- 2 / 2 / 15 entry
- 13 başlık
- 106.80 incipuan
skyline001 "cennetinbahcesi.com"
-
0
hayalet var mıdır
Hayalet var mıdır?
Televizyonda, internette, gazetelerde gördüğümüz hayalet haberleri, resimleri, videoları ne kadar doğru, ne kadar gerçek merak konusu. Kimi insanlar hayaletleri birilerinin uydurmacası, gördüklerini yanlış yorumlaması olarak nitelendirirken kimileri de var ki hayalet kavrdıbına inanıp araştırır, okur ve onlarla ilgili sosyal medyalarda paylaşımlarda bulunur. Sadece bu devirde değil, yüzyıllardır insanların aklında bulunan, cevabı hala getirilemeyen önemli sorulardandır hayaletler. Zaten çoğu şehirde ve semtte bir hayalet söylentisi bulunur. Fakat asıl soru şu ki bir sürü teknolojik gelişmenin bulunduğu 21.yy’a gelmişken, yapılabilecek bir çok şey varken neden hâlâ hayalet hikayeleri, insanların merakını çekmekte ?
Nedeni çok basit. Öleceğimizi biliyoruz ve bilim hala ölümsüzlüğün sırrına ulaşabilmiş değil. Hayaletler ise bize fiziksel ölümün ötesinde de bir yaşamın olduğunu fısıldıyorlar. Ne kadar korkunç olurlarsa olsunlar hayaletlerle ilgili filmler izliyoruz, hikayeler okuyoruz ve yeri geliyor bunları birbirimize de anlatıyoruz.
Hayaletler günümüzde iki farklı şekilde açıklanmaktadır; bilimsel ve spritüel. Bilim insanları bu konuyu insanların izledikleri filmlerden etkilenip bunların bilinçaltlarına yerleşmesiyle ortaya çıkabilecek durumlar olarak açıklar. Bilinçaltına yerleştikten sonra insanların boşluklarına gelen bir anda veya bazen insan vücudu uykuda olmasına rağmen uykuda olduğunu kabul etmez, bu gibi durumlarda ortaya çıkan durumlar olarak niteler. Bunun yanı sıra evde duyduğumuz tıkırtılar, evdeki eşyaların gece-gündüz sıcaklık farkından dolayı büzüşüp genleşmesiyle oluşan seslerden ibaret olduğu bilimsel gerçekliği olan olaylardır. Spritüel çevrelerce ise ölümden sonra bedenden ayrılan ruh dünyaya ve gerçekliğe çok bağlı ise dünya da sıkışıp kalmaktadır. Buna bazen ölen kişinin bir eşyası da neden olabilir bazen de tamamen duygusal sebeplerde neden olabilmektedir. Bu durumda ise ruh öteki dünyaya gitmeye ikna edilmelidir. Bu işlemler belirli kişiler tarafından yapılmalıdır.
Peki tüm bu anlattıklarımızdan sonra hayaletler var mıdır sorusuna gelirsek, Bu soruya bilim kesinlikle hayır derken ve bunun açıklamasını yaparken, spritüel uzmanlar var olduğunu söylemektedir. Dünya üzerinde yaşanan bazı olaylar ve hayalet gördüklerini söyleyen binlerce insan vardır. Bu olayı kendi içimizde karar vermemiz gereken bir olay olarak kabul etmek en iyi durumdur. -
0
en çok hangi günahları işliyoruz
En Çok Hangi Günahları işliyoruz ?
En Çok Hangi Günahları işliyoruz ?
Belki de doğru soru farkına varmadan işlediğimiz, sevaplarımızı bir hamlede alıp zütürebilecek günahlar nelerdir, olmalıydı. Günlük hayatın hızına ayak uydurayım derken işleyip ama es geçtiğimiz cürümler var. Bazen bu hataları devamlı olarak yapıyoruz.
Günümüzde en çok işlenen günahlardan birisi gıybet, yani birini veya birilerini gıyabında çekiştirmek. Eğer boş konuşup fuzuli işlerle meşgul isek gıybetle biraz daha fazla haşır neşir oluyoruz. Havadan sudan muhabbetler eğer sonu bir amaca bağlanmayacaksa dedikoduya dönüşüyor.
Her seferinde bir mazeretimiz var gıybet için. Kah sözün doğruluğu kah, “yüzüne de söylerim” mantığı ile gıybetin günahını örtmeye çalışıyoruz.
Birinin hakkında gıyabında kötü konuşmanın pek bir gerekçesi yoktur. Size danışmak amacıyla sorulması bir istisnadır. Biriyle ticaret yapmak isteyen veya kızını vermek isteyen birisi sorduğunda gerçek ne ise onu söylemeli. Bunun dışında birinin arkasından konuşmak Kuranı Kerimde önemli günahlar arasında sayılmıştır.
Şimdilerde bir de sosyal medya faktörü baş gösterdi. Bir tuşla bin kişiyi kırıyor, bir tuşla binlerce insana dedikodunuzu ulaştırabiliyorsunuz. Bu nedenle şimdilerde gıybet en çok işlediğimiz günahlardan.
