evlilikten söz edilmektedir: biri hür kadınlar, diğeri de cariyelerle olan evlilik.
"onlar/müminler, mahrem yerlerini günahlardan korurlar. yalnız eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri ile ilişki kurarlar."(müminûn, 23/5-6).
"eğer (birden çok evlilikte kadınlar arasında) adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya eliniz altında olan cariyelerle yetinin."(nisa, 4/3).
cariyelerle ilgili olan evlilik, ayette: "eliniz altında bulunanlar" şeklinde ifade edilmiştir. buna "milkü'l-yemin" veya "akdu'l-mülk" da denilir.
islam fıkhında bu konuyla ilgili önemli bir kavram da "teserri" kavramıdır. bunun anlamı; cariye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir.
islam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahip olmakla gerçekleşmez. nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir.
hanefî mezhebi'ne göre teserrinin gerçekleşmesi için iki şart vardır:
birincisi: normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri (birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ayırması.
ikincisi, diğer eşleri için birlikte olmak için ayırdığı zamanı ona da ayırması.
ebu yusuf'a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır.(bk. el-bedai', 8/344-45-şamile).
bu iki şart şafii mezhebinde geçerlidir(bk. muğni'l-muhtac, 20/316; nihayetu'l-muhtac, 29/343-şamile) bu şartları yerine getirirse izin alması gerekmez. nitekim hür eşi de olsa kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir. hattâ âdetli olması da bir özür değildir. çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir. (fetâvây-i hindiyye (yazma) 611/45 müslim, hayz 16, nesâî, taharet 180; ibn mâce, taharet 124)
savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, islâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. azat edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıp satılırdı. artık o andan itibaren "cariye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi. bu durum her ne kadar ilk anda garip karşılanacak olsa da, tarihî şartları içinde bu gayet normal ve tabii karşılanırdı. zâten ayrıca bu hususta kur'ân'ın verdiği bir ruhsat da mevcuttur. mü'minûn sûresi'nin 5 ve 6. âyetlerinde bu ruhsat şöyle ifade edilir:
"o mü'minler ki, ırzlarını korurlar; ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar."
efendinin, cariyesinden cinsî yönden istifade etmesinin, cariyenin hesabına iki mühim hikmet ve faydası vardır:
birincisi ve en mühimi, esir düşen ve sahipsiz kalan bu kadınların bu vesile ile ihmal edilmeleri önlenmiş olur. çünkü, aksi takdirde, cariyelerin fuhşa düşmeleri, zinaya girmeleri ihtimali kaçınılmaz olduğu gibi, efendisinin evine de bağlı kalmış olur.
diğer bir faydası, cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde "çocuğun annesi" mânâsına "ümmü'l-veled" sayılmaktadır. cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. çocuğun doğumu ile annesi de, efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır. çocuk olmasaydı, efendisi de azat etmeseydi, diğer mallar gibi cariye de miras olarak kalacaktı.
efendinin, cariyesi ile karı koca olmaları da şart değildir. efendi, onu sadece bir hizmetçi olarak istihdam edebilmektedir. ayrıca, cariyenin kocası esirler arasında ise, eşlerin nikâhları devam edeceğinden, efendinin bu cariye ile münasebette bulunması caiz değildir. hattâ erkek başka birisinin, kadın da bir başkasının yanında köle ise, yine efendi, yanında bulunan bu kadın köleden cinsî yönden faydalanamaz.
bu meselelerle birlikte, kur'ân-ı kerim, erkek ve kadın kölelerin birbirleriyle evlendirilmesini de teşvik etmiştir. nur sûresi'nde meâlen şöyle buyrulur:
"bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. eğer fakir iseler, allah onları kendi lütfundan zengin eder." böylece kölelerin kendi aralarında bir nevi eşitlik sağlanmış olur.
her vesile ile kölenin hürriyetine kavuşturulmasını tavsiye eden dinimiz, cariyenin de nikahlanarak ev hanımı yapılmasını teşvik etmiştir. bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz (sav) bu hususu şöyle ifade ederler:
"sizden cariyesi olan biriniz onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azat edip onunla evlenirse, onun için iki sevap vardır."
bu açıklamalar göz önüne alınırsa, islâm'ın köle ve cariyeleri ne kadar himaye ettiği, onların haklarını koruduğu açıkça görülecektir. cariye sadece "kadınlığından" istifade edilen bir insan olarak da görülmemektedir. o aynı zamanda evin bir ferdi, ailenin bir parçasıdır. ailenin, hanımından sonra evin en sorumlu kadınıdır.
bir insan sahip olduğu cariyesini azat edip hürriyetine kavuşturabildiği gibi, onu bir başkasına hediye olarak da verebilirdi. işte mısır hükümdarı mukavkıs'ın peygamber efendimize (a.s.m.) gönderdiği iki cariye de bu kabildendir. zaten bu iki cariye mısır'dan gelirken yolda müslüman olmuşlardı. bilindiği gibi peygamberimiz (asv) bu cariyelerden mâriye'yi kendi nikâhı altına almıştı. daha sonra hz. mâriye'den hz. ibrahim dünyaya gelmişti. hz. ibrahim'in doğumundan sonra peygamberimiz (asv) hz. mâriye'yi hürriyetine kavuşturdu. böylece mâriye, diğer peygamber hanımlarının gıpta edeceği bir mevkiye yükselmişti. şîrin isimli diğer cariyeyi de peygamberimiz (asv), şâiri hassan bin sabit'e verdi.
bu hadiseyi misal getirerek, bugün gayrimüslim ülkelerden "cariye" olarak nikâhsız bir şekilde kadın alınamaz. çünkü artık tarihî bir hadise olan cariyelik müessesesi günümüzde hiçbir şekilde tatbik edilmemektedir. diğer taraftan peygamberimiz (asv)'e hediye edilen "cariye", mukavkıs'ın yanında da cariye idi. yoksa mukavkıs kendi milletinden bir kadını peygamberimiz (asv)'e "hediye" olarak göndermiş değildi.