- 0 / 0 / 76 entry
- 5 başlık
- 3 trend
- 796.84 incipuan
tavandakisumuk önüncü nesil normal
-
+4 -1
türkiye geri kalmış bır ülkedir
Adam alışveriş yapan insanları görünce Türkiye sağlık sisteminin çok iyi olduğu ve sadece %3ünün fakir olduğu kanısına varmış amk hbahsjshdjshxhhshdshshdsjhhfbdhshd kafayı yememek elde değil -
+2 -2
atamızı putlaştırdınız
Ulan Atatürk heykelleri yapılmasaydı uzaya mı çıkacaktık? iki tane heykel mi batırdı ülkeyi, ekonomisini alt üst etti?
Yıl 2017: Kendi halkının büyük bir kısmının açlıktan ağzı kokarken, yaşam şartları bu kadar kötüyken dışarıdan gelen mültecilere milyonlarca lira harcayan bir devlete sahibiz. Bu da Atatürk heykeli dikildiği içindi pardon. -
+3 -25
sakın açmayın içeride ölüler var
Beyler bugün hiç keyfim yok, yazmaya çalışıyorum ortaya tak gibi paragraflar çıkıyor. Bekleyen arkadaşlar kusura bakmasın bu gece yazamayacağım. -
+32 -2
sakın açmayın içeride ölüler var
Beyler bu geceki partları sırf hikayeyi gerçekten takip eden birkaç kişi olduğu için yazdım. Bu günlük de bu kadardı. Yarın akşam devam etmeye çalışacağım. iyi geceler. -
+14 -2
sakın açmayın içeride ölüler var
Allahım, ne yapmıştım ben böyle? Karıncayı bile incitmeyen ben, belki de birkaç gün önce normal bir şekilde hayatına devam eden birisi mi öldürmüştüm? Tekrar insan olma şansı olan birini mi öldürmüştüm?
Kendimden nefret ediyordum. Çok farklı şeyler hissediyor, birçok farklı duyguyu bir arada yaşıyordum. Resmen kendimle çelişiyordum. Evet, belki o öldürdüğüm şey insan olmaktan çok uzak bir yaratık olabilirdi ama ben? Benim ondan ne farkım kalmıştı ki artık?
Acımasız birisine, vicdanı olmayan birisine mi dönüşüyordum? O kadının ölmesine göz yumduğum gün de benzer şeyler hissetmiştim. O an gerçekten o bıçağı kendime saplamak istedim.
Asker arkamdan yaklaştı ve “aferin, iyi işti” dedi. iyi iş miydi? Nasıl iyi işti? “Eğer bu yaptığım şey iyi bir iş olarak nitelendiriliyor ve hayatta kalmak için böyle bir insan olmak gerekiyorsa, ben hayatta kalmak istediğimden o kadar da emin değilim... ” -
+6
sakın açmayın içeride ölüler var
Merdivene adımımı attığım anda kolinin üstündeki çikolata dolu kutu kayıp yere düştü. Normalde olsa o çikolataların çıkartacağı ses duyulmazdı bile ancak ortam gerçekten çok sessizdi. Çıkan ses salonda yankılandı.
“Hasssgibtir, işte şimdi sıçtık.” Askerle kısa bir bakışmanın ardından cam kapıya gelen yumruk sesleri ve hırıltılarla kalp atışlarım 2 katına çıkmıştı. ikimiz de elimizdekileri yere bırakıp kapıya doğru hızlı bir şekilde yürümeye başladık. Sadece bir taneydi, ancak kapıya bu şekilde vurmaya devam ederse bu sayının çok kısa bir sürede artması kaçınılmazdı.
Asker silahını doğrulttu ve parmağını tetiğe getirdi. Bir karar vermem gerekiyordu. Ve ben bu sefer bencil olmayan kararı seçtim. Nişan almıştı ancak tam ateş edeceği sırada silahının namlusunu aşağı indirdim. Elimi kemerime attım ve bıçağı çıkarttım.
Asker ne yapacağımı anlamıştı ve söylediği tek şey, “kafasına nişan al” olmuştu. Seri adımlarla kapının önüne geldim. Kilidi çevirdim. Ama bir anlığına duraksadım. Ya yapamazsam? Ya benden önce davranırsa? Ya ben de onlardan birine dönüşürsem?