Bir de kamu hakkına girmek var çok işleyip pek fark etmediğimiz. Kırmızı ışıkta geçmekten tutun torpille işe girmeye kadar kamu hakkına tecavüz ediyoruz. Bu günahın telafisi yok, milyonlarca kişiden helallik alamayacağımıza göre kamu hakkına azami riayet etmeliyiz. Bizim sıradan zannettiğimiz bir çok davranış aslında milyonların hakkına tecavüzdür. Devlete atılan her kazık da böyledir, memurun işini yapmaması da.
Namaz dinin direğidir, namaz kılmayan birisinin ahirette işi zor ile imkansız arasındadır. Rabbinin çağrısına kulak asmayan kimse kedilere, köpeklere iyilik yapmayla namazsızlığın günahını telafi edemez. Ahlaklı olmak lazım, dürüst olmak lazım, yardımsever ve merhametli de olmak lazım fakat namaz kılmıyorsa bir kişi bu faziletler namaz borcunu ödemez. Namaz kılarken de namazdan çalmamak lazım. Namazın büyük sevabı vardır, fakat hakkını vermek kaydı ile. En kötü hırsız namaza durduğunda Rabbinin huzurunda olduğunu unutup beynini malayani ile meşgul eden kısaca kıldığı namazdan çalan hırsızdır.
Günahlarımız içinde en sinsi olanı içimizde taşıdığımız kibirdir. Bir bukalemun gibi kendini her koşulda gizleyebilen kibir ihlası zedeler, hak yolunda ilerleyeni bile şirke sürükler. Yaptığı ibadetler neticesinde kendisi ile gurur duymak ve bunu kendi içinde yaşamak ucbdur. Ucb riyadan daha tehlikeli bir hastalıktır. Düşenin yardımına koşan, vakit namazlarını her daim camide kılan kimseler bile ucbun tuzağına düşebilirler.
Kendini beğenmişlik hali tüm dünyada salgın hastalık gibi yayılmıştır. istisnalar dışında çoğu kişi bir meziyeti ile başkalarına hava atmak, üstünlük taslamak telaşındadır. Şirke girmediğini düşünenler, habersizce kendi nefislerine tapmaktadır çoğu kez. Rabbe kulluğun esası kibir virüsünü kalpten temizlemektir. Mütevazı olmak ne onursuzluk ne de sefilliktir. insan eşrefi mahlukattır. Kendine hak ettiği değeri vermeli ama aciz bir kul olduğunu da unutmamalı.
Bir diğer sık işlediğimiz günah da yalandır. Çeşitli renklerle süslesek de yalan, her daim yalandır. Peygamberimiz (SAS) çocuğunu bir şey vereceğim diyerek çağıran sahabiye “Eğer vereceğin bir şey yok ise bu yalandır” diyerek basit konularda dahi yalan söylenmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Yalan değişik yönleriyle hayatımıza müdahil olmaya devam ediyor. Patron kızmasın, öğretmen kızmasın, o üzülmesin, falancaya şirin görüneyim cinsinden sebeplerle doğrudan ayrılmayı şirin gösteriyor Şeytan. internetin hayatımıza girişi ile yalan adeta birkaç çağ birden atladı. Yüz yüze iletişim olmadığı için daha çok yalana yönelir oldu insanlar. Ama unutmamak gerekir ki yalan ile iman aynı kalpte durmaz.
Bilmek ile yapmak farklıdır. Günahları biliyoruz, peki ne kadar kaçınacağız ? -
+4 -3
allahın 99 ismi esma ül hüsna
“En güzel isimler Allah’ındır. O halde, O’na bu güzel isimlerle dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın….” (A’râf, 7/180; bk. Tâ-hâ, 20/8; Haşr, 59/24)
“Allah’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri ezberleyen kimse cennete girer.” (Buhârî, Deavat, 68. VII, 169)
“Allâh’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri sayan kimse cennete girer.” (Müslim, Zikr, 6. III, 2062)
Allahın 99 ismi (ESMA-ÜL HÜSNA)
1. Allah O kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan tek bir Allah’tır.
2. er-Rahman Esirgeyici, bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden (Dünyada).
3. er-Rahim Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere merhamet eden (Ahirette).
4. el-Melik Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.
5. el-Kuddüs Her türlü ekgiblik ve ayıplardan münezzeh olan.
6. el-Selam Her çeşit afet ve kederlerden emin olan.
7. el-Mü’min Kullarına emniyet veren. Kendinin ve peygamberlerinin doğruluğunu
ortaya koyan, kullarına yaptığı vadinde sadık.
8. el-Müheymin Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi gözetip koruyan.
9. el-Aziz izzet sahibi, mağlup edilmesi imkansız olan, her şeye galip olan.
10. el-Cabbar Azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir
olan.
11. el-Mütekebbir Ululuk sahibi, her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.
12. el-Halik Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir eden, yaratan, yoktan
var eden büyüklükte eşi olmayan.
13. el-Bari Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratan.
14. el-Musavvir Tasvir eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.
15. el-Gaffar Kullarının günahını örten, mağfireti çok, günahları bağışlayıcı.
16. el-Kahhar Her şeye, her istediğini yapacak surette, galip ve hakim.
17. el-Vahhab Çok fazla ihsan eden, çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan.
18. el-Rezzak Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan.
19. el-Fettah Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, darlıktan kurtaran.
