-7
arkadaşlar bir itirafta bulunmak istiyorum. hem belki bir şekilde konunun muhattabına da ulaşır, bir işe yarar. üzerinden de seneler geçti, artık daha fazla içimde tutamayacağım.
bir gün nöbetçi eczane arıyodum.. kapalı olan bi eczanenin cdıbına yaklaştım herkes gibi, adresi aldım, tam gideceğim sırada “biliyo musun sen orayı?” dedi biri. bi baktım sabri sarıoğlu. “biliyorum tabii ya takip edin beni” dedim. anlamsız bi artistlik geldi bana. inanılmaz havaya girdim. bi kaşım havada falan. sanki eczaneye değil, dünyayı kurtarmaya gidiyorum.
ben önde, sabri sarıoğlu ve ünsüz arkadaşları arkada.. gidiyoruz gitmesine fakat büyük bir problem var. ben o adresi o kadar da bilmiyorum. o an sabri’yi falan bi anda öyle karşımda görünce işte biliyorum deyiverdim. bunlar da çok hızlı bindiler arabaya, bişey diyemedim. kendilerini yaklaşık bi 10 dakika dolaştırdım. nereye gitsem arkamdalar. sabri gerçekten adam adama markajın hakkını veriyordu. öyle ki bazen dikizden baktığım zaman kendisini ve arkadaşlarını arka koltukta görüyordum.
zaman geçtikçe adresten de, nöbetçi eczaneden de umudumu kestim. artık tek derdim 10-15 dakikadır arkamda dolaştırdığım sabri sarıoğlu’na bu durumu nasıl açıklayabileceğimdi. camım bozuk olduğu için mecburen durmak zorundaydık, ama duracak pek de bir yer bulamadım. bi ara yanyana geldik.. sabri camı açtı, ben ağzımla ve elimle “abi ben bulamadım eczaneyi siz gidin isterseniz” dedim. yağmur da çok bastırdığı için ellerim, hareketlerim falan çok anlaşılmıyor. o da bana ‘camı aç camı’ işareti yapıyor. ulan ben bilmiyo muyum camı açmayı, bozuk işte napıyım olum diyorum içimden, “abim cam bozuk be güzel abim” diyorum dışımdan. demiyorum aslında, baya yapıyorum. baya elimle kolumla her şeyi yapıyorum.
her neyse sabri bana “tamam” falan yaptı, okey yaptı böyle anladı beni. sonra ben de hemen e-5’e bağlandım. ilginçtir sabri de bağlandı. gidiyorum..o da geliyor. geçmiyor beni. yavaşladım, orta şeride geçtim, o da geçti. sağa geçtim, o da geçti. gidiyoruz.. muhtemelen bana gidiyoruz ve işin kötüsü sabri bunu eve vardığımız zaman anlayacaktı. aslında bi ara, evin orada arabadan inip “sabri bey kusura bakmayın siz beni yanlış anladınız o an galiba. ben bulamadım abi eczaneyi. çok da anlatmaya çalıştım ama.. bence şöyle yapalım, dilerseniz ben sizi bu gece misafir edeyim arkadaşlarla beraber, sabah olunca da önce kahvaltımızı yaparız, sonra evden çıkar beraber en güzel eczaneye gideriz abi. ne dersiniz??” demeyi düşündüm. hatta şöyle sonunda da göz kırpma işaretiyle gülerim dedim, sempatik olur “;)”. hatta iki parantezli “;))”. ama hayalimde bile bi dövdüler beni.. öyle böyle değil, nası vuruyorlar anlatamam… o yüzden bu anlamsız tekliften hemen vazgeçtim.
tekrar yanyana gelmeye çok çalıştım ama başaramadık. dikizden sabri’ye bakıp elimi kolumu kaldırıyordum fakat sabri sürekli “tamam koçum arkandayız” gibi hareketler ve mimikler şeklinde karşılık veriyor, e-5’te kenara çekme gibi bir ihtimal olmadığı için de, geriye tek çare kalıyordu: sabri sarıoğlu’ndan kurtulmak. çünkü gerçekten çok vakit geçti, çok dolaştık. artık bu saatten sonra bunun hiçbir açıklaması yoktu. sonunda büyük dayak vardı. her şeyi göze almıştım. sabri sarıoğlu’ndan kaçacaktım. hayvan gibi gitmeye başladım. o da arkamda. muhtemelen hani onları hızlıca eczaneye yetiştirmek için bastığımı düşünüyorlar, g.tümden ve arka koltuktan ayrılmıyorlardı. yediğimiz kornaların, küfürlerin ve küfre benzer selektörlerin haddi hesabı yoktu.
henüz 15-20 dakika önce sakin sakin ilaç almaya çıkmışken, bu noktaya nasıl gelmiştim inanılır gibi değildi. hayır allah korusun kaza yapsalar, sabri’ye bişey olsa, fenerbahçe şampiyonluktan olsa ne olacaktı? nasıl bir belanın içindeydim? nasıl bir sorumluluk vardı üzerimde?? hepsi nöbetçi eczaneler yüzünden. 24 saat pasta bulabildiğimiz bir şehirde, geceleri hasta olmak yasaktı adeta. gözüm dönmüştü. bunun gerçekten geri dönüşü yoktu. hele şu anlamsız kovalamacadan sonra mümkün değildi anlatmam artık bu durumu.
sabri bazen kayboluyor, fakat yaklaşık 15-20 saniye sonra yine arkama yapışıyordu. evi falan da geçtim, beylikdüzü’ne kadar basmışım en son. bilmediğim sokaklara girdim, oradan başka sokaklara, oradan çıkmaz sokaklara. çıkmaz sokakta indim. arabadan inip koşmaya başladım. bi apartmanın bahçesine saklandım. hoşlandığım kızın, markette beni elimde 32’lik tuvalet kağıdıyla görmemesi için saklandığım gibi saklanıyor, uzaktan arabayı kesiyordum. nefes nefeseyim. allah kahretsin böyle geceyi. bi kadın “kime bakmıştın evladım” dedi. “fenerli sabri gelecek de ona bakıyom teyze” demedim tabii..”babamları bekliyorum teyze” dedim. kadın hiç inanmadı. ama anladım ki sabri alıştığı kırmızı kartlarına yenilerini eklemiş.. görünmüyor ortalarda. maç resmen bitmiş, benim sahada işim ne..çıktım sahadan, el salladım tribündeki teyzeye. o camı kapattı perdeleri çekti, çok büyük renk geldi hayatına.
sabri’den kurtulmasına kurtulmuştum ama aramın kötü olduğu ünlüler arasına uğur ışılak’tan sonra onu da katmıştım. uğur ışılak’ı da bi gün bi yerde görünce yanına gidip “uğur ışıldak??” demiştim, sonra uzaklaştırdılar beni oradan. o gece biraz daha vakit geçirip, önümden çok arkama bakarak eve gittim. evden bi 4-5 gün çıkmadım, fenerin maçlarına bakamadım. sanki sabri attığı her golden sonra kameralara koşup “seni bulacağam oğlumm seni bulacağamm lan şerefsizzzzzzz!!!” şeklinde parmak sallayacak gibi geliyordu. sevinme sabri, lütfen öyle sevinme. hem bu kadar gol sevincinin olduğu yerde, birileri boşa seviniyor bence.
işte o günden sonra kendisine hep gerçekleri açıklamak istedim. olur da bu yazıyı okursa, o denyo benim işte. kusura bakma.