“Hayır, artık eski Berk olmayacağım. Eğer bu durumdan kurtulmak ve bu koşullar altında canlı kalmak istiyorsam bunu yapmalıyım. Hem de hiç tereddüt etmeden.”
Kapı içeri doğru açılıyordu ve bu bana avantaj sağlayacaktı. Kolu çevirdim ve kapıyı açtım. Kapı açıldığı anda üzerime gelmeye başladı. Onlardan birini ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Gözlerinde insan olabileceğine dair tek bir parça bile kalmamıştı. insanlığını tamamen yitirmişti. Var gücümle sağ elimdeki bıçağı alnının ortasına sapladım. Tüm bedeni bir anda üzerime yığıldı. Evet, onu öldürmüştüm. Yaşadığından bile emin olamadığım şeyi öldürmüştüm. Sol elimle vücudunu dışarı doğru ittirdim ve düşerken bıçağı olduğu yerden çıkarttım. Hemen kapıyı kapattım ve kilitledim. -
+9
sakın açmayın içeride ölüler var
Tüm besin maddeleri girişin birkaç metre önündeki raflarda duruyordu. Nöbet tutan askere aşağı inip o besinlerden almamız gerektiğini söyledim. Kafasıyla onayladı ve ayağa kalktı. Ben de bıçağımı ne olur ne olmaz diye kemerime taktım. O önde ben arkada aşağı inmeye başladık. Hava karardığı için önümü görmekte zorlanıyordum ki asker silahının altındaki feneri yaktı. Şans eseri fenerin ışığı çok parlak değildi. Zombiler ışığı görüp burada olduğumuzu anlayabilirler miydi bilmiyordum ama riske atmaya değecek bir şey değildi.
Merdivenlerden indikten sonra çömelerek yürümeye başladık ve girişe yaklaşık 5 metre kala görünmemek için emeklemeye başladık. Belki bizi görebilecek birkaç zombi vardı ancak onları öldürmek için sıkılacak tek bir mermi diğer zombileri de buraya çekebilirdi. Cam kapıdan baktığımda dışarıda yürüyen bedenleri görebiliyordum. Her adım attıklarında ayaklarının altında ezilen minik taşların yer değiştirerek çıkarttıkları çıtırtıları duyabiliyordum.
Sonunda rafa varmıştık. Kapıdan son bir kez bakıp buraya dönük olan bir yüz olmadığını umut ederek çok yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Bir kutu karbonhidrat ve bir kutu protein tozu alarak yanımdaki askere verdim. Asker kutuları almak için silahını kemerinden kavrayıp tek bir hamleyle sırtına çevirdi ama fener hala açık olduğu için etrafı görebiliyordum. Ben de yanda duran su kolisinin üzerine bir kutu protein bar koydum sessiz bir şekilde kucağıma aldım.
Aynı şekilde yavaş ve küçük adımlarla ilerleyerek merdivene varmıştık. Asker önde ben arkada merdivenleri çıkmaya başladık. Su kolisini belimden güç alarak taşımak için biraz geri eğilmiştim ve hemen üstünde duran protein çikolatalarını hesaba katmamıştım. -
+8
sakın açmayın içeride ölüler var
Hızlı adımlarla merdivenlerden çıkmaya başlamıştım ancak bir askerin sessiz olmamı söylemesiyle beraber adımlarımı küçülttüm. Neden diye sorduğumda “hastaların” sese duyarlı olduklarını söyledi. Bu askerlerin olaylarla ilgili epey bilgili oldukları belli oluyordu.
Tekrar soyunma odasına çıktık ve tekrar koltuklardan birine uzandım. Kafamı kurcalayan onlarca şey vardı ki…
Böyle bir durumda bu kadar soğukkanlı kalmayı nasıl başarmıştım anlayabilmiş değildim. insanlık duygularımı mı yitiriyordum? Bu hastalığın bir tedavisi olup olmadığını bilmiyordum ancak tüm o yaratıkları öldürmek bence yanlış bir seçimdi. Ben de onlardan biri olabilirdim...
Görünüşleri aklımdan çıkmıyordu. Akan salyaları, hırıltıları ve hiçbir şeyi umursamadan bize saldırmaları gözlerimin önüne gelip duruyordu. Evet, bu şey insanları gerçekten de bilinçleri olmayan, tek amacı yaşayanlardan bir parça et koparmak isteyen yaratıklara dönüştürüyordu.