20. el-Alim Her şeyi en ince noktasına kadar bilen, ilmi ebedi ve ezeli olan.
21. el-Kabıt Dilediğine darlık veren, sıkan,daraltan.
22. el-Basit Dilediğine bolluk veren, açan, genişleten.
23. el-Hafıd Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, dereceleri düşüren.
24. el-Rafi Yukarı kaldıran, yükselten, dereceleri yükselten.
25. el-Muiz izzet veren, aziz kılan.
26. el-Müzil Zillete düşüren, hor ve hakir eden.
27. el-Semi Her şeyi işiten, kullarının niyazını kabul eden.
28. el-Basir Her şeyi gören.
29. el-Hakem Hikmet sahibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden.
30. el-Adl Son derece adaletli olan.
31. el-Latif En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, lütuf ve ihsan sahibi olan.
32. el-Habir Her şeyi iç yüzünden, gizli tarafından haberdar olan.
33. el-Halim Yumuşak davranan, hilmi çok olan.
34. el-Azim Pek azametli olan, yüce.
35. el-Gafur Çok bağışlayan, magfireti çok.
36. el-Şekur Kendini rızası için yapılan amelleri daha ziyadesi ile karşılayan.
37. el-Aliyy Çok yüce.
38. el-Kebir Pek büyük.
39. el-Hafız Yapılan işleri bütün tafsilatıyla hıfzeden, her şeyi afat ve beladan
koruyan.
40. el-Mukit Bilen, tayin eden. Her yaratılmışın rızkını veren.
41. el-Hasib Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyi
bilen. Mahlukatına kafi olan.
42. el-Celil Azamet sahibi olan, ululuk sahibi olan.
43. el-Kerim Çok ikram edici.
44. el-Rakib Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan.
45. el-Mucib Kendine yalvaranların isteklerini veren, duaları kabul eden.
46. el-Vasi Lütfu bol olan.
47. el-Hakim Emirleri, kelamı ve bütün işleri hikmetli, hikmet sahibi olan.
48. el-Vedud iyi kullarını seven, rızasına indiren ve sevilmeye layık olan.
49. el-Mecid Şanı, şerefi çok üstün olan.
50. el-Bais Ölüleri dirilten, kabirlerden çıkaran.
51. el-Şehid Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan.
52. el-Hakk Vacib’ul vücut olan, varlığı hiç değişmeden duran.
53. el-Vekil Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.
54. el-Kaviyy Pek kuvvetli.
55. el-Metin Pek güçlü.
56. el-Veliyy Seçkin kullarının dostu.
57. el-Hamid Ancak kendine hamd edilen, bütün varlığın diliyle övülen.
58. el-Muhsin Namütanahi de olsa, bir bir her şeyin sayısını bilen.
59. el-Mubdi Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan.
60. el-Muid Yaradılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.
61. el-Muhyi ihya eden, dirilten, can bağışlayan, sağlık veren.
62. el-Mümit Canlı, bir mahlukatın ölümünü yaratan, öldüren.
63. el-Hayy Diri, tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibi.
64. el-Kayyum Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen, evveli olmayan.
65. el-Vacid istediğini, istediği vakit bulan.
66. el-Macid Kadri ve şanı büyük, kerem ve müsamahası bol.
67. el-Vahid Tek. Zatında, sıfatlarında, isimlerinde ortağı ve benzeri olmayan.
68. el-Samed Her şey Ona muhtaç, fakat O hiç bir şeye muhtaç değil.
69. el-Kadir istediğini, istediği gibi yaratmaya muktedir olan.
70. el-Mukdedir Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden.
71. el-Mukaddim istediğini öne getiren, öne alan.
72. el-Muahhir istediğini geri koyan, arkaya bırakan.
73. el-Evvel Her şeyden önce var olan.
74. el-Ahir Her şey helak olduktan sonra geri kalan.
75. el-Zahir Varlığı sayısız delillerle açık olan.
76. el-Batın Akılların idrak edemeyeceği yüceliği gizli olan.
77. el-Vali Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başına idare eden.
78. el-Müteali Aklın mümkün gördüğü her şeyden,her halden pek yüce olan.
79. el-Berr Kullarına iyilik ve ihsanı, nimetleri bol olan.
80. el-Tevvab Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan.
81. el-Muntekım Günahkarlara, adaletiyle, müstahak oldukları cezayı veren.
82. el-Afüvv Affeden, mağfiret eden.
83. el-Rauf Merhamet edici. Pek şefkatli.
84. Malik’ül-Mülk Mülkün ebedi ezeli sahibi.
85. Zülcelali ve’l-ikram Hem azamet sahibi, hem fazlı kerem sahibi.
86. el-Muksit Hükmünde ve işlerinde adaletli olan.
87. el-Cami istediğini istediği zaman istediği yerde toplayan.
88. el-Ganiyy Çok zengin, hiç bir şeye muhtaç olmayan.
89. el-Mugni Dilediğine zenginlik veren müstağni kılan.
90. el-Mani Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen, engelleyen.
91. el-Darr Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan, hüsrana ugratan.
92. el-Nafi Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.
93. el-Nur Alemleri nurlandıran, dilediğine nur eden, nur olan.
94. el-Hadi Hidayete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan.
95. el-Bedi Örneksiz, misalsiz, acaip ve hayret verici alemler yaratan.
96. el-Baki Varlığının sonu bulunmayan, ebedi olan.
97. el-Varis Varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi.
98. el-Raşit Bütün alemleri dosdoğru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.
99. es-Sabur Çok sabırlı olan, isyankarlardan acele intikam almayan. -
+1
insan kaderin mahkumu mudur
insan şu dünya misafirhanesine bir imtihan için gönderilmiştir. Yaptıklarına göre ya mükâfat ya da ceza görecektir. Elbette böyle bir mükâfat ve cezalandırmanın olması içinde, insanın hareketlerinde hür olması gerekir. Adalet sahibi olan yüce Rabbimiz hayır ve şer yolunu insana göstermiş, fakat onu iki yoldan birini tercih etme hususunda serbest bırakmıştır. Bu sözümüzü Kur’an-ı Kerim’den iki ayet ile teyit edelim:
“De ki: Ey insanlar! Rabbiniz’den size hak gelmiştir. Kim doğru yola girerse kendi lehine girmiş olur. Kim sapıklığa düşerse o da kendi aleyhine sapmış olur.” (Yunus:108)
“De ki: Bu Kur’an, Rabbiniz’den gelen haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.”(Kehf:29)
Görüldüğü gibi insan, Cenab-ı Hak tarafından hayır veya şer yollarından herhangi birine gitmesi için zorlanmamış, kendisine iki yol da gösterilmiş ve istediği yola gitmek hususunda serbest bırakılmıştır. Zaten her insan hareketlerinde serbest olduğunu vicdanen bilir. Hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan istediğini yapabildiğine bizzat kendisi şahittir. Mesela elini kaldırmak istediğinde kaldırır, yürümek isteyince yürür ve bunlar gibi. Camiye gitmek isteyen camiye, kumarhaneye gitmek isteyen de oraya gider. Ne camiye gidenin ayakları “Ben oraya gitmek istemiyorum.” der ne de kumarhaneye gidenin. Böyle olunca helal yolda kullanılması sıkı sıkıya tembih edilen ve kendisine emanet olarak verilen vücut nimetini, haramda kullanan kimsenin hiçbir mazereti yoktur. Kendi iradesini kötüye kullandığı için mesuliyetten kurtulamaz.
Kaderin mahkûmu olduğu için harama girdiğini iddia eden bir insan, aynı suçu başkası işlediğinde hiç kaderi aklına getirir mi?
Mesela kaderin mahkûmu olduğu için hırsızlık yaptığını söyleyen birinin, evine bir hırsız girse ve değerli eşyalarını toplamaya başlasa ve evine giren hırsıza ne yaptığını sorduğunda, hırsız: “Kaderimde hırsızlık yapmak yazılıymış. Ben kaderin mahkûmuyum. ister istemez bu hırsızlığı yapacağım.” dese, hırsızın eşyalarını toplayıp zütürmesine müsaade eder mi?
Kaderin mahkûmu olduğu için katil olduğunu iddia eden bir adam düşünün. Bu kimsenin çocuğunu birisi öldürmek istese ve bunu kaderinde olduğu için yaptığını söylese, acaba bu şahsa karşı tavrı ne olurdu?
Kaderin mahkûmu olduğunu kabul eden, hâşâ Allah’a zulüm isnad eder.
Hem insanın kaderin mahkûmu olduğunu düşünmek bizi birçok çıkmazlara sokar. Şöyle ki: Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı; hırsız kaderinde olduğu için çalacak, katil kaderinde olduğu için öldürecekti. Bu ise teklif ve mesuliyeti ortadan kaldıracağından Allah kullarına zulmetmiş olacaktı. Hâlbuki insan ayağına taş bağlanıp denize atılan ve sonrada “Kurtul!” denilen bir canlı değildir.“Ben kaderin mahkûmuyum.” diyerek işlediği günahı kadere yıkmaya çalışan insan aslında bu söz ile çok büyük bir cürüm işlemekte ve sonsuz adaletin sahibi olan Allah’a zulüm isnat etmektedir. Hâlbuki Allah adili mutlaktır ve zulümden münezzehtir.
Hem eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı; iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, itaat edene mükâfat, isyan edene ceza vermekte manasız olurdu. Çünkü herkes kaderinin çizdiği yoldan gitmiş olacağından namaz kılan kaderinde olduğu için namaz kılacak, günah işleyen de kaderinde olduğu için günah işleyecekti. Böyle olunca onları irşad için peygamberler göndermek, kitaplar indirmek de manasız olacaktı. Zira kaderlerinin kendilerini kötülüğe sevk ettiği ve kaderin mahkûmu olan insanlara nasihatin bir tesiri olmayacaktı.
Ayrıca Allah Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette kullarını tövbeye davet etmektedir. Eğer insan kaderinin mahkûmu olduğu için günah işleseydi, onları tövbeye davet etmenin bir manası olur muydu?
insanın kaderin mahkûmu olmadığının bir diğer izahı da, elinde olmayan şeyler sebebiyle ibadetin teklif edilmemesi ve mesuliyetin kaldırılmasıdır. Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı, böyle bir ayrım yapılmazdı. Herkes her hâlinde, işlediği fiilden mesul olurdu. Allah’a ait olan haklarda insanlardan mesuliyeti kaldıran hususlar şunlardır: Delilik, bunaklık, unutkanlık, zorlama, hata ve yanılma.