Ben bunları düşünürken o günün yorgunluğu ve stresiyle uyuyakalmıştım. Uyandığımda Mustafa Abi yerde yatıyordu. 2 asker ve komutan üzerlerindeki çelik yeleklerini, kasklarını çıkarmış ve silahlarını hemen ulaşabilecekleri yerlere koymuş bir şekilde uyuyorlardı. 1 tanesi ise sırtını duvara yaslamış, elinde silahıyla kapıyı izliyordu. Sanırım aralarında nöbet dağılımı yapmışlardı. Susadığımı ve acıktığımı hissettim. Çantamdaki konserveler hala duruyordu ancak şu anda karbonhidrat ve protein tozu gibi farklı seçenekler varken onları yemek pek akıllıca olmazdı. Konserveleri daha acil olan ve yiyecek bulamayacağımız durumlar için saklamayı planlıyordum. -
+6
sakın açmayın içeride ölüler var
Beni gören askerler de aynısını yaptı. Komutanla bir asker koltuklara oturdu, Mustafa abi ve diğer iki asker ise yere oturup sırtlarını duvara yasladılar. Hiç kimsenin tek kelime edecek dermanı kalmamıştı. Herkesin yorgunluğu yüzlerinden okunuyordu. Askerlere soracak çok şey vardı ama önce biraz dinlenmem gerekiyordu.
Unuttuğumuz bir şey vardı. Alt katı kontrol etmemiştik. Askerlerden birisine alt katı da kontrol etmemiz gerektiğini söyledim. Ben sadece onun gelmesini beklerken hepsi birden ayaklandı ve yavaş adımlarla yürümeye başladılar. O an anladım ki bu adamlar görevlerini ve birbirlerini korumayı her şeyin önünde tutuyorlardı.
Çantamdan yanıma aldığım avcı bıçağını çıkarttım ve onları takip etmeye başladım. Karşıma bir şey çıksa hiçbir şey yapamayacağımdan, korkudan kendimi ona teslim edeceğimden adım gibi emin olduğum halde çıkarttım bıçağımı.
Neyse ki korktuğum şey olmadı. Alt kat da temizdi. Marketler yağmalanırken salonun hiçbir zarar görmemiş olmaması beni bir anlığına şaşırttı ancak biraz düşündükten sonra bunun normal olduğunu anladım. Çoğu insan buradaki toz halinde bulunan besinleri bilmiyordu ve marketten gidip ekmek, su almak varken buraya gelmek saçma bir seçenek olurdu. -
+7
sakın açmayın içeride ölüler var
Artık önden ben gidiyordum ancak yaklaşık 20 metrede bir karşımıza çıkan hastalıklı insanların, “zombi”lerin, arkamdaki askerlerin tuttuğu silahlardan çıkan kurşunlarla vuruluşunu ve yere düşüşünü görüyordum.
Sonunda spor salonunun kapısına varmıştık. Giriş kapısı ve kapının hemen yanı cam olduğundan içerisini görebiliyordum. Spor salonunun hastaneye çok da uzak olmadığını düşününce camların kırılmamış olması biraz garibime gitti. Ama salon dar bir sokaktaydı ve etrafı tamamen binalarla çevriliydi. Bu yüzden bombadan etkilenmemiş olabilirdi. içeri baktığımda hiçbir şeyin ellenmemiş, her şeyin yerli yerinde olduğunu gördüm. Hemen arkamdaki asker silahının arka tarafıyla cama güçlü bir darbe indirdi ve cam tuzla buz oldu. Hepimiz seri bir şekilde içeri girdik.
Salonun girişindeki ayakkabı dolabını 3 asker bir çırpıda kırılan camın önüne çekti. Ancak bu yeterli değildi, arkadan gelen bir baskı dolabı devirmeye rahatlıkla yeterdi. Bu yüzden oradaki koltukları ve masayı da dolaba destek olacak şekilde arkalarına yerleştirdiler.
Spor salonu çok büyük değildi ve 3 katlıydı. Üst katta soyunma odaları ve duşlar, zemin katta giriş ve kardiyo araçları, bodrum katta ise vücut geliştirme aletleri bulunuyordu.
Zombilerin bizi kapıdan görme ihtimallerini göz önünde bulundurarak zemin katı kolaçan ettikten sonra merdivenlere doğru yürümeye başladım. Diğerleri de beni takip ediyordu.
Soyunma odasına geldiğimde kendimi oradaki koltuklardan birine attım. O kadar yorulmuştum ki. -
+5
sakın açmayın içeride ölüler var
Uzun koridorun sonundaki kapıyı görebiliyordum. En önden giden asker kapıyı açtı ve herkes tek tek dışarı çıkmaya başladı. Dışarı çıktığım anda içeride olanların şokunu üzerimden atmaya çalışırken komutanın “Koşun! Bir yere sığınmamız gerekiyor!” sesiyle kendime geldim.
Stadyumun girişinin olduğu cadde boyunca tek sıra halinde koşmaya başladık. Köşeyi döndüğümüzde soluk tenli, boş boş bakan kankırmızı gözleriyle bir grup insan bizi bekliyordu. Bazılarının kıyafetleri yırtılmış, bazılarının ise vücudunda derin yara izleri vardı.
Bizi gördükleri anda üstümüze koşmaya başladılar ancak en öndeki askerin namlusundan çıkan kurşunlarla hepsi tek tek yere serildiler. Bunlar benim kaldırabileceğim şeyler değildi. Daha 1 hafta önce gününü bilgisayar oynayarak veya spor yaparak geçiren bir insanken, şimdi sorgusuz sualsiz önüne çıkan her şeyi öldüren bir grup askerle birlikteydim.
Koşuyorduk, nereye olduğunu bilmeden. O an aklıma geldi, spor salonum. Evet, orada bir insanın hayatta kalmasını sağlayacak mikro besinler ve bol miktarda su vardı.
-Beni takip edin! Bir yer biliyorum!
Yapacak başka bir şeyleri olmayan ve ellerindeki en iyi şansın bu olduğunu düşünen askerler ve Mustafa Abi beni takip etmeye başladı. -
+8
sakın açmayın içeride ölüler var
Cümlemi bitiremeden bir patlama sesiyle birlikte şok dalgası etrafa yayıldı. Kulaklarım çınlıyor, stadyumun seyirci koltuklarından tekerlenerek inen helikopter enkazını izliyordum.
Şok dalgasıyla beraber düştüğüm çimlerin üzerinden kalktım ve şaşkın bir şekilde etrafa bakınmaya başladım. Daha ne olduğunu bile anlamadan silah sesleri duymaya başladım. Etrafımda çimlerin üzerinden seken mermileri görebiliyordum. Mustafa Abi’yle beraber var gücümüzle yedek kulübesine doğru koşmaya başladık.
Kulübenin arkasına geçtiğimizde sahada kalan tüm askerlerin çatışmakta olduğunu gördüm. Ama kimle çatışıyorlardı? Hepsinin namlusu yukarı doğru bakıyordu. Gözlerimi yukarı çevirdiğimde bir şok daha yaşadım.
Siyah giyimli ve siyah kasklı adamlar stadyumun yüksek duvarlarından askerlere ateş açıyordu. Bu adamlar kimdi böyle? Amaçları neydi?
Bu soruları sormak için çok erkendi. Bir şey yapmamız gerekiyordu. işte o anda komutanın sesi beni kendime getirdi. Evet, bizi görmüştü ve yardıma geliyordu.
-Asker! Geri çekiliyoruz! Yedek kulübesine doğru koşun!
Ne? Sadece 3 asker ve bir komutan mı kalmıştı?
-Acele edin! Kapalı bir yere gitmemiz gerek!
Reklam panolarından atlayıp yedek kulübesinin gerisine, stadyuma giriş yapılan koridorlara doğru koşmaya başladık. -
+12 -7
sakın açmayın içeride ölüler var
Beyler az yazdığım için sövenler olmuş. Ben ortaya güzel bir şey koymak için uğraşıyorum ve aklıma geldikçe, canım istedikçe yazacağım. Entrylerinizi okuduktan sonra da pek yazasım kalmadı açıkçası. Dediğim gibi, okumak isteyen okur, okumak istemeyen de gibtir olup gider.