Netice olarak bu durumlarda yapılan fiiller, insanın kendi ihtiyarıyla olan şeyler değildir. Böyle olduğu için bu durumdaki bir insandan mesuliyet kalkar. Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı, bu durumların mesuliyetten hariç tutulmasına gerek kalmazdı. Deli, akıllı, unutkan, uyuyan, yanılan herkes ayırt edilmeksizin bütün insanlar mesul tutulurdu.
Acaba, başkalarının tehdidiyle ve zorlamasıyla haram bir fiili işleyen bir kulu Cenab-ı Hak affederken, böyle merhamet sahibi bir zata “Benim kaderimi sen tayin ettin, sonra beni niçin cezalandırıyorsun?” diyerek rahmetini itham etmek, o rahmetten mahrum kalmaya sebep değil midir?
http://www.cennetinbahces...an-kaderin-mahkumu-mudur/ -
0
allah ı zikretmek en büyük ibadetir
Allah’ı Zikretmek En Büyük ibadetir
iman eden bir insan, tüm varlığını Allah ’a adamıştır, Allah için yaşar ve daima Allah ile beraber olduğunun bilincindedir. Allah ’a, O’nun rızasına ve cennetine kavuşmak için sürekli olarak ahiret beklentisi içindedir. Dünyada ise Allah için sabreder, O’na tevekkül eder, her işi düzenleyip denetimi altında tutanın, kendisini de her an görüp bilenin Yüce Rabbimiz olduğunu bilir.
Yaptığı her işte, gördüğü her görüntüde Allah ’ın sonsuz aklını, hayranlık uyandırıcı sanatını ve O’nun yüce kudretini görüp tefekkür eden bir insan için tüm bunları dile getirmek de bir nimet ve büyük bir ibadettir. Allah ’ı anma, insanı tüm kötülüklerden arındıracak, insanın kalbine huzur ve güven indirecek ve ahirette kurtuluşa ermesine vesile olacak en önemli yollardan bir tanesidir. Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır. http://www.cennetinbahcesi.com/
“… Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir…” (Ankebut Suresi, 45)
iman edenler, günlük hayatlarının her aşamasında Allah’ı anma ve dua halinde olmalı, kendilerine verilen nimetlere karşı sürekli olarak için için şükretmeli, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hataları dolayısıyla bağışlanma dilemeli ve sık sık Allah ’ın adını yüceltmelidirler. Mümini, “Allah ’la dost” kılacak, onun Allah ’a yakınlaşmasını sağlayacak ibadetlerden biri Allah ’ı anmaktır.
insan, yaşadığı her an, yaptığı her işte Allah ’ın nimetini ve rahmetini hatırladıkça, O’nun ismini yüceltip O’na yöneldikçe, sürekli olarak ibadet halinde olur. Cenab-ı Allah ’a daha da yakınlaşır. Olaylar karşısında gaflete düşmez, paniğe kapılmaz, öfkelenmez. Allah ’ın razı olmayacağını düşündüğü her şeyden uzak durur. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
ibadetler ve günlük eylemler, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılırsa,”Salih Amel”dir. Allah anılarak ve Allah ’ın rızası düşünülerek yapılmazsa, karşılıksız birer amel haline gelebilirler. Bu nedenle Kuran’da peygamberlerin vasıfları anlatılırken, Allah ’ı sürekli olarak andıkları bildirilir. Bu ayetlerden bir tanesi şöyledir:
“Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi”. (Sad Suresi, 30)
Müminin yaptığı işin hikmeti, onu Allah ’ın rızası için yapması ile oluşur. Mümin bu nedenle, sürekli olarak Allah ’la bağlantı halindedir. Kuran’da kendisine öğütlenen ahlakı her zaman büyük bir titizlikle korumaya çalışır. iman edenlerin bu vasfı, bir ayette şu şekilde anlatılmıştır:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Kuran’ın hikmetini sürekli olarak hatırlamak, Allah ’ın ayetlerini akılda tutmak ve her şeyi Allah ’ın yaratmakta olduğu gerçeğini sürekli düşünmek, mümine hem dünyada hem de ahirette en büyük nimetleri kazandıracaktır. Bunu kalpten ve içtenlikle yapanlar ve ancak bununla tatmin olanlar, Allah ’a teslim olmuş müminlerdir. -
0
yunus emre nin türbesi
Yunus Emre (1238 – 1328)
Hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri’nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği’nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yy’ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, islam tasavvufunu işleyerek Türk-islam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, “Risalet-ün Nushiyye” adlı mesnevîsinin sonunda verdiği; -
+1
adana sabancı merkez camii
Sabancı Merkez Camii, Adana’nın Reşatbey semtinde, Merkez Park’ın güneyinde ve Seyhan Nehri’nin batı kıyısında yer alan cami. 1998 yılında hizmete açılmıştır. 32 metre çaplı ana kubbesi vardır. Caminin proje mimarı Necip Dinç’tir.