Ayrıca part bekleyen arkadaşlar da kusura bakmasın. Uzun bir hikaye yazmaya çalışıyorum, ne zaman biteceği hakkında da bir fikrim yok. -
+3 -20
sakın açmayın içeride ölüler var
Beyler benim için cidden çok yorucu bir gündü ve uyumam gerekiyor. Bu gecelik bu kadar. Yarın aynı şekilde devam ederiz. Hepinize iyi geceler. -
+10
sakın açmayın içeride ölüler var
–7 yıl önce–
- Ya baba sana o kadar söyledim futbola ilgim yok diye. Neden buraya geldik ki şimdi?
- Berk bak iyi vakit geçireceğini garanti ediyorum. Buradan çıkınca somurtuyor olursan dile benden ne dilersen, tamam mı?
- Offf….
Onları özledikçe birlikte yaşadağımız hatıralar gözlerimin önüne geliyordu. Babamla ve abimle birlikte gittiğim ilk maç. 90 dakika boyunca sıkılacağımı düşünürken tüm bu süre boyunca hoplayıp zıpladığım, bağırdığım ve atmosfere kendimi bıraktığım o anlar, orada yediğimiz ilk köfte ekmeğin tadı.. Şimdi o “offf” kelimesini tekrar söylemek için, ailemin yanında olmak için her şeyimi vermeye hazırdım.
Daha 1 hafta önce bile inanılmaz coşkulu ve gürültülü olan stadyum, şu an bomboştu. Davul ve insanların tezahürat seslerinin yerini helikopter pervanelerinin sesi almıştı.
Ama şimdi eskileri anmanın zamanı değildi. Gözlerimi tekrar adamlara diktim. Birkaç askerle birlikte helikoptere binmiş kalkmayı bekliyorlardı. Pervanenin hızlanmasıyla birlikte helikopterin tekerleri yerden kesildi ve helikopter yükselmeye başladı. O, büyük bir gürültüyle stadyumun duvarlarını aştığı sırada ben de Mustafa Abiyle konuşmaya başladım.
-Abi sence diğer helikopter ne zama--- -
+11
sakın açmayın içeride ölüler var
Bizden önceki son grup da helikoptere binip gözden kayboldu ve beklemeye başladık. Anladığım kadarıyla tüm siviller gönderildikten sonra askerleri almak için helikopterler gönderilecekti.
Mustafa Abiye baktım. Normal, hatta olumlu bir yüz ifadesiyle gökyüzüne doğru bakıyordu. Her şey sona mı eriyordu? Kurtuluyor muyduk? Öyle olmasını umuyordum.
Evet! işte orada. Siviller için gönderilen son helikopter de sahanın ortasına iniş yapmaya çalışıyordu. Tam ilerleyecekken arkamızdaki kapılardan bir ses geldi. Bu, kapıların açılma sesiydi. içeriye yine aynı şekilde zırhlı bir araç ve askeri bir kamyon girdi. Ama kamyonun içinden bu sefer siviller değil, tam tersine bir grup asker inmişti.
Zırhlı aracın arka koltuğundan ise takım elbiseli 2 adam inmişti. Adamlar indiği anda askerler onları ortalarına aldı ve hızlı adımlarla yaklaşmaya başladılar. Bu adamlar da kimdi? Neden sivil oldukları halde onları zırhlı araca bindirmişlerdi ki?
Onları görünce bindirildiğimiz kamyondaki bizden sorumlu asker de hemen yanlarına koştu. Bir diğeri ise bizim yanımıza gelip bir sonraki helikopteri beklememiz gerektiğini söyledi.
Mustafa Abiyle ben sadece sessiz bir şekilde birbirimize bakmakla yetindik ancak grubumuzdaki diğer 2 adam öyle yapmadı.
“Hani bizim helikopterimizdi lan bu? Ben daha fazla beklemek istemiyorum, çıkarın beni buradan artık!” diye bağırmaya başlamışlardı.
Komutan onları duyunca hemen yanlarına geldi ve onları sakinleştirmeye çalıştı. “Efendim sizin için de bir helikopter gelecek merak etmeyin sizi oraya güvenle ulaştıracağız” gibi cümleler kuruyordu ve adamları sakinleştirmeye çalışıyordu.
Emrinde silahlı askerleri olan bir komutana bu tarz cümleler söylemek o kadar kolay bir şey değildi. Hele öyle bir ortamda. Bu adamlar cidden çok güçlü veya devlet için çok önemli olmalıydı. -
+11
sakın açmayın içeride ölüler var
Çığlıklar neden bir süre sonra sona ermişti? Yoksa orada yaşayan başka bir insan kalmamış mıydı? Stadyumun da o gün yanından geçtiğim hastaneye yakın olduğunu hatırlayınca en mantıklı cevap bu gibi geldi.
Peki neden hastalıklılarla en ufak temasımızda bile bizi öldürmek için emir almışlardı? Hastalık bulaşıcı mıydı? Temas yoluyla mı bulaşıyordu? Bulaşan şey insanları neye dönüştürüyordu böyle? O filmlerdeki yaratıklara mı dönüştürüyordu? Duygularını yok ederek geriye sadece yürüyen ve avlanan bir et parçası mı bırakıyordu?
Ben bunları düşünürken 2 grup ayrılmış ve 3. Grup helikopterlerinin gelmesini beklemeye başlamıştı.
Tekrar düşüncelere daldım. Tahminim doğru çıkmıştı. Evet, Mustafa Abi babasını arayarak yardım istemişti. O gün paranın ve pozisyonun gücünü hayat acımasız bir şekilde yüzüme vurmuştu. Belki de ben kurtulacaktım ama geride kalanlar ne olacaktı? Sırf devlette daha yüksek yerlerde olmadığı için kaderine terk ettiğimiz onca insan ne olacaktı? Sınıf arkadaşlarım, babam, onun iş arkadaşları, öğretmenlerim, mahallemin berberi.. Onlara ne olacaktı?
3. grubu almak üzere gelen helikopterin sesiyle tekrar kendime geldim. Helikopterden bir tane asker inip komutanının yanına gitti ve bir şeyler söylemeye başladı. Duyabilmek için biraz daha yaklaştım.
“Efendim itfaiye dairesindeki tüm personeli başarıyla çıkarttık. Şu an güvendeler”
Bu cümleyi duyduğum sırada öyle bir rahatlama ve mutluluk hissettim ki. Belki bir daha hissedemeyeceğim kadar. Babam kurtulmuştu… -
+9
sakın açmayın içeride ölüler var
Stadyumun itfaiye ve ambulans gibi araçların girmesi için yapılan kocaman kapılarının önünde konvoy durdu. Kamyonun yan tarafında olduğum için önde ne olduğunu tam olarak göremiyordum ancak kapıların açıldığını buradan bile görebiliyordum. Konvoy yavaş bir şekilde içeri girdi ve kapılar arkamızdan hızlı bir şekilde kapatıldı.
Kaleyi geçtikten sonra araçlar durdu. Sahanın ortasındaki helikopterin sesini rahatlıkla duyabiliyordum. O an neden stadyumu seçtiklerini anladım. Bu büyük saha helikopterlerin rahatlıkla inip kalkabilmesi için yeterli alana sahipti.
Kamyonun arka kapağını bir askerin açmasıyla beraber herkes sırayla aşağı inmeye başladı. En sonunda da Mustafa Abiyle ben indim. Bizi orada bir asker timi ve onlardan daha yetkili gibi görünen, askeri üniformalı bir adam karşıladı. Dedikleri gibi bizi gruplara ayırdılar. Mustafa Abi, ben ve 2 adam daha bir gruptaydık, diğer grupta da aynı şekilde 4 kişi vardı.
Bizi sıraya soktular ve beklememizi söylediler. Arkadaki kamyonla beraber toplam 4 grup olmuştuk ve en son sırada biz vardık. Bu yaklaşık 40 dakika demekti. Biraz düşünmek ve kafamdaki soruları olabildiğince cevaplandırmak için yeterli bir süreydi bu. -
+12
sakın açmayın içeride ölüler var
insanların dehşet verici çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyordu. Birkaç dakika sonra nedenini bilmediğim bir şekilde çığlıklar sona erdi ve karşımda oturan asker ayağa kalktı, konuşmaya başladı:
“Yaklaşık 5 dakika sonra stadyuma gireceğiz ve sizi 2 gruba ayıracağız. Her bir grup için 10 dakika arayla sizi şehrin askeri üssüne zütürecek helikopterler gönderilecek. Lütfen aykırı bir davranışta bulunmayın ve kesinlikle hastalıklılardan uzak durun. Herhangi biriniz onlardan biriyle bir temasta bulunursa hemen orada öldürülecektir.”