20.000 kişilik cami (açık alanın düzenlenmesiyle 28.000 kişi), son cemaat mahaliyle birlikte 6600 metrekareye yayılmıştır; 9 fil ayağı üzerine oturur. Klagib Osmanlı mimarisi tarzında yapılmıştır. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camii’ne, plan ve iç mekân olarak Selimiye Camii’ne benzer.
4 yarım-kubbe, 5 kubbe, 6 minaresi vardır; bunlar 4 halife ve 4 mezhebe, islam’ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmektedir. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur’an’da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Hz.muhafazid / muhafazid bin Abdullah’in peygamber olduğu yaşa ve 40 rekat namaza, 99 metrelik 4 minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık gelir.
Caminin temeli 13 Aralık 1988’de atılmıştır. 65 bin metrekarelik arsası Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’na devredilmiş; halkın bağışları ile caminin %50’si tamamlanmıştır. Geri kalan %50, Hacı Sabancı ve onun ölümünden sonra Sabancı ailesi tarafından karşılanmış; bu nedenle başlangıçta Merkez Camii olması düşünülen adı Sabancı Merkez Camii halini almıştır.
http://www.cennetinbahces...ana-sabanci-merkez-camii/ -
+4
peygamberimizin hoşgörüsü
Peygamberimizin Hoşgörüsü
Peygamberimizin Hoşgörüsü
Peygamberimizin Özellikleri
Hoşgörü, anlayışla karşılama, müsamaha gösterme demektir. Hoşgörülü olmak, din, dil, inanç, anlayış vb. bakımdan kendisinden farklı olanlardan rahatsızlık duymamak, onların farklı yönlerini anlayışla karşılayabilme erdemi gösterebilmektir. Toplumlar farklı düşünen, farklı inançlara sahip olan insanlardan oluşabilir.
Toplumda, birlikte yaşanabilmesi için fertlerin hoşgörü sahibi olması gerekir. peygamberimizin ahlaki özelliklerinden biri de hoşgörü sahibi olmasıydı. O, herkesi anlayışla karşılar, insanlarla iyi geçinir, kimseye karşı kaba ve kırıcı konuşmazdı. insanlara karşı daima hoşgörülüydü. Kimseyi küçümsemez, kimseyle alay etmezdi. insanların hatalarını yüzlerine vurmazdı. Onları toplum içinde rencide etmezdi. peygamberimiz, yanlışları ortaya koyarken, yanlış yapanı değil de, yapılan hatayı ön plana çıkarırdı.
Hz. muhafazid, hoşgörüyü insanlar arasında tek taraflı değil, karşılıklı uyulması gereken bir davranış biçimi olarak ifade etmiştir. Peygamberimiz, bu konu ile ilgili bir hadisinde;
http://www.cennetinbahces...eygamberimizin-hosgorusu/ -
-1
ankara dan görünüm
Ankara. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ve istanbul’dan sonra ikinci büyük şehridir. Eski adı Angora olan şehrin nüfusu 2005 verilerine göre 4.319.167 (il nüfusu 5.153.000) olup, rakımı 950 metredir.
M.Ö. 12. yüzyılda Hititler dönemindeki ismi Ankuwash olan şehir, Galat ve Roma imparatorluğu döneminde Ancyra olarak anılmış, Hellenistik çağ ve Doğu Roma imparatorluğu döneminde Ánkyra ismini almıştır. Şehrin kimliğine katkı yapan tarihi eserlerin başında otantik çevresi ile şehrin hemen her yerinden görülebilen Ankara Kalesi gelir.
Anadolu’nun merkezindeki iç Anadolu Bölgesi’nde bulunan bulunan Ankara Ankara ilinin de merkezidir. Ankara önemli bir endüstri ve ticaret şehridir. Türkiye devletinin merkezidir ve tüm yabancı ülke elçiliklerine ev sahipliği yapar.
Şehir Ankara keçisi ve bu keçiden üretilen tiftik, emsalsiz Ankara kedisi, balı, bölgeye özel üzümleri ve beyaz Ankara tavşanı ile ünlüdür.
Ankara, doğuda Kırşehir ve Kırıkkale; batıda Eskişehir; kuzeyde Çankırı; kuzeybatıda Bolu ve güneyde Konya ve Aksaray illeri ile çevrilidir.
Ankara, Orta Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan Kızılırmak ve Sakarya nehirlerinin kollarının oluşturduğu ovalarla kaplı bir bölgedir. Bu bölgede orman alanları ile step ve bozkır alanlarını bir arada görmek mümkündür.
Akarsu boylarında sıralar halinde görülen iğde, söğüt ve kavak ağaçları step içerisinde yer alır. Ankara çevresinde plato üzerinde yükselen münferit dağlar ile kuzeydeki dağlık sahada ise yağışlardaki artış yüzünden orman örtüsü kendini belli etmeye başlar.
http://www.cennetinbahces.../11/08/ankaradan-gorunum/ -
+1
hz süleyman camii
Hz. Süleyman Camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1169 yılları arasında yaptırılmıştır. Cami bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin yattığı Meşhed bulunmaktadır.