Hastalıklılar mı? Ne hastalığı? Ben bunları düşünürken araç birden sallanmaya başladı. Etrafıma bakmak için tekrar ayağa kalktım ve gittiğimiz yolun tamamen terk edilmiş arabalarla dolu olduğunu, sadece konvoyun geçebileceği kadar küçük aralıklar kaldığını gördüm ve o konvoyun oradan ilk defa geçmediğini, yolun sırf onlar için açıldığını anladım. Aynı zamanda etrafta sendeleyerek yürüyen insanlar vardı. Ya da ben o sırada onların insan olduğunu düşündüm. En sonunda stadyumun girişine gelmiştik. -
+16
sakın açmayın içeride ölüler var
Bir an için kalbimin dediklerini boşverip gözümün gördüğüne, kulağımın duyduğuna odaklanmaya çalıştım. Çok da kolay olmadı çünkü o an hissettiklerim hafife alınacak şeyler değildi. Yine de aldım, almak zorundaydım.
Kamyonun kasasını çevrelemiş bankların en ucuna Mustafa Abi ile beraber oturduk ve çevremdeki insanları incelemeye başladım. Giyimleri böyle zor bir zaman için fazla düzgün ve temizdi. Kimdi ki bu adamlar? Neden onlarla aynı yerdeydik? Sanırım bir fikrim vardı. Mustafa Abi’nin o gece babasını ne amaçla aradığını anlamaya başlamıştım. Peki hayatını, mesleğini seçerken babasının en küçük yardımını bile elinin tersiyle iten bir adam, böyle bir durumda babasından yardım bekleyebilir miydi? Muhtemelen beklerdi. Fakat bu yardımdan ben ne kadar yararlanabilecektim?
Bu düşüncelerime son veren konvoyun arkasından gelen bir kadın çığlığıydı. O kadın çığlığını duyduğum anda aklıma tekrar ölüme terk ettiğim kadın ve kendime verdiğim söz geldi.
Ayağa kalkıp etrafıma bakmaya başladım. Konvoyu gören insanlar evlerinden dışarı çıkıp “Bizi de alın” diye yalvarıyorlardı. Ama konvoy hızını bile kesmiyordu. Aklıma o kadının ölümü tekrar geldi ve öfkeyle demire tutundum, ayağa kalkıp karşımda oturan askere “neden onları da almadınız?” diye bağırdım. Daha asker ağzını açmadan Mustafa Abi beni yerime oturtmaya çalıştı. O kadar sinirlenmiştim ki o askeri yerle bir edesim geldi. Ancak bana bunun bir görev olduğunu, sadece belirli insanlar için geldiklerini söyledi. Bunu hazmedemesem de, yerime oturup sessiz olmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. -
+7
sakın açmayın içeride ölüler var
Mustafa Abi “Zaman geldi” dedi ve derin bir nefes alarak kapının kolunu çevirdi. Ben de hemen arkasında bekliyordum.
Dışarı çıktık. Kafamı sola çevirdiğimde askeri bir konvoyun yaklaşmakta olduğunu gördüm.
Önde ve arkada birer tane zırhlı ve ağır silahlarla donatılmış araç, ortalarında ise 2 tane üstü açık askeri kamyon olduğunu gördüm. Kasaların içinde insanlar vardı.
Konvoy kapının önüne yanaştı ve durdu. Önden giden zırhlı aracın sol kapısından elinde oyunlardan öğrendiğim kadarıyla tam otomatik silah tutan, tam donanımlı bir asker indi. Mustafa Abinin yanına yaklaştı ve Mustafa Bey? Dedi.