Diyarbakır’ın fethi sırasında şehit olan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman dahil 27 sahabe bu bölgede, 13 sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit oldu. Yaralanan Sultan Sasa’nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte bölgeye toplam 41 sahabe defnedildi. Diyarbakır’da mezar yerleri kesin olarak bilinen 30 sahabenin 27’sinin kabri bu camidedir. 27 şehit sahabenin kabirleri Türkiye’nin her yerinden ziyaretçi akınına uğramaktadır.
http://www.cennetinbahces.../11/08/hz-suleyman-camii/ -
+1
ashab ı kehf yedi uyuyanlar
Ashab-ı Kehf
http://www.cennetinbahcesi.com/
Geleneksel anlamda hikâyeye göre Ashab-ı Kehf denilen gençler, bugün yeri konusunda çeşitli rivayetler bulunan Efsus şehrinde yaşıyorlardı. Bunlardan altısı sarayda görevli, hükümdara yakın kimselerdi ve hükümdarın müşavere heyetindeydiler. Onun sağında ve solunda bulunurlardı. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina idi. Bunlara “Ashab-ı Yemin” denmiştir. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş’tur. Bunlara da “Ashab-ı Yesar” denmiştir.
Hükümdarın Roma imparatorlarından Diocletian (284 – 305) (Gaius Aurelius Valerius Diocletianus) olduğu, ya da Domitianus (271-272) veya Decius (249-251) olduğu düşünülmektedir. Kesin olan şey imparatorun putperest olduğudur. Putperestliği kabul etmeyen az sayıdaki insanları yakalatıp öldürtmüştü. Hükümdar bir ihbar üzerine saraydaki putperest olmayan gençlerin durumlarını öğrendi. Onları çağırıp tehdit etti, onlar inançlarından ayrılmak istemediler, aksine Dokyanus’u inançlarına davet ettiler. Hükümdar onların eski günlerine dönmeleri için zaman tanıdı. Gençlerde inançlarını korumak için şehre yakın bir dağ yönüne gittiler. Yolda giderken Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban onların inancına katıldı ve yedincileri oldu. Çobanın köpeği Kıtmir de onlara katılıp, arkalarından takip etti. Dağa yaklaştıklarında çobanın gösterdiği bir mağaraya girdiler. Mağarada dua ederek merhamet dilediler. (islam dininin kutsal kitabı Kur’an’daki Kehf suresinin 10. ayetinde bu kişilerin duaları belirtilir.)
Hikayenin devdıbına göre hükümdar, Efsûs’a gelip, onları sorar. Kaçtıklarını haber alıp saklandıkları mağrayı öğrenince adamlarıyla mağaraya gider ve mağaranın ağzını onları öldürmek maksadıyla kapattırır. inanca göre gençler ölmez, yüzyıllar boyunca uyumaya devam ederler. Sonunda ise ilahi bir şekilde uyandırırlar. Ne kadar süre kaldıkları tam olarak bilinmemekle birlikte Kehf suresinde bu süreyi 300 sene olarak belirtir.[kaynak belirtilmeli]
Ashab-ı Kehf uyandıklarında geçmiş olan zamanında farkında olmadıkları belirtilir. Uykudan kalkmaları, birbirleriyle konuşmaları ve içlerinden birini şehre göndermeleri Kur’an’da geçer. Bunlar şehre gidip yiyecek getirecek kimsenin (Yemliha’nın) elbise değiştirerek halini kimseye bildirmeden gidip gelmesini uygun görürler. Yemliha, bunu kabul edip şehre geldiğinde çok değişmiş bir şehir bulur. Farklı yorumları mevcut olan bir hadiseyle bu kişi geçen zamanın farkına varır ve o zamanın hükümdarının yanına zütürülür. inanca göre bu hükümdar gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri hükümdara anlatır. Daha sonra gidip arkadaşlarına haber verir. Daha sonra tekrar hepsi uykuya dalarlar.
Bazıları sahabelerden Ali’nin, Ashab-ı Kehf’e gittiklerini ve Ashab-ı Kehf’in uykudan uyanıp onları gördüklerini ileri sürmüştür. Ayrıca bu söylenceye islam dininin son peygamberi muhafazid’e iman ettiklerini bildirip ve selâm gönderip dua istedikleri de eklenir. Bunların dışında bazı kişiler Ashab-ı Kehf’in Mehdi geldiğinde uyanıp ona katılacağını ileri sürmüştür. Yine de bu iddiaların, veya hikâyede genelde geçen isim, yer, zaman ve bazı olayların gerçek temelleri tartışmalıdır. Kur’an’da ise bu yorumlara dair hiçbir şey yoktur.
Hristiyanlık’ta Yedi Uyurlar
Bu efsane Hristiyanlık’ta “yeniden dirilme” inancının kanıtı olarak gösterilmektedir. -
-1
nurundandır tüm nurlarr
Nurundandır tüm nurlarr
Kur’ân ve sünnet¸ bizlere varlığın yaratılış seyri ve evreleri hakkında bilgiler vermiştir. Biz bu yazımızda Nur-ı muhafazidî hakkındaki rivayetler üzerinde duracağız. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ben yaratılışta peygamberlerin ilki¸ gönderilişte sonuncusuyum.”[1]
Varlığı Varlıkların Özü
islâm âlimleri bu konuda şu açıklamaları yapmışlardır: Rasûlullah Efendimiz varlıkların özü¸ aslı ve çekirdeği olmuştur.[2] ilâhi nur ve feyz onun üzerinden diğer varlıklara intikal etmiştir.[3] Şerefli ruhu ve bedeniyle bütün âlemlere rahmet olmuştur.[4] Mübarek ismi Levh-i Mahfuz’da peygamberlerin ilki olarak yazılmıştır.
imam Rabbanî (k.s.)¸ Mektûbât isimli eserinde Allah Rasûlü (s.a.v.) hakkında çok güzel bilgiler vermiştir. Özetle der ki: “Allah Rasûlü (s.a.v.) kâinatta Yüce Allah’ın muhabbet tecellisidir. Âlemin yaratılış sebebi bu ilâhî sevgidir. Yüce Allah cemali ve celaliyle bilinmek istemiş ve bunun için mahlûkatı yaratmıştır. Varlıkların yaratılışında sadece sevgi vardır. Bu sevgiye ilk mazhar olan da en sevgilidir. Yüce Allah’a varlıklar içinde en sevgili olanı habibi Hz. muhafazid (s.a.v.)’dir. O ilâhî takdirde ilk sırayı aldığı gibi¸ varlık âlemindeki tecellide de ilk sırayı almıştır. Onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıştır. Ayrıca bu nur ve o yüce ruh¸ bütün peygamberlerin¸ velîlerin ve mü’minlerin; nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz kaynağıdır. Onun aracılığı olmadan kimseye bir nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz gelmez. Bütün peygamberler onun ümmeti olmaktan ve kendisine tabi olmaktan şeref duyarlar. Zaten ahirette hepsi onun sancağı altında toplanacaktır. Yüce Allah onu seçmiş ve kendisini bütün âlemlere rahmet olarak yaratmıştır. Allah büyük lütuf sahibidir; onu dilediğine verir.” -
+1
peygamberlerin en üstünü
Peygamberlerin en üstünü
Peygamber efendimiz, Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Allahü teâlânın yarattığı varlıkların en şereflisi muhafazid aleyhisselâmdır. Her şey O’nun hürmetine yaratıldı. O, Allahü teâlânın resûlü, son peygamberidir. Allahü teâlâ bütün peygamberlerine ismiyle hitâb ettiği hâlde, O’na “Habîbim” (sevgilim) diyerek hitâb etmiştir. Nitekim Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde: “Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!” buyurdu. Bütün mahlûkâtı O’nun şerefine yaratmıştır. Allahü teâlâ kullarına râzı olduğu ve beğendiği yolu göstermek için çeşitli kavimlere zaman zaman peygamberler göndermiştir. muhafazid aleyhisselâmı ise son Peygamber olarak bütün insanlara ve cinlere gönderdi. Bunun için Peygamberimize “Hâtem-ün-nebiyyîn” ve “Hâtem-ül-Enbiyâ” denilmiştir.
Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan üstündür. muhafazid aleyhisselâm ise, her zamanda, her memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Allahü teâlâ her şeyden önce muhafazid aleyhisselâmın nûrunu yarattı. Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Câbir radıyallahü anh; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ her şeyden evvel neyi yaratmıştır, bana söyler misin?” deyince, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Her şeyden evvel senin peygamberinin yâni benim nûrumu kendi nûrundan yarattı. O zaman ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ’ (gökyüzü), ne arz (yeryüzü), ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.” Âdem aleyhisselâm yaratılınca Arş-ı a’lâda nûr ile yazılmış “Ahmed” ismini gördü. “Yâ Rabbi! Bu nûr nedir?” diye sorunca Allahü teâlâ; “Bu, ismi göklerde Ahmed ve yerlerde muhafazid olan senin zürriyetinden bir peygamberin nûrûdur. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım.” buyurdu. Âdem aleyhisselâm yaratılınca alnına muhafazid aleyhisselâmın nûru kondu ve o nûr onun alnında parlamaya başladı. Âdem aleyhisselâmdan îtibâren babadan oğula intikal ederek asıl sâhibi muhafazid aleyhisselâma ulaştı.
muhafazid aleyhisselâm hicretten 53 sene evvel Rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke’de doğdu. Târihçiler, bu günün Mîlâdi takvime göre, 20 Nisan 571 tarihine rastladığını söylüyor. Doğmadan birkaç ay önce babası, altı yaşındayken de annesi vefât etti. Bu sebepten Peygamber efendimize Dürr-i Yetîm (yetimlerin incisi) lâkâbı da verilmiştir. Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı. Dedesi de vefât edince, amcası Ebû Tâlib O’nu yanına aldı. Yirmi beş yaşındayken Hadîcet-ül Kübrâ ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı Kâsım idi. Bundan dolayı Peygamberimize Ebü’l-Kâsım yâni Kâsım’ın babası da denildi. Araplarda böyle künye ile anılmak âdetti. Kırk yaşında, bütün insanlara ve cinne peygamber olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi. Üç sene sonra herkesi îmâna çağırmağa başladı. Elli iki yaşında mîrac vukû buldu. 622 yılında 53 yaşında olduğu hâlde, Mekke’den Medîne’ye hicret etti. Yirmi yedi defâ muhârebe yaptı. 632 (H. 11) senesinde rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi günü öğleden evvel 63 yaşında vefât etti.