Mustafa Abi de kafasıyla onayladı ve öndeki kamyonun kasasına doğru yürümeye başladı. Ben de evimin girişine son bir kez dönüp bakarak peşine takıldım. Bir askerin desteğiyle öndeki kamyonun kasasına atladık. O kamyonun kasasına attığım adım hayatımın en önemli adımlarından birisiydi. Çocukluğumun geçtiği, oyunlar oynadığım, komşuların ziline basıp kaçtığım, arada camisine uğradığım, bakkalından çikolata, fırınından ekmek aldığım, ilkokulunda 5 sene öğretim gördüğüm mahalleyi terk ediyordum. Ve ne için gidiyordum? Ne kadar süreliğine gidiyordum? Bu soruların cevaplarından hiç emin değildim ama o an için yapılabilecek en mantıklı şey buradan ayrılmak gibi geliyordu. Son kez evimin kapısına, kırılmış camlarına baktım. Sanırım kırılan tek şey o camlar değildi… -
+12
sakın açmayın içeride ölüler var
Kapıyı açıp tekrar Mustafa Abi’nin dairesine çıktım. Kapıyı tıklattım. Kapıyı açtı ama beni içeri almadı. Birazdan burada olacaklarını, aşağıda, apartmanın zemin katında beklememizin daha iyi olacağını söyledi. Hazırladığı çantasını sırtına taktı ve beraber aşağı inmeye başladık.
Acaba dışarıda neler oluyordu? Birkaç gündür pencereden bile bakmamıştım. Bu sorunun cevabını almak istediğimden de o kadar emin değildim aslında. Ama başka çarem yoktu. Mustafa Abi’yi takip etmem gerekiyordu.
Apartman kapısının kırık camından caddeyi izliyordum. Etraf çok sessizdi. Tam o sırada bir korna sesi duyuldu. O korna sesini duyduğum anda nedense bir rahatlama hissettim. Buralarda bizden başka insanların olduğu gerçeği yüreğime su serpmişti. Fakat o suyun bir aleve dönüşmesi de uzun sürmeyecekti. Babam beni evden çıkmamam için defalarca uyarmıştı. Bunun doğru bir karar olup olmadığını çok yakında öğrenecektim. -
+10
sakın açmayın içeride ölüler var
– 8 Yıl Önce –
-Baba tırtıla da binebilir miyim lütfeen
-Tamam oğlum ama başka bir şeye binmek yok tamam mı?
-Tamam baba seni çok seviyorum. Pamuk şekerim daha bitmedi, tutar mısın inince yerim kalanını
-Ver bakalım. Ama sen gelene kadar bunu yememeye dayanabilir miyim bilemiyorum
-Yaaa babaaaa
-Hahaha şaka yapıyorum oğlum hadi git sen
Ah o tırtıl, o lunapark. O günlere dönmek için, o pamuk şekerin tadına tekrar bakabilmek için neler vermezdim ki? Ailemi şimdiden çok özlemiştim. Onların yüzlerini unutmamak, sürekli hatırlamak ve güçlü kalmak için onunla beraber birkaç tane daha fotoğraf aldım elime ve onlara uzun uzun bakmaya başladım.
Fotoğraflara, geçmişe o kadar odaklanmıştım ki 5 dakikanın çoktan geçmiş olduğunu farketmemiştim bile. Fotoğrafları çantama attım ve hızlı adımlarla kapıya doğru yöneldim. -
+10
sakın açmayın içeride ölüler var
Eve son kez bakmak ve gerekli bir şey varsa yanıma almak için Mustafa Abi’ye “Abi ben bizim eve geçiyorum, 5 dakikaya kadar gelirim” dedim. “Tamam ama çabuk ol” dedi.
Evin anahtarını ne olur ne olmaz diye yanıma almıştım ve hala cebimde duruyordu. Kapıyı açtım. içeri girdim. Mustafa Abi’ye hala güveniyordum ancak gideceğimiz yeri söylemediği için biraz huzursuzdum. Aslında gitmek bile istemiyordum, ama başka bir çarem yoktu. Bu durumda yalnız kalmak çok tehlikeli olabilirdi.
Koridordan geçip salona doğru yürümeye başladım. Yürürken gözlerim doluyordu. Buraya tekrar dönebilecek miydim? Gerekli olan her şeyi aldığıma emin olduktan sonra tekrar kapıya doğru yürümeye başladım. Gözüm koridordaki sehpanın üstünde duran fotoğraf çerçevesine ilişti. Fotoğraf 2008 yılında lunaparkta çekilmişti. Abim, ben, babam, annem. Hepimiz oradaydık. Hepimizin mutluluğu gözlerimizden okunuyordu ve o günü hala dünmüş gibi hatırlıyordum. - daha çok